Etiket arşivi: YANSIMALARI

2000/2001 EKONOMİK KRİZLERİ VE GÜNÜMÜZE YANSIMALARI

Divan Dergisi, Sayı: 5

Nejat ÇOĞAL

Gümrük Muhafaza Başkontrolörü

(A.B.D.’de, University of Illinois’te , finans mastırı yapmıştır)  

2000/2001 EKONOMİK KRİZLERİ VE GÜNÜMÜZE YANSIMALARI

1. Giriş

 Enflasyon 1970 yılından bu yana Ülkemizin yaşadığı en önemli ekonomik problem olmuş, bu nedenle Türkiye, IMF ile birlikte birçok anti-enflasyonist programa imza atmıştır. Bu dönemde, Türkiye mali piyasalarını ve sermaye hareketlerini serbestleştirmiştir. Çoğu başarılı olamayan bu programların başarıya ulaşabilmesini sağlamak amacıyla, ekonominin serbestleştirilmesi ve istikrara kavuşturabilmesi yönünde, son 30 yılda büyük gayretler sarf edilmiş, döviz kuru, özellikle nominal döviz kuru politikaları, bu ekonomik istikrar programlarının çoğunda anahtar rol oynamıştır.

Bu kapsamda, Ülkede yaşanan büyük bir depremin sosyo-ekonomik hasarlarını tamir etmekle yüz yüze kalmış olan Türkiye, 1999’da yine IMF destekli yeni bir istikrar programını başlatmıştır. Döviz kurunu esas alan enflasyonla mücadele programı, enflasyonu (TÜFE) 2000 yılı sonuna kadar %25, 2001 yılı sonunda %10–12 ve 2002 yılı sonuna kadar ise  %5–7 seviyelerine çekmeyi amaçlamaktaydı. Ancak, programın başlamasından yaklaşık 11 ay sonra Türk Ekonomisi, Kasım 2000’de bir likidite krizi, Şubat 2001’de ise bir döviz kriziyle karşı karşıya kalmıştır.

Çalışmamızda ilk olarak; Türkiye Ekonomisinin son 30 yıllık geçmişi kısaca gözden geçirilecektir. Bunu, 2000 yılı enflasyonla mücadele programının ana karakteristiklerinin özetlenmesi ve söz konusu programın yol açtığı bazı ciddi ekonomik gelişmelerin tartışılması takip edecektir. Daha sonra, 2000/2001 ekonomik krizleri ve krizden günümüze kadar olan gelişmeler kısaca ele alınacak ve son olarak ulaştığımız sonuçlar ifade edilmeye çalışılacaktır.

2. Türk Ekonomisine Genel Bir Bakış

Yüksek enflasyon 1970’den beri Türkiye’nin ana ekonomik problemi olmuş ve ülkemiz bu dönemde birkaç başarısız enflasyonla mücadele programını tecrübe etmiştir. Bankacılık sistemi çok zayıf ve sermaye piyasası ve menkul kıymetler borsası yok denecek kadar küçüktü. 1979’da, Türkiye derin bir borç krizi ile karşı karşıya kalmış ve IMF ile ilk stand-by programını imzalamıştır. 1980’li yıllarda, Hükümet bir ekonomik paketi uygulamaya koymuş ve bu programla Türkiye, dış ekonomik işlemlerini serbestleştirmeyi başarabilmiştir.

Program, olağanüstü ölçüde bir devalüasyonla birlikte başlamış (TRL/USD paritesi  47.7’den 70’e yükseltilerek yaklaşık %50 oranında bir devalüasyon gerçekleştirilmiştir), faiz oranlarında artış, ihracat sübvansiyonları, kamu iktisadi kuruluşlarından gelen olağanüstü fiyat artışları ve hükümet sübvansiyonlarının çoğundan vazgeçme taahhüdü, söz konusu programın başlıca karakteristikleri olarak göze çarpmıştır. Yine aynı dönemde, kotaların çoğu ortadan kaldırılmış, ülke parasının değeri düşürülmüş ve sonuç olarak döviz sistemi tümüyle serbestleştirilmiştir.

 Böylece, 1980’lerde Türk Ekonomisi hem dahili ve hem de harici olarak tümüyle serbestleştirilerek, içe piyasaya dönük ithal ikamesi politikası terk edilmiş ve ihracata dayalı büyüme politikası benimsenmiştir. Aynı yıllarda, Hükümet bankalara döviz işlemleri yapma iznini vermiş;  bankaları ve onların kısa dönem likidite ihtiyaçlarını karşılamak üzere İnterbank Para Piyasası oluşturulmuş; Sermaye Piyasası Kurulu teşkil edilmiş; İstanbul Menkul Kıymetler Borsası yeniden açılmış; sonuç olarak Türk ekonomisinin finansal derinliği artırılmıştır.

 

  Grafik 1: Gayri Safi Milli Hasıla (GSMH) Artış Hızı

Kaynak: TÜİK, DPT, HM 

1990’lı yıllarda, Gayri Safi Milli Hâsılanın (GSMH) , değişken bir yapı gösteren yabancı sermaye girişinin etkilerine, 1980’li yıllara kıyasla daha fazla bağlı bir hale geldiği görülmektedir. 1994 yılında yaşanan finansal krizle birlikte, enflasyon oranı 3 rakamlı bir sayıya ulaşmış ve nominal kur bir günde %39 değer kaybetmiştir. Ülkeden büyük miktarlarda sermaye çıkışına yol açan bu krizin hemen ardından Türkiye- IMF arasında yeni bir ekonomik istikrar programı imzalanmıştır. Söz konusu Stand-by anlaşmasının desteği ile önemli ölçüde yabancı sermaye girişi başlamış ve Türk ekonomisi 1995–1997 döneminde yıllık %7’den daha yüksek bir kalkınma hızını gerçekleştirebilmiştir. Bu dönemde, Merkez Bankası reel döviz kuru politikasını etkili bir şekilde takip etmiş ve 1994’teki yüksek devalüasyonun etkisiyle ihracat rakamlarında hızlı bir iyileşme sağlanmıştır. Bununla birlikte, hızlı ekonomik büyümeye rağmen, dış ticaret dengesi istikrarlı bir seviyede tutulabilmiş ancak, Asya Krizi nedeniyle, büyüme hızı 1998’de %3,1’e gerilemiştir.

 

Tablo 1: Başlıca Ekonomik Göstergeler (1999–2004)

1999 2000 2001 2002 2003 2004
 GSMH Artış hızı (%)  -6.1  6.3  -9.5  7.9  5.9  9.9
 Toptan Eşya Fiyatları (%)  62.9  32.7  88.6  30.8  13.9  13.8
Ağırlıklı Mevduat Faiz Oranları (Vadeli)  46.7  45.6  62.5  48.2  28.6  22.1
Fiili Yabancı Sermaye Girişi (Milyon Dolar)  813  1,707  3,374  622  745  1,245
 TRL/USD Değişim Oranı  60.9  48.5  96.5  22.9  -0.8  -0.04
 Cari İşlemler Hesabı  -1,344  -9,819  -3,390  -1,522  -7,905  -15,604

Kaynak: TCMB, DTM, DİE, HM  

1997 yılında yaşanan Doğu Asya Krizi ve 1998 yılında yaşanan Rusya Krizinin olumsuz etkileriyle mücadele etmek zorunda kalan Türkiye, 1999’da meydana gelen ve ekonomik ve sosyal hayatı sarsan depremlerle daha da güç koşullar içerisine sürüklenmiştir. Yüksek enflasyon ve reel faiz oranları, artan kamu açıkları nedeniyle bozulan ekonomik istikrarı yeniden sağlayabilmek amacıyla, Kasım 1999’da, Hükümet yeni bir enflasyonla mücadele programını başlatmış ve IMF ile yeni bir stand-by anlaşması imzalanmıştır.

Program, enflasyon oranını 2002 yılı sonuna kadar tek rakamlı bir sayıya indirmeyi hedeflemiştir. Bu programdan, o zamana kadar Türkiye’de uygulanan döviz kuruna endeksli ilk ekonomik program olarak bahsedebiliriz. Söz konusu 2000 yılı enflasyonla mücadele programını etkili kılabilmek için, döviz kuru sabitlenerek ileriye dönük bir döviz kuru takvimi ilan edilmiştir. Ayrıca, bir çıkış stratejisi tespit edilmiş buna göre; Temmuz 2001’den sonra simetrik ve merkezi bir döviz kuru etrafında dalgalanabilen esnek bir kur rejiminin mümkün olabileceği öngörülmüştür.

Başlangıçta, program başarılı gibi görünmekteydi. Yani, hemen hemen tüm kur uygulamaları, mali ve yapısal reformlar programa uygun gidiyordu ve ekonomide herhangi bir sterilizasyon söz konusu değildi. Ancak, Kasım 2000’de, ekonomik istikrar programından tam 11 ay sonra Türkiye bir finansal kriz ile karşı karşıya kalmıştır.

3. 2000 Yılı Enflasyonla Mücadele Programının Ana Karakteristikleri

2000–2002 yıllarını kapsayan söz konusu Enflasyonla Mücadele Programı (1999’da Türk Hükümeti tarafından IMF’ye sunulan Niyet Mektubu) temel olarak dört ana enstrümana dayanıyordu:

a. Önceden ilan edilen, nominal döviz kuru hedefi

b. Sıkı maliye politikaları

c. Merkez Bankası’nın bir Currency Board gibi hareket etmesi öngörülmekteydi. Yani, para arzındaki genişleme sadece Merkez Bankası’nın bilânçosunda yer alan net yabancı varlıkların pozisyonuna dayandırılacaktı. Ayrıca, sterilizasyon yapmama kuralı gereği, Merkez Bankası ihtiyari para politikaları uygulamayacak, bunun yerine, para arzı sadece piyasa koşulları tarafından belirlenecekti.

d. Yapısal reformlar

2000–2002 döneminde, parasal taban, döviz kurundaki günlük değer kaybı ve mali dengeler üzerinde özel hedefler uygulamaya konulmuştur. Tüm bu hedefler belirli bir takvim çerçevesinde önceden ilan ediliyor ve bunlar IMF yetkililerinin uygulama döneminde yaptıkları başarılı ziyaretlerde takip aracı olarak kullanılan “performans kriterleri “ olarak tanımlanıyordu.

Programa göre, enflasyon 2002 yılı sonuna kadar aşağı çekilecekti. Buna göre, son on yılda ortalama %80 civarında seyreden Toptan Eşya Fiyat Endeksi (TEFE) 2000 yılı sonuna kadar %20 oranına düşürülecekti. (Tüketici fiyatlarında hedef ise %25 idi). Söz konusu hedefler 2001 yılı için TEFE’de %10, TÜFE’de %12; 2002 yılı sonuna kadar ise sırasıyla %5 ve %7 idi.

Söz konusu para ve döviz kuru programı, Merkez Bankası’nın uluslararası rezervlerinde bir taban değeri ve ayrıca, net yurtiçi varlıklarda bir tavan değerini performans kriteri olarak benimsemiştir. Her üç aylık dönemde, net yurtiçi varlıkların, bir önceki çeyrek dönemin mevcut para tabanının %5’i oranında bir band içerisinde dalgalanmasına izin verilmiş ancak çeyrek dönem sonu değerleri önceden kararlaştırılmıştır.

Bir yandan ekonomik aktiviteler artarken, dış ticaret açığının 2000 yılında Gayri Safi Yurt İçi Hasılanın %0.5’inden %1.5-2’sine kadar, 2001 ve 2002 yıllarında da benzer şekilde büyümesi hedeflenmiştir.

Ayrıca, Toplam Borç/GSYİH oranının bir miktar azaltılarak %58’den 2001 yılı sonunda %56.5’e, 2002 yılı sonuna kadar da %54.75 oranına çekilmesi hedeflenmiştir.

Öte yandan, döviz sepeti içerisinde yer alan döviz kurlarının ileriye dönük olarak takip edeceği yol, IMF İcra Kurulu toplantısı öncesinde ilan edilecekti. Önceden ilan edilecek Döviz kurunun takip edeceği yol 1 Ocak 2000–31 Aralık 2000 tarihleri arasını kapsayacaktı. Bu dönem içinde, TL’nin değer kaybı TEFE’deki artışa uygun olarak %20 olması hedeflenmişti.

Söz konusu döviz kuru rejiminin açıklanmasından itibaren 18 aylık bir süre içerisinde, önceden açıklanan döviz kuru takviminin etrafında herhangi bir band olmayacaktı. Temmuz 2001’den itibaren ise, daha esnek bir döviz kuru rejimine yavaş yavaş geçilecekti.

Diğer taraftan, her üç aylık dönem sonunda,  Merkez Bankası’nın net yurt içi varlıkları toplamı Aralık 1999 seviyesini aşamayacaktı (performans kriteri).

Ayrıca, program, enflasyonla mücadele ve döviz kuru politikalarını gerçekleştirebilmek için bazı enstrümanları da hedef almıştır: Gelir dağılımı ve yapısal reformlar (özellikle mali sektörde, tarım politikalarında, sosyal güvenlik reformu, mali yönetim ve şeffaflık, vergi politikası ve yönetimi, özelleştirme ve sermaye piyasası, bankacılık sisteminin güçlendirilmesi ) bu politika araçlarına örnek olarak verilebilir.

 

4.  2000 Yılı Enflasyonla Mücadele Programının Yol Açtığı Başlıca Makroekonomik Gelişmeler

 

Kasım 1999 başlarında, Moody’s Türkiye’nin görünüşünü positive çevirdi. Bu olumlu başlangıç için iki önemli sebep vardı: Birincisi, istikrar programından beklentiler, ikincisi ise Türkiye- Avrupa Birliği arasındaki ilişkilerin iyileşmesi beklentileri idi. Aralık 1999’un ilk yarısında bu beklentiler teyit edildi. 9 Aralık 1999’da Türkiye IMF ile yeni bir niyet mektubuna imza atmış; 10-11 Aralık’ta düzenlenen Helsinki Zirvesi’nde Türkiye, Avrupa Birliği’nin genişleme sürecinde resmen aday üye olarak ilan edilmiştir.

Diğer taraftan, program ana hatlarıyla enflasyonu düşürmeyi hedefliyordu. Son 30 yıldaki en düşük seviyesinde olmasına rağmen, 2000 yılı sonunda, enflasyon oranındaki değişme programın amacına ulaşamamıştır. Diğer bir ifadeyle, hem TEFE ve hem de TÜFE özellikle 2000 yılının ikinci yarısında önemli ölçüde aşağı çekilmiştir. Fiyat endekslerindeki aylık artışlar, uygulama döneminde esas alınan döviz sepetinin (1 USD + 0.77 EURO) uğradığı değer kaybından daha yüksek olarak gerçekleşmiştir. Bu da, Türkiye’nin başlıca ticaret yaptığı ülke paralarına karşı Türk Lirası’nın aşırı değerlenmesi anlamına gelmektedir. Yıllık enflasyon TEFE’de %33, TÜFE’de %39 olarak gerçekleşmiştir.

Bununla birlikte, değişik talep faktörleri de kararlı fiyat artışları üzerinde önemli bir rol oynamıştır. Döviz kuru riski, önceden belirlenen 18 aylık takvim ile ortadan kaldırılmıştı. Bu, ayrıca, ülke riskini de azaltarak, yabancı yatırımcılara piyasa faizleri üzerinden arbitraj yapma fırsatını vermiştir. Böylece, sermaye girişi hızlandırıldı. Ayrıca, reel faiz oranlarındaki ciddi düşüş, geleceğe dönük toplam tüketim harcamaları ve yatırım talebinin telafi edilmesine yol açmış, bu durum fiyatlar  üzerinde sert bir talep baskısını da beraberinde getirmiştir.

 Grafik 2: Reel Döviz Kurları

 

Kaynak: TCMB

Bir taraftan yabancı sermaye girişi devam ederken, enflasyonla mücadele programı herhangi bir sterilizasyon girişimi gerektirmediği için, para piyasasının likiditesi artmış, faiz oranları düşmüş, bu gelişmeler sonucunda, yatırımcıların kazanç eğrisinin yönü aşağıya çevrilmiş, borç stokları üzerindeki geleceğe dönük faiz yükü azaltılmış, sonuç olarak borç geri ödeme riski azalarak ilave sermaye girişi cesaretlendirilmiştir. Ancak, faiz oranı hedefine ulaşılamamıştır.

Grafik 3: Ağırlıklı Mevduat Faiz Oranları

 

Kaynak: HM

Faiz oranlarındaki düşüş ve kredi imkânlarındaki artış, yatırım ve tüketim harcamalarının artmasına yol açmış, böylece ciddi bir ekonomik büyüme mümkün olabilmiştir.

Diğer taraftan,  dış ticaret açığındaki büyük genişleme ihracatın azalmasından değil, ithalatta meydana gelen ciddi artışlardan kaynaklandığını söylememiz mümkündür.

Bu arada, yabancı sermaye girişinde meydana gelen artışlar sadece cari işlemler açığını değil bununla birlikte iç ekonominin likiditesini finanse etmek için de bir araç olarak kullanılmıştır. Sterilizasyon yapmama kuralı ve Merkez Bankası’nın net yurtiçi varlıklar pozisyonu üzerindeki kısıtlamalar neticesinde, yabancı sermaye girişleri net yurtiçi varlıklarla beraber parasal tabanın genişlemesine de yol açmıştır. Kur riskinin bertaraf edilmesi ile ikiye katlanan söz konusu ekonomik gelişmeler, özellikle programın ilk aşamalarında, reel faiz oranlarında sert bir düşüşe sebep olmuştur.

 

Hazinenin kullandığı borçlanma enstrümanları için öngörülen faiz oranlarındaki düşüş olağanüstü bir gelişme olarak değerlendirilebilir. Çünkü Devlet borçlanma araçlarının faiz getirisi, 1994 ekonomik krizi sonrası dönemde %100–120 civarında seyrederken, 2000 yılı enflasyonla mücadele programının daha ilk aşamalarında bu getiri oranı %30-40’a kadar düşürülebilmişti. Bunun, ekonomik programın piyasada oluşturduğu güven ortamı ile ortadan kaldırılan döviz kuru riskinin bir sonucu olduğunu söylememiz mümkündür. Sonuçta, hem mevduat faiz oranları ve hem de gecelik İnterbank faiz oranları bu gelişmeyi takip etmiş, böylece 2000 yılının ilk üç çeyreğinde mali piyasalar marjinal olarak reel faiz oranları ile faaliyet göstermiştir.

Grafik 4: Tüketici Fiyatları Endeksi

 

Kaynak: HM

 

Ayrıca, faiz maliyetlerinde beklenmeyen ani düşüşler, transfer harcamalarında önemli bir tasarrufu da beraberine getirmiştir. Hatta,  konsolide bütçe içerisindeki faiz harcamaları reel açıdan 1990 yılı seviyesinin %25 üzerinde gerçekleşse de, program hedeflerinin %3.5 gerisinde kalmıştır.

 

5. Ekonomik Krizlere Genel Bir Bakış a. Kasım 2000 Krizi

Uluslararası Para Fonu’nun (IMF) desteklediği üç yıllık ekonomik istikrar programının uygulamaya konulmasından yaklaşık 11 ay sonra Türkiye, söz konusu enflasyonla mücadele ve mali uyum programının uygulanabilirliğini tehdit edecek düzeyde ciddi bir likidite kriziyle karşı karşıya kalmıştır. Sadece 20 Kasım 1999–5 Aralık 2000 döneminde 6.4 milyar Dolar net sermaye çıkışı olmuş, 1 Aralık 2000 itibariyle İnterbank gecelik faiz oranları %1700 seviyesine yükselmiştir. Çok geçmeden IMF devreye girmiş, bir ödemeler dengesi krizini takip edebilecek spekülatif atakları önlemek amacıyla, Merkez Bankası’nın döviz rezervlerini artırmaya yönelik, 10 Milyar Dolarlık bir finansman paketini 6 Aralık’ta ilan etmiştir. Ancak bu şekilde kriz çözülememiş, sadece ileri bir tarihe ertelenebilmiştir. Bahse konu likidite krizinin bir sonucu olarak, 2000 yılı değerlerine kıyasla, daha yüksek faiz oranları, daha düşük büyüme oranı ve daha düşük mali fazla 2001 yılı için başlıca beklentiler haline gelir. Bununla birlikte, ekonomi kurmayları, bankacılık sektörünün acil problemlerini çözmek ve telekomünikasyon, ulaştırma ve enerji sektörlerinde özelleştirmeyi hızlandırmak için görüş birliğine varmışlardır.

Hükümet, 18 aylık dönem için önceden ilan edilmiş olan sabit döviz kuru politikası üzerinde kararlılığını tekrarlamış ancak, kriz söz konusu döviz kuru politikasının güvenilirliği ve sürekliliği hakkında süregelen şüpheleri daha da artırmıştır. Enflasyon karşısında TL’nin oldukça yavaş değer kaybetmesi cari işlemler açığının büyümesine katkıda bulunmuş, bu kötüye gidiş de ayrıca, uygulanan döviz kuru politikasına olan güveni sarsmıştır.

Grafik 5: Cari İşlemler Hesabı

 

Kaynak: DTM

b. Şubat 2001 Krizi

İkinci ekonomik kriz, 19 Şubat 2001 tarihinde yapılan MGK toplantısında, Cumhurbaşkanı ile Başbakan arasında yaşanan gerginlik neticesinde patlak vermiştir. Bu kriz, tam da Kasım 2000 krizinin etkisiyle güvenin sarsıldığı ve ekonomik reform programının üzerindeki şüphelerin arttığı bir dönemde meydana gelmiştir. Söz konusu tartışma, gecelik faiz oranlarının yukarıya doğru sıçramasında ve uluslar arası rezervlerin azalmasında ani ve sert bir etki yapmıştır( 21 Şubat itibariyle gecelik faiz oranları %7500 kadar çıkmıştır). 22 Şubat’ta, Hükümet uygulanan döviz kuru politikasına bağlı kalamayacağına karar vererek, TL’nin dalgalanmasına izin verir. TRL/USD Paritesi 1.000.000 TL’nin üzerine çıkar ve izleyen dönemde de olağanüstü değişken bir yapıya kavuşur. Örneğin, Nisan ayının son iki iş gününde değişim oranının %25’i geçmesi hiç de şaşırtıcı olmamıştır.

Nihayet, enflasyonla mücadele programı, önceleri yabancı sermaye girişi ve kontrol altında tutulamayan dış açık, sonuçta ise yabancı sermaye çıkışı ve bir finansal krizin sadece bir yıl içerisinde peş peşe gerçekleşmesine yol açmıştır. IMF bir önceki modeli derhal bir kenara atmış ve son derece sert bir ekonomik daralma paketini uygulama alanına sokarak, Türk ekonomisinin barış döneminde yaşanan en derin ekonomik durgunluk içerisine girmesine yol açmıştır. 1999 yılı rakamlarını 1999 yılı rakamları ile karşılaştırdığımızda, IMF’nin müdahalesi, daha yüksek enflasyon, çökme aşamasına gelen bir finansal sistem, ciddi bir borç geri ödeme darboğazı ve derin bir ekonomik durgunluk olarak Türk Ekonomisine yansımıştır.

Başlangıçta enflasyonun hızı yavaşlatılabilmiş ancak, döviz kuru hareketlerinin gerisinde kalınması suretiyle TL’nin aşırı değerlenmesine sebebiyet verilmiştir. Yükselen talep ve aşırı değerlenmiş ulusal para, istikrarsız bir dış ticaret ve yüksek cari işlemler açığı problemlerinin başlıca sebebi olmuştur. Bir yandan cari işlemler açığının kabul edilebilirliği sorgulanmaya başlanmışken, diğer taraftan ekonomi dış kaynaklardan gelebilecek spekülatif ataklara karşı korumasız bir konuma gelmiştir. Nihayet, Kasım 2000 ve Şubat 2001’de TL’ye karşı yapılan saldırılar sonucunda, enflasyonla mücadele ve istikrar programı çökmüş; rezervlerin önemli ölçüde tüketilmesi ve 4 rakamlı faiz oranları, önceden ilan edilmiş olan kur takviminin devam ettirilmesini mümkün kılamamıştır. 2001 yılında ekonomi %9.5 oranında daralmış, hızla yükselen reel faizler ve yüksek oranlı devalüasyon, finansal sistemi ciddi bir bankacılık krizinin içine doğru iterek bazı bankaların Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu’na (TMSF) devredilmesine yol açmıştır.

6. Krizden Günümüze Yansımalar

Krizin etkisiyle birlikte, enflasyon TEFE’de, 2000 yılında %32.7’den 2001 yılı sonunda %88.6’ya kadar yükselmiştir. Krizler sonrasında ekonomik programda revizyona gidilmiş, uygulanan döviz kuru politikası terk edilerek, döviz kurunun serbestçe dalgalanmasına izin verilmiştir.

Krizin ardından kurun önemli ölçüde değer kaybetmesi, dış ticarette rekabet gücünün artmasını sağlamış ve ekonomi 2002 yılından itibaren toparlanma eğilimine girmiştir.

IMF-Türkiye arasında, 2002–2004 yıllarını kapsayan yeni bir stand-by anlaşması imzalanarak hedefler revize edilmiş, uygulanan yeni ekonomik tedbirlerle, göstergeler hızla iyileşmeye başlamıştır.

2005 yılı itibariyle enflasyon, ÜFE’ de %2.66’ya, TÜFE’de ise %7.72’ye kadar düşürülebilmiş; ağırlıklı mevduat faiz oranları ise 2001 yılındaki %62.5 seviyesinden, 2005 yılının Kasım ayı itibariyle %19.9 seviyesine kadar gerilemiştir. Ekonomi, 2001 yılında %9.5 oranında daralırken, 2002, 2003 ve 2004 yıllarında sırasıyla %7.9, %5.9 ve %9.9 oranlarında büyüme kaydetmiştir.

Öte yandan, Cari İşlemler Hesabı 2005 yılında 22.8 milyar Dolar açık vermiştir. Aşırı değerlenmiş YTL ile yüksek reel faiz oranları, son yıllarda artış eğilimi gösteren cari açık üzerinde baskı oluşturarak ileride bir ödemeler dengesi probleminin yaşanmasını muhtemel kılmaktadır.

Diğer taraftan 2006’nın ikinci çeyreğinde ekonomide yaşanan dalgalanmalar kimi çevrelerce mini bir kriz olarak değerlendirilmiştir. Bu dönemde döviz fiyatlarında ciddi artışlar olmuş, Merkez Bankası bir oturumda faizleri 1.75 puan birden artırmış, İMKB endeksi ise önemli ölçüde değer kaybetmiştir. Ülkede bulunan sıcak paranın yön değiştirdiği endişelerini artıran bu hareketlenmelerde, dış piyasalardaki olumsuz gelişmelerin de (Dünya borsalarının değer kaybetmesi, petrol fiyatlarındaki artışlar, ABD’nin faizleri artırması, Kuzey Kore’nin nükleer füze denemesi gibi) etkisinin olduğunu söylememiz mümkündür. Merkez Bankası bu dönemde, faiz artırımını yeterli görmeyerek, ayrıca, piyasaya büyük miktarlarda döviz satarak da müdahalede bulunmuştur. Ancak, geldiğimiz noktada bu müdahalelerin kısmen başarılı olduğunu söyleyebilmekteyiz.Sonuçta, dalgalı kur sisteminin uygulandığı ekonomilerde, döviz fiyatlarının ani ve yüksek değişimler haricinde aşağı-yukarı dalgalanması normal kabul edilebilmektedir.

Her ne kadar, döviz piyasasında yaşanan dalgalanmaları, aşırı değerlenmiş YTL fiyatının dengelenmesi yönünde hareketler olarak değerlendirilse de, bu noktada, döviz kuru ve para politikalarının gözden geçirilerek, mali disiplinin daha da güçlendirilmesinin, hem ihracatın desteklenmesi ve hem de potansiyel bir ödemeler dengesi probleminin bertaraf edilmesi açısından gerekli olduğunu düşünmekteyiz.

 7. Sonuç

Türkiye, 1970’li yıllardan itibaren yüksek enflasyonla birlikte yaşamak zorunda kalmış, Hükümetler, fiyat istikrarının sağlanması için çoğu başarısız olan birçok ekonomik programı uygulamaya koymuştur. Aralık 1999’da, Hükümet IMF’in desteğiyle birlikte, döviz kuruna dayanan bir anti-enflasyon programı başlatmış; Programın başlamasından yaklaşık 11 ay sonra Türk Ekonomisi Kasım 2000’de bir likidite krizi ve çok geçmeden Şubat 2001’de de bir döviz krizi ile karşı karşıya kalmıştır. Böylece, Döviz kurunu esas alan ve 2000–2002 yıllarını kapsayan, IMF destekli üç yıllık ekonomik istikrar programı da başarıya ulaşamamıştır. 2001 ekonomik kriziyle birlikte, Türkiye, barış döneminde yaşanan en derin ekonomik durgunluk içine girmiş, finansal sistem ciddi bir bankacılık krizinin içine doğru itilmiştir.

Netice itibariyle, 1980’li yıllardan itibaren Türkiye’de uygulanan ekonomik istikrar programlarının, sadece IMF desteğiyle başarıya ulaşma şansını elde edemedikleri anlaşılmıştır. İyi hazırlanmış bir istikrar programının, aynı zamanda yapısal reformlar, mali disiplin, tutarlı para ve döviz kuru politikaları ve halkın uygulanan programa olan güveninin sürekli kılınmasıyla hedefine ulaşabilmesi mümkündür. Bu kapsamda, 2002 yılından itibaren, cari açık dışında, ekonomide sağlanan olumlu gelişmeler ancak, halkın istikrar ve güven duygusunun korunmasıyla daha da ileriye gidebilecektir.

Yararlanılan Kaynaklar

Alper,C. Emre. “The Turkish Liquidity Crisis of 2000: What Went Wrong?” Russian and East European Finance and Trade, forthcoming. http://www.econ.boun.edu.tr/papers/pdf/wp-01-11.pdf, 2001.

Boratav, Korkut, “Notes on Turkey and Europe: Contradictions of opening up.” http://www.bilkent.edu.tr/~yeldanbs/Yazilar_Uye/Boratav_apr02, April 2002.

Boratav, Korkut, “2000/2001 Krizinde Sermaye Hareketleri”, http://www.bilkent.edu.tr/~yeldanbs/Yazilar_Uye/Boratav_agu01

Coulthurst, Barry.”Country Update: Turkey”,A Report by Australia and New Zealand Banking Group Limited(ANZ), April 2001.

Dinçer, Nazire Nergiz, “Döviz Kuru Dalgalanmalarının Asimetrik Etkileri: Türkiye Örneği” DPT Uzmanlık Tezi, DPT:2682, Şubat 2005.http://ekutup.dpt.gov.tr/para/dincernn/dovizkur.pdf

Erdikler, Şaban, “Türkiye’de Yabancı sermaye Hareketleri-Ortaklık ve İşbirliklerinin Rolü”,http://bsy.marmara.edu.tr/TR/sempozyum_bildirileri/SABAN%20ERDIKLER_75-82_.pdf

Kalkan, Mahmut. “Capital Flows and Exchange Rates in Turkey: The Effects of Liberalization and Stabilization.” http://eagle3.american.edu/~mk4078a/paperdraft.pdf, November 2002.

Shapiro, Alan C. “Multinational Financial Management,” John Wiley & Sons, Inc. Seventh Edition, 2003, pp.206,225-226.

Yeldan, Erinc. “On the IMF-Directed Disinflation Program in Turkey: A program for Stabilization and Austerity or a Recipe for Impoverishment and Financial Chaos?”  http://www.bilkent.edu.tr/~yeldane/TurkCris2001.PDF, September 2001.

Internet Kaynakları 

www.tcmb.gov.tr

www.foreigntrade.gov.tr

www.imf.org

www.die.gov.tr

www.hazine.gov.tr

Share This:

KÜRESEL MALİ KRİZ VE SİYASİ YANSIMALARI

Nejat ÇOĞAL

2007 yılında ABD’de mortgage sisteminin çökmesiyle başlayan finansal kriz giderek derinleşmiş ve geldiğimiz noktada küresel bir boyut kazanmış bulunmaktadır. 1929 depresyonundan sonraki en büyük mali kriz olarak görülen ve ABD’nin dünya çapındaki yatırım bankalarının bir bir çökmesine yol açan bu global kriz, kapitalist sistemin iflası olarak da değerlendirilmektedir. Öyle ki, kriz nedeniyle, son bir ay içerisinde dünya menkul kıymetler borsalarındaki değer kaybı 4.1 trilyon dolara ulaşmış durumdadır.

Finans piyasasındaki krizin reel sektöre sirayet etmesi kaçınılmaz görünmektedir. Nitekim, Uluslararası Para Fonu (IMF)’nun hazırladığı ve geçmiş finansal krizlerin de değerlendirildiği “2008 Dünya Ekonomik Görünümü” raporunun açıklanan bazı bölümlerinde, Avrupa’daki yükselen piyasaların cari açıklarının ‘risk’ oluşturduğu uyarısı yapılarak, özellikle ABD’nin ‘derin resesyona’ girebileceği, belirtilmektedir.

2000’li yılların başından itibaren suni bir şekilde ve reel sektörü katlayarak âdeta şişirilen finans sektörü, risk analizi yapmadan ve fütursuzca önüne gelen herkese kredi dağıtmış, imkânlarının üzerinde borçlanan Amerikalılar ise, bu saadet zincirinin sonsuza dek süreceği umuduna kapılmışlardı. Ne yazık ki, sektördeki kötü organizasyon yapısı ve eksik denetim, bankaların hızlı büyüme hırsıyla beraber vatandaşların ucuz para-bol kredi arzusunu tahrik etmiş ve nihayet patlayan balon, yüzyılın en büyük mali krizi olarak sahne almıştır. Wall Street’teki yatırım bankacılığı modelini sona erdiren ve ABD’yi derinden sarsan bu finansal krizin, siyasi yansımalarının da ağır olacağını düşünmekteyiz.

Nitekim,buz dağının sadece görünen kısmı bile ABD siyasi arenasında dengeleri değiştirmiş gibi görünmektedir. Öyle ki, ABD’nin en büyük yatırım bankalarından Lehman Brothers’ın iflası ile başlayan ve tüm finans piyasasını etkisi altına alarak, Wall Street’in çökmesiyle sonuçlanan mali kriz, Amerikalıları derin bir endişeye sürüklemiş, bu durum iktidardaki Cumhuriyetçilere olan güveni sarsarak, Başkan adaylarından Demokrat Barack Obama’nın, Cumhuriyetçi John MacCain’in yaklaşık 10 puan önüne geçmesine yol açmış bulunmaktadır. Şimdilerde ise, Cumhuriyetçilerin Kasım’da yapılacak Başkanlık seçimini kazanabilmek için ne gibi bir manevra yapacakları merakla beklenmektedir.

Bu meyanda, ABD’nin ciddi bir mali kriz içinde bulunduğunu itiraf etmek zorunda kalan ABD Başkanı George W. Bush, ilk adım olarak, Hazine Bakanı Henry M. Paulson tarafından hazırlanan 700 milyar dolarlık bir mali kurtarma planını Kongreye sevk etmiştir. Fakat, bu sırada, Muhafazakar Cumhuriyetçiler ve Demokratların muhalefeti nedeniyle paket ciddi anlamda revize edilerek orijinal versiyonundan epeyce uzaklaştırılmıştır. Yeniden şekillenen pakete göre, 700 milyar doların ilk 350 milyar doları serbest bırakılacak, eğer Kongre programın iyi sonuç getirmediğine inanırsa, 350 milyar dolarlık ikinci dilimi bloke edebilecekti.

Toplam 700 Milyar Dolarlık finansal kurtarma paketiyle, bankaları ve finans şirketlerini batık borçlarından kurtarmak ve ekonomiye sağlıklı kredi akışını yeniden sağlamak hedeflenmekteydi. Ne yazık ki, piyasaların açıldığı 29 Eylül Pazartesi günü, Temsilciler Meclisinde yapılan oylamada paket reddedilmiş, böylece Başkan Bush, büyük bir hayal kırıklığı içinde ilk siyasi darbeyi de yemiştir. Cumhuriyetçi Başkan Bush’un önerdiği pakete, yine Cumhuriyetçi Partiye  mensup 134 milletvekili tarafından ret oyu verilmesi ise manidardır.

Finans tarihine yeni bir “kara pazartesi” olarak geçen bu günde, başta Wall Street olmak üzere tüm dünya borsalarında büyük düşüşler yaşanmış, mali kriz daha da derinleşmiştir. Bu kapsamda, Dow Jones sanayi endeksi, 777.68 puan birden düşerek tarihinin en büyük değer kaybını kayda geçirmiş bulunmaktadır.  İMKB ise, bayram tatili olması nedeniyle bu küresel şoktan, şimdilik yara almadan kurtulmuş gibi görünmektedir.

Paulson Paketinin Temsilciler Meclisinde reddedilmesi üzerine, paket üzerinde özellikle orta gelir grubunda yer alan vergi mükelleflerini rahatlatacak düzeltmeler yapıldı. Paket, siyasi bir manevra ile önce Senato’da oylandı ve kabul edildi. Ardından Temsilciler meclisinde de oylanarak kabul edilen yeni pakette, ilk paketteki unsurlara ilave olarak, vatandaşlar ve şirketlere yönelik olarak 150 milyar dolarlık vergi indirimi öngörülmekte ve ayrıca devlet tarafından garanti edilen mevduat tutarı 100 bin dolardan 250 bin dolara çıkartılmaktadır. 850 Milyar Dolarlık genişletilmiş mali kurtarma paketinin, ABD Senatosu ve Temsilciler Meclisinde kabul edilmesiyle birlikte finans piyasalarında kısmi bir rahatlama olması beklenmektedir.

Pazarın düzgün işlemediği ve ABD ekonomisinin bir resesyona doğru sürüklendiğini söyleyerek, “mali kıyamet” uyarısında bulunan Bush’un bu kurtarma paketi,  yaklaşan başkanlık seçimleri nedeniyle, kendi partisine mensup kongre üyeleri tarafından bile kuşkuyla karşılanmıştır. Serbest piyasa ekonomisinin beşiğinde, belki de tarihin en büyük devletleştirme operasyonu olarak kayıtlara geçecek olan bu paketin, Washington’un siyasi beklentilerine ne gibi bir cevap vereceğini görmek için biraz beklememiz gerekecektir.

Şimdilik ABD ekonomisiyle sınırlı gibi görünen mali krizin zamanla, bir ahtapot gibi tüm dünyayı saracağı ve bölgesel finans piyasalarında ciddi hasarlara yol açacağını söylememiz mümkündür. Wall Street’de batan yatırım bankalarının küresel boyutu ve dünya piyasalarıyla olan bağlantıları dikkate alındığında tedirginlik daha da artmaktadır.  Mesela, yüksek cari açığı bulunan Türkiye’nin, ABD’de ortaya çıkan mali krizin muhtemel etkilerinden korunmak için tedbir alması gereği ortadadır. Zira, krizin etkileri daha şimdiden Avrupa’da hissedilmeye başlanmıştır.

Bu meyanda, İngiltere’de, 800 bin hissedarı bulunan ve 40 milyar sterlin değerinde bir fonu idare eden finans devlerinden Bradford&Bingley’in kamulaştırılmasına karar verilmiştir. Ayrıca, 995 milyar dolarlık varlığa sahip Avrupa’nın en büyük bankalarından birisi olan Fortis’in Belçika, Hollanda ve Lüksemburg üçlüsü tarafından kısmen devletleştirilmesi kararı açıklanmış bulunmaktadır. Diğer taraftan, yaklaşan krizin olumsuz etkilerini hissetmeye başlayan Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy, “önümüzdeki iki üç ay içinde, krizin etkisini Fransa’da da göstereceğini, herkesin buna hazırlıklı olması gerektiğini,  devletin krize müdahale edeceğini ve artık bırakınız yapsınlar döneminin sona erdiğini” belirtmesi, durumun vahametini ortaya koymaktadır kanaatindeyiz.

Bu noktada, küresel finansal krize yol açan başlıca sebepleri şu şekilde sıralamamız mümkün bulunmaktadır:

– Özellikle 2000’li yıllarda, mali sektördeki büyüme reel sektördeki büyümeyi katladı ve bu durum finans piyasasında ciddi bir şişkinlik problemi yarattı ve aşırı borçlanan yatırım bankaları yüksek risk altına girdi.

– Büyük ölçüde kuralsız olarak işleyen finansal piyasalar, iyi organize olamadı ve yeterince denetlenemedi.

– 10 trilyon dolarlık bir hacmi ihtiva eden Mortgage piyasasında, kredilerin geri dönüşünde sıkıntılar baş göstermeye başladı.

-Konut fiyatlarında balon artışlar yaşandı.

Esasen, BM Genel Kurulunda yaptığı konuşmada, “hiçbir kuralı olmayan, devletin müdahalesinden uzak finansal kapitalizm fikrinin ‘çılgın’ bir fikir olduğunu, bankaların piyasalar üzerinde spekülasyon yapıp kendi asli görevlerini bir kenara bıraktıklarını,  daha ahlaklı bir kapitalist sistem kurulması gerektiğini” söyleyen Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy’nin, hem krizin sebeplerini ve hem de çıkış yolunu en iyi şekilde özetlediğini düşünmekteyiz.

Finans piyasalarında ödeme sisteminin aksaması nedeniyle FED ile Avrupa, İngiltere ve İsviçre Merkez Bankaları sektöre devamlı olarak para pompalayarak, piyasalarda istikrarı sağlamaya çalışmaktadırlar. Ne var ki, enflasyonist bir etkiye sahip böylesi bir yöntemin tek başına krizi çözmeye yetmeyeceği ve aslında yapılması gereken şeyin, mali piyasaların yeniden yapılandırılması suretiyle etkin bir denetim mekanizmasının tesis edilmesi suretiyle sektörün disiplin altına alınması olacağının, para otoriteleri tarafından yeterince anlaşılamadığını müşahede etmekteyiz.

Küresel mali krizin artçı dalgalarından Türkiye’nin etkilenmeyeceği elbette söylenemez. Her ne kadar 2001 krizinden farklı  bir durum söz konusu olsa da, ABD eksenli küresel finansal kriz daha de derinleşirse, uzun vadede Türkiye’de kredi piyasalarının daralmasına yol açabilecek ve dışarıdan borçlanan bankalar ve özel şirketler bundan olumsuz etkilenebileceklerdir. Ayrıca, ABD’den sonra Avrupa’da da baş gösterecek olan ekonomik daralmanın, ihracatının %50’sinden fazlasını AB’ye yapan Türkiye ekonomisinde de kısmi bir yavaşlamaya yol açması muhtemel görünmektedir.

Öte yandan, dünyanın en büyük ekonomisinde baş gösteren ekonomik krizin, hem ABD ve hem de dünya siyasi arenasında ciddi yansımalarının olacağını düşünmekteyiz. Öncelikle, krizin, ABD başkanlık yarışında dengeleri Demokratlar lehine değiştirdiğini görmekteyiz. Nitekim, Cumhuriyetçilerin bizatihi kendileri mali kurtarma paketine ret oyu vermişlerdir. Halk arasında, kurtarma paketine karşı “bankaları değil, insanları kurtarın” benzeri sloganlar giderek daha çok kabul görmekte ve bunun muhtemel siyasi yansımaları, Cumhuriyetçi Başkan Adayı  John MacCain’i ziyadesiyle rahatsız etmektedir. Zira, aşırı kâr hırsına bürünmüş, şımarık bankacıların keyfi tavırları nedeniyle oluşan zararın milyonlarca vergi mükellefinin sırtına yüklenmeye çalışılması, sokaktaki vatandaşı rahatsız etmiş ve Amerika’da muhtemel bir “sosyal patlamanın” ilk tohumlarını da atmış bulunmaktadır.

Amerika’nın, dünyanın jandarmalığına soyunması hasebiyle giriştiği uluslararası askeri operasyonlar, zaten vatandaşlarının üzerinde ağır bir mali yük getirmekteydi. Nitekim, Afganistan ve Irak savaşlarının getirdiği ağır maliyet ABD’nin bütçe açığını hızla genişletmeye devam etmektedir. Son günlerde patlak veren küresel mali kriz ise, vergi mükelleflerinin üzerine ek mali yükler getirmektedir. Bu durum, kuşkusuz, Washington’un uluslararası yeni askeri operasyonlar yapma konusundaki cesaretini kıracaktır. Fakat buna rağmen, Washington’daki neo-con’ların, maliyet hesaplarını bir tarafa bırakarak, ABD’nin dünyanın hâlâ tek hegemonik gücü olduğunu ispat edebilmek için bile denizaşırı askeri bir operasyona, mesela İran’a bir hava saldırısına girişmesi mümkün görünmektedir. ABD’nin, son günlerde, İsrail’in hava saldırı ve savunma sistemlerini gelişmiş teknoloji ile donatması, böylesi bir operasyonun İsrail’e de havale edilebileceğini işaret etmektedir.

ABD’yi derinden etkileyen ekonomik kriz belki de en çok Rusya’nın işine yarayacaktır. Nitekim, yakın bir geçmişte Gürcistan’ı işgal ederek ABD’ye meydan okuyan ve Amerikan egemenliğine dayanan tek kutuplu dünya düzeninin sona erdiğini ilan eden Moskova, şimdi tek rakibinin ciddi bir mali kriz nedeniyle içe kapanarak, Atlantik ötesinde ve özellikle de Avrasya coğrafyasındaki nüfuz mücadelesine yeterince ağırlığını koyamayacağını hesap etmektedir.

Nitekim, ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice’ın, Kazakistan’ın başkenti Astana’ya uçarken, ABD’nin, bu eski Sovyet ülkesi ile yakın ilişki kurma gayretlerinin, Rusya’nın Orta Asya bölgesindeki nüfuzunu kırma anlamına geldiği şeklindeki iddiayı reddettiğini, özellikle ifade etme ihtiyacını duyması manidardır. Zira, Kafkasya’da sebep olduğu huzursuzluk nedeniyle, Rusya’ya ağır tehditler yönelten Washington’un, şimdilerde Moskova’yı ürkütmekten çekindiğini görmekteyiz. Öte yandan,Kazakistan Dışişleri Bakanı Marat Tajin’in, ortak basın toplantısı sırasında, Rusya ile ilişkilerinin mükemmel seviyede olduğunu ve siyasi olarak bunun doğru olduğunu söyleme gereğini duyması, bölge ülkelerinin ABD’ye bakış açısını değiştirmeye başladığı yönündeki kanaatimizi güçlendirmektedir. Öyle ki, bazı Amerikalı stratejistlerin, ABD’nin Avrasya ve Hazar bölgesini kaybettiği şeklinde yorum yapmaya başladıklarını müşahede etmekteyiz.

ABD’nin yaklaşımlarında görülen yumuşamanın da etkisiyle oluşabilecek muhtemel bir otorite boşluğunu fırsat bilen Rusya’nın, bölgede etkinliğini artırmak için yeni serüvenlere yelken açması da kaçınılmaz görünmektedir. Mesela, Moskova’nın, yakın zamanda Ukrayna’ya müdahalesi pekâlâ gündeme gelebilir. ABD’nin ise, küresel hakimiyetine Rusya’yı ortak edip etmeyeceğini yakın zamanda görebilmemiz mümkün olacaktır.

Öte yandan, Avrupa’yı ciddi biçimde etkilemeye başlayan global finansal kriz, AB’nin devleri Almanya ile Fransa arasında gerginliğe yol açarak AB’yi âdeta ikiye bölmüş durumdadır. Hollanda tarafından önerilen ve AB Dönem Başkanı Fransa tarafından kabul gören 300 milyar Euro’luk ortak banka kurtarma fonu kurulması fikri, Almanya tarafından tepkiyle karşılanmıştır. Mali yapısı güçlü bulunan Almanya, her ülkenin krize karşı tek başına mücadele etmesi gerektiğini savunmaktadır. AB Dönem Başkanı Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy’nin ev sahipliğini yaptığı ve İngiltere, Almanya ve İtalya başbakanları ile Avrupa Komisyonu Başkanı ve Avrupa Merkez Bankası Başkanı’nın katıldığı, 4 Ekim tarihli  kriz zirvesinden de ortak bir karar çıkmaması, AB ülkelerinin küresel mali krizle mücadele konusunda yekvücut hareket etme kabiliyetinin ne kadar zayıf olduğunu işaret etmektedir.

Netice itibariyle, ABD’de ortaya çıkan küresel mali kriz belki kapitalizmin sonunu getiremedi ancak, bu ülkenin uluslararası itibarını ciddi anlamda zedeledi. Zira, petrol fiyatını kısa bir sürede 150 doların üzerine çıkarabilen, ABD merkezli küresel kapitalistler, Amerikan İmparatorluğu’nun arkasındaki gerçek güç olan global finansal sektörün çökmesine sebep olmuşlardır. Mali piyasalarının uluslararası güvenilirliği ciddi biçimde sarsılan ABD’nin, denizaşırı yeni askeri operasyon yapma kabiliyeti de zayıflamış bulunmaktadır. Krizi aşmak için 850 milyar dolarlık-ki bu rakamın 1.8 trilyon dolara çıkması beklenmektedir- bir ek yükü kendi vatandaşlarının sırtına yükleyen ABD Hükümetinin, yüksek maliyetli, Atlantik ötesi yeni askeri operasyonlar için halkın karşısına çıkması zor olacaktır. ABD Başkanı Bush, her ne kadar küresel krizden çıkış paketine Kongre’den şartlı izin almış olsa da, bu krizin, Başkanlık yarışında Partisine verebileceği zararları bertaraf edebilmesi kolay olmayacaktır. Amerikan Hükümetinin, kendi kazdığı kuyuya düşen bankaları ve yatırım şirketlerini, halkın sırtına yükleyeceği ek mali yüklerle kurtarmak yerine, finans piyasalarının önemli ölçüde kaybettiği güveni yeniden tesis etmeye çalışması, daha uygun olacaktır.

ABD’nin hem içerde ve hem de dışarıda elini zayıflatan küresel mali kriz, şüphesiz  yüksek cari açığı bulunan Türkiye’yi de etkileyecektir. Küresel likidite krizinin Türkiye ekonomisinde bir daralmaya yol açma ihtimali kuvvetlidir. Mali kurtarma paketinin ABD Temsilciler Meclisinde reddedilmesi üzerine, başta Wall Street olmak üzere tüm dünya borsaları büyük bir değer kaybı yaşarken, bayram tatili nedeniyle kapalı olan IMKB bu şoku yara almadan atlatmıştır. Ancak, krizden kurtulmak için bayram tatillerinden medet ummak pek akıllıca bir yöntem olmayacaktır kanaatindeyiz. Bu nedenle, krizin olumsuz etkilerini en aza indirmek için, bir yandan özel sektörün verimlilik ve tasarruf artışına yönelerek dış finansman ihtiyacını azaltma yoluna gitmesi gerekirken, diğer taraftan da Hükümetin sıkı para ve maliye politikaları ile mali disiplini sürdürmesinin yararlı olacağını düşünmekteyiz.

İç siyasi ve ekonomik problemlerle boğuşan ABD’nin, özellikle Avrasya bölgesine olan ilgisinin azalması, Rusya-Çin-Hindistan ittifakının güçlenmesine yol açacak ve Rusya’nın bölgedeki ağırlığını giderek artırmasına imkân verebilecektir. Böylesi bir ortamda, bölgenin güçlü ve istikrarlı bir ülkesi olan Türkiye’nin alacağı tavır daha da bir önem arz etmektedir. Rusya’nın yükselişe geçtiği bir dönemde, ABD, Türkiye ile daha yapıcı ilişkiler geliştirme ve Türkiye’ye jeostratejik bir oyuncu gibi davranma ihtiyacını, bilhassa böylesi zayıf bir döneminde, her zamankinden daha çok hissedecektir. Sonuçta, küresel alanda etkinliğini artırmaya çalışan ve 21. yüzyılın lokomotif ülkesi olabilecek potansiyele sahip bulunan Türkiye’nin, jeopolitik konumunu iyi değerlendirerek ve global krizi fırsat bilerek, yeni kurulacak çok kutuplu dünya düzeninde saygın konumunu sağlamlaştırması mümkün görünmektedir.

http://www.turkocagi.org.tr/modules.php?name=Yorumlar&pa=showpage&pid=294

Share This: