GÜMRÜK BİRLİĞİ’NİN DIŞ TİCARETİMİZ ÜZERİNE ETKİLERİ

 

Divan Dergisi, Sayı:4

Nejat ÇOĞAL
Gümrük Muhafaza Başkontrolörü

 

  1. GENEL DEĞERLENDİRME

Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET), 1957 yılında, bir gümrük birliği şeklinde kurulmuş ancak ileride geniş kapsamlı bir ekonomik ve siyasi birlik oluşturmayı hedeflemiştir. Topluluk üyeleri, 1 Temmuz 1968 tarihinde birbirlerine uyguladıkları gümrük tarifelerini tümüyle ortadan kaldırarak Ortak Gümrük Tarifesini yürürlüğe koymuşlar ve böylece kendi aralarında gümrük birliğini tamamlamışlardır.[1]

 

Öte yandan, Ankara Anlaşması’nın 4’üncü maddesi, geçiş dönemi içinde Türkiye ile Topluluk arasında bir gümrük birliğinin gittikçe gelişen bir şekilde yerleşmesini öngörmüştür. Bu kapsamda, özellikle geçiş dönemi(1.1.1973–31.12.1995) içinde Türkiye’nin Toplulukla ticari ilişkileri artmış, AET, Geçici Anlaşma ile 1971 yılından itibaren bazı sınırlı sayıda ürün dışında (pamuk ipliği, makine halıları gibi) Türkiye kaynaklı tüm sanayi ürünlerine karşı gümrük vergilerini sıfırlamıştır. Türkiye ise, Topluluk çıkışlı sanayi ürünlerine karşı gümrük indirimlerini aşamalı olarak gerçekleştirmiş ve 1995 yılına gelindiğinde 12 ve 22 yıllık sanayi ürünleri listelerinde ve Avrupa Birliği’nin (AB) Ortak Gümrük Tarifesi’nde %80’in üzerinde uyum sağlamıştır.

 

Türkiye-AB arasında cereyan eden zorlu müzakereler neticesinde, 6 Mart 1995 tarihli 1/95 sayılı Ortaklık Konseyi Kararı alınmıştır. Bu karara göre, Türkiye-AB Gümrük Birliği 1 Ocak 1996 tarihinden itibaren yürürlüğe girecektir. 1996 yılından itibaren  Avrupa Birliği çıkışlı tüm sanayi ürünleri ile işlenmiş tarım ürünlerine karşı gümrük vergisi ile eş etkili vergiler ve miktar kısıtlamalarını kaldırılmış, üçüncü ülkelere karşı ise AB’nin Ortak Gümrük Tarifesi uygulanmaya başlanmıştır. Böylece, Taraflar arasındaki ilişkilerde, Ankara Anlaşması’nda öngörülen son döneme geçilmiştir.

 

Diğer taraftan, Avrupa Toplulukları’nın (AT) üçüncü bir ülke ile gerçekleştirdiği ilk gümrük birliği olan AT-Türkiye Gümrük Birliği, Türkiye’nin Tek Pazara ayrıcalıklı bir şekilde girmesine izin veren ve Türk ekonomisinin  rekabet gücünü artıran önemli bir adım olarak da değerlendirilebilir.[2]

 

Her ne kadar başlangıçta, Türk sanayisinin güçlü Avrupa sanayisi karşısında rekabet gücü olmadığı, üstlenilen tek taraflı yükümlülükler ile alternatif dış pazarlara girişin kısıtlanacağı ve Gümrük Birliği’nin AB ile gerektiği gibi müzakere edilemediği yönünde olumsuz eleştiriler yapılmış olsa da, Gümrük Birliği’nin sanılanın aksine Türk Dış Ticareti üzerinde köklü bir değişikliğe yol açmadığı görülmektedir.

 

Diğer taraftan, Gümrük Birliği’ni, Türk dış ticaretindeki değişimleri tek başına belirleyen bir süreç olarak değerlendirmek yeterli olmayacaktır. Bu çerçevede öncelikle 5 Nisan 1994 tarihinde yaşanan ekonomik kriz ile meydana gelen devalüasyonun yarattığı sorunların ve 1997 yılında Dünya ekonomisinde patlak veren Asya, ardından Rusya krizlerinin değerlendirmelerde dikkate alınması gerekmektedir. Ayrıca 1998 Mart ayı itibariyle Türkiye ekonomisinde yaşanan ciddi durgunluğu, 1999 yılında gerçekleştirilen genel seçimler, Ağustos ve Kasım aylarında yaşanan deprem felaketlerinin izlemesi de, bu dönemde Türkiye-Avrupa Birliği dış ticaretinin yapısını etkilemiştir. Son olarak Türkiye’nin kronik enflasyon sorununa çözüm bulmak amacıyla 2000 yılında uygulamaya koyulan Ekonomik İstikrar Programının, Kasım 2000 ve Şubat 2001 tarihlerinde yaşanan krizlerle hedeflerinden sapmasıyla oluşan istikrarsızlık ve devalüasyon, 2001 yılı ilk yarısındaki dış ticaret rakamlarında belirleyici olmuştur.[3]

 

  1. AB’NİN DIŞ TİCARETİMİZ İÇİNDEKİ PAYI

Gümrük Birliği öncesinde Türkiye’nin en büyük ticaret ortağı olan AB, Gümrük Birliği sonrasında da bu özelliğini devam ettirmiştir. Bir başka deyişle, Gümrük Birliği, Türkiye’nin dış ticaretinin coğrafi dağılımında önemli bir değişikliğe yol açmamıştır. 1993-1995 yılları arasında, dış ticaretimiz içinde ortalama  %45 olan AB’nin payı, 1996-2005 yıllarını kapsayan dönemde ortalama %50 olmuştur. Bunda, Gümrük Birliği’nin,  1971 yılından beri zaten  aşamalı olarak gerçekleştirilmiş olması ve 1996 yılına gelindiğinde ise gümrük tarifelerinde uyumun yaklaşık %80 oranında sağlanmış olmasının önemli bir payı vardır. Öte yandan, AB gibi güçlü bir ekonominin Türkiye’nin dış ticaretinde istikrarlı bir şekilde ve en büyük paya sahip olmasının, Türk ekonomisinin Dünya ekonomisinde yaşanabilecek krizlerden daha az etkilenmesine yardımcı olabilecektir.

 

Tablo 1 : Türkiye’nin Dış Ticareti ve AB’nin Payı 

Yıllar Genel                                                                   (milyon $) AB                                                      (milyon $) AB’nin Payı                                                    (%)
İhracat İthalat Hacim Açık İhracat İthalat Hacim Açık İhracat İthalat Hacim
1971 676 1.171 1.847 -495 329 582 911 -253 0,49 0,50 0,49
1980 2.910 7.909 10.819 -4.999 1.300 2.360 3.660 -1.060 0,45 0,30 0,34
1993 15.348 29.429 44.777 -14.081 7.289 10.950 18.239 -3.661 0,47 0,37 0,41
1994 18.105 23.270 41.375 -5.165 8.269 10.279 18.548 -2.010 0,46 0,44 0,45
1995 21.636 35.707 57.343 -14.071 11.078 16.760 27.838 -5.682 0,51 0,47 0,49
1996 23.224 43.626 66.850 -20.402 11.548 23.138 34.686 -11.590 0,50 0,53 0,52
1997 26.261 48.559 74.820 -22.298 12.248 24.870 37.118 -12.622 0,47 0,51 0,50
1998 26.974 45.921 72.895 -18.947 13.498 24.075 37.573 -10.577 0,50 0,52 0,52
1999 26.588 40.692 67.280 -14.104 14.333 21.419 35.752 -7.086 0,54 0,53 0,53
2000 27.485 54.149 81.634 -26.664 14.352 26.388 40.740 -12.036 0,52 0,49 0,50
2001 31.342 41.399 72.741 -10.057 16.118 18.280 34.398 -2.162 0,51 0,44 0,47
2002 36.059 51.553 87.612 -15.494 18.459 23.321 41.780 -4.862 0,51 0,45 0,48
2003 47.252 69.339 116.591 -22.087 25.899 33.495 59.394 -7.596 0,55 0,48 0,51
2004 63.121 97.540 160.661 -34.419 34.310 45.373 79.683 -11.063 0,54 0,47 0,50
2005 73.122 116.048 189.170 -42.926 38.312 48.958 87.270 -10.646 0,52 0,42 0,46

Kaynak: DTM, DİE.

 

Türkiye’nin AB-25’e ihraç ettiği belli başlı sanayi ürünleri cihaz, tekstil ürünleri, motorlu araç ve otomotiv parçalarıdır. Türkiye’nin AB-25’e ihraç ettiği belli başlı tarımsal ürünler ise meyve, sebze ve fındık olup, bu durum, Türkiye’nin tarım ürünleri ticaretinde fazla vermesini sağlamıştır. Türkiye’nin başlıca sanayi ithalat kalemleri ise makineler, kimyevi ürünler, demir ve çeliktir.[4]

 

1996’dan itibaren AB’nin Dış ticaretimiz içindeki dağılımı ithalat lehinde değişmiş; 1993-1995 yıllarında ortalama 8.879 milyar dolar olan ihracat payı 1996-2000 yıllarında ortalama 13.196 milyar dolara yükselirken, ithalatta bu pay yıllık ortalama 12.663 milyar dolardan 23.978 milyar dolara yükselmiştir. 2005 yılında ise AB, 73.122 milyar dolarlık ihracatımızdan 38.312 milyar dolar, 116.048 milyar dolarlık ithalatımızdan ise 48.958 milyar dolar pay almıştır. Bu tutarların genel ihracat ve ithalatımıza oranları ise sırasıyla %52 ve %42  olmuştur.

Tablo 2: Türkiye’nin İhracatının İthalatı Karşılama Oranları

 Yıllar Genel AB
ihracat/ithalat ihracat/ithalat
1971 0,58 0,57
1980 0,37 0,55
1993 0,52 0,67
1994 0,78 0,80
1995 0,61 0,66
1996 0,53 0,50
1997 0,54 0,49
1998 0,59 0,56
1999 0,65 0,67
2000 0,51 0,54
2001 0,76 0,88
2002 0,70 0,79
2003 0,68 0,77
2004 0,65 0,76
2005 0,63 0,78

Kaynak: DTM, DİE

Diğer taraftan, Türkiye’nin Avrupa Birliği dışında ticaret yaptığı diğer ülke ve ülke grupları ile Gümrük Birliği sonrası gerçekleştirdiği ticarette de belirgin bir değişiklik olmadığı ve aynı oranlarda istikrarlı bir artış gösterdiği ortaya çıkmıştır. Bu çerçevede, Gümrük Birliği’nin Avrupa Birliği lehine önemli bir ticaret sapması yaratmadığı ve Türkiye’nin diğer dış ticaret pazarlarında bir kayba yol açmadığını söyleyebiliriz.

  1. 1996-2005 DÖNEMİ TOPLAM DIŞ TİCARET KARŞILAŞTIRMASI

Tablo 3’den de görüleceği üzere, 1996-2005 döneminde, Türkiye’nin AB ülkeleriyle olan dış ticaret açığı, AB dışı diğer ülkelerin toplamıyla olan dış ticaret açığından önemli ölçüde azdır. Ayrıca, aynı dönemde AB’ye yapılan ihracatımızın ithalatı karşılama oranı %69 iken, AB dışında kalan tüm ülkelere yaptığımız ihracatın ithalatı karşılama oranı %57 dir. Bu, AB ile olan dış ticaretimizin, diğer tüm ülkelerle yaptığımız dış ticaret toplamına kıyasla daha dengeli olduğunu göstermektedir.

 

Tablo 3 : Türkiye’nin 1996-2005 Dönemi  Toplam Dış Ticareti 

Toplam Dış Ticaret (1996-2005) (Milyar $)
İhracat İthalat Açık İhracat/ithalat
AB 199 289 -90 0,69
AB Dışı 182 320 -138 0,57

Kaynak : DTM 

  1. AB’YE OLAN DIŞ TİCARETİMİZİN MAL GRUPLARI  İTİBARİYLE DAĞILIMI 

Türkiye’nin AB’den yaptığı ithalatı mal gruplarına göre değerlendirdiğimizde, 1996-2004 yılları arasında yatırım mallarının payının ortalama %26.5, ara mallarının payının %57.54 ve tüketim mallarının payının ise %15.35 olduğunu görmekteyiz.

 

 Tablo 4 : Türkiye’nin AB’nden Olan İthalatının Mal Grupları İtibariyle Dağılımı 

Yıl Yatırım Ara Malı Tüketim
Pay(%) Değişim (%) Pay (%) Değişim (%) Pay (%) Değişim (%)
1994 29,4 63,3 7,3
1995 28,7 50,5 62,5 52,5 8,8 87,5
1996 31,9 52,9 55,7 22,2 12,4 92,5
1997 29,5 -0,8 56,3 8,8 14,2 23,2
1998 29,8 -2 55,1 -5,3 15 2,5
1999 28,4 -15,5 55,2 -10,9 16,5 -2,7
2000 27,3 19,5 53 19,4 19,2 45,1
2001 23,6 -40,5 61,1 -20,9 14,2 -49,3
2002 23 24,2 61,8 29,1 13,7 23,2
2003 22,1 30,6 60,7 33,4 16,2 61
2004 23,5 52,5 59 39,4 16,8 47,9

Kaynak: DTM 

 

1996 yılında, bir önceki yıla göre toplam ithalat  %38.1 oranında artarken, sermaye malları ithalatında %52.9 , ara malları ithalatında %22.2 ve tüketim malları ithalatında %92.5 oranında artış olmuştur.

 

Türkiye’nin AB’den gerçekleştirdiği ithalatta yatırım ve ara mallarının ağırlıklı yer tutması, ithalatın Türk sanayisine yönelik girdi sağlayan sağlıklı yapısını ortaya koymaktadır. Yüksek teknolojiye dayanan yatırım mallarının ithalatı bu ürünlere bağlı  üretimde de ileri teknoloji kullanımını zorunlu kılmakta, firmaları AR-GE’ ye yönelten bir diğer etken olarak nihai aşamada üretimin kalitesinde belirleyici rol oynamaktadır.[5] 

Tablo 5 : Türkiye’nin AB’ne Olan  İhracatının Mal Grupları İtibariyle Dağılımı 

Yıl Yatırım Ara Malı Tüketim
Pay (%) Değişim (%) Pay (%) Değişim (%) Pay (%) Değişim (%)
1994 2,9 32,5 64,6
1995 2,9 26,2 31,8 25,8 65,3 29,7
1996 3,4 24,5 32,3 5,6 64,3 2,7
1997 3,5 6,8 33,5 10,1 63 4
1998 3,6 15,6 34,2 12,4 62,2 8,8
1999 4,4 29 34,7 8 60,9 4
2000 4,6 5,5 35,9 4,5 59,5 -1,2
2001 6 44,1 35,7 10,5 58,1 8,4
2002 6,9 32,7 31,6 1,4 61,4 21,1
2003 8,5 63 30,4 27,4 61 31,8
2004 11 81,8 31,3 45 57,4 32,4

Kaynak: DTM

 

İhracatımızın mal grupları itibariyle dağılımını incelediğimizde ise, GB öncesi dönemde olduğu gibi GB’nin son döneminde de tüketim malları %65.3 ve %57.4’lük paylarla AB’ye yapılan ihracatın temelini oluşturmuştur. İkinci sırada bulunan ara mallarının oranı ise 1/3 olan seviyesini korumuş, yatırım mallarının payı iki dönem arasında  %2.9’dan %11’e kadar yükselmiştir. GB öncesi %19 olan tarım ürünlerinin payı, söz konusu dönem sonunda yarı yarıya azalarak %9’a gerilemiştir. Türkiye’nin AB’ye yönelik ihracatı 11.078 milyar dolardan 34.310 milyar dolara yükselirken, tarım ürünleri ihracatı 1995 yılındaki 2 milyar dolarlık seviyesini aşamamıştır. Bu durum, Türkiye’nin tarım ürünleri genel ihracatı için de geçerlidir. 1995 yılında 4.1 milyar dolar olan toplam tarım ürünleri ihracatı, 2003 yılında 4.4 milyar dolar olarak gerçekleşmiştir.[6]

 

  1. GENEL VE AB İLE OLAN DIŞ TİCARETİMİZİN GELİŞİMİ

Grafik 1, 2 ve 3’ü incelediğimizde, Gümrük Birliği döneminde, Türkiye’nin genel ihracat ve ithalatının, AB’ye olan ihracat ve ithalatı ile paralel bir gelişme gösterdiği ortaya çıkmaktadır. Bu gelişmenin, AB’nin toplam dış ticaretimiz içinde %50 gibi yüksek bir paya sahip olmasından kaynaklandığını söylememiz mümkündür. Grafik 1  Ayrıca, Türkiye’nin AB’ye olan ihracatının ithalatı karşılama oranının, ilk iki yılda gerileme göstermekle birlikte, 1998 yılından itibaren tekrar yükselişe geçtiği, 2002 yılından bu yana da 1995 seviyesinden daha yukarıda seyrettiği görülmektedir (1995 yılında AB ile olan İhracat/ithalat oranımız %66 iken, 2005 yılında bu oran %78 seviyesine çıkmıştır). 

Grafik 2

 

 

Diğer taraftan, dış ticaret kalemlerindeki gelişme cari işlemler dengesini olumsuz yönde etkilemiştir. 1995 yılında 2.3 milyar dolar olan cari işlemler açığı, 1996 yılında 5.4 milyar dolara yükselmiştir. 1997 yılında bavul ticareti hariç, cari işlemler açığı 4.7 milyar dolar olmuştur. [7] Ancak, bu gelişmenin ne kadarı gümrük birliğine bağlı olarak ortaya çıkmıştır, ne kadarı maliye politikasındaki genişlemeci eğilimin sonucudur, bunu tespit etmek oldukça zordur.[8]

 

Grafik 3

 

 

Bununla birlikte, Türkiye’nin dış ticaretinin, GB’nden fazla etkilenmediği fakat daha çok kur politikaları’ndan etkilendiğini söyleyebiliriz. 1990’lı yılların hemen başından itibaren, uluslar arası kısa vadeli sermaye hareketlerini çekmek için uygulanan aşırı değerlenmiş TL politikası bir başka deyişle faiz lehine oluşturulan faiz-kur makası ithalatı özendirirken ihracatı cezalandırmıştır.[9]

 

  1. GÜMRÜK BİRLİĞİNİN TİCARET YAPICI ETKİSİ

GB, teknoloji transferi yoluyla birlik içinde yer alan ülkelerin üretim verimliliğini artırır. Üye ülkeler arasında ticarete karşı uygulanan tarife ve kotaların kaldırılması sonucunda malların fiyatları düşer. Bu gelişmeler, ülkeler arasındaki ticaret hacminin ve dolayısıyla daha ucuz ve kaliteli tüketimin artmasına yol açar.

Bu kapsamda, Türkiye’nin AB’ne olan ihracatının 1995-2005 yılları arasındaki gelişimine baktığımızda (Grafik 2), ihracatın istikrarlı bir şekilde ve devamlı olarak arttığını görebiliriz. Türkiye’nin AB’nden ithalatının da yaklaşık olarak benzer bir seyir gösterdiğini söylememiz mümkündür(Grafik 1). 1995 yılında AB’ne olan toplam ihracatımız 11.078 milyon $’dan 2005 yılına geldiğimizde 38.312 milyon Dolara yükselmiştir. Aynı şekilde, AB’nden yaptığımız ithalat aynı yıllarda, 16.760 milyon Dolardan 48.958 milyon Dolara çıkmıştır. Toplam ticaret hacmine baktığımızda ise, 1995 yılında 27.838 milyon Dolardan 2005 yılında 87.270 milyon Dolara çıktığını görmekteyiz.

  1. GÜMRÜK BİRLİĞİNİN TİCARET SAPTIRICI ETKİSİ

Gümrük Birliği’nin 1996 yılında yürürlüğe girmesiyle, Türkiye-AB arasında gümrük vergileri, miktar kısıtlamaları ve eş etkili vergiler kaldırılmış, üçüncü ülkelere karşı ise AB’nin ortak gümrük tarifesi uygulanmaya başlanmıştır. Bu durum, birlik dışında yer alan ülkelerden yapılan ithalatın pahalı hale gelmesine karşılık Birlik üyesi ülke mallarının ucuzlamasına yol açmıştır. Ancak, Türkiye’nin AB dışı ülkelerle ikili ticari ilişkilerinin gelişmiş olması nedeniyle, GB’nin ticaret saptırıcı etkisi çok fazla hissedilmemiştir. Tablo 6’dan da görebileceğimiz gibi, 1995 yılında AB’nden ithalatımızın genel ithalatımız içindeki payı %47 iken, 1999 yılında %53’e yükselmiş, 2005 yılında ise %42 seviyesine gerilemiştir. Aynı şekilde AB’ne olan ihracatımızın genel ihracatımız içindeki payı 1995 yılında %51 iken 1999 yılında %54 seviyesine yükselmiş, 2005 yılına gelindiğinde %52 seviyesinde gerçekleşmiştir.

 

Bu çerçevede, Türkiye-AB arasında gerçekleştirilen Gümrük Birliği’nin, her ne kadar rekabet şansı olmayan sektörlerde üretim ve istihdam kaybına yol açması mümkün olsa da, bu süreçte ülkeye yabancı sermaye ve teknoloji girişinin hızlanması ve sanayinin rekabet gücünün artmasına katkıda bulunması nedeniyle, Türkiye’nin dış ticaretinde olumlu bir etkisinin olduğunu söylememiz mümkündür.

 

SONUÇ 

Türkiye’nin 1959 yılında başlayan AB yolculuğu, 1963 yılında imzalanan Ankara Anlaşmasıyla kurumsal bir niteliğe bürünmüş, 1970 tarihinde imzalanan Katma protokol ile derinlik kazanmıştır. 1995 yılında imzalanan ve Türkiye-AB Gümrük Birliği’nin esaslarını düzenleyen 1/95 Sayılı Ortaklık Konseyi Kararıyla da ilişkilerde son döneme girilmiştir.

 

Ayrıca, son yıllarda ülkemizde yaşanan demokratikleşme hareketleri ve sağlanan ekonomik istikrarın, Türkiye-AB katılım müzakerelerinin 3 Ekim 2005 tarihinde başlamasına büyük katkı sağladığını söylememiz mümkündür.

 

Gümrük Birliği, Türkiye’nin AB’ne entegrasyonunda bir kilometre taşı olup, nihai hedef AB’ne tam üyeliktir. Türkiye’nin geleceği, son 200 yıldır izlediği temel politikalara uygun olarak Batı Dünyası ile entegrasyonda yatmaktadır.[10]

Gümrük Birliği esas olarak,  AT’nın 1971 yılında, Türkiye çıkışlı tüm sanayi ürünlerine karşı gümrük vergilerini tek taraflı olarak sıfırlaması ile başlamıştır. Türkiye ise, Ortaklık Anlaşması gereğince, Topluluk çıkışlı sanayi ürünlerine karşı gümrük vergilerini aşamalı olarak kaldırma yükümlülüğü altına girmiştir.

Türkiye’nin AT’na doğrudan başvuru yapmak yerine bir ortaklık ilişkisiyle Avrupa bütünleşme sürecine girmesinin nedeni, Türkiye ve AT üyesi ülkeler arasındaki büyük ekonomik, sosyal ve siyasal farktır. Ortaklık sürecinde, söz konusu farkın giderek kapatılması hedeflenmiştir. Türkiye-AB Gümrük Birliği bu farkın ekonomik anlamda giderilmesi için önemli bir süreç olmuştur.[11]

Bu kapsamda, Gümrük Birliği, Türkiye-AB ilişkilerinin daha da derinleşmesine katkıda bulunarak, malların serbest dolaşımı ve ticaret politikası; gümrük vergileri, miktar kısıtlamaları ve eş etkili önlemler ile vergi ve resimlerin kaldırılması; ortak gümrük tarifesi ve tercihli tarife politikaları; fikri sınai ve ticari hakların korunması alanlarında önemli adımlar atılmasında ve yasaların yakınlaştırılmasında itici bir güç olmayı başarmıştır.

Bununla birlikte, AB’nin toplam dış ticaretimiz içinde %50 gibi yüksek bir paya sahip olması nedeniyle, GB döneminde, Türkiye’nin AB ile olan dış ticareti, genel dış ticareti ile paralel bir seyir takip etmiştir.

Sonuç olarak, Türkiye-AB Gümrük Birliği, her ne kadar Türkiye’nin dış ticaretinde köklü bir değişikliğe yol açmasa da, gerek ticaretin mal ve ülke bazında çeşitlenmesine ve gerekse ülkeye yeni teknoloji ve sermaye girişinin hızlanmasına ve rekabetin geliştirilmesine sağladığı katkılar dikkate alındığında, tam üyelik yolunda atılan çok yararlı bir adım olmuştur.

KAYNAKÇA

DÖNMEZ Mustafa, “Gümrük Birliğinin Ekonomik Etkileri”, DPT, Aralık 1998.  

DPT, “Ankara Anlaşması ve Katma Protokol”, Cilt 2, Ağustos 1993

DPT, “Avrupa Topluluklarını kuran Temel Anlaşmalar(AKÇT, AET, AAET)”, Cilt 1,Ağustos 1993.

KARLUK Rıdvan,“Avrupa Birliği ve Türkiye”, Beta Basım A.Ş. , İstanbul 2002.

LITTOZ-MONNET Annabelle, VILLANUEVA PENAS Beatriz, “Turkey and The European Union, the İmiplications of a Spesific Enlargement”, sf. 3. http://www.irri-kiib.be/papers/050404Turquie-ALM-BVP.pdf

ÖZEN Çınar, “Türkiye-Avrupa Topluluğu Gümrük Birliği ve Tam Üyelik Sürecine         Etkileri”, 1.Baskı, Mayıs 2002.

SOĞUK Handan, İKV, http://www.ikv.org.tr/arastirmalar/degerlendirmeler/degerlendirmeler.html

ŞAHİNÖZ Ahmet, “AB-Türkiye: Ticari İlişkiler ve Gümrük Birliği”, İktisat İşletme ve Finans           Dergisi, Haziran 2004.

“Türkiye 2005 İlerleme Raporu”, Avrupa Komisyonu, Brüksel, 9 Kasım 2005, SEC(2005)1426.  Ulusal Program, 24.07.2003 tarihli 25178 sayılı Resmi Gazete.

İnternet Kaynakları 

www.abgs.gov.tr

www.abhaber.com

www.deltur.cec.eu.int

www.die.gov.trwww.dpt.gov.tr

www.dtm.gov.tr

www.hazine.gov.tr

www.ikv.org.tr

[1] Roma Anlaşması’nın 13 üncü maddesinde, üye devletlerin, aralarında yürürlükte olan ithalata yönelik gümrük vergilerini ve eş etkili yükümleri, geçiş dönemi içinde aşamalı olarak kaldıracakları hükme bağlanmıştır.

[2] Annabelle LITTOZ-MONNET, Beatriz VILLANUEVA PENAS, “Turkey and The European Union, the Implications of a Spesific Enlargement”, sf. 3.

[3] Handan SOĞUK, İKV, http://www.ikv.org.tr/arastirmalar/degerlendirmeler/degerlendirmeler.html

[4] “Türkiye 2005 İlerleme Raporu”, Avrupa Komisyonu, Brüksel, 9 Kasım 2005, SEC(2005)1426. sf.7.

[5]  Handan SOĞUK.

 

[6] Ahmet ŞAHİNÖZ, sf.39

[7] Bavul ticareti dahil edildiğinde cari işlemler açığı 1996 yılında 2.4 milyar dolar, 1997 yılında ise 2.8 milyar dolar olmaktadır.

 

[8] Mustafa DÖNMEZ, “Gümrük Birliğinin Ekonomik Etkileri”, DPT, Aralık 1998. sf. 2.

[9] Ahmet ŞAHİNÖZ, sf. 38

[10] Rıdvan KARLUK, “Avrupa Birliği ve Türkiye”, Beta Basım A.Ş., İstanbul 2002, sf.697.

[11] Çınar ÖZEN, sf. 120-121.

Share This:

SONRADAN KONTROL: TEORİ VE UYGULAMA

SONRADAN KONTROL: TEORİ VE UYGULAMA

1. Giriş

1994 GATT Anlaşmasının VIII’inci maddesinin 1/c fıkrasında, “Taraflar, ithalat ve ihracatta belge kullanımını azaltma ve basitleştirme ve ithalat ve ihracat formalitelerindeki karmaşıklığı ve mükerrerliği en alt düzeye indirme gerekliliğini kabul ederler” hükmü yer almaktadır.

Ayrıca, 1974 yılında yürürlüğe giren ve Haziran 1999 yılında yeniden gözden geçirilen Kyoto Konvansiyonu’nun (Gümrük Prosedürlerinin Uyumlaştırılması ve Basitleştirilmesi Hakkında Uluslararası Konvansiyon) Gümrük Kontrolü (Customs Control) başlıklı 6’ncı Bölümünde, “Gümrük bölgesine giren veya çıkan tüm mallar, gümrük ve sair vergilere tabi olup olmadığına bakılmaksızın, araçlarıyla birlikte gümrük kontrolüne tabidir.” Hükmü yer almaktadır. Ayrıca, aynı Anlaşma, diğer yasal kontrol yöntemlerine ilave olarak, risk yönetimi ve firma denetiminin kullanılmasını ve modern teknolojilerin uygulanmasını da öngörmektedir.

Öte yandan, 4458 sayılı Gümrük Kanunu’nun 73’üncü maddesinin 1’inci fıkrasında, “Gümrük idareleri, eşyanın tesliminden sonra ve beyannamedeki bilgilerin doğruluğunu saptamak amacıyla, eşyanın ithal veya ihraç işlemlerini veya sonraki ticari işlemlere ilişkin ticari belge ve verileri kontrol edebilirler. Bu kontroller beyan sahibine, söz konusu işlemler ile doğrudan ya da dolaylı olarak ticari yönden ilgili diğer kişilere veya belge ve verileri ticari amaçla elinde bulunduran diğer kişilere ait yerlerde yapılabilir. Mümkün olduğu takdirde eşya muayene de edilebilir.” Hükmü yer almaktadır. Ayrıca, Gümrük Kanunu’nun 71’inci maddesi de, gümrük işlemlerindeki usul ve formalitelerin basitleştirilmesi yönünde hükümler içermektedir.

Görüldüğü üzere, gümrük işlemlerinde sonradan kontrol (post clearance audit) uygulamasının esasları, uluslararası anlaşmalarla belirlenmiş olup başta Batı Avrupa ülkeleri olmak üzere birçok ülkede uygulaması sürdürülmektedir. 4458 Sayılı Gümrük Kanunu’nun 73’üncü maddesi de ülkemizde sonradan kontrolü mümkün kılmaktadır. Çalışmamızda, ilk olarak sonradan kontrol/firma denetimi kavramının teorik olarak açıklaması yapılarak, sonradan kontrolün yararları hakkında bilgi verilecektir. Müteakiben, gümrük idarelerinde kurulacak bir sonradan kontrol sisteminin genel yapısı hakkında fikir verilecek ve nihayet Türk Gümrük Mevzuatının sonradan kontrol hükümleri inceleme altına alınacaktır.

2. Sonradan Kontrol Nedir?

Gümrük kontrol faaliyetlerini genel anlamda iki ana başlık altında toplayabiliriz. Bunlar;

1- İthalat/ihracat işlemleri sırasında kontrol: Belge kontrolü, fiziki muayene, laboratuar kontrolü ve basitleştirilmiş kontrol

2- İthalat/ihracat işlemleri sonrasında kontrol: Ertelenmiş kontrol ve sonradan kontrol

Sonradan kontrol, eşyanın gümrük gözetiminden çıkmasından sonra, beyanların doğruluğunun saptanması amacıyla yapılan gümrük kontrolü veya firma denetimidir. Gümrük kontrol sisteminin son aşamasını oluşturan söz konusu denetim, seçili bir işlemi kapsayacağı gibi, belirli bir döneme ait ithalat veya ihracat işlemlerinin tümünü de içine alabilmektedir. Ayrıca, bu denetim, gümrük idaresinde yapılabileceği gibi ilgili firmada da gerçekleştirilebilmektedir.

Sonradan kontrol, özellikle, belirli risk alanlarında uygunluk denetimi amacıyla yapılmaktadır. Bu alanlar;

a. Kıymet
b. Menşe
c. Tarife

Olarak sınıflandırılabilir.

Sonradan kontrol/firma denetimi; gümrük işlemlerinin ve bu işlemlerle bağlantılı diğer hesap kayıt ve belgelerin kontrolünü kapsamaktadır. Yani yalnızca ithalat ve ihracat işlemi değil gümrükle ilgili (antrepo, menşe, kıymet, onaylanmış kişi vb) tüm işlemlerin kontrolü söz konusudur. Sonradan kontrol, sadece firmaların yaptığı işlemlerin kontrolü değil yapacağı işlemlere ilişkin hem kontrol hem de bilgi alış-verişinin yapılmasını da kapsar. Yine gümrük işlemleriyle bağlantılı muhasebe kayıtlarının, kambiyo hareketlerinin, çalışanların mevzuat bilgilerinin kontrolünü de içerir. Bu anlamda etkili ve verimli sonuç alınması için sonradan kontrol/dış denetim/firma denetimi yapacak kişilerin gümrük mevzuatının yanı sıra muhasebe bilgisi konusunda da eğitim almış olması gerekmektedir.
Çalışmamızın bundan sonraki bölümünde, sonradan kontrol/firma denetimi deyimi yerine, firma denetimini de kapsayacak şekilde sadece sonradan kontrol deyimi kullanılacaktır.

3. Sonradan Kontrolün Başlıca Yararları

a) Gümrük işlemlerinin basitleştirilmesiyle birlikte, ithalatçı ve ihracatçıların gümrüklerde harcadıkları süre en aza indirilerek, bu kişilerin mallarının dağıtımını hızlı bir şekilde yapmalarına imkân sağlanmaktadır.

Geleneksel gümrük işlemlerinin uygulandığı gümrük idarelerinde, eşyalar sınır kapılarında veya limanlarda gümrük kontrolüne tabi tutulmaktadırlar. Bu işlem ise, eşyaların günlerce bazen de haftalarca gümrük gözetimi altında kalmasına yol açabilmekte, dolayısıyla sonradan kontrol, bu olumsuzluğu da ortadan kaldırmaktadır.

b) Sonradan kontrol ve risk yönetimi tekniklerini kullanan gümrük idareleri, sadece yapılan işleme dayalı kontrolden, daha gelişmiş firma odaklı denetime geçme fırsatını yakalayabilmektedirler.

c) Sonradan kontrol yöntemi, mevcut bilgilerin analizine ve ilgili ithalat işlemi ve firma hakkındaki istihbarat bilgilerine dayandığı için daha etkili bir kontrol tekniğidir.

d) Menşe ülkelerinin veya farklı göndericilerin birbirleriyle karşılaştırılmaları sonucunda, düşük kıymet gibi yanlış beyanlar kolaylıkla tespit edilerek, eksik alınan gümrük vergisi ve ilgili diğer vergiler tahsil edilebilecek ve hazine gelirleri bu şekilde artırılabilecektir.

e) Eşyaların gümrüklerde bekleme sürelerinin azaltılmasıyla birlikte gümrük memurlarının gerek planlama ve gerekse acil denetimlere yeterli zaman ayırmaları sağlanacak ve böylece personel daha etkin bir şekilde görev yapabilecektir.

f) Malların gümrüklerden ilişik kesme sürelerinin azalması, iş sahiplerinin rekabet gücünü de artıracaktır.
g) Malların gümrüklerde bekleme sürelerinin azaltılması, hem depolama ve hem de sigorta masraflarında tasarrufa yol açabilecektir.

4. Sonradan Kontrol Sisteminin Uygulama Koşulları

Sonradan kontrol, oldukça karmaşık ve sonuçları itibariyle çok önemli bir süreçtir. Bu nedenle, etkili bir sisteminin kurulması, önceden yapılacak kapsamlı çalışmaların ve yatırımların varlığına bağlıdır. Bu ön koşulları kısaca açıklayalım:

a) Etkin bir sonradan kontrol sisteminin kurulabilmesi, öncelikle idarenin en üst yöneticilerinin kararlılığını ve desteğini gerektirmektedir.

b) Gümrük İdaresi, etkili bir denetim stratejisi geliştirerek, personeline, uygulamaya yönelik rehberlik hizmeti vermelidir.

c) Sonradan kontrol ile görevlendirilecek personelin, sistemin avantajlarından en iyi şekilde istifade edebilmelerini teminen, analitik çalışma teknikleri, etkili kontrol metotları konularında kapsamlı eğitime tabi tutulmalıdır.

d) Sonradan kontrol çoğunlukla ilgili firmalar nezdinde yapıldığı için, firma denetiminin sağlıklı olması açısından, gümrük idareleri ile firmalar arasında olumlu bir işbirliğinin geliştirilmesi gerekmektedir.

e) Her ne kadar sonradan kontrol manuel olarak veya yarı-otomatik ortamlarda yapılabilmekte ise de otomasyon etkin bir kontrol sisteminin vazgeçilmez bir unsuru olarak değerlendirilmelidir.

f) Sonradan kontrolün, belge incelemesinin yanı sıra malların fiziki kontrollerini de kapsayacağı ve bu denetimin firmalarda yapılacağı göz önüne alınarak, gerek gümrük kanunlarında ve gerekse ilgili diğer mevzuatta gerekli değişiklikler yapılmak suretiyle, yeni kontrol sistemlerinin usul ve esasları düzenlenmeli ve idarenin yetkileri açıkça belirtilmelidir.

g) Kurulacak bir sonradan kontrol sistemi aynı zamanda, etkili bir risk yönetimi sistemini de gerekli kılmaktadır.

5. Yeni Kurulacak Bir Sonradan Kontrol Sisteminin Çerçevesi

Etkili bir sonradan kontrol sisteminde, öncelikle risk yönetimiyle harekete geçilir. Daha sonra denetlenecek firma ile iletişim ve işbirliğine gidilir. Bunu profesyonel bir denetim ile firmanın dahili kontrolü takip eder. Denetim raporunun bir örneği firmaya gönderilir ve nihayet sonuçlar değerlendirilerek firma denetimi tamamlanır. Bu noktada, yeni kurulacak bir sonradan kontrol sisteminin genel yapısının aşağıdaki gibi olması önerilmektedir:

SONRADAN KONTROL PROGRAMININ OLUŞTURULMASI

• İthalatçı/İhracatçı Kontrolü
• Gümrük Müşaviri Kontrolü
• Taşıma Manifestosu Kontrolü
• Serbest Bölge Kontrolü

RİSK YÖNETİMİ

STRATEJİ PLANLAMASI

POTANSİYEL DENETİM HEDEFLERİNİN BELİRLENMESİ

• Kıymet
• Menşe
• Tarife
• İstisnalar/Muafiyetler

FİRMALARIN/KİŞİLERİN SEÇİMİ

DENETİM HAZIRLIKLARI

• Denetçilerin/denetim ekiplerinin görevlendirilmesi
• Denetim kapsamının belirlenmesi
• Firma ile iletişim kurulması
• Firmadan bilgi istenilmesi
• Sualname gönderilmesi
• Firma beyannamelerinden veri Sağlanması

DİĞER GÜMRÜK İDARELERİ İLE İRTİBAT

SONRADAN KONTROLÜN YÜRÜTÜLMESİ

• Ön toplantılar yapılması
• Kayıtların incelenmesi
• Firma kayıtlarının teyit edilmesi
• Uygunluğun saptanması

SONRADAN KONTROLÜN BİTİRİLMESİ

• Rapor hazırlanması
• Sonuçların firmaya bildirilmesi
• Sonuçların ilgili gümrük idarelerine rapor edilmesi

SONUÇLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ VE SÜRECİN TAMAMLANMASI

6. Türk Gümrük Mevzuatında Sonradan Kontrol ve Uygulama

2913/92 sayılı AB Gümrük Kodu’nun 78’inci maddesi ile benzer hükümler içeren 4458 Sayılı Gümrük Kanunu’nun 73’üncü maddesi, gümrük idarelerinin, eşyanın tesliminden sonra ve beyannamedeki bilgilerin doğruluğunu saptamak amacıyla eşyanın ithal veya ihraç işlemlerini veya sonraki ticari işlemlere ilişkin ticari belge ve verileri kontrol edebileceklerini belirtmektedir. Bu kontrollerin beyan sahibine veya ilgili diğer kişilere ait yerlerde de gerçekleştirlebileceği ve mümkün olduğu takdirde eşyanın fiziki muayenesinin de yapılabileceği aynı madde ile hüküm altına alınmıştır.

Ancak, evrensel anlamda “sonradan kontrol” kavramına uygun olarak, bir firmanın belirli bir döneme ait tüm dış ticaret işlemlerinin düzenli olarak denetlenmesi yöntemi henüz ülkemizde tam olarak uygulamadaki yerini alamamıştır. Gümrük Kanunu’nun 73’üncü maddesi tüm beyanların sonradan kontrolünü mümkün kılarken, bu madde ile ilgili düzenlemeler içeren, Gümrük Yönetmeliği’nin 207’inci maddesi sadece “mavi hatta” sevkedilen, “basitleştirilmiş usule” tabi beyannamelerin kontrolünü düzenlemektedir. Bu noktada, Gümrük Yönetmeliği’nin, sonradan kontrole ilişkin düzenlemeler açısından yetersiz olduğunu söylememiz mümkündür.

Son yıllarda, Gümrükler Genel Müdürlüğü tarafından yapılan risk analizleri sonuçlarına dayanılarak, sektörel bazda, Gümrük Kontrolörleri tarafından gerçekleştirilen firma denetimlerini, ülkemizdeki sonradan kontrol faaliyetlerinin başlangıç noktası olarak değerlendirmemiz mümkündür. Gümrük Yönetmeliği’nin 207’inci maddesi kapsamında, Muayene Memurlarının işyeri ziyaretleri yapmak suretiyle gerçekleştirdikleri denetimler ise, sonradan kontrol/firma denetiminden ziyade, Gümrük Kanunu’nun 71’inci maddesinde düzenlenen basitleştirilmiş usul kapsamında, eşyanın firmada muayene edilmesi işlemleri olarak algılanmalıdır.

Bu noktada, Gümrük Kanunu’nun 73’üncü maddesinde düzenlenen sonradan kontrol işlemleri ile ilgili esas ve usullerden ziyade Kanun’un 71’inci maddesinde düzenlenen Basitleştirilmiş Usul işlemlerine açıklık getiren Gümrük Yönetmeliği’nin 207’inci maddesine göre yürütülen faaliyetleri açıklamakta yarar bulunmaktadır. Buna göre;

Gümrük mevzuatına göre ön incelemeleri yapıldıktan sonra “Onaylanmış Kişi Statü Belgesi” verilen firmalar vergi numarasına göre bilgisayar sistemine tanıtılmakta ve “mavi hatta” giren firmaya ait eşyaların muayenesi yapılmamaktadır. Bu hatta düşen eşyanın kontrolü daha sonraki aşamada belge üzerinden yapılmakta, gerek görülürse firma kayıtları da incelenebilmektedir. Gelişmiş ülkelerde en çok işlem görülen hat yeşil/beyaz hat olup (%90 üzerinde), risk analizleri sonucunda sevkiyatların büyük çoğunluğu gümrük kontrolüne tabi tutulmamaktadır. Ülkemizde ise yeşil hat uygulaması yok denecek kadar az olup, sonradan kontrole tabi mavi hat uygulaması %25 civarındadır.

Diğer taraftan, 01.01.2006-30.06.2006 tarihleri arasında tescil edilen ithalat gümrük beyannamelerinin (otomasyona geçmiş gümrük idarelerince), BİLGE sistemi tarafından yaklaşık % 27’si “kırmızı hat”, % 48’i “sarı hat” ve %25’i ise “mavi hat” a sevkedilmiştir.

Ayrıca, Risk kriterlerine göre basitleştirilmiş kontrol yöntemine tabi tutulan gümrük beyannamelerinin gümrük idaresi nüshaları, basitleştirilmiş kontrol servisinde toplanmakta, bu serviste görevli muayene memurları beyanname ve sistem üzerindeki bilgiler ile beyanı tevsik eden belgelerdeki bilgileri karşılaştırmaktadırlar. İlgili muayene memuru tarafından yapılan belge kontrolü sonucunda, uygun sonuç alınması durumunda BİLGE ekranına ve beyannamenin döküm nüshası üzerine “Kontrolü yapılmış ve uygun sonuç alınmıştır” meşruhatı düşülerek beyanname imzalanmaktadır.
Muayene memuru yaptığı inceleme sırasında beyanname ve ekli belgeler arasında ciddi bir farklılık görür ve fiziki muayenenin yapılmasına karar verir ise; durumu bir müzekkere ile idari amirine bildirmektedir. İdari amirinin fiziki muayeneyi uygun görmesi halinde, ilgili muayene memuru ile birlikte başka bir muayene memuru veya gümrük memuru görevlendirilmekte, bu memurlar eşyanın bulunduğu depo, fabrika veya işletmeye giderek eşyanın fiziki muayenesini yapmaktadırlar. Eşyanın bulunduğu duruma göre stok deposunda, üretim bandında, mamul stok ambarında veya firmanın muhasebe kayıtlarında gerekli inceleme yapılarak muayene sonuçları bir tutanağa bağlanmaktadır. Ayrıca, eşyanın gümrük işlemleri veya sonraki ticari işlemlere ilişkin ticari belge ve veriler de kontrol edilebilmektedir.

Öte yandan, 31 Seri Nolu Gümrük Genel Tebliği (Gümrük İşlemleri), “Onaylanmış Kişi Statü Belgesi” için yapılacak müracaatta aranacak belgeler, belgenin kullanımı, süresi, yenilenmesi, geçici olarak geri alınması ile iptaline ilişkin usul ve esaslar ile basitleştirilmiş usuller, basitleştirilmiş kontrol yöntemi, basitleştirilmiş işlem kapsamında A.TR düzenleme, onaylama ve vize işlemleri ile kısmi teminat işlemlerine ilişkin usul ve esasları belirlemektedir. Buna göre;

Gümrük Yönetmeliğinin 207’nci maddesi kapsamında basitleştirilmiş kontrol yöntemi uygulamasından; A ve B Sınıfı Onaylanmış Kişi Statü Belgesi sahibi kişiler yararlandırılmaktadır.

Söz konusu Tebliğin basitleştirilmiş kontrol yöntemine ilişkin hükümleri bilgisayar sistemi (BİLGE) bulunan gümrük idarelerinde geçerlidir.

Basitleştirilmiş kontrol yöntemi, risk kriterlerine göre, belge kontrolü ve fiziki muayene yapılmadan teslim edilen eşyanın teslimden sonra gümrük beyannamesi ile ticari belge ve verileri incelenerek gerektiğinde eşyanın fiziki muayenesinin imalathane, fabrika, özel depo, işyeri ve benzeri yerlerde yapılmasını ifade etmektedir.

Tebliğ’de belirtilen usul ve esaslar dahilinde yapılan, eşyanın fiziki muayenesini de içeren basitleştirilmiş kontrol sonucunda; 4458 sayılı Gümrük Kanunu, 4926 Sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu, 5237 Sayılı Türk Ceza Kanunu ile Dış Ticaret Mevzuatı gereği ceza gerektiren bir fiilin tespiti halinde derhal takibata başlanmakta ve durum derhal Başmüdürlükler kanalıyla Gümrük Müsteşarlığı’na (Gümrükler Genel Müdürlüğü) iletilmektedir.

Basitleştirilmiş Kontrol uygulamasından yararlanmak üzere, Onaylanmış Kişi Statüsü ve buna ilişkin belge verilen kişiler; yürürlükteki dış ticaret ve gümrük mevzuatına uymak, kontrolleri olanaklı hale getirecek her türlü kolaylığı göstermek, ilgili bütün belge ve verileri kontrolü yapan gümrük personeline ibraz etmek, zorundadırlar. Sözkonusu, yükümlülükleri yerine getirmeyenlerin Onaylanmış Kişi Statüsü iptal edilmektedir.

Öte yandan, Gümrükler Genel Müdürlüğü’nün tüm Gümrükler Başmüdürlükleri’ne yönelik 26.03.2003/07246 tarihli/sayılı tasarruflu yazısında, Gümrük Yönetmeliğinin 207’inci maddesi kapsamında sonradan kontrol işlemine tabi tutulan (mavi hatta işlem gören) beyannamelere ilişkin yapılacak inceleme ve kontrollerin yanında, işyerlerine yapılacak ziyaretler suretiyle gerçekleştirilecek inceleme ve kontroller hakkında düzenlemeler öngörülmektedir. Buna göre;

Mevzuat dahilinde, sonradan kontrol işlemine tabi tutulan beyannamelerden gümrük muayene memurunun yaptığı inceleme sırasında beyanname, ek belgeler ve ekran bilgileri arasında ciddi bir farklılık bulunmayanlar da dahil olmak üzere, Gümrük Müdürlükleri itibariyle (Ocak-Mart), (Nisan-Haziran), (Temmuz-Eylül) ve (Ekim-Aralık) şeklinde üçer aylık dönemleri kapsayacak şekilde; tescil edilmiş sonradan kontrole tabi beyannamesi sayısı;
5000 ve yukarısında olanlar için % 2 (en az 100, azami 120)
2000 ile 4999 arasında olanlar için % 3 (en az 60, azami 100)
1000 ile 1999 bin arasında olanlar için % 4 (en az 40, azami 60)
999 ve aşağısında olanlar için % 5 (en az 5, azami 40)
Oranlarında örnekleme yöntemiyle farklı firmalara ait olması da dikkate alınarak, özellikle gümrük vergi oranı, geldiği ülke ve menşe ülke gibi riskli sayılabilecek durumlar göz önünde bulundurularak belirlenen gümrük beyannameleri kapsamı eşyanın, işyeri ziyareti yapılmak suretiyle fiziki muayene, inceleme ve kontrole tabi tutulmasının sağlanması için yeterli sayıda gümrük muayene memuru görevlendirilmektedir.

Bu memurlar eşyanın bulunduğu depo, fabrika veya işletmeye giderek gümrük muayenesini yapmaktadırlar. Bu süre içerisinde eşya, malzeme stok deposundan çıkarılmış olması durumunda üretim bandında, üretim bandından çıkmış ise mamul stok ambarında, bu ambardan çıkarılarak satılmış ise firmanın muhasebe kayıtlarında gerekli inceleme yapılarak muayene sonuçlarını bir tutanağa bağlamaktadırlar.

7. Sonuç

Tanımından da anlaşılacağı gibi sonradan kontrol, belirli bir olay hakkında yapılan kaçakçılık soruşturması veya bir inceleme nedeniyle, sadece bu olaya ilişkin bilgi ve belgelere dayanılarak yapılabileceği gibi, bir firmanın belirli bir döneme ait ithalat ve ihracat işlemlerini kapsayacak şekilde tüm dış ticaret işlemlerinin firma bazında denetlenmesi şeklinde de yapılabilmektedir. Ülkemizde ise daha ziyade, Gümrük Müsteşarlığı Merkez Denetim Elemanları tarafından, eskiden beri süregelen ve olay bazında yapılan firma denetimlerinin, sonradan kontrol kavramının kapsamına girdiği söylenebilir. Mevzuatta herhangi bir engel bulunmamasına rağmen, bir firmanın belirli bir döneme ait tüm dış ticaret işlemlerinin düzenli olarak denetlenmesi yöntemi henüz ülkemizde uygulamada yerini alamamıştır. Gümrük Yönetmeliği’nin 207’inci maddesi kapsamında, Muayene Memurlarının işyeri ziyaretleri yapmak suretiyle gerçekleştirdikleri denetimlerin, sonradan kontrol/firma denetiminden ziyade, Gümrük Kanunu’nun 71’inci maddesinde düzenlenen basitleştirilmiş usul kapsamında, eşyanın firmada muayene edilmesi olarak algılanması gerekir.

Öte yandan, Gümrük Kanunu’nun 73’üncü maddesinde belirtilen, eşyanın tesliminden sonra beyanın kontrolü ile ilgili işlemler ile bu işlemlerin verimliliğini artıracak risk yönetimi faaliyetlerini sistemli ve düzenli bir şekilde yürütmek ve ilgili kurum ve kuruluşlar arasında koordinasyonu sağlamak, denetlenecek firmalarla ilişkileri düzenlemek üzere, Gümrük Müsteşarlığı bünyesinde, ayrı ve müstakil bir birim kurulması ihtiyacı ortadadır.

Son yıllarda, Maliye Bakanlığı ve TÜRMOB ile işbirliğine gitmek suretiyle gerek merkez ve gerekse taşrada görevli personeline sonradan kontrol ve muhasebe-vergi incelemesi eğitimi veren Gümrük Müsteşarlığı’nın bu faaliyetlerinin artarak devam etmesi son derece yararlı olacaktır. Zira, etkili bir sonradan kontrol sistemi, firmaların belge ve kayıt sistemlerini belirli bir standarda kavuşturmaları, tüm gümrük idarelerinin otomasyona dahil edilerek iyi organize edilmiş bir risk yönetimi kapsamına alınmalarının yanında, firma denetimi konusunda yetişmiş denetçilerin varlığını da gerekli kılmaktadır.

Kaynakça :

1- Ali NURAL, “Sonradan Kontrol – Firma Denetimi”, Gümrük Dünyası Dergisi, Sayı:47.
2-“Customs Procedures – Post Clearance Audit”, UNCTAD Technical Note No.05 http://www.gfptt.org/Entities/ReferenceReadingProfile.,
3- Council Regulation (EEC) No 2913/92 of 12 October 1992 establishing the Community Customs Code
4- Dietmar JOST, “Revised Kyoto Convention, Audit-based controls”, World Customs Organization.
5- “Guidelines for Customs Audits”, http://www.basis.ie/servlet/blobservlet/custaudt%5B1%5D.pdf?
6- İlteriş Kutluk BAHAR, “Sonradan Kontrol mü, Sıcağı Sıcağına Kontrol mü?”, Divan Dergisi, Temmuz-Eylül 2006, Sayı:3.
7- “Revised Kyoto Convention”, http://www.wcoomd.org/ie/En/en.html
8- “Risk management – Post-clearance control”,http://www.wcoomd.org/ie/WTO/Risk%20Management
9- Süleyman KARADURMUŞ, “İthalat İşlemleri, Gümrük Mevzuatı ve Dış Ticaret Mevzuatı”, Malatya, 2005.
10- “The General Agreement on Tariffs and Trade (GATT 1947)” http://www.wto.org/english/docs

http://www.gumrukkontrolor.org.tr/Yayinlar/Dergiler/53/8.html

Share This:

KONTROLLÜ TESLİMAT

 

1. Giriş

31.03.2007 tarihli 26479 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 5607 sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu, 4926 sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Kanununu yürürlükten kaldırarak, kaçakçılık suç ve kabahatleri ile bunlara verilecek cezalar başta olmak üzere birçok alanda yenilikleri de uygulamaya sokmuştur. Yeni Kanunun getirdiği bu yeniliklerin en dikkat çekici olanlarından bir tanesi ise kontrollü teslimat ile ilgili düzenlemedir. Buna göre, 5607 sayılı Kanun, diğer mücadeleci kurumların yanında Gümrük Müsteşarlığı’na da kontrollü teslimat işlemlerini yürütme yetkisi vermektedir. 5607 sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Kanununun ”kontrollü teslimat” başlıklı 21 inci maddesi şu hükümleri içermektedir;

“Bu Kanun çerçevesinde yapılacak kontrollü teslimat işlemleri, 13.11.1996 tarihli ve 4208 sayılı Kanunun 10 uncu, 11 inci ve 13 üncü maddeleri hükümleri çerçevesinde Gümrük Müsteşarlığı, Emniyet Genel Müdürlüğü, Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı tarafından yürütülür.”

Bilindiği gibi, kontrollü teslimat işlemleri Emniyet Genel Müdürlüğü, Jandarma Genel Komutanlığı tarafından 4208 sayılı Kanun ve bu Kanuna dayanılarak İçişleri Bakanlığı tarafından 15.09.1997 tarihli 23111 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan “Kontrollü Teslimat Uygulaması Esas ve Usulleri Hakkında Yönetmelik” hükümleri çerçevesinde yürütülmektedir.

Ancak, 5607 sayılı Kanun gereğince Gümrük Müsteşarlığının da artık bu mücadeleci kurumlar ile birlikte kontrollü teslimat işlemlerini yürütebilmesi mümkün bulunduğundan, ilgili mevzuatta bu yönde değişikliklerin yapılması ihtiyaç haline gelmiştir.

Bu yazımızda, kontrollü teslimatın ne olduğu, halen bu işlemlerin hangi şartlarda ve ne şekilde yürütüldüğü, Gümrük Müsteşarlığının bu uygulamadaki rolü ve yeni süreçte nasıl yer alabileceği, kontrollü teslimat işlemlerinin gerektiği gibi yapılabilmesini sağlamaya yönelik önerilemiz hakkında bilgi verilmeye çalışılacaktır.

2. Kontrollü Teslimat Nedir?

4208 Sayılı Karaparanın Aklanmasının Önlenmesine Dair Kanun’un 2 nci maddesinin (c) bendinde kontrollü teslimatın tanımı yapılmıştır. Buna göre;

Kontrollü Teslimat: Suç faillerinin belirlenmesi, her türlü delilin tespiti, toplanması, kaçak veya kaçak olmasından şüphe edilen mal veya fonların müsaderesi amacıyla, yurt içinde dağıtılacak veya yurt dışından Türkiye’ye getirilerek dağıtılacak veya Türkiye’de hazırlanarak yurtdışına götürülecek veya Türkiye’den transit geçecek, uyuşturucu ve psikotrop maddeler (herhangi doğal veya sentetik madde), 1988 tarihli Uyuşturucu ve Psikotrop Maddelerin Kaçakçılığına Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesinin Eki I ve II Numaralı Tablolar ile bu Tablo değişikliklerinde yer alan maddelerin ve bunlara bağlı fonlar veya karapara veya karaparaya kaynaklık edecek diğer her türlü kaçak veya kaçak olmasından şüphe edilen eşyanın yetkili makamların bilgisi ve denetimi altında nakillerini, ifade etmektedir.

Görüldüğü üzere, kontrollü teslimat, tüm suç faillerinin ve her türlü delilin tespiti, suç örgütlerinin tüm yönleriyle ortaya çıkarılması ve kaçak veya kaçak olmasından şüphe edilen mal veya fonların müsaderesi amacıyla, kaçak veya kaçak olmasından şüphe edilen eşyaların yetkili makamların bilgisi ve denetimi altında nakledilmelerini sağlayan operasyonel bir faaliyettir. Burada, özellikle uyuşturucu maddeler gibi toplumun sağlık, huzur ve güvenini tehdit eden malları üretmek, yurtiçinde ve yurtdışında dağıtmak ve bu maddelerin kaçakçılığını yapmak üzere oluşturulan ve genellikle de uluslar arası nitelik taşıyan suç örgütlerinin tüm yönleriyle ortaya çıkarılması hedeflenmektedir.

Türkiye’nin 1989 yılında imzaladığı,19 Aralık 1988 tarihli Uyuşturucu ve Psikotrop Maddelerin Kaçakçılığına Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesinin Eki I ve II Numaralı Tablolar ile bu Tablo değişikliklerinde yer alan maddelerin ve bunlara bağlı fonlar veya karapara veya karaparaya kaynaklık edecek diğer her türlü kaçak veya kaçak olmasından şüphe edilen eşya kontrollü teslimatın konusunu oluşturmaktadır. Ayrıca, konu ile ilgili diğer tanımlamaları da burada vermemiz uygun olacaktır.

Kontrollü Giriş: Yurt dışından Türkiye’ye getirilerek dağıtılacak kontrollü teslimata konu kaçak mal veya fonların yetkili makamların bilgisi ve denetimi altında girmesidir.

Kontrollü Geçiş: Türkiye’den transit geçecek kontrollü teslimata konu kaçak mal veya fonların yetkili makamların bilgisi ve denetimi altında geçişini, ifade etmektedir.

Kontrollü Çıkış: Türkiye’de hazırlanarak yurtdışına götürülecek kontrollü teslimata konu kaçak mal veya fonların yetkili makamların bilgisi ve denetimi altında çıkışı anlamına gelmektedir.

Yurtiçi Kontrollü Teslimat: Ülke içinde hazırlanarak ülke sınırlarını terketmeden ülke içinde bir yerden başka bir yere götürülecek kontrollü teslimata konu kaçak mal veya fonların yetkili makamların bilgisi ve denetimi altında nakledilmeleridir.

Öte yandan, 18.10.2006 tarihli Resmi Gazete2de yayınlanarak yürürlüğe giren 5549 sayılı Suç Gelirlerinin Aklanmasının Önlenmesi Hakkında Kanun ile “karapara” ve “karapara aklama suçu” ifadeleri yeniden tanımlanmıştır. Buna göre;

Suç geliri(Karapara): Suçtan kaynaklanan malvarlığı değerini, ifade etmektedir.

Aklama suçu(Karapara aklama suçu): Alt sınırı bir yıl veya daha fazla hapis cezasını gerektiren bir suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini, yurt dışına çıkaran veya bunların gayrimeşru kaynağını gizlemek ve meşru bir yolla elde edildiği konusunda kanaat uyandırmak maksadıyla, çeşitli işlemlere tabi tutmak, anlamına gelmektedir.(T.C.K. Mad.282)

3. Kontrollü Teslimatın Şartları

Kontrollü teslimat işlemlerine başlanabilmesi için 4208 sayılı Kanunda sayılan birtakım koşulların gerçekleşmesi gerekmektedir. Bu şartları aşağıdaki gibi sıralamamız mümkündür;

a) Kontrollü teslimat kapsamına giren kaçakçılık faaliyetinin çok ciddi organize edilmiş olması,

b) Organizatörlerin, sermayedarların ve şebeke elemanlarının ortaya çıkarılması ve bunlar hakkında bütün delillerin tespiti için başka bir imkân bulunmaması,

c) Mal veya fonların gideceği son yere kadar herhangi bir boşluğa meydan vermeyecek şekilde denetimin sağlanabilmesi,

d) Kontrollü teslimat uygulamaya yeterli zamanın bulunması,

e) Türkiye’de hazırlanarak yurtdışına götürülecek veya transit geçecek her türlü kaçak mal veya fonlar için ayrıca;

1. Kontrollü teslimat yönteminin boşluksuz işleyeceği ve failler hakkında kovuşturma ve soruşturma açılacağının talep eden Devlet tarafından garanti edilmesi,

2. Kontrollü teslimat uygulamasının sona erdiği, Türk vatandaşlarının yakalandığı ülke devleti tarafından Türk vatandaşları ile kontrollü teslimata konu mal veya fonlar ile bunların naklinde kullanılan araçlar ile karaparanın iadesi hususunun taahhüt edilmiş olması.

4. Kontrollü Teslimat İşlemlerinin Başlama Süreci

4208 sayılı Kanun’a göre kontrollü teslimat kararı vermeye Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı yetkilidir.

Emniyet Genel Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Daire Başkanlığı ve Jandarma Genel Komutanlığı Kaçakçılık Daire Başkanlığı (bundan sonra Başkanlık olarak bahsedilecektir), Kontrollü Teslimat Yönetmeliğinin 5 inci (4208 sayılı Kanunun 2/c maddesindeki şartlar) maddesinde belirtilen şartların gerçekleşmesi halinde, Kontrollü giriş, geçiş ve çıkış ile yurtiçi kontrollü teslimat kararının alınması için Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’na talepte bulunmaya ve bu konuda gerekli işlemleri yürütmeye yetkili kılınmıştır. Buna göre;

Başkanlıklardan;

a) Emniyet Genel Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Daire Başkanlığı Emniyet birimlerinin,

b) Jandarma Genel Komutanlığı Kaçakçılık Daire Başkanlığı Jandarma birimlerinin,

Kontrollü teslimat kararına ilişkin yazılı taleplerini ivedi olarak Cumhuriyet Başsavcılığına iletir.

c) Sahil Güvenlik Komutanlığı, Gümrük Müsteşarlığı ve Mali Suçlar Araştırma Kurulu Başkanlığı,

1) Kontrollü teslimata konu olan mal veya fonun bulunduğu yerin,

2) Bu yer belli değil ise kontrollü teslimat talep eden kuruluşun bulunduğu yerin polis veya jandarma görev bölgesinde bulunmasına göre,

Kontrollü teslimat kararına ilişkin yazılı taleplerini ilgili Başkanlığa yapmaktadırlar. Başkanlık da bu talebi ivedi olarak Cumhuriyet Başsavcılığına iletmektedir.

Gecikmesinde sakınca bulunan hallerde Sahil Güvenlik Komutanlığı ve Gümrük Müsteşarlığının merkez ve taşra teşkilatı birimleri ile Mali Suçlar Araştırma Kurulu birimleri (1) ve (2) alt bentlerindeki şartları dikkate almadan Başkanlıklardan birine kontrollü teslimat kararına ilişkin yazılı taleplerini ivedi olarak iletebilmeleri mümkün kılınmıştır.

Cumhuriyet Başsavcılığı, Kontrollü Teslimat Yönetmeliğinin 5 inci maddesinde belirtilen şartların varlığı halinde evrak üzerinde inceleme yaptıktan sonra ivedi olarak kontrollü teslimata karar verebilmektedir.

5. Kontrollü Teslimatın Uygulama Esasları

Kontrollü teslimat kararının Cumhuriyet Başsavcılığınca verilmesini müteakip kontrollü teslimat uygulaması ilgili birimlerce yürütülmekte ve kontrollü teslimat uygulaması sırasında kullanılacak yöntemler kontrollü teslimatı uygulayan birim tarafından belirlenmektedir.

İzleme ve gözleme işleminin tehlikeye düşmesi veya kontrollü teslimat uygulamasına devam edilmesi halinde, delillerin kaybolması veya sanıkların elden kaçırılma ihtimalinin ortaya çıkması durumunda, mahkeme kararı gerekmeksizin kontrollü teslimatı uygulayan birim amiri tarafından kontrollü teslimat uygulaması sona erdirilerek derhal Başkanlığa bilgi verilmektedir.

Kontrollü teslimat uygulamasında yetki, kontrollü teslimat uygulamasına son verilen yer mahkemesine aittir. Kontrollü teslimat uygulaması Türk mahkemelerinin yargı yetkisini ortadan kaldırmamaktadır.

Ayrıca, 4208 sayılı Kanunun 13 üncü maddesine göre, suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerinin kontrollü teslimatına ilişkin yabancı ülke talepleri hakkında karar vermeye Ankara Sulh Ceza Mahkemesi yetkili bulunmaktadır.

6. Kontrollü Teslimat işlemlerinde Koordinasyon

Gerek yurtiçi kontrollü teslimat, gerekse kontrollü giriş, geçiş ve çıkışlarda, ilgili kuruluşlar arasındaki işbirliği ve koordinasyon ilgili Başkanlık tarafından yürütülmektedir. Diğer taraftan, Polis ve jandarma birimleri arasında kontrollü teslimat uygulamasına ilişkin koordinasyon her iki Başkanlıkça bilgi alış verişi ve teknik işbirliği şeklinde sağlanmakta, görevlilere, bu uygulama sırasında kamu kurum ve kuruluşları ile gerçek ve tüzel kişilerce her türlü yardım ve kolaylığın gösterilmesi gerekmektedir.

Öte yandan, kontrollü giriş, geçiş ve çıkışlarda, ilgili ülkelerin talebi veya kontrollü teslimatın izlenmesine, gözlenmesine veya soruşturulmasına yardımcı olmak amacıyla kontrollü teslimatı uygulayan birimin veya yetkili mahkemenin gerekli görmesi halinde ilgili Bakanlıkça yurtdışında geçici görevlendirme yapılabilmektedir.

7. Gümrük Muhafaza Görev Yönetmeliği’ne Göre Kontrollü Teslimat

Gümrük Muhafaza Görev Yönetmeliği’nin 114 üncü maddesi kontrollü teslimat ile ilgili hükümler içermektedir. Buna göre, Kaçakçılık suçlarının haber alındığı anda ortaya çıkarılması yerine, haber alınan suçun son bulacağı yere kadar izlenmesi ve tespit edilecek her türlü delilin toplanarak yurtiçindeki veya yurtdışındaki suç organizasyonlarının çökertilmesi için, Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığından Kontrollü Teslimat kararı alınması amacı ile Jandarma Genel Komutanlığı Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Daire Başkanlığı veya Emniyet Genel Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Daire Başkanlığı vasıtası ile yazılı olarak talepte bulunulabilecektir.

Ayrıca, yetkili makamca Kontrollü Teslimat Kararı alınıp ilgili İdareye intikal ettirildikten sonra İdarenin, diğer mücadeleci birimlerle de irtibat ve eşgüdüm halinde Kontrollü Teslimat Kararının tüm unsurlarını gizlilik içinde yerine getirmekle yükümlü olduğu da hüküm altına alınmıştır. Ancak, her ne kadar, Gümrük Muhafaza Görev Yönetmeliği, Gümrük Muhafaza idaresinin gerekli izin alındıktan sonra doğrudan kontrollü teslimat işlemlerini yapabileceğini mümkün kılıyor ise de, 31.03.2007 tarihinde yayınlanan 5607 sayılı Kanun ile doğrudan kontrollü teslimat yapabilme yetkisi yasal anlamda alınmış bulunmaktadır.

8. 5607 Sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Kanununa Göre Kontrollü Teslimat

4208 Sayılı Kanun’un 15 inci maddesinde “Kontrollü teslimat uygulama esas ve usulleri, Adalet ve Maliye Bakanlıkları ile Hazine ve Gümrük Müsteşarlıklarının bağlı olduğu Bakanlıkların görüşleri alınarak İçişleri Bakanlığınca çıkarılacak bir yönetmelikte gösterilir. Bu yönetmelik çerçevesinde yapılacak kontrollü teslimat işlemleri İçişleri Bakanlığınca yürütülür.” hükmü yer almaktadır. Bu maddeye dayanılarak, “Kontrollü Teslimat Uygulaması Esas ve Usulleri Hakkında Yönetmelik” İçişleri Bakanlığı tarafından 15.09.1997 tarihli 23111 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiş olup, bu Yönetmeliğe göre, kontrollü teslimat işlemlerini Emniyet Genel Müdürlüğü ve Jandarma Genel Komutanlığı yürütebilmektedir.

Sahil Güvenlik Komutanlığı, Gümrük Müsteşarlığı ve Mali Suçlar Araştırma Kurulu Başkanlığı kontrollü teslimat işlemlerini yapamamakta, ancak kontrollü teslimat kararı alınmasına ilişkin yazılı taleplerini Emniyet Genel Müdürlüğü ve Jandarma Genel Komutanlığı’nın ilgili Daire Başkanlıklarına yapabilmektedirler. Başkanlıklar da bu talepleri ivedi olarak Cumhuriyet Başsavcılığına iletmektedirler.

Görüldüğü gibi, mevcut Yönetmeliğe göre, Gümrük Müsteşarlığı doğrudan kontrollü teslimat kararının alınması ve yürütülmesi işlemlerinden ziyade sadece kontrollü teslimat kararı alınmasını, ilgili diğer mücadeleci kuruluşlardan talep edebilmektedir.

Ancak, 31.03.2007 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe giren 5607 sayılı Kanunla diğer mücadeleci kurumlarla birlikte, kaçakçılık fiillerini önleme, izleme ve araştırmakla görevli Gümrük Müsteşarlığına da kontrollü teslimat işlemlerini yürütme yetkisi verilmiştir. Buna göre, gümrük Müsteşarlığı Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’ndan doğrudan kontrollü teslimat izni alabilecek ve diğer kontrollü teslimat işlemlerini de yürütebilecektir.

5607 sayılı Kanunun 21 inci maddesi, “Bu Kanun çerçevesinde yapılacak kontrollü teslimat işlemleri, 13.11.1996 tarihli ve 4208 sayılı Kanunun 10 uncu, 11 inci ve 13 üncü maddeleri hükümleri çerçevesinde Gümrük Müsteşarlığı, Emniyet Genel Müdürlüğü, Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı tarafından yürütülür.” Hükmünü içermektedir.

Buna göre, 5271 sayılı Ceza Muhakemeleri Kanununun 164 üncü maddesi ile adli kolluk görevi verilen ve operasyonel birimlere sahip bulunan Gümrük Müsteşarlığı Gümrükler Muhafaza Genel Müdürlüğünün, 5607 sayılı Kanun kapsamında yer alan suçlarla ilgili olarak kontrollü teslimat kararının alınması, yürütülmesi ve tamamlanması işlemlerini doğrudan gerçekleştirebilmesi yönünde mevzuat düzenlemelerinin yapılması ihtiyacı ortaya çıkmıştır.

9. Önerilerimiz

5607 sayılı Kanun’un Gümrük Müsteşarlığı’na verdiği kontrollü teslimat işlemlerini yürütme yetkisini fiilen kullanabilmesi ancak, aşağıdaki önerilerimizin yerine getirilmesi ile mümkün olabilecektir:

1. 4208 sayılı Kanun’un 15 inci maddesinin “Kontrollü teslimat uygulama esas ve usulleri, Adalet ve Maliye Bakanlıkları ile Hazine Müsteşarlığının bağlı olduğu Bakanlığın görüşleri alınarak ile İçişleri Bakanlığı ve Gümrük Müsteşarlığı’nın bağlı olduğu Bakanlığın birlikte çıkaracağı bir yönetmelikte gösterilir. Bu yönetmelik çerçevesinde yapılacak kontrollü teslimat işlemleri İçişleri Bakanlığı ve Gümrük Müsteşarlığı tarafından yürütülür.” şeklinde değiştirilmesi gerekmektedir.

2. Yapılacak Kanun değişikliğinin ardından, AB Müktesebatına Uyum Programı’nın, “24- Adalet, Özgürlük ve Güvenlik” bölümünde de belirtildiği üzere, Gümrük Müsteşarlığı’nın bağlı olduğu Devlet Bakanlığı ile İçişleri Bakanlığı tarafından, kontrollü teslimat uygulama esas ve usullerini belirleyen yeni bir ortak Yönetmelik çıkarılması gerekmektedir.

3. Yine, AB Müktesebatına Uyum Programı çerçevesinde, organize suç örgütleri ve kaçakçılıkla mücadele eden kolluk kuvvetleri arasındaki işbirliği seviyesini artırmak amacıyla, İçişleri Bakanlığı ile Gümrüklerden sorumlu Devlet Bakanlığı arasında Kaçakçılıkla Mücadele alanında Mutabakat ve İşbirliğine Dair Protokol imzalanması son derece yararlı olacaktır.

4. Gümrük Muhafaza Görev Yönetmeliği’nin “Kontrollü Teslimat” başlıklı 114 üncü maddesinde, yeni mevzuat doğrultusunda değişikliğe gidilmelidir.

5. Kontrollü teslimat işlemlerinin, 5271 sayılı Ceza Muhakemeleri Kanununun 164 üncü maddesi ile adli kolluk görev ve yetkisi verilen ve operasyonel birimlere sahip bulunan, Gümrük Müsteşarlığının kaçakçılığın önlenmesi, izlenmesi ve araştırılmasından sorumlu ana hizmet birimi olan ve silahlı-üniformalı personele sahip Gümrükler Muhafaza Genel Müdürlüğü tarafından yerine getirilmesi uygun olacaktır.

6. Bu kapsamda, Gümrükler Muhafaza Genel Müdürlüğü merkez ve taşra teşkilatının gerek teknik kapasitesinin (taşıt, elektronik, optik ve teknik cihazlar vb.) geliştirilmesi gerekse uzman personel ihtiyacının hızla karşılanması yönünde çalışmalar yapılarak, teşkilat yapılanmasının ve çalışma standartlarının genel kolluk birimleri ile paralel hale getirilmesi, böylece, adli kolluk birimi olarak Gümrük Muhafaza Teşkilatının (Merkezde kaçakçılık, narkotik ve risk analizinden sorumlu Daire Başkanlığı, taşrada Kaçakçılık, İstihbarat ve Narkotik Gümrük Muhafaza Müdürlükleri ve bağlantıları) operasyonel yeteneğinin artırılması önem arz etmektedir.

7. Gümrük Muhafaza Teşkilatının kaçakçılığı önleme, izleme, araştırma ve soruşturma ile görevli personeline nitelikli uzmanlık eğitimi verilerek, kaçakçılıkla mücadele faaliyetlerine uygun bütçe imkânlarının sunulması gerekmektedir. Bu kapsamda, personelin mevzuat bilgilerinin güncellenmesi, yeni soruşturma yöntemleri hakkında bilgi edinmeleri, emniyet, jandarma, sahil güvenlik gibi diğer kolluk birimlerinin tecrübelerinden yararlanmaları, teknolojik gelişmeler hakkında bilgi sahibi olmaları sağlanmış olacaktır.

8. Başta uyuşturucu olmak üzere kaçakçılıkla mücadelenin etkin bir şekilde yürütülmesi ancak, mücadeleci birimlerin; mevcut durum, kaçakçılık güzergâhları ve uygulanan yöntemler hakkında aynı bilgi düzeyine sahip olmalarına ve bu bilgileri koordineli bir şekilde paylaşmaları ve değerlendirmelerine bağlı olduğu gerçeğinden hareketle, mücadeleyi yürüten birimler arasında sürekli ve sağlıklı bir bilgi paylaşım sistemi kurulmalıdır.

9. Organize suçlar ve suç örgütleri hakkında veri toplama ve risk analiz faaliyetleri yoğunlaştırılarak Gümrükler Muhafaza Genel Müdürlük bünyesinde bir “Strateji Merkezi” kurulmalıdır.

10. Organize suçlarla mücadelede, özel soruşturma yöntemlerinin kullanımı desteklenmelidir.

Sonuç

31.03.2007 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe giren 5607 sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu, Emniyet Genel Müdürlüğü, Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı’nın yanı sıra Gümrük Müsteşarlığına da aynı Kanun çerçevesinde kontrollü teslimat işlemlerini yürütme yetkisini vermiştir. Gümrük Müsteşarlığı bu işlemleri 4208 sayılı Kanun’un 10, 11 ve 13 üncü maddeleri çerçevesinde yerine getirecektir.

Halen, kontrollü teslimat işlemleri, 4208 sayılı Kanun’un 15 inci maddesine dayanılarak, İçişleri Bakanlığı’nca 15.09.1997 tarihli 23111 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan “Kontrollü Teslimat Uygulaması Esas ve Usulleri Hakkında Yönetmelik” hükümlerine göre Emniyet Genel Müdürlüğü ve Jandarma Genel Komutanlığı tarafından yürütülmektedir.

Öte yandan, 5607 sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu’nun Gümrük Müsteşarlığı’na verdiği kontrollü teslimat işlemlerini yürütme yetkisinin fiilen kullanılabilmesi ancak, yukarıda tespit ettiğimiz stratejik hedeflerin gerçekleştirilmesi ile mümkün olabilecektir.

Netice olarak, 5607 sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu, kontrollü teslimat gibi önemli düzenlemeler sayesinde, başta uyuşturucu maddeler olmak üzere kaçakçılığın önlenmesi, güçlü uluslar arası bağlantılara sahip organize suç örgütlerinin tüm yönleriyle ortaya çıkarılarak çökertilmesi ve böylece yasalara aykırı biçimde, haksız menfaat veya yüksek kazanç elde etmek suretiyle ekonomik, siyasal ve sosyal alanlarda etkinlik kazanmayı amaçlayan organize suç örgütleri ve organize suçlarla en etkin mücadelenin verilebilmesi sürecine, önemli katkılarda bulunabilecektir.

http://www.gumrukkontrolor.org.tr/Yayinlar/Dergiler/54/8.html

Share This:

2000/2001 EKONOMİK KRİZLERİ VE GÜNÜMÜZE YANSIMALARI

Divan Dergisi, Sayı: 5

Nejat ÇOĞAL

Gümrük Muhafaza Başkontrolörü

(A.B.D.’de, University of Illinois’te , finans mastırı yapmıştır)  

2000/2001 EKONOMİK KRİZLERİ VE GÜNÜMÜZE YANSIMALARI

1. Giriş

 Enflasyon 1970 yılından bu yana Ülkemizin yaşadığı en önemli ekonomik problem olmuş, bu nedenle Türkiye, IMF ile birlikte birçok anti-enflasyonist programa imza atmıştır. Bu dönemde, Türkiye mali piyasalarını ve sermaye hareketlerini serbestleştirmiştir. Çoğu başarılı olamayan bu programların başarıya ulaşabilmesini sağlamak amacıyla, ekonominin serbestleştirilmesi ve istikrara kavuşturabilmesi yönünde, son 30 yılda büyük gayretler sarf edilmiş, döviz kuru, özellikle nominal döviz kuru politikaları, bu ekonomik istikrar programlarının çoğunda anahtar rol oynamıştır.

Bu kapsamda, Ülkede yaşanan büyük bir depremin sosyo-ekonomik hasarlarını tamir etmekle yüz yüze kalmış olan Türkiye, 1999’da yine IMF destekli yeni bir istikrar programını başlatmıştır. Döviz kurunu esas alan enflasyonla mücadele programı, enflasyonu (TÜFE) 2000 yılı sonuna kadar %25, 2001 yılı sonunda %10–12 ve 2002 yılı sonuna kadar ise  %5–7 seviyelerine çekmeyi amaçlamaktaydı. Ancak, programın başlamasından yaklaşık 11 ay sonra Türk Ekonomisi, Kasım 2000’de bir likidite krizi, Şubat 2001’de ise bir döviz kriziyle karşı karşıya kalmıştır.

Çalışmamızda ilk olarak; Türkiye Ekonomisinin son 30 yıllık geçmişi kısaca gözden geçirilecektir. Bunu, 2000 yılı enflasyonla mücadele programının ana karakteristiklerinin özetlenmesi ve söz konusu programın yol açtığı bazı ciddi ekonomik gelişmelerin tartışılması takip edecektir. Daha sonra, 2000/2001 ekonomik krizleri ve krizden günümüze kadar olan gelişmeler kısaca ele alınacak ve son olarak ulaştığımız sonuçlar ifade edilmeye çalışılacaktır.

2. Türk Ekonomisine Genel Bir Bakış

Yüksek enflasyon 1970’den beri Türkiye’nin ana ekonomik problemi olmuş ve ülkemiz bu dönemde birkaç başarısız enflasyonla mücadele programını tecrübe etmiştir. Bankacılık sistemi çok zayıf ve sermaye piyasası ve menkul kıymetler borsası yok denecek kadar küçüktü. 1979’da, Türkiye derin bir borç krizi ile karşı karşıya kalmış ve IMF ile ilk stand-by programını imzalamıştır. 1980’li yıllarda, Hükümet bir ekonomik paketi uygulamaya koymuş ve bu programla Türkiye, dış ekonomik işlemlerini serbestleştirmeyi başarabilmiştir.

Program, olağanüstü ölçüde bir devalüasyonla birlikte başlamış (TRL/USD paritesi  47.7’den 70’e yükseltilerek yaklaşık %50 oranında bir devalüasyon gerçekleştirilmiştir), faiz oranlarında artış, ihracat sübvansiyonları, kamu iktisadi kuruluşlarından gelen olağanüstü fiyat artışları ve hükümet sübvansiyonlarının çoğundan vazgeçme taahhüdü, söz konusu programın başlıca karakteristikleri olarak göze çarpmıştır. Yine aynı dönemde, kotaların çoğu ortadan kaldırılmış, ülke parasının değeri düşürülmüş ve sonuç olarak döviz sistemi tümüyle serbestleştirilmiştir.

 Böylece, 1980’lerde Türk Ekonomisi hem dahili ve hem de harici olarak tümüyle serbestleştirilerek, içe piyasaya dönük ithal ikamesi politikası terk edilmiş ve ihracata dayalı büyüme politikası benimsenmiştir. Aynı yıllarda, Hükümet bankalara döviz işlemleri yapma iznini vermiş;  bankaları ve onların kısa dönem likidite ihtiyaçlarını karşılamak üzere İnterbank Para Piyasası oluşturulmuş; Sermaye Piyasası Kurulu teşkil edilmiş; İstanbul Menkul Kıymetler Borsası yeniden açılmış; sonuç olarak Türk ekonomisinin finansal derinliği artırılmıştır.

 

  Grafik 1: Gayri Safi Milli Hasıla (GSMH) Artış Hızı

Kaynak: TÜİK, DPT, HM 

1990’lı yıllarda, Gayri Safi Milli Hâsılanın (GSMH) , değişken bir yapı gösteren yabancı sermaye girişinin etkilerine, 1980’li yıllara kıyasla daha fazla bağlı bir hale geldiği görülmektedir. 1994 yılında yaşanan finansal krizle birlikte, enflasyon oranı 3 rakamlı bir sayıya ulaşmış ve nominal kur bir günde %39 değer kaybetmiştir. Ülkeden büyük miktarlarda sermaye çıkışına yol açan bu krizin hemen ardından Türkiye- IMF arasında yeni bir ekonomik istikrar programı imzalanmıştır. Söz konusu Stand-by anlaşmasının desteği ile önemli ölçüde yabancı sermaye girişi başlamış ve Türk ekonomisi 1995–1997 döneminde yıllık %7’den daha yüksek bir kalkınma hızını gerçekleştirebilmiştir. Bu dönemde, Merkez Bankası reel döviz kuru politikasını etkili bir şekilde takip etmiş ve 1994’teki yüksek devalüasyonun etkisiyle ihracat rakamlarında hızlı bir iyileşme sağlanmıştır. Bununla birlikte, hızlı ekonomik büyümeye rağmen, dış ticaret dengesi istikrarlı bir seviyede tutulabilmiş ancak, Asya Krizi nedeniyle, büyüme hızı 1998’de %3,1’e gerilemiştir.

 

Tablo 1: Başlıca Ekonomik Göstergeler (1999–2004)

1999 2000 2001 2002 2003 2004
 GSMH Artış hızı (%)  -6.1  6.3  -9.5  7.9  5.9  9.9
 Toptan Eşya Fiyatları (%)  62.9  32.7  88.6  30.8  13.9  13.8
Ağırlıklı Mevduat Faiz Oranları (Vadeli)  46.7  45.6  62.5  48.2  28.6  22.1
Fiili Yabancı Sermaye Girişi (Milyon Dolar)  813  1,707  3,374  622  745  1,245
 TRL/USD Değişim Oranı  60.9  48.5  96.5  22.9  -0.8  -0.04
 Cari İşlemler Hesabı  -1,344  -9,819  -3,390  -1,522  -7,905  -15,604

Kaynak: TCMB, DTM, DİE, HM  

1997 yılında yaşanan Doğu Asya Krizi ve 1998 yılında yaşanan Rusya Krizinin olumsuz etkileriyle mücadele etmek zorunda kalan Türkiye, 1999’da meydana gelen ve ekonomik ve sosyal hayatı sarsan depremlerle daha da güç koşullar içerisine sürüklenmiştir. Yüksek enflasyon ve reel faiz oranları, artan kamu açıkları nedeniyle bozulan ekonomik istikrarı yeniden sağlayabilmek amacıyla, Kasım 1999’da, Hükümet yeni bir enflasyonla mücadele programını başlatmış ve IMF ile yeni bir stand-by anlaşması imzalanmıştır.

Program, enflasyon oranını 2002 yılı sonuna kadar tek rakamlı bir sayıya indirmeyi hedeflemiştir. Bu programdan, o zamana kadar Türkiye’de uygulanan döviz kuruna endeksli ilk ekonomik program olarak bahsedebiliriz. Söz konusu 2000 yılı enflasyonla mücadele programını etkili kılabilmek için, döviz kuru sabitlenerek ileriye dönük bir döviz kuru takvimi ilan edilmiştir. Ayrıca, bir çıkış stratejisi tespit edilmiş buna göre; Temmuz 2001’den sonra simetrik ve merkezi bir döviz kuru etrafında dalgalanabilen esnek bir kur rejiminin mümkün olabileceği öngörülmüştür.

Başlangıçta, program başarılı gibi görünmekteydi. Yani, hemen hemen tüm kur uygulamaları, mali ve yapısal reformlar programa uygun gidiyordu ve ekonomide herhangi bir sterilizasyon söz konusu değildi. Ancak, Kasım 2000’de, ekonomik istikrar programından tam 11 ay sonra Türkiye bir finansal kriz ile karşı karşıya kalmıştır.

3. 2000 Yılı Enflasyonla Mücadele Programının Ana Karakteristikleri

2000–2002 yıllarını kapsayan söz konusu Enflasyonla Mücadele Programı (1999’da Türk Hükümeti tarafından IMF’ye sunulan Niyet Mektubu) temel olarak dört ana enstrümana dayanıyordu:

a. Önceden ilan edilen, nominal döviz kuru hedefi

b. Sıkı maliye politikaları

c. Merkez Bankası’nın bir Currency Board gibi hareket etmesi öngörülmekteydi. Yani, para arzındaki genişleme sadece Merkez Bankası’nın bilânçosunda yer alan net yabancı varlıkların pozisyonuna dayandırılacaktı. Ayrıca, sterilizasyon yapmama kuralı gereği, Merkez Bankası ihtiyari para politikaları uygulamayacak, bunun yerine, para arzı sadece piyasa koşulları tarafından belirlenecekti.

d. Yapısal reformlar

2000–2002 döneminde, parasal taban, döviz kurundaki günlük değer kaybı ve mali dengeler üzerinde özel hedefler uygulamaya konulmuştur. Tüm bu hedefler belirli bir takvim çerçevesinde önceden ilan ediliyor ve bunlar IMF yetkililerinin uygulama döneminde yaptıkları başarılı ziyaretlerde takip aracı olarak kullanılan “performans kriterleri “ olarak tanımlanıyordu.

Programa göre, enflasyon 2002 yılı sonuna kadar aşağı çekilecekti. Buna göre, son on yılda ortalama %80 civarında seyreden Toptan Eşya Fiyat Endeksi (TEFE) 2000 yılı sonuna kadar %20 oranına düşürülecekti. (Tüketici fiyatlarında hedef ise %25 idi). Söz konusu hedefler 2001 yılı için TEFE’de %10, TÜFE’de %12; 2002 yılı sonuna kadar ise sırasıyla %5 ve %7 idi.

Söz konusu para ve döviz kuru programı, Merkez Bankası’nın uluslararası rezervlerinde bir taban değeri ve ayrıca, net yurtiçi varlıklarda bir tavan değerini performans kriteri olarak benimsemiştir. Her üç aylık dönemde, net yurtiçi varlıkların, bir önceki çeyrek dönemin mevcut para tabanının %5’i oranında bir band içerisinde dalgalanmasına izin verilmiş ancak çeyrek dönem sonu değerleri önceden kararlaştırılmıştır.

Bir yandan ekonomik aktiviteler artarken, dış ticaret açığının 2000 yılında Gayri Safi Yurt İçi Hasılanın %0.5’inden %1.5-2’sine kadar, 2001 ve 2002 yıllarında da benzer şekilde büyümesi hedeflenmiştir.

Ayrıca, Toplam Borç/GSYİH oranının bir miktar azaltılarak %58’den 2001 yılı sonunda %56.5’e, 2002 yılı sonuna kadar da %54.75 oranına çekilmesi hedeflenmiştir.

Öte yandan, döviz sepeti içerisinde yer alan döviz kurlarının ileriye dönük olarak takip edeceği yol, IMF İcra Kurulu toplantısı öncesinde ilan edilecekti. Önceden ilan edilecek Döviz kurunun takip edeceği yol 1 Ocak 2000–31 Aralık 2000 tarihleri arasını kapsayacaktı. Bu dönem içinde, TL’nin değer kaybı TEFE’deki artışa uygun olarak %20 olması hedeflenmişti.

Söz konusu döviz kuru rejiminin açıklanmasından itibaren 18 aylık bir süre içerisinde, önceden açıklanan döviz kuru takviminin etrafında herhangi bir band olmayacaktı. Temmuz 2001’den itibaren ise, daha esnek bir döviz kuru rejimine yavaş yavaş geçilecekti.

Diğer taraftan, her üç aylık dönem sonunda,  Merkez Bankası’nın net yurt içi varlıkları toplamı Aralık 1999 seviyesini aşamayacaktı (performans kriteri).

Ayrıca, program, enflasyonla mücadele ve döviz kuru politikalarını gerçekleştirebilmek için bazı enstrümanları da hedef almıştır: Gelir dağılımı ve yapısal reformlar (özellikle mali sektörde, tarım politikalarında, sosyal güvenlik reformu, mali yönetim ve şeffaflık, vergi politikası ve yönetimi, özelleştirme ve sermaye piyasası, bankacılık sisteminin güçlendirilmesi ) bu politika araçlarına örnek olarak verilebilir.

 

4.  2000 Yılı Enflasyonla Mücadele Programının Yol Açtığı Başlıca Makroekonomik Gelişmeler

 

Kasım 1999 başlarında, Moody’s Türkiye’nin görünüşünü positive çevirdi. Bu olumlu başlangıç için iki önemli sebep vardı: Birincisi, istikrar programından beklentiler, ikincisi ise Türkiye- Avrupa Birliği arasındaki ilişkilerin iyileşmesi beklentileri idi. Aralık 1999’un ilk yarısında bu beklentiler teyit edildi. 9 Aralık 1999’da Türkiye IMF ile yeni bir niyet mektubuna imza atmış; 10-11 Aralık’ta düzenlenen Helsinki Zirvesi’nde Türkiye, Avrupa Birliği’nin genişleme sürecinde resmen aday üye olarak ilan edilmiştir.

Diğer taraftan, program ana hatlarıyla enflasyonu düşürmeyi hedefliyordu. Son 30 yıldaki en düşük seviyesinde olmasına rağmen, 2000 yılı sonunda, enflasyon oranındaki değişme programın amacına ulaşamamıştır. Diğer bir ifadeyle, hem TEFE ve hem de TÜFE özellikle 2000 yılının ikinci yarısında önemli ölçüde aşağı çekilmiştir. Fiyat endekslerindeki aylık artışlar, uygulama döneminde esas alınan döviz sepetinin (1 USD + 0.77 EURO) uğradığı değer kaybından daha yüksek olarak gerçekleşmiştir. Bu da, Türkiye’nin başlıca ticaret yaptığı ülke paralarına karşı Türk Lirası’nın aşırı değerlenmesi anlamına gelmektedir. Yıllık enflasyon TEFE’de %33, TÜFE’de %39 olarak gerçekleşmiştir.

Bununla birlikte, değişik talep faktörleri de kararlı fiyat artışları üzerinde önemli bir rol oynamıştır. Döviz kuru riski, önceden belirlenen 18 aylık takvim ile ortadan kaldırılmıştı. Bu, ayrıca, ülke riskini de azaltarak, yabancı yatırımcılara piyasa faizleri üzerinden arbitraj yapma fırsatını vermiştir. Böylece, sermaye girişi hızlandırıldı. Ayrıca, reel faiz oranlarındaki ciddi düşüş, geleceğe dönük toplam tüketim harcamaları ve yatırım talebinin telafi edilmesine yol açmış, bu durum fiyatlar  üzerinde sert bir talep baskısını da beraberinde getirmiştir.

 Grafik 2: Reel Döviz Kurları

 

Kaynak: TCMB

Bir taraftan yabancı sermaye girişi devam ederken, enflasyonla mücadele programı herhangi bir sterilizasyon girişimi gerektirmediği için, para piyasasının likiditesi artmış, faiz oranları düşmüş, bu gelişmeler sonucunda, yatırımcıların kazanç eğrisinin yönü aşağıya çevrilmiş, borç stokları üzerindeki geleceğe dönük faiz yükü azaltılmış, sonuç olarak borç geri ödeme riski azalarak ilave sermaye girişi cesaretlendirilmiştir. Ancak, faiz oranı hedefine ulaşılamamıştır.

Grafik 3: Ağırlıklı Mevduat Faiz Oranları

 

Kaynak: HM

Faiz oranlarındaki düşüş ve kredi imkânlarındaki artış, yatırım ve tüketim harcamalarının artmasına yol açmış, böylece ciddi bir ekonomik büyüme mümkün olabilmiştir.

Diğer taraftan,  dış ticaret açığındaki büyük genişleme ihracatın azalmasından değil, ithalatta meydana gelen ciddi artışlardan kaynaklandığını söylememiz mümkündür.

Bu arada, yabancı sermaye girişinde meydana gelen artışlar sadece cari işlemler açığını değil bununla birlikte iç ekonominin likiditesini finanse etmek için de bir araç olarak kullanılmıştır. Sterilizasyon yapmama kuralı ve Merkez Bankası’nın net yurtiçi varlıklar pozisyonu üzerindeki kısıtlamalar neticesinde, yabancı sermaye girişleri net yurtiçi varlıklarla beraber parasal tabanın genişlemesine de yol açmıştır. Kur riskinin bertaraf edilmesi ile ikiye katlanan söz konusu ekonomik gelişmeler, özellikle programın ilk aşamalarında, reel faiz oranlarında sert bir düşüşe sebep olmuştur.

 

Hazinenin kullandığı borçlanma enstrümanları için öngörülen faiz oranlarındaki düşüş olağanüstü bir gelişme olarak değerlendirilebilir. Çünkü Devlet borçlanma araçlarının faiz getirisi, 1994 ekonomik krizi sonrası dönemde %100–120 civarında seyrederken, 2000 yılı enflasyonla mücadele programının daha ilk aşamalarında bu getiri oranı %30-40’a kadar düşürülebilmişti. Bunun, ekonomik programın piyasada oluşturduğu güven ortamı ile ortadan kaldırılan döviz kuru riskinin bir sonucu olduğunu söylememiz mümkündür. Sonuçta, hem mevduat faiz oranları ve hem de gecelik İnterbank faiz oranları bu gelişmeyi takip etmiş, böylece 2000 yılının ilk üç çeyreğinde mali piyasalar marjinal olarak reel faiz oranları ile faaliyet göstermiştir.

Grafik 4: Tüketici Fiyatları Endeksi

 

Kaynak: HM

 

Ayrıca, faiz maliyetlerinde beklenmeyen ani düşüşler, transfer harcamalarında önemli bir tasarrufu da beraberine getirmiştir. Hatta,  konsolide bütçe içerisindeki faiz harcamaları reel açıdan 1990 yılı seviyesinin %25 üzerinde gerçekleşse de, program hedeflerinin %3.5 gerisinde kalmıştır.

 

5. Ekonomik Krizlere Genel Bir Bakış a. Kasım 2000 Krizi

Uluslararası Para Fonu’nun (IMF) desteklediği üç yıllık ekonomik istikrar programının uygulamaya konulmasından yaklaşık 11 ay sonra Türkiye, söz konusu enflasyonla mücadele ve mali uyum programının uygulanabilirliğini tehdit edecek düzeyde ciddi bir likidite kriziyle karşı karşıya kalmıştır. Sadece 20 Kasım 1999–5 Aralık 2000 döneminde 6.4 milyar Dolar net sermaye çıkışı olmuş, 1 Aralık 2000 itibariyle İnterbank gecelik faiz oranları %1700 seviyesine yükselmiştir. Çok geçmeden IMF devreye girmiş, bir ödemeler dengesi krizini takip edebilecek spekülatif atakları önlemek amacıyla, Merkez Bankası’nın döviz rezervlerini artırmaya yönelik, 10 Milyar Dolarlık bir finansman paketini 6 Aralık’ta ilan etmiştir. Ancak bu şekilde kriz çözülememiş, sadece ileri bir tarihe ertelenebilmiştir. Bahse konu likidite krizinin bir sonucu olarak, 2000 yılı değerlerine kıyasla, daha yüksek faiz oranları, daha düşük büyüme oranı ve daha düşük mali fazla 2001 yılı için başlıca beklentiler haline gelir. Bununla birlikte, ekonomi kurmayları, bankacılık sektörünün acil problemlerini çözmek ve telekomünikasyon, ulaştırma ve enerji sektörlerinde özelleştirmeyi hızlandırmak için görüş birliğine varmışlardır.

Hükümet, 18 aylık dönem için önceden ilan edilmiş olan sabit döviz kuru politikası üzerinde kararlılığını tekrarlamış ancak, kriz söz konusu döviz kuru politikasının güvenilirliği ve sürekliliği hakkında süregelen şüpheleri daha da artırmıştır. Enflasyon karşısında TL’nin oldukça yavaş değer kaybetmesi cari işlemler açığının büyümesine katkıda bulunmuş, bu kötüye gidiş de ayrıca, uygulanan döviz kuru politikasına olan güveni sarsmıştır.

Grafik 5: Cari İşlemler Hesabı

 

Kaynak: DTM

b. Şubat 2001 Krizi

İkinci ekonomik kriz, 19 Şubat 2001 tarihinde yapılan MGK toplantısında, Cumhurbaşkanı ile Başbakan arasında yaşanan gerginlik neticesinde patlak vermiştir. Bu kriz, tam da Kasım 2000 krizinin etkisiyle güvenin sarsıldığı ve ekonomik reform programının üzerindeki şüphelerin arttığı bir dönemde meydana gelmiştir. Söz konusu tartışma, gecelik faiz oranlarının yukarıya doğru sıçramasında ve uluslar arası rezervlerin azalmasında ani ve sert bir etki yapmıştır( 21 Şubat itibariyle gecelik faiz oranları %7500 kadar çıkmıştır). 22 Şubat’ta, Hükümet uygulanan döviz kuru politikasına bağlı kalamayacağına karar vererek, TL’nin dalgalanmasına izin verir. TRL/USD Paritesi 1.000.000 TL’nin üzerine çıkar ve izleyen dönemde de olağanüstü değişken bir yapıya kavuşur. Örneğin, Nisan ayının son iki iş gününde değişim oranının %25’i geçmesi hiç de şaşırtıcı olmamıştır.

Nihayet, enflasyonla mücadele programı, önceleri yabancı sermaye girişi ve kontrol altında tutulamayan dış açık, sonuçta ise yabancı sermaye çıkışı ve bir finansal krizin sadece bir yıl içerisinde peş peşe gerçekleşmesine yol açmıştır. IMF bir önceki modeli derhal bir kenara atmış ve son derece sert bir ekonomik daralma paketini uygulama alanına sokarak, Türk ekonomisinin barış döneminde yaşanan en derin ekonomik durgunluk içerisine girmesine yol açmıştır. 1999 yılı rakamlarını 1999 yılı rakamları ile karşılaştırdığımızda, IMF’nin müdahalesi, daha yüksek enflasyon, çökme aşamasına gelen bir finansal sistem, ciddi bir borç geri ödeme darboğazı ve derin bir ekonomik durgunluk olarak Türk Ekonomisine yansımıştır.

Başlangıçta enflasyonun hızı yavaşlatılabilmiş ancak, döviz kuru hareketlerinin gerisinde kalınması suretiyle TL’nin aşırı değerlenmesine sebebiyet verilmiştir. Yükselen talep ve aşırı değerlenmiş ulusal para, istikrarsız bir dış ticaret ve yüksek cari işlemler açığı problemlerinin başlıca sebebi olmuştur. Bir yandan cari işlemler açığının kabul edilebilirliği sorgulanmaya başlanmışken, diğer taraftan ekonomi dış kaynaklardan gelebilecek spekülatif ataklara karşı korumasız bir konuma gelmiştir. Nihayet, Kasım 2000 ve Şubat 2001’de TL’ye karşı yapılan saldırılar sonucunda, enflasyonla mücadele ve istikrar programı çökmüş; rezervlerin önemli ölçüde tüketilmesi ve 4 rakamlı faiz oranları, önceden ilan edilmiş olan kur takviminin devam ettirilmesini mümkün kılamamıştır. 2001 yılında ekonomi %9.5 oranında daralmış, hızla yükselen reel faizler ve yüksek oranlı devalüasyon, finansal sistemi ciddi bir bankacılık krizinin içine doğru iterek bazı bankaların Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu’na (TMSF) devredilmesine yol açmıştır.

6. Krizden Günümüze Yansımalar

Krizin etkisiyle birlikte, enflasyon TEFE’de, 2000 yılında %32.7’den 2001 yılı sonunda %88.6’ya kadar yükselmiştir. Krizler sonrasında ekonomik programda revizyona gidilmiş, uygulanan döviz kuru politikası terk edilerek, döviz kurunun serbestçe dalgalanmasına izin verilmiştir.

Krizin ardından kurun önemli ölçüde değer kaybetmesi, dış ticarette rekabet gücünün artmasını sağlamış ve ekonomi 2002 yılından itibaren toparlanma eğilimine girmiştir.

IMF-Türkiye arasında, 2002–2004 yıllarını kapsayan yeni bir stand-by anlaşması imzalanarak hedefler revize edilmiş, uygulanan yeni ekonomik tedbirlerle, göstergeler hızla iyileşmeye başlamıştır.

2005 yılı itibariyle enflasyon, ÜFE’ de %2.66’ya, TÜFE’de ise %7.72’ye kadar düşürülebilmiş; ağırlıklı mevduat faiz oranları ise 2001 yılındaki %62.5 seviyesinden, 2005 yılının Kasım ayı itibariyle %19.9 seviyesine kadar gerilemiştir. Ekonomi, 2001 yılında %9.5 oranında daralırken, 2002, 2003 ve 2004 yıllarında sırasıyla %7.9, %5.9 ve %9.9 oranlarında büyüme kaydetmiştir.

Öte yandan, Cari İşlemler Hesabı 2005 yılında 22.8 milyar Dolar açık vermiştir. Aşırı değerlenmiş YTL ile yüksek reel faiz oranları, son yıllarda artış eğilimi gösteren cari açık üzerinde baskı oluşturarak ileride bir ödemeler dengesi probleminin yaşanmasını muhtemel kılmaktadır.

Diğer taraftan 2006’nın ikinci çeyreğinde ekonomide yaşanan dalgalanmalar kimi çevrelerce mini bir kriz olarak değerlendirilmiştir. Bu dönemde döviz fiyatlarında ciddi artışlar olmuş, Merkez Bankası bir oturumda faizleri 1.75 puan birden artırmış, İMKB endeksi ise önemli ölçüde değer kaybetmiştir. Ülkede bulunan sıcak paranın yön değiştirdiği endişelerini artıran bu hareketlenmelerde, dış piyasalardaki olumsuz gelişmelerin de (Dünya borsalarının değer kaybetmesi, petrol fiyatlarındaki artışlar, ABD’nin faizleri artırması, Kuzey Kore’nin nükleer füze denemesi gibi) etkisinin olduğunu söylememiz mümkündür. Merkez Bankası bu dönemde, faiz artırımını yeterli görmeyerek, ayrıca, piyasaya büyük miktarlarda döviz satarak da müdahalede bulunmuştur. Ancak, geldiğimiz noktada bu müdahalelerin kısmen başarılı olduğunu söyleyebilmekteyiz.Sonuçta, dalgalı kur sisteminin uygulandığı ekonomilerde, döviz fiyatlarının ani ve yüksek değişimler haricinde aşağı-yukarı dalgalanması normal kabul edilebilmektedir.

Her ne kadar, döviz piyasasında yaşanan dalgalanmaları, aşırı değerlenmiş YTL fiyatının dengelenmesi yönünde hareketler olarak değerlendirilse de, bu noktada, döviz kuru ve para politikalarının gözden geçirilerek, mali disiplinin daha da güçlendirilmesinin, hem ihracatın desteklenmesi ve hem de potansiyel bir ödemeler dengesi probleminin bertaraf edilmesi açısından gerekli olduğunu düşünmekteyiz.

 7. Sonuç

Türkiye, 1970’li yıllardan itibaren yüksek enflasyonla birlikte yaşamak zorunda kalmış, Hükümetler, fiyat istikrarının sağlanması için çoğu başarısız olan birçok ekonomik programı uygulamaya koymuştur. Aralık 1999’da, Hükümet IMF’in desteğiyle birlikte, döviz kuruna dayanan bir anti-enflasyon programı başlatmış; Programın başlamasından yaklaşık 11 ay sonra Türk Ekonomisi Kasım 2000’de bir likidite krizi ve çok geçmeden Şubat 2001’de de bir döviz krizi ile karşı karşıya kalmıştır. Böylece, Döviz kurunu esas alan ve 2000–2002 yıllarını kapsayan, IMF destekli üç yıllık ekonomik istikrar programı da başarıya ulaşamamıştır. 2001 ekonomik kriziyle birlikte, Türkiye, barış döneminde yaşanan en derin ekonomik durgunluk içine girmiş, finansal sistem ciddi bir bankacılık krizinin içine doğru itilmiştir.

Netice itibariyle, 1980’li yıllardan itibaren Türkiye’de uygulanan ekonomik istikrar programlarının, sadece IMF desteğiyle başarıya ulaşma şansını elde edemedikleri anlaşılmıştır. İyi hazırlanmış bir istikrar programının, aynı zamanda yapısal reformlar, mali disiplin, tutarlı para ve döviz kuru politikaları ve halkın uygulanan programa olan güveninin sürekli kılınmasıyla hedefine ulaşabilmesi mümkündür. Bu kapsamda, 2002 yılından itibaren, cari açık dışında, ekonomide sağlanan olumlu gelişmeler ancak, halkın istikrar ve güven duygusunun korunmasıyla daha da ileriye gidebilecektir.

Yararlanılan Kaynaklar

Alper,C. Emre. “The Turkish Liquidity Crisis of 2000: What Went Wrong?” Russian and East European Finance and Trade, forthcoming. http://www.econ.boun.edu.tr/papers/pdf/wp-01-11.pdf, 2001.

Boratav, Korkut, “Notes on Turkey and Europe: Contradictions of opening up.” http://www.bilkent.edu.tr/~yeldanbs/Yazilar_Uye/Boratav_apr02, April 2002.

Boratav, Korkut, “2000/2001 Krizinde Sermaye Hareketleri”, http://www.bilkent.edu.tr/~yeldanbs/Yazilar_Uye/Boratav_agu01

Coulthurst, Barry.”Country Update: Turkey”,A Report by Australia and New Zealand Banking Group Limited(ANZ), April 2001.

Dinçer, Nazire Nergiz, “Döviz Kuru Dalgalanmalarının Asimetrik Etkileri: Türkiye Örneği” DPT Uzmanlık Tezi, DPT:2682, Şubat 2005.http://ekutup.dpt.gov.tr/para/dincernn/dovizkur.pdf

Erdikler, Şaban, “Türkiye’de Yabancı sermaye Hareketleri-Ortaklık ve İşbirliklerinin Rolü”,http://bsy.marmara.edu.tr/TR/sempozyum_bildirileri/SABAN%20ERDIKLER_75-82_.pdf

Kalkan, Mahmut. “Capital Flows and Exchange Rates in Turkey: The Effects of Liberalization and Stabilization.” http://eagle3.american.edu/~mk4078a/paperdraft.pdf, November 2002.

Shapiro, Alan C. “Multinational Financial Management,” John Wiley & Sons, Inc. Seventh Edition, 2003, pp.206,225-226.

Yeldan, Erinc. “On the IMF-Directed Disinflation Program in Turkey: A program for Stabilization and Austerity or a Recipe for Impoverishment and Financial Chaos?”  http://www.bilkent.edu.tr/~yeldane/TurkCris2001.PDF, September 2001.

Internet Kaynakları 

www.tcmb.gov.tr

www.foreigntrade.gov.tr

www.imf.org

www.die.gov.tr

www.hazine.gov.tr

Share This:

GÜMRÜK MEVZUATINDA FİKRİ VE SINAİ MÜLKİYET HAKLARI

1. Giriş

Fikri, sınai ve ticari ürünler üzerindeki mülkiyet haklarının gerek ulusal ve gerekse uluslararası düzeyde korunmasına yönelik olarak son yıllarda önemli çalışmalar yapılmış ve birtakım hukuki düzenlemeler hayata geçirilebilmiştir. Bu kapsamda, 14 Haziran 1967’de Stockholm’de imzalanan ve BM bünyesinde faaliyet gösteren “Dünya Fikri Mülkiyet Örgütü”(WIPO) Kuruluş Sözleşmesi, Uruguay Konferansı Çok Taraflı Ticaret Görüşmeleri sonucunda imzalanan 3 Şubat 1995 tarihli “Fikri Mülkiyet Haklarının Ticaretle İlgili Yönleri Hakkında Anlaşma (TRIPS)” AB Komisyonu’nun 2004 Haziranında kabul ettiği “Fikri Mülkiyet Haklarının Uygulanmasına İlişkin Yönerge” uygulamaya konulmuştur.

Türkiye ise, gerek kendi iç mevzuatından ve gerekse uluslararası anlaşmalardan doğan yükümlülüklerini yerine getirmek amacıyla, hukuki korunma altında bulunan fikri ve sınai eserlerin ülkeye giriş-çıkışları ile ilgili olarak Gümrük Mevzuatında bazı özel düzenlemelere gitmiştir. Bu anlamda, AB Gümrük Kodu da dikkate alınarak hazırlanan 4458 Sayılı Gümrük Kanunu 4 Şubat 2000 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Gümrük Kanunu’nun 57’nci maddesi ise fikri ve sınai mülkiyet haklarının korunmasına yönelik gümrük işlemlerine ilişkin hükümler içermektedir. Ayrıca, Gümrük Kanunu’nun uygulanmasına yönelik Gümrük Yönetmeliği’nin 105-111’inci maddeleri de fikri ve sınai mülkiyet haklarının korunmasına yönelik hükümleri kapsamaktadır.

Bu çalışmamızda, öncelikle, fikri ve sınai mülkiyet haklarının korunmasına yönelik ulusal mevzuatımız başlıklar itibariyle belirtilecek, sonra gümrük birliğinden doğan yükümlülüklerden kısaca bahsedilecek, müteakiben fikri ve sınai mülkiyet haklarının evrensel anlamda tanımı yapılarak gümrük mevzuatının fikri ve sınai mülkiyet hakları ile ilgili hükümleri incelenecektir.

2. Fikri ve Sınai Mülkiyet Haklarının Korunması Hakkında Ulusal Mevzuat

Ülkemizde, 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu, 1 Ocak 1952 tarihinden bu yana yürürlükte bulunmakta ve bu alanda Çerçeve Kanun niteliği taşımaktadır.

Ayrıca, Türkiye-AB Gümrük Birliği sürecinin başlamasının hemen öncesinde, sınai mülkiyet haklarının, AB mevzuatına ve uluslararası normlara ve özellikle Dünya Ticaret Örgütü Anlaşması TRIPS Metnine uygun bir şekilde korunması amacıyla 551 sayılı Patent Haklarının Korunması Hakkında KHK, 554 sayılı Endüstriyel Tasarımların Korunması Hakkında KHK, 555 Sayılı Coğrafi işaretlerin Korunması Hakkında KHK ve 556 sayılı Markaların Korunması Hakkında KHK, 26 Haziran 1995 tarihli Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Ayrıca, 4110 sayılı Kanunla, 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanununun bazı maddelerinde değişikliklere de gidilmiştir.

3. Gümrük Birliği Açısından Fikri ve Sınai Mülkiyet Hakları

1/95 sayılı Gümrük Birliği Anlaşması’nın fikri, sınai ve ticari mülkiyet haklarına ilişkin 8 nolu ekinde yer alan hükümler çerçevesinde, gerek uluslararası ve gerekse iç mevzuat açısından bir çok hukuki düzenlemeler yapılmıştır. Bu kapsamda, Türkiye’nin çok sayıda uluslararası anlaşmaya katılımı sağlanmıştır.

Sınai mülkiyet haklarının tescili ve korunması gibi işlemleri yürütmek ve ilgili mevzuatın verdiği diğer görevleri yerine getirmek üzere 24 Haziran 1994 tarihli 544 sayılı KHK ile, Sanayi ve Ticaret Bakanlığına bağlı, idari ve mali özerkliğe sahip Türk Patent Enstitüsü’nün kurulmuş olması sınai mülkiyet haklarının korunması alanında çok önemli bir adım olmuştur.

Türkiye-AB Gümrük Birliği’nin esaslarını düzenleyen, 22.12.1995 tarihli 1/95 Sayılı Ortaklık Konseyi Kararı’nın 31’inci maddesine göre, “taraflar fikri, sınai ve ticari mülkiyet haklarının yeterli ve etkili biçimde korunması ve uygulanmasını sağlamaya verdikleri önemi teyit etmekte, ancak, fikri mülkiyet haklarına Gümrük Birliği’ni oluşturan iki tarafta da eş düzeyde etkili koruma sağlanması halinde Gümrük Birliği’nin gereğince işleyebileceğini kabul etmektedirler. Dolayısıyla Karar’ın 8. Ekinde öngörülen ve TRIPS’den doğan yükümlülükleri yerine getirmeyi taahhüt etmektedirler.” Buna göre Türkiye, Karar’ın yürürlüğe girmesinden itibaren en geç üç yıl içinde TRIPS Anlaşmasını uygulamaya koyacaktır.

Ayrıca, 22.07.2003 tarihli 1383/2003 sayılı AB Konsey Tüzüğü de, Türkiye’nin gümrük birliği açısından müktesebat uyumu sağlaması gereken başlıca AB mevzuatı düzenlemeleri arasında yer almaktadır.

4. Fikri ve Sınai Mülkiyet Haklarının Tanımı

Dünya Ticaret Örgütü’nün (DTÖ) “Fikri Mülkiyet Haklarının Ticaretle İlgili Yönleri Hakkında Anlaşma(TRIPS)”sına göre fikri mülkiyet hakları, insanlara, meydana getirdikleri düşünsel ürünler nedeniyle verilen haklardır. Bunlar genellikle, fikri eseri meydana getiren kişilere, bu eser üzerinde, belirli bir süre için, maddi ve manevi açıdan ayrıcalıklı bir hak kazandırmaktadır. Telif hakkı, patent, marka, tasarım gibi haklar başlıca fikri ve sınai mülkiyet hakları olarak gösterilebilir.

Öte yandan, 14 Haziran 1967’de Stockholm’de imzalanan “Dünya Fikri Mülkiyet Örgütü”(WIPO) Kuruluş Sözleşmesi’nin 2. Maddesinde, fikri mülkiyet aşağıdaki haklarla ilişkili olarak tanımlanmıştır:

• Edebi, sanatsal ve bilimsel çalışmalar;
• İcracı sanatçıların eserleri, fonogram ve radyo yayınları;
• İnsan emeğinin tüm alanlarındaki buluşlar;
• Bilimsel buluşlar;
• Endüstriyel tasarımlar;
• Ticari markalar, hizmet markaları (service marks), ticari unvan ve isimler;
• Haksız rekabete karşı koruma ve
• Sınai, bilimsel, edebi ya da sanatsal alanlarda fikri mülkiyet faaliyetlerinden kaynaklanan diğer tüm haklar.

5. Gümrük Mevzuatında Fikri ve Sınai Mülkiyet Hakları

A. Gümrük Kanunu

4458 sayılı Gümrük Kanunu’nun 57’nci maddesi, fikri ve sınai mülkiyet haklarının hudut korunmalarına ilişkin düzenlemeleri içermektedir. Fikri ve sınai hakların korunmasına ilişkin ulusal mevzuatın koruma altına aldığı hakları ihlal eder mahiyette bulunan ve ithalat veya ihracata konu olan eşyalara gümrük kapılarında tedbir mahiyetinde el konulmasına ilişkin hükümler bu maddede yer almıştır.

Kanun’un 57’nci maddesini, kapsam, teminat, gümrük idaresinin sorumluluğu, 10 günlük bekleme süresi, sahte eşyanın imhası ve istisnalar olmak üzere 6 ana bölüme ayırmamız mümkündür. Buna göre,

Kapsam; Fikri ve sınai mülkiyet haklarının korunması mevzuatına göre, marka, coğrafi işaret, endüstriyel tasarım hakları ile Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu kapsamına giren haklarla ilgili olarak, hak sahibinin yetkilerine tecavüz eder mahiyetteki eşyanın gümrük işlemleri;

– hak sahibinin veya temsilcisinin talebi üzerine,
– veya söz konusu eşyanın sahte markalı ya da telif hakkına tabi taklit mal tarifine uyduğuna ilişkin açık deliller olması halinde,

re’sen gümrük idareleri tarafından durdurulur. Durdurma kararı ithalatçıya veya hak sahibine veya temsilcisine bildirilir.

Teminat; Gümrük idareleri, olayın özelliğine göre ithalatçının veya kamunun hakkını güvenceye almak ve suistimalleri önlemek amacıyla, başvuru sahibinden eşyanın kıymeti oranında bir teminat isteyebilmektedirler.

Gümrük İdaresinin Sorumluluğu; Başvurunun kabul edildiği tarihte şikayet konusu eşya serbest dolaşıma girmiş ise, başvurunun gümrük idaresince kabul edilmesi; söz konusu eşyanın gereğince muayene edilmeden ithaline izin verildiği gerekçesiyle hak sahibine tazminat hakkı doğurmamaktadır. Sahte markalı veya taklit mallarla mücadele kapsamında, gümrük idaresince gümrük işlemleri re’sen durdurulan eşyadan dolayı, ilgili kişilerin yapılan işlemler sonucunda fayda veya zarara uğraması halinde, gümrük idaresi yetkilileri bu kişilere karşı sorumlu tutulamazlar.

Bekleme Süresi; Gümrük idaresince alınan durdurma kararının hak sahibine tebliğinden itibaren on gün içinde esas hakkında yetkili mahkemede dava açılmadığı veya mahkemeden tedbir niteliğinde karar alınmadığı takdirde, eşya hakkında beyan sahibinin talepte bulunduğu gümrük rejimi hükümlerine göre işlem yapılmaktadır.

Sahte Eşyanın Tasfiyesi; Gümrük işlemleri durdurulan eşya, yetkili mahkemece alınan karar doğrultusunda, tasfiye rejimi hükümlerine göre imha veya asli nitelikleri değiştirilerek satış suretiyle tasfiye edilebilmektedir.

İstisnalar; Yolcu beraberinde getirilen zati ve hediyelik eşya ile posta kolileri ile gönderilen ticari mahiyette olmayan eşya hakkında 57’nci madde hükümleri uygulanmamaktadır.

B. Gümrük Yönetmeliği

Gümrük Yönetmeliği’nin 105, 106, 107, 108, 109, 110 ve 111’inci maddeleri fikri ve sınai mülkiyet haklarının korunması ile ilgili gümrük işlemlerini kapsamaktadır.

Yönetmeliğin 105’inci maddesi konu ile ilgili tanımlamaları düzenlemektedir. Buna göre, Türkiye Gümrük Bölgesine giren, serbest dolaşıma giren, ihraç edilen, yeniden ihraç edilen, bir rejime tabi olan veya serbest bölgeye konulan eşyaların;

– Sahte eşya,
– Sahte eşyanın tamamlayıcıları,
– Telif hakkına tabi taklit eşya
– Sahte veya telif hakkına tabi taklit eşyanın kalıp ve matrisleri

olduklarının anlaşılması halinde, bunlarla ilgili gümrük işlemleri, Yönetmeliğin 109’uncu maddesine istinaden durdurulmaktadır.

Gümrük Yönetmeliği’nin 106’ncı maddesine göre, Gümrük Kanunu’nun 57’nci maddesi kapsamına giren eşyaların;

– Gümrük Kanununun 59’uncu maddesine göre eşyanın serbest dolaşıma girmesi, ihracatı veya yeniden ihracatı ile ilgili gümrük işlemleri gümrük idarelerince durdurulmakta,

– Gümrük Kanununun 36’ncı maddesi kapsamında gümrük gözetimi altında iken denetlenen eşya, Kanunun 79’uncu maddesinin 1’inci fıkrasının (a) bendi kapsamında bir rejim uygulanan eşya, yeniden ihraç edilen eşya veya Kanunun 152’nci maddesine istinaden serbest bölgeye konulan eşyanın fikri ve sınai mülkiyet haklarını ihlal etmesi halinde gümrük idarelerince söz konusu eşya ile ilgili gerekli tedbirler alınmaktadır.

Öte yandan, hak sahibinin izni ile ticari markaya sahip olmuş, patent veya faydalı model hakları, telif veya komşu hakları ve tasarım hakları ile korunmuş ve hak sahibinin izni ile üretilmiş eşyanın hak sahibinin rızası dışında bu maddenin birinci fıkrasının (a) ve (b) bentlerinde belirtilen durumlardan birine tabi olması veya hak sahibinin onayladığından farklı koşullarda üretilmesi veya başka koşullarda bir marka taşıması halinde söz konusu eşya bu madde hükümleri kapsamı dışında tutulmaktadır. Yani, söz konusu eşyalar hakkında gümrük işleminin durdurulması veya tedbir alınması gibi uygulama yapılamamaktadır.

Gümrük İdarelerine Başvuru: Fikri ve sınai mülkiyet haklarının korunmasına ilişkin mevzuat hükümlerini ihlal eder nitelikteki eşyaya ilişkin gümrük işlemlerinin durdurulması talebi Yönetmeliğin 19 no.lu ekinde yer alan ‘Fikri Sınai Mülkiyet Hakları’nı İhlal Eden Eşyanın Gümrük İşlemlerinin Durdurulmasına İlişkin Başvuru Formu’ ile yapılmaktadır. Söz konusu başvuru ekinde, eşyanın tanınmasına yardımcı olacak ayrıntının tarifini içeren bir belge ile kendisinin hak sahibi olduğunu kanıtlayan bir belgenin de yer alması gerekmektedir.
Ayrıca, henüz gümrüğe gelmemiş bir eşya ile ilgili olarak, gümrük idaresinin alacağı kararı yönlendirmeye yardımcı olmak üzere hak sahibi yukarıda belirtilen başvuru belgesine ilave olarak, aşağıdaki bilgileri de gümrük idaresine verebilmektedir:

– Eşyanın bulunduğu veya gönderilmesi planlandığı yeri,
– Taşımaya veya ambalajlara ilişkin ayrıntılar,
– Eşyanın önceden planlanmış varış veya yola çıkış tarihleri,
– Eşyayı taşıyan araca ilişkin bilgiler,
– İthalatçı, ihracatçı veya taşıyıcıya ilişkin bilgiler,

Önceden verilecek bu bilgiler, gümrük işlemlerinin hızlanmasına da yardımcı olabilecektir. Ayrıca söz konusu bilgilerin verilmemesi, başvuru hakkında işlem yapılmasına engel teşkil etmeyecektir.

Öte yandan, gümrüğe gelmemiş bir eşya ile ilgili olarak hak sahibinin başvuru dilekçesinde, gümrük idaresinin harekete geçmesini istediği sürenin uzunluğunu otuz günü geçmemek üzere tam olarak belirtmesi gerekmektedir. Sürenin başlangıcı olarak başvuru dilekçesinin gümrük idaresinin kaydına girdiği tarih esas alınmakta, muhtemel bir hak tecavüzünün önlenmesi amacıyla gümrük idarelerinin müteyakkız olmasını talep eden ve bir süre ile sınırlı olmayan genel mahiyetteki başvuru dilekçeleri değerlendirmeye tabi tutulmamaktadır.

Yine, başvurunun değerlendirilmesi sırasında söz konusu olan kırtasiye masrafları, tahlil ve ekspertiz ücretleri ile fazla mesai ücretleri hak sahibi veya temsilcisi tarafından gümrük veznesine yatırılmaktadır

Ayrıca, Gümrük idareleri olayın özelliğine göre gerekli görmeleri halinde ithalatçının veya kamunun hakkını güvenceye almak ve suistimalleri önlemek amacıyla başvuru sahibinden eşyanın CIF kıymeti kadar bir teminat isteyebilmektedirler.

Gümrük İdarelerince Yapılacak İşlemler : Gümrük idarelerince, fikri ve sınai mülkiyet haklarının ihlalinin tespiti halinde, muhtemel hak ihlali, eğer biliniyorsa, hak sahibine bildirilmekte, ayrıca, Gümrük idareleri hak sahibinin geçerli bir başvuruda bulunmasını teminen 3 iş günü boyunca bu şekilde tespit edilen eşyanın işlemlerini durdurabilmekte ve eşyaya el koyabilmektedirler.

Gümrük idareleri, hak sahibi tarafından yapılan başvuruyu değerlendirerek, söz konusu başvuruyu kabul edebilmekte veya eldeki belge ve bilgilerin yeterli görülmemesi hallerinde talebi reddedebilmektedirler. Başvuru talebi ile ilgili kararlar hak sahiplerine yazılı olarak bildirilmesi gerekmektedir.

Başvurunun kabul edilmesi halinde, gümrük idaresi söz konusu kararın ne kadar süre ile geçerli olduğunu Yönetmeliğin 107’nci maddesinde belirtilen süreler çerçevesinde açıkça belirtmek durumundadır.

Başvurunun kabul edilmediği yönünde bir karar alınması halinde, söz konusu karar, gerekçeleri belirtilmek ve itiraz yolu açık olmak suretiyle hak sahibine yazılı olarak bildirilmesi gerekmektedir.

Ayrıca, gümrük işlemlerine tabi eşyanın, gümrük idaresinin hak sahibinin başvurusu üzerine aldığı kararda yer alan sahte veya kopya eşya tanımına uyması halinde gümrük idaresi eşyanın gümrük işlemlerini durdurabilmekte veya eşyaya el koyabilmektedir.

Gümrük işlemlerinin durdurulması veya el konulması işlemi, eşya sahibine ve başvuru sahibine eşyanın gümrük işlemlerinin durdurulmasını veya eşyaya el konulmasını takip eden ilk iş günü içerisinde bildirilir. Gümrük İdaresi, gizli nitelikte ve mesleki sır kapsamında olan bilgiler ile ticari ve endüstriyel tasarımlara ilişkin hakların ihlalini oluşturan bilgiler hariç olmak üzere, eşya sahibinin ve alıcının adı, soyadı, firma adı ve adresi gibi bilgileri, yetkili yargı merciine müracaatta kullanılmak amacıyla talepte bulunan hak sahibine vermek zorundadır. Ayrıca, Yönetmeliğin 106’ncı maddesinin (a) ve (b) bentlerindeki işlemlerin herhangi birinde yer alan kişiler ve başvuru sahiplerinin talebi üzerine, gümrük işlemleri durdurulan veya el konulan eşyanın bu kişilerce kontrol edilmesi veya söz konusu eşyadan numune alınmasına gümrük idarelerince izin verilmektedir. Yine gümrük idaresi de eşyanın incelenmesi sırasında, işlemleri hızlandırmak amacıyla söz konusu eşyadan numune alabilmektedir.

Diğer taraftan, gümrük idaresince alınan durdurma kararının hak sahibine tebliğinden itibaren on gün içinde;

– esas hakkında yetkili mahkeme nezdinde dava açılmaması,
– veya yargı kararının eşyanın üzerine bir tedbir konulmasına gerek bulunmadığı yönünde olması,
– veya dava açılmış olsa dahi mahkemeden tedbir niteliğinde karar alınmaması,

hallerinde, eşya hakkında beyan sahibinin talepte bulunduğu gümrük rejimi hükümlerine göre işlem yapılmaktadır.

Yukarıda belirtilen 10 günlük süre içerisinde, gerek hak sahibi veya temsilcisi tarafından dava açıldığına ilişkin bir belgenin gümrük idaresine ibraz edilmemesi veya gümrük idaresine yetkili yargı merciinden tebliğ edilen bir karar bulunmaması gerekse yargı kararının eşyanın üzerine bir tedbir konulmasına gerek bulunmadığı yönünde olması hallerinde eşyanın üzerindeki tedbir kaldırılmaktadır.

Sahte veya kopya olduğu kesinleşen eşyaya ilişkin işlemler : Yetkili mahkemenin söz konusu eşyanın sahte veya kopya olduğuna karar verdiği hallerde, aşağıda belirtilen şekilde işlem yapılmaktadır:

a. Eşyanın imhasına karar verilmesi halinde, masrafları eşya sahibine ait olmak üzere ve tasfiye hükümlerine göre imha gerçekleştirilmektedir.

b. Eşyanın niteliklerinin değiştirilmesinden sonra eşya sahibine teslimine karar verilmesi halinde, hiçbir şekilde ilk haline gelemeyecek şekilde söz konusu eşyanın nitelikleri değiştirilmektedir. Marka ve etiketlerinin sökülmesi eşyanın niteliklerinin değişmesi için yeterli kabul edilmemektedir.. Bu işlemlere ilişkin masraflar eşya sahibi tarafından karşılanmaktadır. Nitelikleri değişen eşyanın bir gümrük rejimine tabi tutulması durumunda, Gümrük Kanununun 64 üncü maddesine göre işlem yapılmaktadır. Buna göre;

Beyannamenin tescilinden sonra, eşyanın niteliklerinde meydana gelen değişiklikler veya bozulmalar nedeniyle ithalat vergilerinden indirim yapılmaz. Ancak;

– Özellikle ilk madde olarak kullanılması mümkün hale gelen eşyanın ilk madde olarak beyan edilmesine gümrük idarelerince izin verilir. Gerekli görülmesi halinde, gümrük idareleri bu eşyanın ilk madde şeklinden başka bir şekilde kullanılmasını önleyici tedbirleri alır.

– Kısmen hasara uğrayan eşyanın ayrılması mümkün ise hasara uğramış kısmı için (a) bendi hükümlerine göre işlem yapılır. Eşyanın hasarlı ve hasarsız şekilde ayrılmasının mümkün olmadığı hallerde, beyan sahibinin talebi doğrultusunda (a) bendi hükmü uygulanabileceği gibi, bu eşyanın Gümrük Bölgesi dışına çıkarılmasına veya imhasına da izin verilir.

c. Eşyanın nitelikleri değiştirilmeksizin yeniden ihraç edilmesi şeklindeki taleplerin reddedilmesi gerekmektedir.

d. Sahte veya kopya eşyanın devlete terk edilmesine karar verilmesi halinde, tasfiye hükümlerine tabi tutulmadan önce söz konusu eşyanın (b) fıkrasında belirtildiği şekilde nitelikleri değiştirilmektedir

Öte yandan, Gümrük Kanunu’nun fikri ve sınai hakların korunması ile ilgili düzenlemeler içeren 57’nci madddesinin uygulamasına yol göstermek üzere, Gümrük Müsteşarlığının bugüne kadar 1 adet Genelgesi ve ve 11 adet tasarruflu yazısı bulunmaktadır.

C. Gümrük Muhafaza Görev Yönetmeliği

Gümrük Muhafaza Görev Yönetmeliği’nin 108’inci maddesi uyarınca, fikri ve sınai mülkiyet haklarının korunması mevzuatına göre, marka, coğrafi işaret, endüstriyel tasarım hakları ile 5/12/1951 tarihli ve 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu kapsamına giren haklarla ilgili olarak, hak sahibinin yetkilerine tecavüz eder mahiyette olup sahte markalı ya da telif hakkına tabi taklit mal tarifine uyduğuna ilişkin açık deliller bulunan eşyaya rastlanılması halinde Gümrük Muhafaza Amir ve Memurları tarafından gerekli tedbirler alınarak, konunun derhal ilgili gümrük idaresine intikal ettirilmesi gerekmektedir.

6. Sonuç

Fikri ve sınai mülkiyet haklarının korunması yönünde uluslararası düzeyde gerçekleştirilen çalışmalara, AB ile gümrük birliğine giden ve 3 Ekim 1995 tarihinden bu yana da tam üyelik yolundaki son dönemece giren Türkiye de kayıtsız kalmamış ve bu süreçte önemli ilerlemeler kaydetmiştir. Bu bağlamda, öncelikle, sınai mülkiyet haklarının, AB mevzuatına ve uluslararası normlara ve özellikle Dünya Ticaret Örgütü Anlaşması TRIPS Metnine uygun bir şekilde korunması amacıyla 551 sayılı Patent Haklarının Korunması Hakkında KHK, 554 sayılı Endüstriyel Tasarımların Korunması Hakkında KHK, 555 Sayılı Coğrafi işaretlerin Korunması Hakkında KHK ve 556 sayılı Markaların Korunması Hakkında KHK, 26 Haziran 1995 tarihli Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Ayrıca, 4110 sayılı Kanunla, 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanununun bazı maddelerinde değişiklikler yapılmıştır.

Ayrıca, 4 Şubat 2000 tarihinde yürürlüğe giren 4458 sayılı Gümrük Kanunu’nun 57’nci maddesi de fikri ve sınai mülkiyet haklarının korunmasına yönelik gümrük işlemleri hakkında hükümler içermektedir. Yine, Gümrük Yönetmeliği’nin 105-111’inci maddeleri de fikri ve sınai mülkiyet haklarının korunmasına yönelik ayrıntılı düzenlemelere sahiptir.

Sonuç olarak, Türkiye’nin, fikri ve sınai mülkiyet haklarının gerek ulusal ve gerekse uluslararası normlara uygun bir şekilde korunması ve özellikle gümrük birliğinden kaynaklanan yükümlülüklerin yerine getirilmesine yönelik olarak iç mevzuatında ve dolayısıyla gümrük mevzuatında önemli ölçüde uyum sağlamış olduğunu söylememiz mümkün bulunmaktadır.

Kaynakça :

1- “Avrupa Birliği ve Fikri Mülkiyet Hakları”, http://www.deltur.cec.eu.int/_webpub/documents/FactSheets/01-ABdeFikriMulkiyetHak.pdf
2- ÇOĞAL, Nejat, “Gümrük Birliği Çerçevesinde Türkiye-AT İlişkileri”, Ankara Üniversitesi ATAUM, 7. Dönem AB Uzmanlık Kursu Bitirme Tezi, Temmuz 2005, Ankara,
3- SOYAK, Alkan, “Küreselleşme Sürecinde Ulusal Teknoloji Politikası ve Türkiye: Sınai Mülkiyet Hakları ve Ar-Ge Teşvikleri Açısından Bir Çözümleme”, İstanbul: Bilim ve Teknik Yayınevi, 2000
4- TÜSİAD, Fikri Haklar Bülteni-1, Temmuz 1998, sayı:11, İstanbul. http://www.tusiad.org.tr/yayin/ bulten/f1/html/fbulten1.html
5- Gümrük Kanunu, Gümrük Yönetmeliği, Gümrük Muhafaza Görev Yönetmeliği
6- Fikri Mülkiyet Hakları ile ilgili Kanunlar
7- www.gumruk.gov.tr
8- www.wto.org
9- www.igeme.org.tr
10- www.dtm.gov.tr
11- www.turkpatent.gov.tr

http://www.gumrukkontrolor.org.tr/Yayinlar/Dergiler/55/7.html

Share This:

YENİ ANAYASA TASLAĞI NELER GETİRİYOR?

 

1982 Anayasasının bugüne kadar 14 defa değişikliğe uğramış bulunması, toplumsal gereksinimleri karşılamadaki yetersizliğini göstermekte, anayasal düzenin istikrarlı yapısını bozmakta ve Ülkemizin yeni bir anayasa ihtiyacının varlığını ortaya koymaktadır. Nitekim bu ihtiyaç, 1990’lı yılların başından itibaren bazı siyasi parti ve sivil toplum kuruluşlarının (1992 TÜSİAD, 2000 TOBB, 2001 ve 2007 Türkiye Barolar Birliği) yeni anayasa taslakları hazırlamalarına yol açmıştır. Alternatif olarak hazırlanan bu anayasa taslakları genellikle kamuoyunda yeterli ilgiyi görememiş ve ülke gündeminde önemli bir yer almamışlardır. Buna karşın, Adalet ve Kalkınma Partisi tarafından hazırlatılan Yeni Anayasa Taslağının önümüzdeki günlerde Türkiye’nin ana gündem maddesi olması beklenmektedir.

Adalet ve Kalkınma Partisi Genel Başkanı Recep Tayyip ERDOĞAN’ın talebi üzerine, Prof. Dr. Ergun ÖZBUDUN’un başkanlık ettiği akademisyenlerden oluşan bir Bilim Kurulu tarafından hazırlanan Yeni Anayasa Taslağı’nın, devlet-toplum-birey arasındaki ilişkileri düzenleyen bir toplumsal sözleşme olması hedeflenmektedir. 1982 Anayasasına göre daha demokratik ve sivil bir Anayasa olması beklenen Taslağın, aynı zamanda daha kısa ve öz (1982 Anayasası 177, 1961 Anayasası 157 maddeden oluşmakta iken, Yeni Anayasa Taslağı 137 maddeden teşekkül etmektedir.) hükümler içerdiği görülmektedir. Gerek yapılış tarzı ve gerekse içeriği bakımından geniş bir tartışma platformu oluşturması beklenen söz konusu Anayasa çalışması, Türkiye’nin AB standartlarında bir anayasaya kavuşacağı beklentisiyle Avrupa Birliği tarafından da destek görmektedir.

Cumhuriyetimizin değiştirilemez temel nitelikleri olan demokratik, laik ve sosyal hukuk devleti ilkelerini tam olarak hayata geçiren, bireylerin haklarını en etkili şekilde koruyan, temel hak ve özgürlükleri ‘İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin ve ‘Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin getirdiği ilke ve standartlarda güvence altına alan,  yasama, yürütme ve yargı erkleri arasındaki ilişkileri parlamenter sistem esas alınarak açık, net ve anlaşılabilir bir şekilde belirleyen, temsili demokrasiden katılımcı demokrasiye geçiş sağlayan, daha kısa, öz ve açık bir Anayasa hazırlanması hususu, 60. Hükümet Programının ana hedefleri arasında sayılmıştır.

137 maddeden oluşan ve yaklaşık 38 sayfa gerekçesi olan taslağın bundan sonra başta sivil toplum kuruluşları ve akademik çevreler olmak üzere kamuoyunun tartışmasına açılması ve 2008 yılında ülkemizin gündeminde önemli bir yer tutması beklenmektedir. Cumhurbaşkanı’nın yetkilerinden dokunulmazlıklara, Türk tanımından YÖK’ün işleyişine kadar birçok yeni düzenlemeler içeren Anayasa Taslağı, Cumhurbaşkanının tek başına yapacağı işlemler ile Yüksek Askerî Şûra kararlarının yargı denetimi kapsamına alınması, uyarma ve kınama cezalarına karşı yargı yolunun açılması gibi kamu idaresi ile ilgili önemli yenilikleri de beraberinde getirmektedir.

  1. Hükümet Programında, yeni anayasanın devlet-toplum-birey arasındaki ilişkileri hak, özgürlük ve sorumluluk temelinde düzenleyen bir toplumsal sözleşme niteliğinde olması ve olabilecek en geniş toplumsal uzlaşmayla hazırlanması gerekliliğinden söz edilmektedir.

1961 ve 1982 Anayasalarından farklı olarak, demokratik siyasal rejimin normal olarak işlediği bir dönemde, olağan bir yasama meclisi tarafından hazırlanıp kabul edilecek yeni bir anayasanın bu haliyle sivil bir uzlaşma anayasası olacağı görüşü, yeni anayasanın yapılış yöntemine karşı getirilen eleştirilere bir cevap olarak ileri sürülmektedir.

Yeni anayasa taslağının içeriğine baktığımızda ise, aşağıda belirtilen değişikliklerin ön plana çıktığını görmekteyiz:

– Başlangıç bölümü daha kısa olarak yazılmakta, değiştirilemezliği 4 üncü madde ile hüküm altına alınan 2 nci ve 3 üncü maddelerde Cumhuriyetin niteliklerine dokunulmaksızın bazı iyileştirici ve biçimsel değişikliklere gidilmekte, bu kapsamda, başlangıç kısmına atıfta bulunulmamakta,

– Devletin “dili Türkçedir” ifadesi yerine “resmi dili Türkçedir” ifadesi kabul edilmekte (Md.3),

– Herkese din değiştirme hürriyeti verilmekte (Taslak Md.24/1),

– İlk ve ortaöğretim kurumlarında din eğitimi ve öğretimi, isteğe bağlı kılınmakta (Md. 24/4),

–  Vatandaşlık tanımı olarak “Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türktür.” ibaresi yerine “Türkiye Cumhuriyetine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkese, din ve ırk farkı gözetilmeksizin Türk denir.” İfadesi kullanılmakta (Md.35 alternatifli),

– Yükseköğretim kurumlarında kılık ve kıyafet serbest bırakılmakta (Md. 45/6 alternatifli),

– Cumhurbaşkanının görev ve yetkileri azaltılarak sembolik düzeye indirgenmekte ( Md.81),

– Cumhurbaşkanının tek başına yaptığı işlemlere karşı yargı yolu açılmakta (Md.82),

– Genelkurmay Başkanının savaşta Başkomutanlık görevlerini Cumhurbaşkanı namına yerine getireceğine ilişkin ibareye yeni düzenlemede yer verilmemekte (Md.90),

– Milli Güvenlik Kurulu’na Başbakan başkanlık etmekte (Md.91 alternatifli),

– Yüksek Askerî Şûra Kararlarına karşı yargı yolu açılmakta (Md.94),

–  Mahalli idareler seçimleri de dört yılda bir yenilenmekte (Md.96),

– Uyarma ve kınama disiplin cezalarına karşı yargı yolu açılmakta (Md.98), memurlar ve diğer kamu görevlileri hakkında ceza kovuşturması açılması için idarî merciin izni aranmamakta (Md.98),

– Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun 17 üyesinden beşi birinci sınıfa ayrılmış hâkim ve savcılar arasından TBMM’ce seçilmekte (Md.109),

– Anayasa Mahkemesi’nin üye sayısı artırılarak asıl üye yedek üye ayrımına son verilmekte, 17 üyesinden dokuzu diğer yüksek mahkemeler, sekizi de TBMM tarafından belirli vasıfları haiz kişiler arasından beşte üç çoğunlukla seçilmekte (Md.112),

– Yüce Divan yeniden düzenlenerek Anayasa Mahkemesi ve Yargıtay Ceza Genel Kurulu üyelerinden oluşan bir karma mahkeme oluşturulmakta ve Meclis Başkanı ile Genelkurmay Başkanı ve Kuvvet Komutanları da yüce divan kapsamına alınmakta ve Yüce Divan kararlarına karşı temyiz yolu açılmakta (Md.119),

– Başlangıç kısmı anayasa metnine dahil edilmemekte (Md.136).

Şüphesiz yukarıda bir kısmını saydığımız ve kamuoyunun anayasa gündeminde en çok yer alması beklenen değişiklikler yanında, Yeni Anayasa Taslağı’nın temel hak ve özgürlükler, devlet-toplum-birey ilişkileri ve devletin ana görevlerini yürüten kurumları bakımından birçok değişikliği de beraberinde getirdiğini söyleyebiliriz. Bu değişikliklerin  önümüzdeki günlerde ayrı ayrı gündeme geleceğine kesin gözüyle bakmak durumundayız. Nitekim bir çok hukukçunun üzerinde önemle durduğu, meclisin yeni bir anayasa yapamayacağı görüşüne karşı, hükümet çevreleri son günlerde tasarıyı “mevcut anayasayı değiştiren” bir tasarı şeklinde takdim etmeye başlamıştır.

Sonuç itibariyle, yeni bir anayasaya duyulan ihtiyaç, aynı zamanda Ülkemizin varlığı açık olan anayasa meselesinin ortadan kaldırılmasına da katkıda bulunarak gelişmekte olan toplumumuzun önünü açabilecek bir fırsat olarak değerlendirilmelidir. Cumhuriyetin temel niteliklerine bağlı, Türkiye Cumhuriyeti’nin üniter devlet yapısını koruyan, idarenin bütünlüğü ilkesini benimseyen, bireylerin temel hak ve özgürlüklerini güvence altına alan yeni bir Anayasa Taslağı’nın, devlet-toplum-birey arasındaki ilişkileri düzenleyen bir toplumsal sözleşme niteliği kazanabilmesi için toplumun tüm kesimleri tarafından tartışılması ve millî mutabakatın en geniş biçimde sağlanması büyük önem arz etmektedir.

http://www.turkocagi.org.tr/modules.php?name=Yorumlar&pa=showpage&pid=54

Share This:

KAÇAKÇILIKLA MÜCADELE KANUNU’NDA İKRAMİYELER

Divan Dergisi, Sayı: 6

Nejat ÇOĞAL
Gümrük Muhafaza Başkontrolörü
1. GİRİŞ

Bilindiği üzere, 5607 Sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu, 4926 Sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Kanununu yürürlükten kaldırmış, 23 üncü maddesi ile de ikramiyeler ile ilgili yeni düzenlemeler getirmiştir. Söz konusu kanun maddesinin 5 inci fıkrasına göre, müşterek operasyonlarda ve kontrollü teslimat uygulamalarında ikramiye ödenmesi ve ikramiye ödemelerine esas birim fiyatların tespitine ilişkin esas ve usuller ile bu maddenin uygulanmasına ilişkin diğer hususlar, Maliye ve Milli Savunma Bakanlıklarının görüşü alınarak, İçişleri Bakanlığı ve Gümrük Müsteşarlığının bağlı olduğu Bakanlıkça çıkarılacak yönetmelikle belirlenmesi gerekmektedir.

Bu çerçevede, Başbakanlık Gümrük Müsteşarlığı ve İçişleri Bakanlığınca hazırlanan “5607 Sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Kanununa Göre Kaçak Eşya Yakalanması Halinde Muhbir Ve El Koyanlara İkramiye Ödenmesine İlişkin Usul Ve Esaslar Hakkında Yönetmelik”, 30.10.2007 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanarak, 5607 Sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu’nun yürürlük tarihi olan 31.03.2007 tarihinden itibaren geçerli olmak üzere yürürlüğe girmiştir.

23.6.2004 tarihli ve 25501 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan 4926 Sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Kanununa Göre Kaçak Eşya Yakalanması Halinde Muhbir ve El Koyanlara İkramiye Ödenmesine İlişkin Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmeliği yürürlükten kaldıran yeni yönetmelik, 5607 sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Kanununun 23 üncü maddesi gereğince; gümrük kaçağı eşya, uyuşturucu madde ve silah-mühimmat yakalamaları ile müşterek operasyonlarda ve kontrollü teslimat uygulamalarında yapılacak ikramiye ödemelerinin usul ve esaslarını düzenlemektedir. Bu çalışmamızda, yeni ikramiye yönetmeliği hükümleri incelenmek suretiyle, kaçakçılık kanununa dayanılarak yapılacak ikramiye ödemelerinin usul ve esasları hakkında bilgi verilmeye çalışılacaktır.

2. TANIMLAR

İkramiyeler ile ilgili usul ve esasları açıklamadan önce, bazı tanımlamaların yapılması yerinde olacaktır:

Birim: Gümrükler Muhafaza Genel Müdürlüğü, Jandarma Genel Komutanlığı, Emniyet Genel Müdürlüğü ve Sahil Güvenlik Komutanlığının kaçakçılıkla mücadele ile görevli birimlerini,

Merkez birimi: Gümrükler Muhafaza Genel Müdürlüğü, Jandarma Genel Komutanlığı Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Daire Başkanlığı, Emniyet Genel Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Daire Başkanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı İstihbarat Başkanlığını,
El koyan: 5607 sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Kanununun 19 uncu maddesi kapsamında kaçakçılığı önleme, izleme ve araştırmakla yükümlü olan ve kaçak eşyanın yakalanması eylemini sevk ve idare eden Mülki İdare Amirleri ile kaçak eşyanın yakalanması eylemine bizzat ve fiilen katılan Gümrük Müsteşarlığı, Jandarma Genel Komutanlığı, Emniyet Genel Müdürlüğü ve Sahil Güvenlik Komutanlığına bağlı personeli,
Muhbir: 5607 sayılı Kanunun 5 inci maddesinde öngörülen haller haricinde; kaçakçılığı, faillerini, kaçak eşyanın bulunduğu, saklandığı veya satıldığı yerleri yetkili birimlere haber veren, böylelikle yapılan incelemeye ilişkin ilk fiilin etrafıyla ortaya çıkmasına hizmet ve yardım eden ve verdiği bilgiler resmi makamlarca kayıt altına alınan kişiyi,

Kaçak eşya: Kanunda müsaderesi ve elkonulması öngörülen her türlü madde, ürün ve değeri,

Kaçak silah-mühimmat: 10.7.1953 tarihli ve 6136 sayılı Ateşli Silâhlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanunun 12 nci maddesine aykırı davranışlar nedeniyle yakalanan silâh ve mermiler ile 26.9.2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 174 üncü maddesine muhalefet suçlarında yakalanan maddeleri,

Uyuşturucu madde: 12.6.1933 tarihli ve 2313 sayılı Uyuşturucu Maddelerin Murakabesi Hakkında Kanunda uyuşturucu madde olarak tanımlanan her türlü maddeyi,

Kontrollü teslimat: Suç faillerinin belirlenmesi, her türlü delilin tespiti, toplanması, kaçak veya kaçak olmasından şüphe edilen eşyanın müsaderesi amacıyla, yurt içinde dağıtılacak veya yurt dışından Türkiye’ye getirilerek dağıtılacak veya Türkiye’de hazırlanarak yurtdışına götürülecek veya Türkiye’den transit geçecek, uyuşturucu ve psikotrop maddelerin, 1988 tarihli Uyuşturucu ve Psikotrop Maddelerin Kaçakçılığına Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesinin Eki I ve II Numaralı Tablolar ile bu Tablo değişikliklerinde yer alan maddelerin ve bunlara bağlı fonlar veya suçtan kaynaklanan mal varlığı değeri veya suçtan kaynaklanan mal varlığı değerine kaynaklık edecek diğer her türlü kaçak veya kaçak olmasından şüphe edilen eşyanın yetkili makamların bilgisi ve denetimi altında nakillerini,

Mülkiyetin kamuya geçirilmesi: 5607 sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Kanununun 3 üncü maddesinin onuncu ve onbirinci fıkralarında tanımlanan kabahatlerin konusunu oluşturan eşyanın mülkiyetinin kamuya bırakılmasını,

Müsadere: 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda belirtilen eşya ve kazanç müsaderesi ile Kanunun 13 üncü maddesindeki müsadereyi,

CIF kıymet: FOB kıymet üzerine Türkiye’deki giriş liman veya yerine kadar yapılan nakliye ve sigorta giderlerinin ilavesi ile oluşan kıymeti,

FOB kıymet: Eşya için fiilen ödenen veya ödenecek ya da ödenebilecek bedeli,

3. İKRAMİYE TALEPLERİNDE İZLENECEK YOL

a. Gümrük kaçağı eşya yakalamalarına ilişkin ikramiye taleplerinin, aşağıda belirtilen belgelerle birlikte yazılı olarak;

• İçişleri Bakanlığı birimlerince el konulmuş ise ilgili birimlerin bağlı olduğu merkez birimlerine,

• Gümrük Müsteşarlığı birimlerince el konulmuş ise müdahil gümrük idaresince merkez birimine,
Yapılacaktır.

Gümrük kaçağı eşya ikramiyeleri için gerekli belgeler;

– Olay tutanağının aslı veya operasyonu yapan birim amirliği tarafından onaylı örneği,
– Yetkili birimlerce düzenlenmiş kaçak eşyaya mahsus değer tespit tutanağı,

– Kaçak eşya ile ilgili mahkumiyete veya eşyanın müsaderesine veya mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin kesinleşmiş mahkeme kararının onaylı örneği,

– Kaçak Eşya İkramiye Cetveli,

– Yakalama olayının muhbirli veya muhbirsiz olduğunu, muhbirli ise muhbir sayısını, ihbarı alan ve muhbir ikramiyesini alacak görevlinin kimliğini açıkça belirten veya merkez biriminin belirleyeceği bir görevli tarafından alınmasını talep eden resmi bir yazı,

Öte yandan, merkez birimleri, yapacakları inceleme sonucunda, dosyada eksiklik tespit etmeleri halinde bunların tamamlanmasını sağlayacaklardır.

b. Kaçak silah ve mühimmat yakalanması durumunda ikramiye ödenmesine ilişkin talepler, aşağıda belirtilen belgelerden oluşan dosya ile birlikte yazılı olarak;

• İçişleri Bakanlığı birimlerince el konulmuş ise ilgili birimlerin bağlı olduğu merkez birimlerine,

•  Gümrük Müsteşarlığı birimlerince el konulmuş ise müdahil gümrük idaresince merkez birimine,

Yapılacaktır.

Kaçak silah ve mühimmat ikramiyeleri için hazırlanacak olan talep dosyasında bulunması gereken belgeler ise şunlardır:

– Olay tutanağının aslı veya operasyonu yapan birim amirliği tarafından onaylı örneği,

– Silah-mühimmatın olay tarihi itibariyle Milli Savunma Bakanlığınca belirlenmiş olan değer tespit listelerine göre hazırlanmış kaçak eşyaya mahsus değer tespit tutanağı aslı,

– Sahipli olarak yakalananlarda, ilk dönem ikramiye ödemesi için, kamu davası açıldığına ilişkin Cumhuriyet Savcılığınca tanzimli iddianamenin onaylı örneği, ikinci yarı ikramiyesi için mahkumiyete veya eşyanın müsaderesine ilişkin kesinleşen mahkeme kararının onaylı örneği,

– Sahipsiz olarak yakalananlarda kesinleşmiş müsadere kararının onaylı örneği,

– Kaçak Eşya İkramiye Cetveli,

– Yakalama olayının muhbirli veya muhbirsiz olduğunu, muhbirli ise muhbir sayısını, ihbarı alan ve muhbir ikramiyesini alacak görevlinin kimliğini açıkça belirten veya merkez biriminin belirleyeceği bir görevli tarafından alınmasını talep eden resmi bir yazı,

Merkez birimler, yapacakları inceleme sonucunda, dosyada eksiklik tespit etmeleri halinde bunların tamamlanmasını sağlayacaklardır.

c. Uyuşturucu madde yakalanması durumunda ikramiye ödenmesine ilişkin talepler, aşağıda belirtilen belgelerden oluşan dosya ile birlikte;

• Olaya İçişleri Bakanlığı birimlerince el konulmuş ise ilgili birimlerin bağlı olduğu merkez birimlerine,
• Gümrük Müsteşarlığı birimlerince el konulmuş ise müdahil gümrük idaresince merkez birimine

Yapılır.

Uyuşturucu madde ikramiyeleri için gerekli belgeler:

– Olay tutanağının aslı veya operasyonu yapan birim amirliği tarafından onaylı örneği,

– Yakalanan uyuşturucu maddenin cinsi, net ağırlığı veya yüzdesini belirtir ilk yarı ödemeleri için iddianame ve ikinci yarı ödemeleri için mahkeme kararına esas alınan Ekspertiz Raporu,

– Sahipli yakalamalarda, ilk yarı ikramiyesi için, kamu davası açıldığına ilişkin Cumhuriyet Savcılığınca düzenlenen iddianamenin onaylı örneği, ikinci yarı ikramiyesi için mahkumiyete veya müsadere kararına ilişkin kesinleşen mahkeme kararının onaylı örneği,

– Sahipsiz yakalananlarda kesinleşmiş müsadere kararının onaylı örneği,

– Kaçak Eşya İkramiye Cetveli,

– Yakalama olayının muhbirli veya muhbirsiz olduğunu, muhbirli ise muhbir sayısını, ihbarı alan ve muhbir ikramiyesini alacak görevlinin kimliğini açıkça belirten veya merkez biriminin belirleyeceği bir görevli tarafından alınmasını talep eden resmi bir yazı,

Merkez birimler, yapacakları inceleme sonucunda, dosyada eksiklik olması durumunda bunların tamamlanmasını sağlayacaklardır.

Öte yandan, Kaçak Eşya İkramiye Cetvelinin müşterek operasyonlarda, operasyona katılan her birim için ayrı düzenlenirken, tek bir birim tarafından gerçekleştirilen el koymalarda, o birimin el koyanları adına tek bir cetvel düzenlenecektir.

Müşterek operasyonlarda ikramiye talebi, operasyonu yürüten asli birim tarafından, ihbarın birden fazla birime yapıldığı durumlarda ise, ikramiye talebi, operasyonu koordine eden birim tarafından, yukarıda belirtilen usul ve esaslar çerçevesinde ilgili birimlere yapılması gerekmektedir.

Öte yandan, Yönetmeliğin 14 üncü maddesi, ikramiye taleplerinde yanlış ya da sahte bilgi, belge ibraz edenler ile ikramiyelerin ödenmesinde belgelerin tam ve eksiksiz olarak ibraz edilmesine rağmen ödemeyi kasıtlı olarak geciktirenler hakkında yasal işlem yapılacağını hükme bağlamıştır.

4. KONTROLLÜ TESLİMAT YAKALAMALARINDA İKRAMİYE TALEBİ

İkramiyelerle ilgili söz konusu Yönetmeliğe göre, kontrollü teslimat yakalamalarında ikramiye talebinin, kontrollü teslimata son verilen yerdeki birim tarafından yapılması gerekmektedir.

Buna göre, kontrollü teslimat yakalamalarında, el koyanlara sadece Türkiye Gümrük Bölgesinde el konulan kaçak eşya değeri dikkate alınarak ikramiye ödenecek, muhbir ikramiyelerinin hesaplanmasında yurtdışında el konulan kaçak eşya değeri de ikramiye hesaplamasına dahil edilecektir.

Öte yandan, yurtdışında el konulan kaçak eşya, silah-mühimmat ve uyuşturucu maddeler için, ilgili devletin yetkili makamlarından yazılı resmi bilgi gelmiş olması şartı aranacaktır. Bu eşya için ikramiye talep dosyalarının düzenlenmesinde de yukarıda sayılan belgelere emsal belgelerin, ilgili devletin yetkili makamlarınca düzenlenmiş olması yeterli görülecektir. Ayrıca, yapılan ihbar üzerine yurtdışında ele geçirilen kaçak eşya, silah-mühimmat ve uyuşturucu maddeler için de muhbirlere bu esaslara göre ikramiye ödemesi yapılabilecektir.

Diğer taraftan, kaçak eşya, silah-mühimmat veya uyuşturucu maddeye ait bölüm veya parçaların birden fazla yerde ele geçirildiği kontrollü teslimat veya yurtdışı yakalamalarında; ikramiye talep dosyasının ilgili merkez birimince doğrudan hazırlanabileceği gibi merkez birimince uygun görülecek bir birime de hazırlatılması mümkün kılınmıştır.

5. İKRAMİYE TUTARLARININ BELİRLENMESİ

5607 Sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Kanununa Göre Kaçak Eşya Yakalanması Halinde Muhbir Ve El Koyanlara İkramiye Ödenmesine İlişkin Usul Ve Esaslar Hakkında Yönetmeliğin 15 inci maddesi, Kaçak eşya yakalamalarında ödenecek ikramiye tutarlarının belirlenmesinde uyulacak esasları belirlemektedir. Buna göre;

– Kaçak silah-mühimmat ve Uyuşturucu madde yakalamaları dışında kaçak eşya yakalamalarında ikramiye tutarının belirlenmesinde çıkış kaçağı eşyanın FOB, giriş kaçağı eşyanın CIF kıymeti esas alınacaktır.

– Sahipsiz yakalanan kaçak eşyanın değeri, mahallin en büyük mülkî amirinin görevlendireceği Maliye Bakanlığı, Gümrük Müsteşarlığı ve Sanayi ve/veya Ticaret Odası temsilcilerinden oluşan üç kişilik heyet tarafından belirlenecek ve buna ilişkin olarak kaçak eşyaya mahsus değer tespit tutanağı tanzim edilecektir.

– Sahipli yakalamalarda kaçak eşyanın değeri, müdahil veya en yakın gümrük idaresince belirlenerek, kaçak eşyaya mahsus değer tespit tutanağı düzenlenecektir.

– Mahkumiyete ilişkin kesinleşmiş mahkeme kararlarının neticesinde kaçak eşya değerinin yukarıda belirtilen usullere göre belirlenen ilk değerden farklı olması durumunda, ikramiye ödemesinde mahkeme kararındaki değere esas olan giriş kaçağı eşyada CIF kıymet, çıkış kaçağı eşyada FOB kıymet esas alınacaktır.

– Kaçak silah-mühimmat yakalamalarında ödenecek ikramiye tutarının belirlenmesinde, olay tutanağı tanzim tarihine göre kaçak silah-mühimmatın Milli Savunma Bakanlığınca her yıl belirlenen değeri esas alınacaktır. Milli Savunma Bakanlığınca her yıl tespit edilen listede bulunmayan kaçak silah ve mühimmatla ilgili olarak Milli Savunma Bakanlığınca teşkil edilen üç kişilik bir heyet tarafından değer tespiti yapılacaktır. Ateşli silah, mermi ve her türlü patlayıcı maddeler için ödenecek ikramiyenin değeri, ekspertiz raporunu veren Adli Tıp Kurumu veya Bakanlık laboratuarı tarafından tanzim edilecek kaçak eşyaya mahsus değer tespit tutanağı baz alınarak belirlenecektir. Nükleer ve radyoaktif maddelerle ilgili değer tespiti ise Türkiye Atom Enerjisi Kurumu tarafından yapılacaktır

Uyuşturucu madde yakalamalarında ise;

– Ödenecek ikramiye tutarının belirlenmesinde, olay tutanağı tanzim tarihine göre, her türlü uyuşturucu maddenin birim miktarı için, Bakanlar Kurulunca tespit edilecek sabit bir rakamın memur aylık katsayısı ile çarpımı sonucu bulunacak değer esas alınacaktır.

– Uyuşturucu maddenin birim miktarının belirlenmesinde, maddenin saf haldeki miktarı esas alınacaktır.

– Yakalanan uyuşturucu madde, birim kabul edilen miktardan az veya fazla ise yakalanan miktarın birim kabul edilen miktara oranı üzerinden hesaplaması yapılacaktır.

– İkramiye tutarı; uyuşturucu maddenin cinsi, birim miktarı ve saflık derecesine ilişkin ekspertiz raporu üzerinden hesaplanacaktır.

6. İKRAMİYE ÖDEME ZAMANLARI, ORANLARI VE ÖDEMEYİ YAPACAK BİRİM

Söz konusu Yönetmeliğin 16 ncı maddesine göre;

– Kaçak eşya ikramiyesi, sahipli yakalanmışsa, yukarıda belirtilen esaslara göre belirlenen değerinin yüzde ellisi, sahipsiz yakalanmışsa değerinin yüzde yirmi beşi, mahkumiyete, etkin pişmanlıkta kamu davasının açılmamasına, eşyanın müsaderesine ya da mülkiyetinin kamuya geçirilmesine ilişkin kararların kesinleşmesini takip eden üç ay içinde, elkoyanların bağlı olduğu kurum bütçesinin ilgili tertibinden ödenecektir.

– Kaçak silah-mühimmat sahipli yakalanmışsa, yukarıda belirtilen esaslara göre belirlenen değerinin yüzde yirmi beşi kamu davasının açılmasını, yüzde yetmiş beşi ise mahkumiyete ilişkin hükmün veya müsadere kararının kesinleşmesini takip eden üç ay içinde; sahipsiz yakalanmışsa değerinin yüzde ellisi müsadere kararının kesinleşmesini takip eden üç ay içinde, el koyanların bağlı olduğu kurum bütçesinden ödenecektir.

– Uyuşturucu madde sahipli yakalanmış ise, yukarıda belirtilen esaslara Yönetmeliğin15 inci maddenin üçüncü fıkrasına göre belirlenen değerinin yarısı kamu davasının açılmasını, diğer yarısı mahkumiyete ilişkin hükmün veya müsadere kararının kesinleşmesini takip eden üç ay içinde; sahipsiz yakalanmış ise değerinin tamamı eşya hakkında verilen müsadere kararının kesinleşmesini takip eden üç ay içinde, el koyanların bağlı olduğu kurum bütçesinden ödeneceği hükme bağlanmıştır.

7. İKRAMİYELERE İLİŞKİN DİĞER HUSUSLAR

5607 Sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Kanununa Göre Kaçak Eşya Yakalanması Halinde Muhbir Ve El Koyanlara İkramiye Ödenmesine İlişkin Usul Ve Esaslar Hakkında Yönetmeliğin 13 üncü maddesi ikramiyelere ilişkin ortak hükümlere ver vermiştir. Buna göre;

Kaçak eşya, silah, mühimmat veya uyuşturucu madde sahibinin belirlenememesi ya da söz konusu eşya veya madde ile ilgili sahiplik iddiasında bulunan kişinin olmaması durumunda, eşya sahipsiz yakalanmış sayılacaktır.

Dağıtılacak ikramiyenin yüzde ellisi muhbirlere, yüzde ellisi el koyanlara verilecektir.

İhbarsız yakalama olaylarında ikramiyenin tamamı el koyanlara ödenecektir.

Kaçakçılığı önleme, izleme ve soruşturmakla yükümlü olanlara muhbir ikramiyesi ödenmeyecektir.

El koyma ikramiyesini, ancak kaçak eşyanın yakalanması eylemine bizzat ve fiilen katılanlar hak kazanacak, bizzat ve fiilen katılanların tespitine yönelik olarak, merkez birimlerince gerekli incelemeler yapılabilecektir. Bu durumda, kimlere ikramiye ödeneceğine ilişkin olarak merkez birimlerince verilen karar esas alınacaktır.
El koyanlara ödenecek ikramiye eşit miktarda paylaştırılarak ödenecektir. Olay başına ve yıllık ödenecek ikramiye tutarını dolduran kişilerin payına düşen ikramiye, aynı olayda el koyan durumundaki diğer kişilere paylaştırılamayacaktır.

Muhbirin birden fazla olduğu durumlarda, muhbir ikramiyesi muhbirlere eşit miktarda paylaştırılarak ödenecektir.

İhbarın birden fazla birime yapılmış olması veya birden fazla muhbirin olması durumunda, muhbir ikramiyesinden yararlanacaklar, kaçak eşyaya el koyarak olayı adli mercilere intikal ettiren birimce belirlenecektir.

Elkoyanlara verilecek ikramiyenin tutarı olay başına (30000) gösterge rakamının, kamu davasının açılması, mahkûmiyet, müsadere ya da mülkiyetin kamuya geçirilmesi kararının kesinleştiği tarihteki memur aylık katsayısı ile çarpımı sonucu bulunacak tutarı, ayrıca, bir yılda ödenecek ikramiye de (120000) gösterge rakamının memur aylık katsayısıyla çarpımı sonucu bulunacak tutarı geçemeyecektir. Bu tutarın hesaplanmasında, el koyanın aynı yıl içerisinde almayı hak ettiği kaçak eşya, kaçak silah-mühimmat ve uyuşturucu madde ikramiyelerinin tamamı esas alınacaktır.

Söz konusu Yönetmelik hükümlerine göre müsadirlere ödenen ikramiye, olay tutanağının tanzim edildiği yıl ikramiyesinden sayılacaktır.

Ödenecek ikramiyeler, Kanunun 23 üncü maddesi gereğince damga vergisi hariç vergi, resim ve harca tâbi tutulmayacaktır.

8. SONUÇ

Başbakanlık Gümrük Müsteşarlığı ve İçişleri Bakanlığınca hazırlanarak  30.10.2007 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanan, “5607 Sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Kanununa Göre Kaçak Eşya Yakalanması Halinde Muhbir Ve El Koyanlara İkramiye Ödenmesine İlişkin Usul Ve Esaslar Hakkında Yönetmelik”, gümrük kaçağı eşya, uyuşturucu madde ve silah-mühimmat yakalamaları ile müşterek operasyonlarda ve kontrollü teslimat uygulamalarında yapılacak ikramiye ödemelerinin usul ve esasları hakkında düzenleyici hükümler getirmiştir. Bahse konu Yönetmelik ile, 5607 Sayılı Kanunun 23 üncü maddesinde ana hatlarıyla düzenlenen kaçak ikramiyelerinin başvuru, tespit ve dağıtımında izlenecek yollar ile çeşitli mücadeleci kurumlar arasında işbirliği ve koordinasyonun sağlanmasına yönelik hususlar ayrıntılı olarak düzenleme altına alınmıştır. Bu çerçevede, etkili bir şekilde uygulanması halinde söz konusu Yönetmeliğin, gerek Kanun’un 23 üncü maddesinin işlerliğinin artırılması ve gerekse mücadeleci birimler arasında ortaya çıkabilecek uyuşmazlıkların giderilmesi suretiyle kaçakçılıkla mücadele faaliyetlerine önemli katkılarının olacağı düşünülmektedir.

Share This:

KÜRESEL KRİZİN GÖLGESİNDE DAVOS ZİRVESİ

 

Dünya Ekonomi Forumu (WEF) 2008 yılı olağan toplantısı 23 Ocak tarihinde İsviçre’nin Davos kasabasında başladı. 23–27 Ocak tarihleri arasında gerçekleştirilecek olan ve 26 Ocak’ta düzenlenecek bir toplantıda Türkiye’de izlenen ekonomi ve dış politika konularının da ele alınacağı Zirve’ye devlet ve hükümet başkanları, bakanlar, iş dünyasının üst düzey yöneticileri ile sanat ve medya dünyasından yaklaşık 2500 temsilci katılıyor.

Bu yıl ev sahipliğini Türkiye ve Fransa’nın yaptığı Zirveye Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın da katılması planlanıyordu ancak ani bir kararla katılım programı iptal edildi. Açılış konuşmasını ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice’ın yaptığı Foruma Devlet Bakanları Mehmet Şimşek ile Mehmet Aydın, Dışişleri Bakanı Ali Babacan, Enerji Bakanı Hilmi Güler ile Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz da katılmaktadır. Katılımcılar arasında Pakistan Cumhurbaşkanı Müşerref, İngiltere eski Başbakanı Blair, Bill Gates, Ürdün Kraliçesi Rania ve Bono da yer almaktadır.

Geçtiğimiz senelerde olduğu gibi bu yıl da Doğuş grubu tarafından düzenlenecek olan ve Türkiye’nin küreselleşme sürecindeki ekonomik ve siyasal varlığının tartışılacağı geleneksel resepsiyona ise Türkiye ve dünyanın ekonomi ve siyaset alanındaki üst düzey temsilcileri katılıyor. Türkiye’den 240 civarında katılımcının bulunacağı ve Program süresince düzenlenecek toplam 700 panelin 20 sinde Türkiye’nin konu olacağı Davos Zirvesi, Türkiye’nin tanıtımı açısından büyük bir fırsat olarak değerlendirilmektedir.

İlk toplantısını 1971 yılında yapan ve çevreden-ekonomiye, İslam-Batı diyaloğunun geliştirilmesinden uluslar arası terörizme kadar geniş bir yelpazede küresel sorunların tartışılıp çözüm yollarının arandığı Davos Zirvelerinin bu yılki ana teması “İşbirliğine Dayalı Yenilikçiliğin Gücü” (The Power of Collaborative Innovation) olarak belirlenmiştir. Ancak, ABD’den kaynaklanan ve hızla tüm dünyaya yayılan bir ekonomik krizin hemen arkasından gerçekleştiriliyor olması, Zirve’de daha çok ekonomik kriz ile ilgili konuların gündeme geleceğini işaret etmektedir. Zira “kara pazartesi” olarak da isimlendirilen 21 Ocak günü Avrupa ve Asya borsalarında 11 Eylül’den sonraki en büyük düşüşler yaşanmış, ilk iki günde bu değer kaybı %6 nın üzerinde gerçekleşmiştir. Türkiye ekonomisini de etkileyen bu küresel krizin hemen ardından Amerikan Merkez Bankası FED’in gösterge faiz oranlarında olağanüstü bir şekilde 75 baz puanlık indirime gitmesi bile krizi sonlandırmaya yetmemiştir. ABD hükümetinin 150 milyar dolarlık vergi indirimi paketinin ekonomide ne derece bir canlanmaya yol açacağını ise önümüzdeki günlerde göreceğiz.

Ana teması “İşbirliğine Dayalı Yenilikçiliğin Gücü” olarak belirlenen 2008 Davos Zirvesinin bu yıl beş alt kavramsal teması olacaktır. Bunları; işletme, ekonomi ve finans, siyasi ve iktisadi coğrafya, bilim ve teknoloji, değerler ve toplum olarak ifade etmemiz mümkündür.

Davos zirvesinin genel olarak iki türlü düzenlendiğini görmekteyiz. Bunlardan birincisi, ekonomik krizlerden çıkış yollarının tartışıldığı zirveler, ikincisi ise çevre gibi ekonomi dışındaki konuların tartışıldığı zirveler. Ekonominin rayında gittiği 2007 yılında yapılan zirvede iklim değişikliği konusu işlenmişti. Ancak, her ne kadar ana teması “İşbirliğine Dayalı Yenilikçiliğin Gücü” olsa da, 2008 zirvesinin, özellikle ABD ekonomisinde yaşanan durgunluktan kaynaklanan ve ABD, Avrupa ve Asya piyasalarında sert bir şekilde hissedilen dalgalanmanın etkisinde kalacağı düşünülmektedir. Nitekim ilk gün yapılan toplantılarda küresel ekonomik krizin gündeme damgasını vurduğunu görmekteyiz.

Netice itibariyle, küreselleşme karşıtlarının sesine kulak vermeksizin globalleşme yolunda hızla ilerlemesini sürdüren dünyamızın gittikçe evrensel bir nitelik kazanan sorunlarının tartışılıp, çözüm yollarının arandığı bir platform olarak değerlendirilen Dünya Ekonomi Forumlarının, daha iyi bir dünya idealini gerçekleştirmede ne kadar başarılı olacağını görebilmek için beklemeye devam etmemiz gerektiği aşikârdır.

http://www.turkocagi.org.tr/modules.php?name=Yorumlar&pa=showpage&pid=54

Share This:

DAVOS ZİRVESİNİN ARDINDAN

 
İsviçre’nin Davos kasabasında yapılan Dünya Ekonomi Forumu (World Economic Forum) 26 Ocak 2008 tarihinde Türkiye ve Fransa’nın düzenlediği gala geceleriyle sona erdi.  Ana teması “İşbirliğine Dayalı Yenilikçiliğin Gücü” olan zirveye“Küresel Krizin Gölgesinde Davos Zirvesi” başlıklı yazımızda da belirttiğimiz gibi, küresel ekonomik kriz damgasını vurmuştur. Öyle ki zirvenin açılış konuşmasını yapan ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice, ağırlıklı olarak, kendi ülkesinde başlayan ve dünyaya yayılan ekonomik kriz dalgasından bahsetmiş, ABD’nin küresel ekonominin motoru olmaya devam edeceğini ve krizi de yine ABD’nin çözebileceğini söylemiştir.

Buna karşın, küresel piyasalarda yaşanan krizin çözümünün likidite fazlası olan Çin ve Hindistan’dan bekleniyor olması, “Yükselen Pazar” olarak ifade edilen bu ülkelerin, küresel ekonominin büyümesine katkıda bulunan iki önemli aktör olduklarını ortaya koymaktadır.

Ayrıca, Şanghay İşbirliği Örgütü vasıtasıyla, Çin’i de yanına alarak, Amerika’nın hakim olduğu tek kutuplu dünya düzenine karşı bayrak açan Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in Davos’a gelmesine rağmen ortalıkta hemen hemen hiç gözükmemesi, Rusya’nın çok kutuplu yeni bir dünya düzeni oluşturma projesini hız kesmeden uygulamaya devam ettiğini göstermektedir.

Türkiye açısından bakıldığında ise, bazı bakanlar, merkez bankası başkanı ve iş dünyasının bir numaralı isimlerinin katıldığı Zirvede, daha ziyade ülkemizin enerji koridoru konumu ile sermaye piyasalarında yaşanan krizden nasıl etkileneceği hususlarının ön plana çıktığını görmekteyiz.

Öte yandan, küreselleşmeyi aslında kapitalizmin globalleşmesi olarak gören Dünya Sosyal Forumu’nun ilan ettiği 26 Ocak Küresel Eylem Günü dolayısıyla, Türkiye Sosyal Forumu tarafından İstanbul, Ankara ve İzmir’de, Davos karşıtı eylemler yapıldığını da burada belirtmemizde yarar bulunmaktadır.

Küresel ticaretin, neo-liberal siyasetin ve akademik kapitalizmin başkenti olarak nitelendirilen Davos Zirvelerinin aslında bir zenginler kulübü olarak “dünyayı daha iyi bir konuma getirme” idealini gerçekleştirmede ne kadar samimi olduğu da ayrı bir tartışma konusu olarak karşımızda durmaktadır. Örneğin, kapalı kapılar ardında yapılan enerji görüşmeleri, acaba yoksul insanların refah seviyelerinin artırılmasını mı amaçlıyordu? Petrol fiyatlarının 100 dolara dayanması veyahut Dünyanın önde gelen gaz üreticisi ülkeleri İran, Rusya, Katar ve Cezayir’in bir araya gelerek OPEC benzeri GAZOPEC adlı bir birlik oluşturmak suretiyle doğalgaz piyasasında tekel oluşturma projeleri mi daha iyi bir dünya oluşturma hedefine hizmet edecektir.

Diğer taraftan, Zirveye katılan Bill Gates’in 21. yüzyılın kapitalizmini, yoksullara da hizmet edebilen “yaratıcı kapitalizm” olarak adlandırmasının, globalleşmenin sosyal, kültürel ve insani boyutunun da olduğu varsayımıyla, küreselleşme karşıtlarını susturmaya yönelik bir arayış olarak değerlendirilmesi gerekmektedir. Aksi halde, UNICEF’in, Davos Zirvesi arifesinde bir basın toplantısıyla dünya kamuoyuna duyurduğu, Afrika ülkelerinde sağlık şartlarının iyiye değil, bilakis kötüye gittiği, İsveç’te doğan her 350 çocuktan sadece birinin ölmesine karşılık, Afrika ülkelerinde doğan her 4 çocuktan birinin 5 yaşına bile gelmeden ölüme sürüklendiği tespitinde bulunan “Dünya Çocuklarının Durumu 2008 Raporu” nun gündeme bomba gibi düşmesi gerekirdi. Davos’ta şüphesiz bir gündem değişikliği yaşanmış ancak bu gündem sapması ne yazık ki sadece Amerikan ekonomisinin resesyona girme ihtimalinin nasıl ortadan kaldırılacağı hususu üzerinde odaklanmıştır.

Kuşkusuz, dünyanın çeşitli ülkelerinden gelen fikir önderlerinin, devlet ve siyaset adamlarının ve iş dünyasının üst düzey temsilcilerinin bir araya gelmek suretiyle gerek kendi millî meselelerini ve gerekse küresel nitelik arz eden sorunları tartışıp çözüm yolları üretme gayretlerinin teorik anlamda yadırganacak bir tarafı yoktur. Ancak, Afrika’da kötüye giden sağlık koşullarının ve yaşanan açlık probleminin, milyonlarca dolara mal olan böylesi bir organizasyonda ne düzeyde ele alındığı hususu da merak konusudur. Eğer Dünya Ekonomi Forumu, sadece gelişmiş batı ülkelerinin ortaya çıkardığı sorunlar temelinde dünya gündemini belirleyen, küresel sermaye sahiplerinin yeni iş fırsatları yakalamaları için uygun bir ortam sağlayan, kapalı kapılar ardında görüşmeler yapılan bir zenginler kulübü olarak kabul edilecekse, merakımızın bağışlanmasını istemek yerinde bir hareket olacaktır.

http://www.turkocagi.org.tr/modules.php?name=Yorumlar&pa=showpage&pid=57

Share This:

ŞANGAY İŞBİRLİĞİ ÖRGÜTÜ VE TÜRKİYE’NİN YOL HARİTASI

 

Geçtiğimiz günlerde Savunma Bakanlığında düzenlenen bir toplantıda yaptığı konuşmada, Batıya meydan okuyarak, ülkesinin sınırlarındaki “çok açık şekilde yapılan güç gösterisine” kayıtsız kalamayacağını, “Rus nükleer güçlerinin her türlü saldırıya uygun karşılığı vermek için hazır olması gerektiğini” söyleyen Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in, bu meydan okumada, geleceğin süper gücü olabilecek Çin’nin de içinde bulunduğu Şangay İşbirliği Örgütü’nü (ŞİÖ) dayanak aldığını söylememiz mümkündür. Bazı üyeleri nükleer silahlara da sahip bulunan ŞİÖ’nün, 2007 yılında “Barış Misyonu–2007” isimli ortak bir askeri tatbikatı başarıyla gerçekleştirmiş olması bu tezimizi destekler mahiyettedir. Buna karşın, Amerikan Ulusal İstihbarat Dairesi Başkanı Michael McConnell’in, El-Kaide, Irak ve İran gibi Rusya ve Çin’in de ABD’nin ulusal güvenliği açısından tehdit olduğunu ilan etmesi, Rusya’nın bu tutumuna bir cevap olarak değerlendirilmelidir.

Rusya Federasyonu, Çin Halk Cumhuriyeti, Kırgızistan, Kazakistan, Tacikistan ve Özbekistan’dan oluşan altı üyeli Şangay İşbirliği Örgütü (Shanghai Cooperation Organization – SCO)  toplam 30 milyon kilometrekareyi aşan genişlikte bir coğrafyaya ve Dünyanın dörtte birini teşkil eden bir nüfusa sahip bulunmaktadır. Gözlemci üye statüsünde bulunan İran, Pakistan, Hindistan ve Moğolistan’ın da tam üye olmaları halinde, Dünya nüfusunun yaklaşık yarısını oluşturan küresel bir güç olması kaçınılmaz görünmektedir.

26 Nisan 1996 tarihinde, bölgesel güvenliğin sağlanması amacıyla (terör ve sınır uyuşmazlıklarının çözümü) yola çıkan Şangay Beşlisi kısa bir süre sonra daha da ileri giderek ekonomik, siyasi ve askeri işbirliği alanlarını da kapsama almıştır.  2000 yılında Şangay Formu adını benimseyen Örgüt, 2001 yılında Özbekistan’ın da katılımıyla Şangay İşbirliği Örgütü adını alarak geniş bir işbirliği alanında yeni bir uluslararası örgüt olarak kurumsallaşmasını pekiştirmiştir.

11 Eylül’den sonra ABD’nin “uluslar arası terörizmle mücadele” ve “ demokrasi getirme” sloganlarıyla  Afganistan’ı işgal etmesi ve Özbekistan ve Kırgızistan’da askeri üsler kurmasıyla beraber bölgede etkinliğini artırması, ŞİÖ’nün ABD ve NATO karşıtı söylemlerini her geçen gün daha da sert ve açık bir şekilde dillendirmesine sebep olmuş ve çok kutuplu yeni bir dünya düzeninin aktörlerinden biri olma hevesini tahrik etmiştir. “Yeni bir Varşova Paktı mı kuruluyor?” endişesini taşıyan Batı ülkeleri, ŞİÖ’nün gelişimini endişeyle izlemeye devam etmektedirler.

Sovyetler Birliği’nin dağılmasının hemen ardından, 1992 yılında Karadeniz Ekonomik İşbirliği Teşkilatının kurulması ve gelişmesinde öncü rol oynayan, ECO’ya Türk Cumhuriyetlerinin üyeliğini sağlayan, halen AB ile tam üyelik müzakerelerini yürüten Türkiye’nin, altı üyesinden 3 tanesi Orta Asya Türk  Cumhuriyeti olan, dünya enerji kaynaklarının önemli bir bölümüne sahip Şangay İşbirliği Örgütü’ne  tam üye veya gözlemci üye olup olmayacağı hususu gittikçe artan bir şekilde gündeme gelmektedir. Zira, her yıl yapılan zirve toplantılarıyla dünya gündemini meşgul eden ŞİÖ’ye Türkiye’nin katılma isteğinin, zaman zaman siyasi otoritelerce de dile getirildiği bilinmektedir. Özellikle ECO’yu önemli bir bölgesel örgüt haline getirmeye çalışması gereken Türkiye’nin, bir taraftan da ŞİÖ içinde yer almaya çalışması anlaşılabilir bir tutum olacaktır.

Şüphesiz ABD, Çin ve Rusya’nın bölgede artan nüfuzlarına karşı Türkistan Cumhuriyetlerinin bağımsızlıklarını koruyabilmeleri Türkiye açısından son derece önemlidir ve bu nedenle Türkiye’nin bölgede dengeleyici bir rol oynaması kaçınılmaz bir gerekliliktir. Zira, Orta Asya Cumhuriyetleri, ŞİÖ içinde, Çin ve Rusya’yı birbirine karşı denge unsuru olarak kullanırken, diğer yandan ABD’ni de, Rusya ve Çin’in her ikisine karşı denge faktörü olarak kullanmak istemektedirler. Türkiye’nin de Doğu-Batı arasında benzer bir dengeleme politikası uygulaması gayet tabi ki mümkündür. Özellikle son günlerde, Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy’nin hasmane bir tutumla, Türkiye’nin AB’ne tam üyelik yollarını kapatma yönündeki yoğun ve etkili çabalarını dikkate aldığımızda, Türkiye’nin alternatif işbirliği projelerine ne kadar ihtiyacı olduğu ortaya çıkmaktadır.

Türkiye, Orta Asya ve Hazar Denizi petrol ve doğalgaz kaynaklarının Dünyaya açılımını sağlayabilecek  bir enerji koridoru konumundadır ve Bakü-Tiflis-Ceyhan Boru Hattı ve Mavi Akım gibi, stratejik önemi büyük yeni projelerle bu statüsünü güçlendirmeye devam etmek durumundadır. Elbette, bölgede yer alan her ülke, giderek etkinliğini artıran ve yeni bir güç dengesi haline gelen Şangay İşbirliği Örgütü’nün, kendilerine sağlayabileceği birtakım faydaları hesap etmek suretiyle bu örgüte tam üye olmuşlar veya üyelik için sıraya girmişlerdir. Örneğin, bir yanda Rusya, Çin ile ilişkilerini normale dönüştürmek ve ABD’nin bölgedeki etkinliğini kırmak amacıyla ŞİÖ’nün kuruluşu ve gelişiminde belirleyici rol oynarken, öbür yanda nükleer silah geliştirmeye çalışan İran, uluslar arası izolasyondan kurtulmak için Örgüte üye olmak istemektedir.

NATO üyesi olan ve AB ile tam üyelik müzakerelerini yürüten Türkiye, Batı ile olan bu ilişkilerine halel getirmeden Avrasya seçeneğini çok iyi değerlendirmek durumundadır. Zira, bu bölgede akraba toplulukları, dost ve kardeş Türk Cumhuriyetleri ve İslam ülkeleri bulunmaktadır. 1992 yılından itibaren karşılıklı ticaret hacmimizin hızla arttığı bu ülkelerin doğal kaynaklar bakımından sahip oldukları zenginlikleri dikkate aldığımızda, ekonomik ve siyasal alanda işbirliği potansiyelimizin ne kadar geniş olduğu ortaya çıkmaktadır.

Ayrıca, Türkiye’nin Rusya ve Çin ile ilişkilerini normal zemine oturtabilmesi için Türkistan coğrafyasındaki akraba topluluklarıyla kültürel bağlarını geliştirmesi büyük önem arz etmektedir. Zira, ortak tarihi ve kültürel bağlara sahip bu toplulukların birbirleriyle yakınlaşması ve müşterek bir payda etrafında toplanması herhalde zor olmayacaktır. Türkiye, toplumlar arasında kurulacak iyi ilişkilerin devletler arası münasebetlere yapacağı olumlu yansımalardan da yararlanarak, hem Çin ve Rus halklarıyla ilişkilerini geliştirmede ve kendisinin bu halklara tanıtılmasında Türk Cumhuriyetlerini bir köprü olarak kullanabilecek ve hem de bu ülkelerle siyasi ilişkilerini güçlendirebilecektir. Böylece, jeopolitik konumu nedeniyle Türkiye’nin, hem Kafkaslarda etkinliğinin artırılması ve hem de Orta Asya ve Hazar Denizi doğal enerji kaynaklarının Batıya ulaştırılmasında yeni insiyatifler alması mümkün hale gelebilecektir. Enerjide önemli ölçüde dışa bağımlı bulunan Ülkemiz açısından Şangay İşbirliği Örgütü, bu stratejik hedefin gerçekleştirilebilmesi için kaçırılmaz bir fırsat olarak karşımızda durmaktadır. Nitekim, Türkiye’nin doğalgaz ihtiyacının önemli bir kısmını karşılayan İran’ın, keyfi olarak ve sık sık doğalgaz kesintisine gitmesi gösteriyor ki, Ülkemizin doğal gaz kaynaklarını daha da çeşitlendirmesi ve BTC’ye paralel, alternatif bir doğalgaz boru hattı üzerinde mevcut çalışmalarını hızlandırması gerekmektedir. Böylece, ŞİÖ ile iyi ilişkiler kurmuş bir Türkiye için, bu tür projeleri gerçekleştirmek daha kolay olacaktır.

Diğer taraftan, Şangay işbirliği Örgütü’nün temel hedefleri arasında terörizmle mücadele gelmektedir ve Örgüt islami ve etnik ayrılıkçı terör faaliyetleriyle mücadele anlamında önemli adımlar atabilmiştir.  Orta Asya’da varlığını sürdüren bu tip terör faaliyetleriyle  mücadelede yeterli düzeyde bilgi birikimi ve tecrübeye sahip olan Türkiye’nin, Örgüte büyük katkıları olabileceği gibi bu alanda ciddi işbirliği imkanları da söz konusu olabilecektir.

Netice itibariyle, Orta Asya’da, Çin ve Rusya’nın önderliğinde, terörle mücadeleden ortak enerji yatırım alanlarına kadar çok geniş bir yelpazede işbirliğini geliştiren ve hızla kurumsallaşmasını tamamlayan Şangay İşbirliği Örgütü ile ilişkilerin artırılması Türkiye’nin öncelikleri arasında yer almalıdır. Zira, jeopolitik konumu itibariyle Doğu-Batı arasında bir köprü niteliği taşıyan ve yönünü Batıya çevirmiş bulunan Türkiye’nin, ABD ve AB ile olan ilişkilerine zarar vermeden ve uygun bir zamanlama ile, geleceğin küresel güç odağı olma potansiyeline sahip böylesi bir Örgüte gözlemci veya tam üye olarak katılması, bölgede etkili bir denge politikası uygulamasına da yardımcı olacaktır. Ayrıca, Şangay İşbirliği Örgütü alanı içinde bulunan Kafkasya bölgesinin jeo-kültürel yapısı, Türkiye’nin bu coğrafyada çok kısa sürede etkinlik sağlayabilmesini mümkün kılabilecektir.

http://www.turkocagi.org.tr/modules.php?name=Yorumlar&pa=showpage&pid=64

Share This: