Etiket arşivi: AKDENİZ

AKDENİZ BİRLİĞİ Mİ, TAM ÜYELİK Mİ?

Almanya Başbakanı Angela Merkel ve Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy, Berlin’de bir araya gelerek, Fransa’nın öne sürdüğü Akdeniz Birliği Projesini gerçekleştirme konusunda anlaştıklarını ilan ettiler. Avrupa Birliği (AB) ile katılım müzakerelerini yürüten Türkiye’ye “imtiyazlı ortaklık” öneren ve Türkiye’nin tam üyeliğine karşı açıkça faaliyet yürüten Sarkozy, bu hedefine giden yolda belki de en kritik engeli aşmış gibi görünmektedir. Zira, “bütün kriterleri yerine getirse bile, Türkiye’nin AB üyeliğine karşı çıkacağını” söyleyen Sarkozy, Akdeniz Birliği konusunda nihayet Almanya’yı ikna edebilmiş ve Türkiye’nin alternatif yeni yol haritasını da güya belirlemiş sayılmaktadır.

Fransa’nın AB dönem başkanlığına denk gelen 13-14 Temmuz 2008 tarihlerinde Paris’te yapılacak iki günlük bir zirveyle kurulması öngörülen Akdeniz Birliği’ne, Almanya ile birlikte Akdeniz’e kıyısı olan yaklaşık 20 ülkenin dahil olması beklenmektedir. 14 Temmuz tarihinin Fransa’nın milli bayramına denk gelmesi ise ayrıca düşündürücü bir durumdur. 1995 yılında başlayan Barselona sürecinin başarısız olmasının ardından gündeme getirilen ve “ ekonomik, siyasi ve kültürel “ bir birlik olması hedeflenen böyle bir oluşuma, Akdeniz’in tam orta yerinde bulunan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin dâhil edilmeyecek olması da abesle iştigaldir. Zira, tam üyelik sürecinde AB’nin haksız bir şekilde Kıbrıs konusunu Türkiye’nin önüne engel olarak koyması yetmezmiş gibi şimdi bu tavrıyla da Kıbrıs meselesinde uzlaşma ortamını baltalamaktadır.

Ekonomik, siyasi, sosyal ve kültürel anlamda aralarında “derin farklılıklar” ve çatışmalar bulunan İsrail, Filistin, Lübnan gibi Ortadoğu ülkeleri, Kuzey Afrika Ülkeleri, Güney Kıbrıs Rum Kesimi ile AB üyesi Akdeniz ülkelerinin nasıl bir araya getirilip ortak bir paydada buluşturulacağı konusunda açık şüpheler bulunmaktadır. Kuşkusuz Fransa, eski sömürgeleri olan Kuzey Afrika ülkeleri üzerinde hâkimiyetini yeniden sağlamak, ABD’nin bölgede giderek artan ağırlığını sona erdirerek Paris’i bölgesel bir merkez haline getirmek suretiyle milli menfaatlerini maksimize etme çabası içerisine girmiştir. Sarkozy, Akdeniz Birliği projesi ile bir taşla iki kuş vurmayı hedeflemektedir. Zira, Almanya’yı da yanına alarak, AB’yi planının bir parçası haline getirmek, bu şekilde oluşturulacak Fransa merkezli bir oluşum ile hem Türkiye’yi AB dışında bırakmak ve hem de Fransa’nın bölgedeki milli menfaatlerini yükseltmek istemektedir.

Peki, Türkiye bu gelişmeler karşısında ne yapmalıdır?

Türkiye, yaklaşık yarım asır boyunca AB ile bütünleşme çabalarını sürdürmüş, bu kapsamda, 1996 yılı başında AB ile gümrük birliğini gerçekleştirmiş, son yıllarda gerçekleştirilen Anayasal ve yasal reformlarla demokratik ve sosyal yapısını daha da güçlendirerek Kopenhag siyasi kriterlerini karşılamayı başarmış bir Ülkedir. Zaman zaman engeller çıkarılmasına rağmen, Ekim 2005 tarihinden bu yana AB ile katılım müzakerelerini yürütmektedir.

Her ne kadar, 20 Aralık 2007 günü Roma’da bir araya gelen Fransa Cumhurbaşkanı ile İtalya ve İspanya başbakanları imzaladıkları protokolde açıkça “Akdeniz Birliği, Hırvatistan ve Türkiye ile Avrupa Birliği arasında devam eden müzakere sürecine karışmayacaktır” şeklinde bir ifade olsa da, bu durumun Fransa’nın Türkiye’ye karşı olan malum tutumunu değiştireceğini düşünmek pek de gerçekçi olmayacaktır. Yine geçenlerde Türkiye’ye gelen, Akdeniz İçin Birlik Projesi Sorumlusu Fransız Büyükelçi Alain Le Roy’un, “Akdeniz İçin Birlik Projesi, Türkiye’nin AB’ye tam üyelik sürecine alternatif teşkil etmez” demek ihtiyacını hissettiğini görmekteyiz.

Öte yandan, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Kasım 2007 tarihinde Paris’te, Fransız meslektaşı Nicolas Sarkozy’nin ortaya attığı Akdeniz Birliği düşüncesini incelediklerini ancak bunun Avrupa Birliği’ne tam üyeliğe alternatif olmadığını, ifade etmiştir.

Görüldüğü üzere, AB ile tam üyelik müzakerelerini yürüten Türkiye, Akdeniz Birliği projesinin AB’ye alternatif teşkil etmeyeceği konusundaki görüşünü sürdürmekte ve bu konuda rahat bir tavır sergilemektedir. Şüphesiz, tam üyelik Türkiye’nin vazgeçilmez hedefi olmalıdır ve bu süreçte taviz vermeksizin çalışmalar sürdürülmelidir. Ancak, Akdeniz’in en önemli ülkelerinden birisi olan Türkiye’nin bu bölgedeki oluşumlara kayıtsız kalamayacağı gerçeğiyle birlikte, AB’nin Türkiye’ye karşı çifte standard uygulama ihtimalini de gözardı etmemek gerektiğini burada özellikle belirtmekte fayda bulunmaktadır.

Türkiye-AB Müzakere Çerçeve Belgesinde, müzakerelerin, sonucu önceden garanti edilemeyen açık uçlu bir süreç olduğu, Birliğin hazmetme kapasitesinin bulunduğu, üyelik yükümlülüklerini üstlenememesi halinde Türkiye’nin en güçlü bağlarla Avrupa yapılarına tam olarak demirlenmesi gerektiği gibi hususlar açıkca belirtilmiştir. Ege Kıta Sahanlığı, Kıbrıs ve Ermeni meselelerinin, Türkiye’nin milli çıkarlarına aykırı bir şekilde, tam üyelik sürecinde müzakere konusu edilmeye çalışılıyor olmasını dikkate aldığımızda, müzakere belgesinde yer alan sözkonusu ifadelerle neyin kastedildiğini tahmin etmemiz zor olmayacaktır.

Fransa’nın Türkiye’yi AB’den dışlama projelerine aynı şekilde karşılık verilmesi gerekmektedir. Zira, Sarkozy, Akdeniz Birliği Projesi ile, AB’nin ikiye bölünme ihtimaline bile aldırış etmeksizin ve AB’ye rağmen, Fransa’nın milli menfaatleri doğrultusunda yeni bir oluşuma liderlik etme hevesine kapılmış durumdadır. Fransa, Akdeniz Birliği’ni, ülkesi ile Orta Doğu ve Kuzey Afrika arasında bir köprü olarak kullanmak istemektedir. Türkiye’nin de benzer alternatif projelere yoğunlaşması elbette mümkündür ve bu konuda daha avantajlı bir konumdadır. Türkiye, Avrupa ile Avrasya arasında bir enerji koridoru olma yolunda yeni projelere ağırlık vermek suretiyle hem enerji bağımlılığını azaltabilir ve hem de jeopolitik yapısını güçlendirebilir. Bu kapsamda, geleceğin küresel güç odağı olma potansiyeline sahip, dünya enerji kaynaklarının önemli bir bölümünü elinde bulunduran Şangay İşbirliği Örgütü ile ilişkilerini geliştirerek gözlemci üyelik başvurusunda bulunabilir. Karadeniz Ekonomik İşbirliği Teşkilatı ve ECO’nun (Economic Cooperation Organizatin) daha işlevsel hale getirilmesi ve bölgesel bir güç olması yolunda işbirliği çabalarını artırabilir. Türkiye’nin AB ve ABD ile ilişkilerini zedelemeden ve müzakere sürecini askıya almadan tüm bu projeleri değerlendirmesi, ekonomik, siyasal ve toplumsal potansiyelini bölgesinde harekete geçirmesi mümkündür.

Netice itibariyle, Önüne çıkarılan tüm dayatmalara rağmen, tam üyelik yolunda üzerine düşen görevleri yerine getirmiş ve nihayet kabul edilmesi zor koşullar içerse de müzakere sürecini başlatmış olan Türkiye’ye, tam da yolun sonuna yaklaşmışken, “imtiyazlı ortaklık”, “Akdeniz Birliği” gibi alternatif yollar gösterilmesi kuşkusuz haksızlıkların en büyüğü olacaktır. Bir Akdeniz ülkesi olarak Türkiye’nin bu bölgedeki oluşumlardan uzak kalması elbette düşünülemez. Ancak, bazı AB yetkililerince aksi ifade edilse de, Akdeniz Birliği oluşumunun, Türkiye’nin tam üyeliğine alternatif gösterilmesi gibi muhtemel senaryolara karşı hazırlıklı olunması, bu konuda gereken tedbirlerin alınması gerekliliği ortadadır. Bir yandan yarım asırdır devam eden, Avrupa’nın ortak iradesine katılma ve AB’nin gelecek vizyonunda yer alma çabalarını  taviz vermeden ve kararlılıkla devam ettirirken, bir yandan da, AB’nin “müzakerelerin ortak hedefi katılımdır” sözünde ne kadar samimi olduğunu sorgulamak, Türkiye’nin en doğal hakkı olacaktır.

http://www.turkocagi.org.tr/modules.php?name=Yorumlar&pa=showpage&pid=77

Share This:

SARKOZY’NİN KÜRESEL HAYALİ: AKDENİZ İÇİN BİRLİK

 

Aylardır yoğun bir mesai sarf eden Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy, nihayet AB üyesi ülkelerle Akdeniz’e kıyısı bulunan ülkelerden oluşan ve yaklaşık 760 milyon nüfusu temsil eden, Türkiye dahil toplam 43 ülkenin devlet ve hükümet başkanlarını 13 Temmuz’da Paris’te bir araya getirmeyi başarmış bulunmaktadır. Fransa Dışişleri Bakanı Bernard Koucher’in “Akdeniz’de yeni bir diyalog rüzgarı esiyor” sözleriyle tanımladığı ve Sarkozy’nin gövde gösterisine dönüşen Zirve ile birlikte, Akdeniz İçin Birlik’in temelleri atılmış oldu. İlk aşamada Akdeniz’in temizlenmesi, kara ve deniz ulaşımı, sivil savunma, alternatif enerji, yükseköğretim ve ortak Avrupa-Akdeniz Üniversitesi kurulması ve orta ve küçük ölçekli şirketlere yönelik kalkınma planından oluşan toplam altı projenin benimsendiği Birliğin ilk dönem eşbaşkanlığını Fransa ve Mısır’ın yapması kararlaştırıldı.

Suriye, İsrail ve Filistin liderlerinin de katıldığı Akdeniz İçin Birlik Zirvesine Türkiye son ana kadar katılıp katılmama konusunda kararsız kalmıştı. Ancak, gerek Sarkozy’nin Japonya’da yapılan G-8 Zirvesi sırasında Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ı telefonla arayıp Zirveye davet etmesi ve Akdeniz İçin Birlik projesinin Türkiye’nin AB üyeliğine alternatif teşkil etmeyeceğine dair güvence vermesi ve gerekse AB’ye üyelik için otomatik referandum koşuluna 3/5 istisnası getiren teklifin Fransız ulusal Meclisinde kabul edilmesi üzerine, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan tarafından Paris’e gitme kararı alınmıştır.

Nitekim, AB üyeliğinin onaylanması konusunda, Türkiye’ye karşı getirilen %5 formülünün Fransız Senatosu tarafından reddedilmesinin ardından, Ulusal Meclis’te kabul edilen yeni uzlaşma formülünün, Türkiye’nin Paris’te yapılacak Zirveye katılım kararı üzerinde etkili olduğunu düşünmekteyiz. Söz konusu Anayasa değişikliği teklifine göre, otomatik referandum genel kural olmakla birlikte, Parlamentonun beşte üçünün talebi üzerine Cumhurbaşkanı  AB’ye üyelik sözleşmesini yeniden oylanmak üzere Meclis ve Senato’nun birleşik oturumuna götürülebilecek ve buradan beşte üç oy alınması halinde yeni AB üyeliği onaylanmış sayılacaktır. Türkiye’yi doğrudan hedef almayan ve %5 formülünün aksine Parlamento onayını mümkün kılan bu yeni formülün, tam da 13 Temmuz Zirvesinden hemen önce Fransız Ulusal Meclisinde kabul edilmiş olması düşündürücüdür. Ancak, bu gelişmenin, esas itibariyle Türkiye’yi Paris zirvesine çekme amacına yönelik bir manevra olup olmadığını anlamak için biraz beklememiz gerekecektir.

Fransa’nın yoğun diplomatik girişimleri karşısında son ana kadar taviz vermekten kaçınan Türkiye’nin, bu sayede sağladığı bir diğer olumlu gelişme ise, Zirve Sonuç Bildirisinde istediği ifadelere yer verilmiş olmasıdır. Buna göre, Bildirinin 13. maddesinde, “Akdeniz İçin Birlik’in, AB’nin genişleme politikasından, müzakere ve ön üyelik sürecinden bağımsız olacağı”  hususu not edilmiş ve ayrıca Hırvatistan ve Türkiye ile ilgili olarak “AB ile tam üyelik müzakerelerine katılan ülkeler” ifadesi bildiride yer almıştır. Türkiye’nin endişelerini büyük ölçüde gideren bu gelişmeye rağmen, Sarkozy’nin, Türkiye’nin AB üyeliğine karşı yürüttüğü amansız mücadele göz önüne alınarak, ihtiyatın elden bırakılmaması  gerektiği kanaatindeyiz.

Cumhurbaşkanlığı kampanyası sırasında ortaya attığı Akdeniz Birliği projesini, Elysee Sarayı’na çıktıktan sonra Fransız dış politikasının önceliklerinden birisi haline getiren Nicolas Sarkozy, eski sömürgeleri olan Kuzey Afrika ülkeleri üzerinde hâkimiyetini yeniden kazanmayı ve Fransa’yı Akdeniz ve Ortadoğu’da söz sahibi kilit bir ülke haline getirmek suretiyle bölgedeki jeopolitik konumunu güçlendirmeyi hedeflemektedir.
Ancak, Mayıs ayından itibaren Avrupa Komisyonu’nun inisiyatifi ele alması ve projeyi yeniden değerlendirmek suretiyle orijinal Fransız ekseninden uzaklaştırarak bir AB projesi haline getirmesi üzerine, birçok AB ve Akdeniz ülkesinin endişeleri de giderilmiş oldu. Bu kapsamda, Proje’nin adı “Akdeniz Birliği”nden “Akdeniz İçin Birlik” e dönüştürülmüş ve Barselona sürecinin bir devamı olarak gelişmesi öngörülmüştür.
AB’den bağımsız olarak faaliyet gösteremeyecek olan Birliğin, biri AB üyesi ülkelerden, diğeri ise geriye kalan Akdeniz ülkelerinden seçilecek olan iki eşbaşkanı ve iki direktörü olacaktır. AB adına eşbaşkanlığı, AB dönem başkanı olan ülke yürütecek, Lizbon Anlaşmasının onaylanması halinde ise AB Konseyi Başkanı bu görevi üslenecektir. 2009 yılına kadar AB adına eşbaşkan  olacak Fransa’nın ortağı ise beklendiği gibi Mısır olacaktır. Akdeniz İçin  Birlik üyesi ülkelerin liderleri, her iki yılda bir düzenlenecek zirvede bir araya gelerek hedefleri masaya yatıracaklar, üye ülkelerin Dışişleri Bakanları ise  yılda bir kez toplanacaklardır. Öte yandan, Birliğin merkezi olacak ülke konusunda Fransa, Kuzey Afrika ülkelerinden birisini önerirken, Avrupa Komisyonu, Sekreterya’nın Brüksel’de olmasını istemektedir. Akdeniz Birliği’nin 2013 yılına kadar bütçesi 16 milyar Euro olarak öngörülmekte ve Birliğe özel yatırımcıların da mali destek sunması beklenmektedir.
Görüldüğü üzere, Fransa tarafından Paris eksenli olarak ortaya atılan Akdeniz Birliği projesi, Avrupa komisyonu tarafından bir AB projesine dönüştürülmüş ve Sarkozy’nin kişisel çıkar hesapları önemli ölçüde bozulmuştur.
Ne var ki, proje, Fransız çerçevesinden önemli ölçüde uzaklaştırılmış ve AB eksenine oturtulmuş olsa da, başarılı olup olamayacağına dair kuşkular hâlâ geçerliliğini sürdürmektedir. Birinci engel, Türkiye’nin, Sarkozy’nin gerçek niyeti üzerinde duyduğu haklı şüphelerdir. Zira, Avrupa Birliği ile katılım müzakerelerini yürüten Türkiye’ye “imtiyazlı ortaklık” öneren ve “bütün kriterleri yerine getirse bile, Türkiye’nin AB üyeliğine karşı çıkacağını” söyleyerek, Türkiye’nin tam üyeliğine karşı açıkça faaliyet yürüten Sarkozy’nin, Akdeniz Birliği projesini Türkiye’nin tam üyeliğine alternatif bir proje olarak geliştirdiğine dair tereddütler tamamen giderilmiş değildir. Son aylarda, Türkiye’ye gönderdiği üst düzey temsilcileri marifetiyle Türkiye’de ikna turları atan Paris, Akdeniz’in kilit konumundaki güçlü ülkesi Türkiye’yi sürece dahil edebilmek için yoğun çaba sarf etmiştir.  Keza, Fransızlar pekâlâ bilmektedir ki, Türkiye’siz bir Akdeniz Projesinin başarıya ulaşması mümkün değildir.

Sarkozy son anda yaptığı manevralarla Türkiye’nin, 13 Temmuz’da Paris’te yapılan Zirveye katılmasını sağlamayı başarmıştır, ancak Türkiye’nin Proje ile ilgili endişeleri tamamen giderilmiş değildir ve bu durum “Barselona Süreci:Akdeniz İçin Birlik” projesinin geleceği açısından ciddi bir belirsizlik alameti olarak karşımızda durmaktadır.

Projenin uygulanabilirlik kabiliyetini zayıflatan bir diğer husus ise, Ekonomik, siyasi, sosyal ve kültürel anlamda aralarında “derin farklılıklar” ve çatışmalar bulunan İsrail, Filistin, Lübnan gibi Ortadoğu ülkeleri, otoriter rejimlerle idare edilen Kuzey Afrika Ülkeleri ile AB üyesi ülkelerin nasıl bir araya getirilip ortak bir paydada buluşturulacağı konusunda duyulan endişelerdir. Mesela, Libya Lideri Kaddafi’nin, “Bizler hem Arap Birliği hem de Afrika Birliği’ne mensup ülkeleriz, bu birliği bozacak hiçbir girişimi kabul etmeyeceğiz” diyerek Akdeniz Birliği projesine karşı tavır alması ve bu nedenle  Zirveyi katılmayacağını açıklaması, ayrıca, Fas Kralı’ı Muhammed ile Ürdün Kralı 2. Abdullah’ın son anda Zirveye katılmayacağını bildirmesi, Birliğin gelecekte sancılı dönemler yaşayabileceğini işaret eden olaylara bir örnek olarak gösterilebilecektir.

Akdeniz’in kuzey ve güney yakası arasında özellikle son 15 yıl içinde önemli bir şekilde artış gösteren gelişmişlik farkı halen dünyada görülebilecek en yüksek noktaya ulaşmış durumdadır ve Akdeniz’in bilhassa kuzey kıyılarında yer alan ülkelerin istikrarını tehdit edebilecek düzeydedir. Ayrıca, Akdeniz Bölgesi dünyanın iklim değişikliğinden ve özellikle de kuraklıktan en ciddi şekilde etkilenecek bölgesidir. Bu nedenle, Sarkozy’nin kişisel hesaplarını bir tarafa bırakacak olursak, çevre, içme suyu, göç, enerji, ulaştırma ve sürdürülebilir kalkınma alanlarında sağlanacak yakın işbirliği ortamı, özellikle Kuzey Afrika ve Ortadoğu ülkelerine barış, refah ve istikrar getirme çabalarına önemli katkılar sağlayabilecektir. Ayrıca 13 Temmuz Zirvesinde, Akdeniz’in ve Ortadoğu’nun nükleer, kimyasal, biyolojik tüm silahlardan tamamen arındırılması konusunda alınan ilke kararı, her ne kadar pratik bir anlam ifade etmese de umutları beslemesi açısından önem arz etmektedir.

Netice itibariyle, arka bahçesi olarak gördüğü Doğu komşuları ve Akdeniz ülkeleri ile yakın ilişkiler geliştirmek amacıyla Doğu Boyutu ve Akdeniz Birliği gibi projelere destek veren Avrupa Birliği, bu şekilde, kendisine bir güvenlik çemberi oluşturmaya çalışmaktadır. Avrupa Birliği, başlangıçta, Sarkozy’nin, Fransa’nın milli çıkarlarını maksimize etmek üzere ortaya attığı Akdeniz Birliği projesini bir AB projesine dönüştürmek suretiyle belki de bir taşla iki kuş vurmayı hedeflemektedir. Zira, üye yapmayı düşünmediği bu komşu ülkeleri “en güçlü bağlarla Avrupa yapılarına tam olarak demirlemek” niyetinde olan AB, bu sayede hem kendisine bir güvenlik halkası tesis etme ve hem de bu ülkelerin üyeliğine alternatifler oluşturma hayaline kapılmış vaziyettedir. Ayrıca, Akdeniz İçin Birlik Projesinin, esasen Fransa’yı  Akdeniz’in hakimiyet merkezi haline getirme ve bu ülkeyi Orta Doğuya açma gibi, Sarkozy’nin stratejik hedeflerine alet edilmeye çalışıldığı gerçeği de göz ardı edilmemelidir.

Projenin, AB üyeliğine alternatif oluşturmadığına dair alınan güvenceler, Türkiye’nin Paris’teki zirveye katılmasını sağlamıştır. Bu önemli bir gelişmedir. Çünkü, bir zamanlar Türk Gölü olan Akdeniz’in en büyük ülkelerinden birisi olan Türkiye’nin, bölgede oluşturulacak bir projenin dışında kalmasının,  ne kendisine ve ne de diğer Akdeniz ülkelerine bir fayda getirmeyeceği bilinmektedir. Türkiye’nin Akdeniz’de, Fransa’ya göre daha avantajlı bir konumda olduğu gerçeği de gözden uzak tutulmamalıdır. Türkiye elbette bölgede huzur, barış ve istikrarı en çok isteyen ülkelerden birisidir ve bu nedenle Akdeniz İçin Birlik oluşumunda aktif rol oynamak durumundadır. Ancak bu yapılırken, bir yandan AB’nin Türkiye’yi oyalama taktiklerine karşı müteyakkız olunmalı, bir yandan da Birliğin, Fransa’nın küresel hırslarına alet edilmesine fırsat verilmemelidir.

http://www.turkocagi.org.tr/modules.php?name=Yorumlar&pa=showpage&pid=288

Share This: