Makale-Türkiye-AB İlişkileri ve Hollanda Krizi

Nejat Çoğal-Son yıllarda Avrupa’da hortlayan Müslüman-Türk düşmanlığı maalesef, geçtiğimiz günlerde yeni bir siyasi-diplomatik skandala yol açmıştır. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Betül Sayan Kaya’nın Hollanda Polisi tarafından yolu kesilip, 30 metre ilerdeki Türk konsolosluk binasına girmesine izin verilmemesi, aynı sıralarda Konsolosumuzun Konsolosluk binasından çıkmasının engellenmesi, hatta Hollanda Polisi tarafından Sayın Bakan ve Heyetinin kaba ve sert muameleye tabi tutulması olayı, dünya diplomasi tarihine kara bir leke sürmüştür. Üstelik Sayın Bakana destek vermek için olay yerine gelen Türk vatandaşlarına coplarıyla, atlarıyla, itleriyle saldıran Hollanda Polisi ve onların ırkçı yöneticileri bu faşizan tutumuyla Avrupa’nın gerçek yüzünü de ortaya çıkarmış oldu. Batı Avrupa’nın göbeğinde Türk-Müslüman düşmanlığını zirveye çıkaran bu çirkin, alçak davranışından dolayı Hollanda başta olmak üzere tüm Avrupa’yı ve Brüksel’i şiddetle kınıyoruz. Ayrıca, demokrasi ve özgürlük havarisi kesilen ve savunduğu değerlerin kendi üyeleri tarafından ayaklar altına alınmasına seyirci kalan Avrupa Birliği’nin sorumluluktan kaçması mümkün değildir.

Maalesef, Hollandalı faşist-nazi çeteleri uluslararası hukuku çiğneyerek bir Türk Bakanın kendi Ülkesinin Konsolosluğuna girmesini engellemiş, diplomatik nezaket kurallarını hiçe sayarak kaba ve çirkin bir tavırla bir Bakanı sınır dışı etmiş ve böylece diplomatik, insani ve siyasi bir krize yol açmışlardır. Biz de onlara, Türk Milletinin düşmanlığının ne kadar şiddetli olduğunu ve bu alçaklığın bedelini Hollandalılara ve onların destekçisi Almanlara mutlaka ödeteceğini hatırlatıyoruz.

Sürekli olarak Türkiye’deki ifade özgürlüğünün yetersizliğinden bahseden AB’li siyasetçilerin, Hollanda’da ve Almanya’da Türklerin ifade özgürlüğünün açıkça kısıtlanması karşısında sessiz kalmaları tam anlamıyla çifte standarttır. AB’nin “hem suçlu, hem güçlü” bir tavırla bir yandan Türkiye’ye karşı gayri samimi davranış sergilemesi, diğer yandan da Almanya ve Hollanda’nın yol açtığı siyasi-insani-diplomatik krizden dolayı Türkiye’yi suçlayarak önceden karara bağlanmış AB Mali Yardımlarının askıya alınmasını gündeme getirmesi kabul edilebilir bir durum değildir.

AB’nin bu çifte standartlı ve küstah yaklaşımları ilk olmadığı gibi son da olmayacaktır. Nitekim 2012 tarihinde yayınlanan “AB’nin Türkiye Paradoksu” isimli kitabımızın ön kapağında şu not yer almaktadır: “Brüksel, 50 yıllık ortağı, 16 yıllık gümrük birliği partneri ve 7 yıldır tam üyelik müzakereleri yürüttüğü Türkiye‘ye karşı takındığı gayri samimi davranışlarının esasen kendi çıkarlarına zarar verdiğini anladığında, çok geç kalmış olacaktır…”. Geldiğimiz noktada Brüksel, Türkiye’yi iç siyasi malzeme olarak kullanmak ve Avrupa’da hortlayan Müslüman-Türk düşmanlığına göz yummakla kendi sonunu hazırladığının farkında değildir.

AB’nin ve üye ülkelerinin Türkiye’ye gayri samimi yaklaşımlarının en son örnekleri olarak özellikle Almanya ve Hollanda’da yaşanan siyasi-diplomatik skandalları gösterebiliriz. Öyle ki Türk Dışişleri Bakanının uçağının inişine “güvenlik” gibi saçma bir sebeple izin vermeyen Almanya ile yine bir Türk Bakanın kendi Konsolosluğuna girmesini engelleyip sınır dışı eden bir Hollanda, Avrupa’da gittikçe tehlikeli boyutlara ulaşan genelde yabancı özelde ise Müslüman-Türk düşmanlığının önderliğini yapmaktadırlar. Demokrasi, özgürlük, insan hakları gibi savunduğu değerleri ayaklar altına alan Avrupa’nın bu lokomotif ülkeleri esasen, Türk Milletinin tarihi yeniden şahlanışının ayak seslerini duymuşlar ve paniklemişlerdir. Ne var ki bu ırkçı yaklaşımlarıyla Avrupalı şer odakları Türkiye’nin önünü kesemeyecekler bilakis bu tavırlarıyla Türklerin milli birlik ve beraberliğinin daha da güçlenmesine vesile olacaklardır.

Kuşkusuz, Avusturya, Almanya ve Hollanda gibi AB’nin kurucu üyelerinin son günlerde ortaya koyduğu Türkiye’ye yönelik haksız ve çirkin uygulamalar, Türk Milletinin AB’ye bakış açısını önemli ölçüde olumsuza çevirmiştir. Zira Türkiye’nin sabrı tükenmektedir. Son 10 yılda, AB projesine olumlu bakan Türk Vatandaşlarının oranı %70’lerden %30’lara kadar düşmüştür. Eğer, AB’nin önde gelen liderleri Türkiye ile olan ilişkilerini gerçekten düzeltmek istiyorlarsa ya da müzakere sürecinin hızlanmasını arzuluyorlarsa, öncelikle Türkiye’nin haklı endişelerine kulak asmaları ve Türk Halkına karşı samimi davranmaları gerekmektedir. Bir Kıbrıs Meselesi, bir vize meselesi, bir Ermeni Meselesi ve hatta bir gümrük birliği meselesi ortadadır ve bu meseleler adil ve kalıcı bir şekilde çözülmediği sürece Türkiye’den yeni adımlar atmasını beklemek anlamsızdır.

Kuşkusuz Türkiye, 2005’te başlayan katılım müzakerelerini devam ettirmek istemektedir ve bu süreci kendi Halkının yararına kullanmaktan yanadır. Ancak bu şartlar altında bunu ne kadar zor olduğu da açıktır. Kaldı ki Türkiye-AB Katılım Müzakerelerinin durma noktasına gelmesinden bizatihi Brüksel sorumludur. Dolayısıyla, bu sürece ivme kazandırmak yine AB’ye düşmektedir. Brüksel üzerine düşenleri yerine getirmedikçe, Türkiye’nin yeni bir adım atması zor görünmektedir. Bu anlamda AB’nin, öncelikle Türk vatandaşlarının serbest dolaşım hakkını gasp etmekten vazgeçmesi, Türkiye-AB ilişkilerini Kıbrıs ipoteğinden kurtarması, Türk diplomat, siyasetçi ve vatandaşlarının ifade ve seyahat özgürlüğüne saygı göstermesi gerekmektedir.

Daha önce “Almanya’da çok kültürlülük iflas etti” şeklinde açıklama yapan Angela Merkel, AB’nin bir “Hristiyan Klübü” olduğu yönündeki şüpheleri de gündeme getirmişti. Bugün Avrupa’daki Müslümanlara yönelik saldırılar ise AB’nin bir “Hristiyan Kulübü” olduğunu maalesef teyit etmektedir. Eğer AB’li siyasetçiler tüm dünyaya verdikleri bu görüntüden bir nebze olsun rahatsızlık duyuyorlarsa bu tür çifte standartlı, ayırımcı, ötekileştirici ve insanlık dışı yaklaşımları bırakarak uluslararası hukuka sadık kalmaları ve Birliğin demokrasi, özgürlük, insan hakları ve hoşgörü gibi evrensel değerlerine sahip çıkmaları gerekmektedir.

Yarım asırdan fazla bir geçmişe sahip bulunan Türkiye-AB ortaklık ilişkisinin sağlam bir hukuki zemine oturtulduğu da unutulmamalıdır. Ayrıca Türkiye, AB’nin 5’inci büyük pazarı ve 7’inci büyük ticaret ortağı olarak karşımızda durmaktadır. Kaldı ki 1959 yılında başlayan ortaklık ilişkisi zamanla genişlemiş, gümrük birliği ile derinlik kazanmış ve nihayet aday üyelik süreciyle birlikte ekonomik boyutun ötesine geçmiş, siyasi ve toplumsal bir nitelik kazanmıştır. Bu bakımdan, çok boyutlu ve dinamik bir yapıya sahip bulunan Türkiye-AB ilişkilerinin, bir Hollanda’nın kişisel siyasi çıkarlarına feda edilmesi akıl ve mantıkla izah edilebilecek bir durum değildir.

Ne var ki AB’nin lokomotif ülkelerinin, hiç bir zaman Türkiye’nin İslam dünyasıyla Batı arasında bir köprü olmasını istememektedirler. Bu ülkeler, Türkiye’nin Soğuk Savaş dönemindeki konumuna benzer bir şekilde, Müslüman dünyasıyla Avrupa arasında tampon bölge rolünü oynamasını istemektedir ki küresel bir oyuncu olmaya hazırlanan Türkiye’nin böyle bir senaryo içinde yer alması söz konusu bile olamaz.

Öte yandan, terör örgütlerine yardım ve yataklık eden bir Almanya’nın bir Hollanda’dan veya Avusturya’dan hiçbir farkı yoktur. Her biri kara emperyalizmin birer maşası olan bu ülkelere ve onların üst akıllarına gereken dersin verilmesi, Türk Milletinin boynunun borcudur. Neticede, binlerce yıllık devlet tecrübesi, kültür ve medeniyet birikimi ile tarihin kaydettiği en dinamik milletlerden bir olan Türkler, “demokrasi ve özgürlük” maskesi arkasına sığınan bu şer odaklarının kahpe oyunlarını bozabilecek yeteneğe sahiptir.

Hiç bir millet, dininin, dilinin, kültür ve medeniyetinin, devlet ve vatanının parçalanması gayretlerine müsamaha gösteremez. Bayrağının düşürülmesi karşısında sessiz kalamaz. Bakanına, diplomatına, vatandaşına karşı kötü muameleyi cezasız bırakamaz. Türk Milletinin dostluğunun da düşmanlığının da muhteşem olduğunu çok iyi bilen bu şer odakları, artık Türk Milletinin hesap soracağı günü beklesinler.

Bilinmelidir ki Türkiye Cumhuriyeti, büyük Türk Milletinin tek ve bağımsız kalesi olup, aynı zamanda bütün Dünya Türklüğünün ve bütün mazlum milletlerin de ümidi durumundadır. Ay-Yıldızlı Al bayrağın dalgalanabildiği tek ülke olan Türkiye’miz, Allah’ın izniyle, yeni bir diriliş ve şahlanışın eşiğinde bulunmaktadır. Türk Milleti, 21. Yüzyıla damgasını vuracak, hiç bir güç de buna engel olamayacaktır.

Bir yandan İslâm’ın kılıcı ve kalkanı olarak önemli hizmetler veren Türkler, bir yandan da, tarih boyunca kurdukları imparatorluklarda, egemenlikleri altına aldıkları halklara din ve vicdan özgürlüğü tanıyarak, bunların birlikte, barış içinde yaşamalarını temin etmiş ve evrensel barışa büyük katkılar sağlamışlardır. Binlerce yıllık tarihi boyunca Dünyada adaleti hâkim kılmak arzusuyla hareket eden Türkler, bir nevi bütün insanlığın sorumluluğunu üzerinde taşımıştır. Hollanda’da Türklere reva görülen muamele dikkate alındığında bu sorumluluğun önemi ortaya çıkmaktadır.

Her fırsatta ifade ettiğimiz gibi, bağımsız Türkiye Cumhuriyeti’nin ilelebet var olabilmesinin yegâne şartı milli birlik ve beraberliktir. Velhasıl, tüm iç ve dış düşmanlarımızın şunu iyi bilmeleri gerekmektedir: Türkiye Cumhuriyeti Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür, parçalanamaz. Ayrıca, milli sınırlarına ve Devletine uzanan elleri kesmekle kalmaz, o ellere hükmeden kafaları da yok etmesini bilir. Umuyoruz ki, Türkiye’ye yönelik bu çirkin davranış, kapitalist şer odaklarının ve onların hain taşeronlarının Türkiye’ye yönelik son saldırıları olsun. Ve yine istiyor ve bekliyoruz ki Türk Milleti böylesi bir krizle bir daha karşılaşmasın.

Netice olarak, özellikle Almanya, Avusturya ve Hollanda’da şiddetlenen, genelde ırkçılığa ve yabancı düşmanlığına özelde ise Müslüman-Türk düşmanlığına yönelik eylemlere prim veren bu zihniyetin evrensel batı değerlerini ayaklar altına aldığının Avrupa kamuoyu tarafından değerlendirmeye alınacağını ümit etmekteyiz. Aksi halde, Avrupalı siyasetçilerin göz yumdukları ve müsamaha gösterdikleri ırkçı yabancı düşmanlarının, yakın zamanda AB’yi darmadağın etmesi ve nihayet Avrupa kıtasını ağır siyasi ve sosyal bunalımlara mahkûm etmesi kaçınılmazdır.

Share This: