Etiket arşivi: KAFKASYA

KAFKASYADA RUSYA-GÜRCİSTAN GERGİNLİĞİ

 

 

Geçtiğimiz Şubat ayında bağımsızlığını ilan eden Kosova’nın, başta ABD, Almanya, İngiltere, Fransa ve Türkiye olmak üzere batılı ülkeler tarafından vakit geçirilmeksizin tanınması, Balkanlarda ve Dünyada öngörülemeyen sonuçlar doğuracak bir emsal teşkil edebileceği ve ayrılıkçılığın yasallaşmasına yol açabileceği endişesiyle, Rusya lideri Putin’in sert tepkisini çekmişti. Putin, özellikle K.K.T.C. konusunda, AB’yi çifte standart uygulamakla suçlamıştı. Ancak, geldiğimiz noktada, ayrılıkçı Çeçen hareketini kışkırtacağı korkusuyla Kosova’nın bağımsızlığına şiddetle karşı çıkan Rusya’nın, Gürcistan’ın Abhazya ve Güney Osetya Özerk Bölgeleri söz konusu olduğunda, aynı çifte standardı kendisinin de sergileyebildiğini görebilmekteyiz. Öyle ki, olağanüstü hal ilan edilen Abhazya’da, şu günlerde her an bir sıcak çatışma çıkması ihtimali, üst düzey Gürcü yetkililer tarafından bizzat dile getirilmektedir.

Bununla birlikte, görev süresi boyunca sürekli Batıya meydan okuyan, “şahin” olarak nitelendirebileceğimiz Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, tam da bu kritik günlerin yaşandığı dönemde, 7 Mayıs günü, Başkanlık görevini Dmitriy Medvedev’e devretmiş bulunmaktadır. Rusya’nın başına, “daha fazla kişisel özgürlük ve ekonomik serbesti” üzerine yoğunlaşacağını açıklayan ılımlı bir liderin geçmiş olması, bölgede tansiyonun düşmesine katkı sağlayacak bir gelişme olarak değerlendirilebilir. Göreve gelir gelmez Putin’i Başbakanlığa atayan Medvedev’in, emanetçi olup olmadığı ise zaman içinde anlaşılabilecektir.

NATO şemsiyesi altında Avrupa kulübünün bir üyesi olmayı hedefleyen Gürcistan’ın Devlet Başkanı Mikheil Saakaşvili, 2-4 Nisan’da Bükreş’te yapılan NATO Zirvesinde umduğunu bulamamış ve büyük bir hayal kırıklığı yaşamıştı. Hatırlanacağı üzere, NATO Zirvesinde ABD’nin hesapları tutmamış, Rusya ile ilişkilerinin bozulmasından çekinen Fransa ve Almanya’nın engellemeleri sonucunda, Gürcistan ve Ukrayna’nın Üyelik Eylem Planı’na katılım çağrıları yapılamamış ve böylece, bu ülkelerin resmi adaylık statüsü kazanmaları bir başka bahara kalmıştı. Ancak Rusya, Bükreş’te kazandığı bu zaferin bir karşılığı olarak, Abhazya ve Güney Osetya’nın bağımsızlıklarını tanıma tehdidini şimdilik geri çekmiş gibi görünse de, bölgede gerginliği artırıcı faaliyetlerinden vazgeçmiş değildir.

Soğuk savaş sonrasında, büyük bir boşluğa düşen Rusya, bir yandan iç siyasi ve ekonomik sorunlarla boğuşurken diğer yandan NATO ve dolayısıyla ABD tarafından kuşatılma tehdidiyle karşı karşıya kalmıştır. NATO’nun, doğuya doğru genişleme stratejisi kapsamında, Rusya’nın arka bahçesi olan Güney Kafkasya’ya kadar sızma teşebbüsleri, bu ülke ile Gürcistan arasında bir sıcak çatışmaya varabilecek gelişmelere zemin hazırlamıştır. Neticede, Orta Asya Coğrafyasında oynanan büyük oyunun küresel aktörü olmaya çalışan Rusya, önüne çıkan engelleri bir bir aşmak için gereken her yolu denemeye kararlı görünmektedir.

1994 yılında fiilen bağımsızlığını ilan eden, ancak bugüne kadar hiçbir ülke tarafından tanınmamış bulunan Abhazya ve Güney Osetya’da, Rusya Federasyonu barış gücü adı altında asker bulundurmaktadır. Geçtiğimiz günlerde, Abhazya bölgesinde üç keşif uçağının düşürülmesi ve Kremlin’in, söz konusu bölgelerde bulundurduğu asker sayısını 5 Mayıs itibariyle takviye etmesi, Tiflis’i ziyadesiyle huzursuz etmiş gibi görünmektedir. Her ne kadar, Rusya, Abhazya’nın Tkvarçal bölgesinde yeni açılan kontrol noktasına, güvenlik gerekçeleriyle asker takviyesi yaptığını ve söz konusu insansız keşif uçaklarını kendisinin düşürmediğini iddia etse de, Gürcistan bu gelişmeleri, kendisine karşı yapılmış güç gösterileri olarak değerlendirmekte ve NATO’yu da yanına alarak bu ülkeyi topraklarından uzaklaştırmaya çalışmaktadır. Öyle ki, son gelişmeler karşısında ABD, “Gürcistan’ın toprak bütünlüğüne saygı göstermesi ve bölgede provakosyanlara son vermesi” yönünde, Moskova’yı uyarma noktasına gelmiş durumdadır.

NATO ve AB’ye üye olmak suretiyle hem bölgesel güvenliğini garanti altına alma ve hem de ekonomisini kalkındırma hayalleri kuran Gürcistan,  bir yandan Batı ile yakın ilişkiler geliştirirken, bir yandan da, Güney Kafkasya’nın kontrolünü elinden bırakmak istemeyen Rusya’nın düşmanlığını kazanmaktadır. Tiflis’in NATO ile yakın temasını kendisine meydan okuma olarak değerlendiren Rusya ise, buna, ayrılıkçı Abhazya ve Güney Osetya Özerk Cumhuriyetlerini desteklemek suretiyle cevap vermektedir.

Enerji üretim ve dağıtım potansiyelini dış politikada bir silah olarak kullanmaya çalışan Rusya, dünyanın en zengin petrol ve doğalgaz rezervlerine sahip Kafkasya ve Orta Asya üzerinde hâkimiyet kurma çabası içerisindedir.  Ayrıca, Orta Asya ile Avrupa arasında bir köprü niteliğini haiz Kafkasya’nın ve dolayısıyla bölgede stratejik bir konuma sahip Gürcistan’ın kontrol altında tutulması, Rusya Federasyonu için vazgeçilmez öncelikler arasındadır. Petrol ihtiyacının %15’ni, doğalgaz tüketiminin %25’ni karşıladığı Avrupa’nın, enerji bakımından kendisine olan bağımlılığını iyi değerlendiren Rusya, doğu-batı enerji dağıtım güzergâhını kendi ülkesinden geçirme ve bu vesileyle enerji arzında tekel oluşturma politikasının hayata geçirilmesi yolunda sağlam adımlarla ilerlemektedir. Doğalgaz başta olmak üzere enerji tüketimi hızla artış gösteren AB’nin, 2020 yılında, enerji ihtiyacının yaklaşık %75’ini ithal etmek zorunda kalacağı hususu dikkate alındığında, Rusya’nın çabalarının boşuna olmadığı ortaya çıkmaktadır.

Bölgedeki gelişmeler şüphesiz, Türkiye’yi de yakından ilgilendirmektedir. Türkiye ile Rusya arasında bir tampon bölge işlevi gören, Kafkasya’nın 4.7 milyon nüfuslu kilit ülkesi Gürcistan’ın istikrara kavuşması, bölgesel güvenlik açasından da önem arz etmektedir. Kafkasya coğrafyasında etkinlik mücadelesi veren Türkiye için Gürcistan, Türkistan’a açılan bir kapı olması nedeniyle de stratejik bir değer taşımaktadır.

Hazar ve Orta Asya petrol ve doğalgazının Avrupa’ya ulaştırılmasında bir enerji koridoru konumuna gelmek isteyen Türkiye, bu stratejik hedefine ulaşma yolunda en büyük rakibinin Rusya olduğunun idrakindedir. Kafkasya’nın kritik bir noktasında bulunan, yönünü Batıya çevirmiş bir Gürcistan, Türkiye için kaçırılmayacak bir fırsat olarak karşımızda durmaktadır. Aynı şekilde, Rusya ile ilişkileri bozulan Gürcistan da, Batı dünyası ile iyi ilişkiler kurma anlamında Türkiye’nin dostluğundan büyük faydalar sağlayabileceğinin farkındadır. Nitekim her iki ülke de, bu fırsatı değerlendirmek anlamında ciddi adımlar atabilmiş ve 1992 yılından itibaren karşılıklı ekonomik, siyasi ve kültürel ilişkilerini geliştirmişlerdir. Bu kapsamda, Azerbaycan petrollerini Gürcistan üzerinden Türkiye’nin Akdeniz kıyılarına ulaştıran, yüzyılın projesi olarak da anılan Bakü-Tiflis-Ceyhan Boru Hattı gibi dev bir proje başarıyla tamamlanarak 2006 yılında hizmete açılabilmiştir.

Ayrıca, AB’nin, enerjide Rusya’ya olan bağımlılığını azaltma ve artan gaz ihtiyacını çeşitli kaynaklardan ve güvenli bir şekilde karşılama gayesiyle geliştirdiği NABUCCO doğalgaz boru hattı projesiyle Türkiye, enerji koridoru konumunu daha da güçlendirme fırsatını elde edebilecektir. Ancak bilinmelidir ki, Rusya da, enerji arzı konusunda insiyatifi elinden bırakmak niyetinde değildir ve bu amaçla değişik projeler üzerinde çalışmalarını sürdürmektedir. Mesela, Türkmenistan ve Kazakistan ile yaptığı enerji anlaşmalarının hemen ardından, Karadeniz’in altından geçmesi öngörülen Güney Akım Projesini geliştirmek suretiyle Rusya, NABUCCO’ya ciddi bir alternatif oluşturmuş gibi görünmektedir. Ancak, her ne kadar, Türkiye-Rusya arasında, enerji dağıtım güzergâhı ve Güney Kafkasya’nın hâkimiyeti konusunda bir rekabet sözkonusu olsa da, bu durumun iki ülkenin siyasi ve ekonomik ilişkilerini menfi yönde etkilemesine izin verilmemesi ve Rusya ile enerji alanında muhtemel işbirliği fırsatlarının iyi değerlendirilmesi gerektiği kanaatindeyiz.

Sonuç olarak, son zamanlarda Rusya’nın, NATO ile işbirliğine giden Gürcistan’ı yanına çekebilmek ve Güney Kafkasya’da kontrolü eline geçirmek için, bu ülkedeki ayrılıkçı Abhazya ve Güney Osetya Özerk Bölgelerini koz olarak kullanmaktan ve dolayısıyla Kafkasya’da bir çatışma ortamına sebebiyet vermekten çekinmediğini müşahede etmekteyiz. Ancak, bölgede ortaya çıkabilecek bir çatışma ortamının kimseye faydası olmayacağı da kesindir. Umuyoruz ki, Rusya’nın yeni lideri Medvedev, bölge sorunlarına karşı daha uzlaşmacı bir tavır takınacaktır. Bu durumda, Türkiye’nin, sınır komşusu Gürcistan’da istikrarın sağlanması için insiyatif alması pekâlâ söz konusu olabilir. Ayrıca, Rusya ile yürütülecek dengeli bir politika ile birlikte, Gürcistan’ın siyasi birlik ve tam egemenlik hakkına saygı gösterilmesi, bu ülkenin NATO üyeliğinin desteklenmesi ve birlikte yeni enerji işbirliği projeleri geliştirilmesi halinde, Türkiye’nin bölgede etkinliğinin artırılması mümkün hâle gelebilecektir.

Nejat ÇOĞAL
TO Akademik Çalışma Grubu Üyesi

http://www.turkocagi.org.tr/modules.php?name=Yorumlar&pa=showpage&pid=281

Share This:

KAFKASYA’DA ADI KONMAMIŞ BİR SAVAŞ

 

Rusya ile Gürcistan arasındaki gerginliğin nihayet bir sıcak çatışmaya dönüşmesi pek sürpriz olarak karşılanmamıştır, çünkü daha önceki bir yazımızda da belirttiğimiz gibi bölgede her an bir sıcak çatışma çıkma ihtimali vardı ve savaş rüzgarları giderek şiddetini artırmaktaydı. Neticede, “Rus vatandaşlarını koruma ve bölgede barışı tesis etme” gerekçesiyle Güney Osetya’ya ve daha da ileriye giderek Gürcistan topraklarına şiddetli bir askeri operasyona girişen Rusya, Kafkasya’yı bir savaş alanına çevirmiş durumdadır. İşin daha da vahim olan tarafı, ABD ve AB’ye güvenerek Güney Osetya’ya askeri operasyon başlatan Tiflis’in,  umduğu desteği bulamaması ve Rusya’nın amacını aşan misillemesi karşısında siyasi egemenliğini kaybetme korkusuyla  tek taraflı savaş ilanının hemen ardından yine tek taraflı ateşkes ilan etmek zorunda kalmış olmasıdır. Ne var ki Rusya, savaş halini bile kabul etmeyerek, yakaladığı bu fırsatı sonuna kadar değerlendirmek niyetindedir.

Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından, 1991 yılında Gürcistan’ın bağımsızlığını kazanmasıyla birlikte bölgede ayrılıkçı hareketler ivme kazanmıştır. Çoğunluğunu etnik Ruslar ve Gürcü olmayan başka toplulukların oluşturduğu Güney Osetya, aynı durumdaki diğer iki bölge olan Abhazya ve Acaristan’da olduğu gibi Gürcistan’a bağlanmamak için direndiler. Bunlardan Acaristan fazla direnç gösterememiş ve Tiflis’e boyun eğmek durumunda kalmıştır. Buna karşın, 1994 yılında fiilen bağımsızlığını ilan eden, ancak bugüne kadar hiçbir ülke tarafından tanınmamış bulunan Abhazya ve Güney Osetya’da gerginlik artarak devam etmiş, Rusya Federasyonu barış gücü askeri bulundurmak suretiyle, bu bölgede barışın korunması sorumluluğunu üzerine almıştır.

Şubat 2008 tarihinde ABD ve AB bayraklarının gölgesinde, Kosova’nın, Rusya’nın uydusu Sırbistan’dan bağımsızlığını ilan etmesi karşısında Moskova’nın tepkisi sert olmuştu. Tüm meydan okumalarına rağmen Batı tarafından ciddiye alınmayan Rusya, uluslararası itibarını ciddi biçimde sarsan bu gelişmeyi bir kenara not etmiş ve intikamını almak için fırsat kollamaya başlamıştı. Bu kapsamda, 2-4 Nisan’da Bükreş’te yapılan NATO tarihinin en büyük zirvesinde ilk stratejik atağını yapmış, ABD’nin tüm çabalarına rağmen Ukrayna ve Gürcistan’ın resmi adaylık statüsü kazanmalarına engel olmuştu. Artık Rusya, ABD ve NATO’ya bir tepki olarak, ayrılıkçı Güney Osetya ve Abhazya kartını açıkça oynamakta bir sakınca görmeyecektir. Nitekim öyle de oldu. Kremlin, öncelikle, resmen tanımamakla birlikte Abhazya ile doğrudan siyasi ve ekonomik ilişki kuracağını ilan etti. Müteakiben, bölgedeki ayrılıkçı güçler, Rusya’nın da desteğiyle Gürcistan’a karşı kışkırtıcı eylemlerini yoğunlaştırmaya başladılar. Putin’in, giderayak Abhazya ve Güney Osetya’da  bulundurduğu barış gücü kuvvetlerine dahil asker sayısını 5 Mayıs itibariyle takviye etmesi, Tiflis’in huzursuzluğunu had safhaya çıkaran bir gelişme olarak bölgede tansiyonu artırdı..

Tüm bu tahrik edici hareketlerin üstüne bir de son günlerde Osetyalı askeri kuvvetlerin Gürcü topraklarını top ateşine tutması, Tiflis için bardağı taşıran son damla oldu ve Gürcistan Devlet Başkanı Saakaşvili, Gürcü askerlerine saldırı emrini vermek durumunda kaldı. Gürcü silahlı kuvvetlerinin, tam da Pekin Olimpiyatlarının başladığı 8 Ağustos günü Güney Osetya bölgesinin içlerine doğru yaptığı askeri operasyonlar sonucunda, Rus barış gücü askerlerinin de dahil olduğu çok sayıda Osetyalı sivilin ölmesi üzerine, Rusya için askeri operasyon fırsatı da doğmuş oldu. Ne var ki Rusya, gerçekleştirdiği askeri saldırının ölçüsünü kaçırdı ve barış gücü hattını da aşarak Gürcü topraklarının içlerine kadar operasyonu genişletti. Artık, kozlar Rusya’nın eline geçmiş durumdadır ve nerede duracağına da kendisi karar verecektir. Gelinen noktada, Saakasvili’nin yaşadığı hayal kırıklığı dünya kamuoyunun gözünden kaçmamaktadır. Zira, Rusya’nın kendi topraklarını bombalaması karşısında çok güvendiği ABD ve AB’den umduğu desteği bulamamış ve ülkesini Rusya ile çaresiz bir savaşın içine doğru sürüklemiştir. Ülkesinin Toprak bütünlüğünü ve siyasi egemenliğini tamamen kaybetme riski ile karşı karşıya kalan Gürcü Cumhurbaşkanı, şimdilerde adı bile konmamış bu savaşa ateşkes önermekte ve emperyalist Rusya’nın elinden kurtulabilmek için Batı dünyasından medet ummaktadır.

NATO ve AB’ye üye olmak suretiyle hem bölgesel güvenliğini garanti altına alma ve hem de ekonomisini kalkındırma hayalleri kuran Gürcistan, bir yandan Batı ile yakın ilişkiler geliştirirken, bir yandan da, Güney Kafkasya’nın kontrolünü elinden bırakmak istemeyen Rusya’nın düşmanlığını kazanmaktadır. 2003 yılında gerçekleşen “pembe devrimle” iktidara gelen Mihail Saakaşvili, Batı desteğiyle ülkesinin toprak bütünlüğünü sağlamayı hedeflemektedir. Ne var ki, Tiflis’in NATO ile yakın temasını kendisine meydan okuma olarak değerlendiren Rusya, buna, ayrılıkçı Abhazya ve Güney Osetya Özerk Cumhuriyetlerini desteklemek ve nihayet eline geçen ilk fırsatı değerlendirerek askeri bir operasyon yaparak cevap vermiştir.

Kafkasya’da yaşanan bu gelişmeler esasen bölgeyi içinden çıkılması zor bir çelişkiler yumağı haline getirmiş durumdadır. Öyle ki, Kosova’nın bağımsızlığı, özellikle kendi ülkesindeki Çeçenistan hareketi olmak üzere, ayrılıkçı eylemleri tahrik edeceği endişesiyle, Rusya tarafından şiddetle reddedilmiştir. Fakat, Rusya, ayrılıkçı Güney Osetya ve Abhazya hareketlerini destekleyerek çifte standardını da ortaya koymaktan geri kalmamaktadır. Bir zamanlar Batıyı çifte Standard uygulamakla suçlayan Rusya bu defa bizatihi kendisinin aynı duruma düşmesinde bir sakınca görmemiş ve ayrılıkçı Çeçenistan hareketini desteklemekle suçladığı Gürcistan’a karşı kısasa kısas taktiğini uygulama çabası  içine girmiştir. Ayrıca Rusya’nın, ABD ile birlikte Türkiye’yi de Gürcistan’a askeri destek vermekle suçlaması, Türkiye-Rusya ve Türkiye-Gürcistan ilişkilerinin geleceği açısından da karmaşık bir vaziyet arz etmektedir.

Ayrıca Rusya, her ne kadar Güney Osetya’daki Rus vatandaşlarının korunması, Gürcistan’ın barışa zorlanması gibi gerekçelerle Gürcistan’a saldırdığını iddia etse de, perde arkasında Rusya’nın Güney Kafkasya bölgesine yönelik jeostratejik hedeflerinin yattığını söylememiz mümkündür. Zira, Enerji üretim ve dağıtım potansiyelini dış politikada bir silah olarak kullanmaya çalışan Rusya, dünyanın en zengin petrol ve doğalgaz rezervlerine sahip Kafkasya ve Orta Asya üzerinde hâkimiyet kurma çabası içerisindedir.  Ayrıca, Orta Asya ile Avrupa arasında bir köprü niteliğini haiz Kafkasya’nın ve dolayısıyla bölgede stratejik bir konuma sahip Gürcistan’ın kontrol altında tutulması, Rusya Federasyonu için vazgeçilmez öncelikler arasındadır.

Görev süresi boyunca sürekli Batıya meydan okuyan, “şahin” olarak nitelendirebileceğimiz Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, 7 Mayıs günü, Başkanlık görevini Dmitriy Medvedev’e devretmişti. Rusya’nın başına, “daha fazla kişisel özgürlük ve ekonomik serbesti” üzerine yoğunlaşacağını açıklayan ılımlı ve batı yanlısı bir liderin geçmiş olması, bölgede tansiyonun düşmesine katkı sağlayacak bir gelişme olarak değerlendirilmişti. Ancak, göreve gelir gelmez Putin’i Başbakanlığa atayan Medvedev’in Kafkasya’da başlattığı savaş ortamı, tüm beklentileri altüst etmiş durumdadır.

Öte yandan, Rusya’nın arka bahçesi olan Güney Kafkasya bölgesine sızabilmek gayesiyle Ukrayna ile birlikte Gürcistan’ı NATO’ya üye yapmak için büyük çaba sarf eden ve bu uğurda Gürcistan ile yakın ilişki kurmak suretiyle Saakasvili’yi Rusya’ya karşı cesaretlendiren ABD’nin, Rusya’nın bu ciddi askeri operasyonu karşısında fiilen tepkisiz kalması düşündürücüdür. Acaba, Gürcistan NATO üyesi yapılsaydı Rusya böyle bir operasyon yapabilir miydi? Görünen o ki Gürcü Cumhurbaşkanı zamanlamayı yanlış yapmıştır. NATO üyesi olmadan Batının tam desteğini arkasına almayı hesaplamış fakat bu hesap tutmamıştır. Dahası, karşı cephe genişlemiş, Güney Osetya’daki operasyonlardan cesaret alan ayrılıkçı Abhazya Bölgesi silahlı kuvvetleri de Gürcü topraklarına saldırıya geçmişlerdir. Böylece Tiflis, kendi başlattığı bir operasyonda geri adım atmak zorunda bırakılmış ve dahası topraklarının önemli bir kısmını kaybetme riskiyle karşı karşıya kalmıştır.

Ancak, bu savaştan Rusya’nın da galip çıkacağını söylemek için çok erkendir. Zira, Batı ile ilişkilerini geliştirme eğiliminde olan Medvedev, savaşı Güney Osetya’nın da ötesine, Gürcü topraklarına taşıyarak, Kafkasları bir ateşin içine sürüklemesi halinde, Batı ile ilişkilerinin ciddi biçimde bozulması kaçınılmazdır. Bu ise, küresel sisteme entegre olmaya çalışan Rusya için bir stratejik gerileme olacaktır. Diğer taraftan, Güney Osetya’dan çekilmesi halinde, özellikle buradaki etnik Ruslar açısından eskisinden de zor bir dönem başlayabilecektir. Dolayısıyla, esasen Rusya’nın da bir açıdan Gürcistan kadar riskli bir pozisyona girdiğini söylememiz mümkündür.

Kafkasya’daki gelişmeler şüphesiz, Türkiye’yi de yakından ilgilendirmektedir. Türkiye’de yaklaşık bir milyon gürcü kökenli vatandaşın bulunduğu tahmin edilmektedir. Ayrıca Türkler, Gürcistan’ın ikinci büyük etnik grubunu teşkil etmektedir. Hatta, hiçbir zaman gündeme getirmemiş olsa da, 1921 tarihli Kars Anlaşması gereğince, Acaristan üzerinde Türkiye’nin garantörlük hakkı bulunmaktadır.

Türkiye ile Rusya arasında bir tampon bölge işlevi gören, Kafkasya’nın 4.7 milyon nüfuslu kilit ülkesi Gürcistan’ın istikrara kavuşması, bölgesel güvenlik açısından da önem arz etmektedir. Kafkasya coğrafyasında etkinlik mücadelesi veren Türkiye için Gürcistan, Türkistan’a açılan bir kapı olması nedeniyle de stratejik bir değer taşımakta, Türkiye-Gürcistan ekonomik ilişkileri hızla gelişmekte ve bu kapsamda dev projelere imza atılmaktadır. 2006 yılında hizmete giren Bakü-Tiflis-Ceyhan Petrol Boru Hattı, İpek Demiryolu Projesi gibi ortak yatırımlar bunlara örnek olarak gösterilebilir.

Gürcistan’la iyi ilişkiler geliştiren Türkiye’nin Rusya ile de dengeli bir siyaset izlediği ve bu ülke ile ekonomik ilişkilerinin iyi düzeyde olduğu hususunu da gözardı etmememiz gerekmektedir. Ayrıca, Türkiye-Rusya arasında, enerji dağıtım güzergâhı ve Güney Kafkasya’nın hâkimiyeti konusunda bir rekabet söz konusu olsa da, bu durumun iki ülkenin siyasi ve ekonomik ilişkilerini menfi yönde etkilemesine izin verilmemesi ve Rusya ile enerji alanında muhtemel işbirliği fırsatlarının iyi değerlendirilmesi gerektiği kanaatindeyiz.

Bu nedenle, Türkiye’nin Kafkasya’da etkili bir politika yürütmesi ve bunu yaparken her iki komşu ülke ile ilişkilerinin bozulmasına fırsat vermemesi gerekmektedir. Bunun ön şartı olarak, Türkiye’nin bölgede yaşanan sıcak çatışmanın dışında kalması ve tarafsızlığını koruması çok önemlidir. Fakat, bölgede var olan çelişkiler yumağının, aynı zamanda Türkiye’nin tarafsızlığını korumasını da ne kadar güçleştirdiği ortadadır. Öyle ki, Güney Osetya ve Abhazya hareketlerini ayrılıkçı terör olarak değerlendirip Gürcistan’ın siyasi egemenliği ve toprak bütünlüğünü savunması halinde, bu defa Rusya işgalci konumuna düşecek ve doğal olarak bu ülkenin tepkisiyle karşılaşacaktır. Şayet, Gürcistan’ın bu özerk bölgeleri işgal ettiğini kabul edecek olsa bu defa bu ülke ile olan ilişkisi zarar görebilecektir. Ayrıca, Rusya’nın, açıkca Türkiye’yi ABD ile birlikte Gürcistan’a silah satmakla suçlaması-bir zamanlar Çeçenistan’a destek vermekle suçladığı gibi- Türkiye’nin tarafsızlığını koruma anlamında, ne kadar hassas bir konumda olduğunu işaret etmektedir.

Netice itibariyle, Türkiye’nin, bölgedeki komşuları Gürcistan, Rusya ve Azerbaycan ile yakın ekonomik ve siyasi ilişkiler geliştirdiği, Ermenistan ile diyalog kapılarının açılabileceğine dair işaretlerin belirdiği bir dönemde, Kafkasya’da patlak veren bu savaş, talihsiz bir gelişme olarak değerlendirilmektedir.

ABD’nin Kafkasya’da tahrik ettiği gerginliğin de etkisiyle bölgede sıcak bir çatışma ve hatta adı konmamış bir savaş patlak vermiş ve binlerce sivil hayatını kaybetmiş bulunmaktadır. Tüm Kafkasya’ya yayılması ihtimali bulunan bu savaşın, ABD’nin Avrasya coğrafyasına hâkim olma mücadelesinin bir parçası olup olmadığını ve bölgede ortaya çıkan istikrarsız ortamın neticede bu ülkenin jeostratejik çıkarlarına ne şekilde hizmet edeceğini görmek için biraz beklememiz gerekecektir.

Bölgede patlak veren savaştan, Rusya ve Gürcistan kadar ABD’nin de sorumluluğunun bulunduğu bilinmektedir. Bu nedenle, her ne kadar Kafkaslarda tansiyonu düşürmek bu ülkelerin görevi olsa da, esasen, istikrarlı bir yapıya sahip Türkiye’nin de bu süreçte etkin bir rol oynaması gerektiği kanaatindeyiz. Bu durumda, jeopolitik öneme sahip bölgesel bir güç olarak Türkiye’nin, tarafları müzakere masasına oturtmak ve sorunu diplomatik yollardan çözmek için, Kafkasya’daki tüm ülkeleri bir araya getirmek suretiyle, arabuluculuk işlevini yerine getirmesi yararlı olacaktır. Bu şekilde, bölgesinde itibar gören bir ülke olarak Türkiye, hem Kafkasya’da kalıcı bir barışın temellerinin atılması ve hem de bölgesel istikrarı bozmaya yönelik dış müdahalelere karşı ortak bir direnç noktası oluşturulması bağlamında inisiyatif kullanmış olabilecektir.

Share This:

KAFKASYA’DA İSTİKRAR ARAYIŞLARI

 

Kafkasya’da, Rusya ve Gürcistan arasında beş gün süren sıcak çatışmaların ardından, şimdi de yoğun bir uluslararası diplomasi savaşı başlamış bulunmaktadır. Bu kapsamda, 13-14 Ağustos’ta Moskova ve Tiflis’e giden Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Rusya Lideri Dimitriy Medvedev ile Gürcü Lider Mihail Saakaşvili’ye “Kafkasya İstikrar ve İşbirliği Platformu” adı altında bir oluşum önerisinde bulunmuş ve bu teklif meslektaşları tarafından olumlu karşılanmıştır.

Bölgesel barış, ortak güvenlik, ekonomik işbirliği ve enerji güvenliğini esas alan, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) ilkelerine dayalı, ortak kriz çözme ve yönetme mekanizmasına sahip bir platform olarak başlatılması öngörülen bu yeni sürece, Karadeniz Ekonomik İşbirliği Örgütünün de dahil edilmesi planlanmaktadır. Ocak 2000 tarihinde Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel tarafından önerilen ve daha sonra beklenen ilgiyi görmemesi nedeniyle rafa kaldırılan, Rusya’nın dâhil olmadığı “Kafkasya İstikrar Paktı” fikrine yakın görünen bu yeni oluşum düşüncesi, Kafkasya’da kalıcı barış ve istikrar umutlarını artırmış gibi görünse de, esasen böylesi bir projeye engel teşkil edebilecek gelişmelerin de göz ardı edilmemesi gerektiği kanaatindeyiz.

Nitekim, Rusya’nın 5 gün süren karşı saldırısının ardından, AB Dönem Başkanı sıfatıyla Moskova’ya giden Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy’nin önerdiği 6 maddelik Geçici Ateşkes Anlaşması çerçevesinde, Rusya askeri operasyona son vermiştir. Fakat, gerek ABD’nin tahrik edici düzeyde Rusya’yı küresel sistemden ve Batı dünyasından tecrit etme tehditleri ve gerekse Kremlin’in “Gürcistan’ın toprak bütünlüğünden söz edilemeyeceği” şeklinde açıklamada bulunması, Kafkasya’da gerginliğin devam edeceğini işaret etmektedir.

Daha önceki bir yazımızda, Pekin Olimpiyatlarının başladığı 8 Ağustos 2008 tarihinde patlak veren Kafkasya-Gürcistan Savaşı ile ilgili olarak, jeopolitik öneme sahip bölgesel bir güç olarak Türkiye’nin, tarafları müzakere masasına oturtmak ve sorunu diplomatik yollardan çözmek için, Kafkasya’daki tüm ülkeleri bir araya getirmek suretiyle, arabuluculuk işlevini yerine getirmesinin yararlı olacağını belirtmiştik. Her ne kadar zor bir süreci gerektirse de, bölgesinde itibar gören bir ülke olarak Türkiye’nin, hem Kafkasya’da kalıcı bir barışın temellerinin atılması ve hem de bölgesel istikrarı bozmaya yönelik dış müdahalelere karşı ortak bir direnç noktası oluşturulması bağlamında inisiyatif kullanması mümkün olabilecektir kanaatindeyiz.

Geldiğimiz noktada, gizli gündemi olmayan bağımsız bir aktör olarak bölgesinde bulunan tüm ülkelerle görüşme yapabilen Türkiye’nin, diplomasiye ağırlığını koyduğu ve bölgesindeki barış ve istikrar arayışlarının vazgeçilmez unsuru olarak dünya siyaset sahnesinde yerini aldığını görmekteyiz. Öyle ki, bir yandan Başbakan, Fransa Cumhurbaşkanını gölgede bırakarak Moskova’da, Rusya Devlet Başkanı ve Başbakanı ile arabulucuk misyonunu icra ederken, bir yandan Cumhurbaşkanı, İstanbul’da İran Cumhurbaşkanı ile bölgesel meseleler hakkında görüşmeler yürütmüştür.

Hatırlanacağı üzere, Gürcistan Cumhurbaşkanı Mihail Saakaşvili ABD’ye güvenerek, Rusya’ya karşı kumar oynamış, Gürcü Silahlı Kuvvetleri Güney Osetya bölgesine askeri operasyonda bulunmuş, fakat Rusya’nın şiddetli karşı operasyonuyla hezimete uğrayan Gürcistan, savaş ilanından iki saat sonra ateşkes ilan etmek zorunda bırakılarak, Rusya karşısında çaresiz bir duruma düşmüştür. Beş gün süren Rus-Gürcü savaşının ardından Kremlin,  Sarkozy daha Moskova’ya ulaşmadan hemen önce, Batı dünyasına bir jest yaparcasına askeri operasyonu bitirdiğini ilan etmiştir. Neticede, Rusya, Güney Osetya bölgesinden daha da ilerilere, Gürcistan topraklarının içlerine kadar ilerlemiş ve burada durmuştur. Gürcistan şimdi “de-facto işgal” vaziyeti ile karşı karşıya bulunmaktadır.

Böylece, Rusya, büyük bir ustalıkla hazırlamış olduğu Kafkasya’yı işgal senaryosuna Saakaşvili’yi dahil etmeyi başarmış ve nihayet kozları eline geçirmiş bulunmaktadır. Hayatının en büyük hatasını yapan Saakaşvili ise, ABD ve AB tarafından yalnız bırakılmanın verdiği hayal kırıklığıyla, hem ülkesini ve hem de kendi pozisyonunu riske atmıştır. Zira, Rusya’nın üst düzey yetkilileri, artık Saakaşvili ile görüşmelerinin mümkün olmadığını açıklamak suretiyle, bundan sonraki süreçte, Gürcü liderin statüsünü koruyabilmesinin ne kadar zor olacağına dair ilk işareti vermiş bulunmaktadırlar.

Beş gün süren yıkıcı bir istilanın ardından, Rusya nihayet arzuladığı noktaya kadar ilerlemiş olacak ki, Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy’nin teklif ettiği 6 maddelik bir Ateşkes Anlaşmasını kabul etmekte bir sakınca görmemiştir. 16 Ağustos itibariyle Gürcistan Devlet Başkanı Mihail Saakaşvili ve Rusya Devlet Başkanı Dimitriy Medvedev tarafından imzalanan söz konusu Geçici Anlaşmaya göre, taraflar arasında düşmanlık sona erecek, insani yardım koridoru açılacak, Rus askerleri Gürcü topraklarından çıkmakla birlikte Güney Osetya’daki barışı koruma görevine devam edecek, ayrıca bölge dışında kısıtlı da olsa devriye gezme imkânına kavuşacak olan Ruslar, Güney Osetya sınırının 10 km. ötesine dek Gürcü topraklarına girebilecek ve Güney Osetya ile Abhazya’daki “Rus barış güçleri” uluslar arası barış gözetim mekanizması kurulana dek ek güvenlik önlemleri alabilecektir.

Ancak her ne kadar, Gürcistan’ın “bağımsızlığı ve egemenliği” ifadeleri geçse de, Gürcistan’ın “toprak bütünlüğünden” bahsetmeyen bu ateşkes anlaşması, esasen Gürcistan için tam bir yıkım olarak değerlendirilmekte ve gelecekte bölgede olası sıcak çatışmaları kaçınılmaz kılmaktadır.

Enerji üretim ve dağıtım potansiyelini dış politikada bir silah olarak kullanmaya çalışan Rusya’nın, dünyanın en zengin petrol ve doğalgaz rezervlerine sahip Kafkasya ve Orta Asya’ya yönelik stratejik hedefleri vardır. Ayrıca bölgenin, Orta Asya ile Avrupa arasında bir enerji geçiş noktasında yer alması, Kafkasya’nın tam kalbinde yer alan Gürcistan üzerinde, Rusya’nın emperyalist hayaller kurmasına sebep olmaktadır.

Öte yandan, ABD ve NATO ile ilişkilerini geliştirmek suretiyle toprak bütünlüğünü korumaya çalışan Gürcistan, aynı zamanda Batı dünyası ile entegre olmayı da hedeflemektedir. Ne var ki, ABD’ye güvenerek giriştiği Güney Osetya Operasyonunda, Batıdan umduğu desteği bulamayan Saakaşvili, Rusya tarafından hezimete uğratılmış, tabiri caizse, kaş yapayım derken göz çıkarmıştır. Geldiğimiz noktada ise Gürcü Lider, ülkesini bölünmenin eşiğine getirmiş durumdadır. Ateşkesin hemen ardından, Washington Post Gazetesinde yayınlanan makalesinde Saakaşvili, “Eğer Batı bizimle değilse kiminle?” sorusunu yönelterek, ABD ve AB’nin, Rusya’ya karşı tavrını netleştirmesini isteyerek, ülkesini bu zor durumdan kurtarmaya çalışmaktadır.

Bu gelişmeler, Rusya’nın, Gürcistan’ın NATO üyeliğini engellemekle, esasen ne gibi stratejik hesapların peşinde olduğu hakkında bir fikir vermektedir. Ne var ki, Kafkasya’da giriştiği 5 günlük savaş, Gürcistan’ın NATO üyeliğini hızlandırıcı bir etki yapacaktır. Nitekim, savaş sonrası Medvedev ve Saakaşvili ile görüşen ve bugüne kadar Gürcistan ile Ukrayna’nın NATO üyeliğine karşı çıkan Almanya Başbakanı Angela Merkel, “Gürcistan’ın NATO’ya üyelik yolunda olduğunu” açıklamak suretiyle, Rusya’ya karşı bir tavır değişikliğine gittiğinin ilk işaretlerini vermiştir. Aynı şekilde, NATO Genel Sekreteri Jaap de Hoop Scheffer, 19 Ağustos tarihli NATO toplantısı arifesinde “Gürcistan’ın günün birinde NATO üyesi olacağını” belirtmek suretiyle, üyeler üzerinde baskı oluşturmaya çalışmıştır. Bunun yanında,  küresel sisteme entegre olmaya çalışan Rusya Federasyonu’nun, Kafkasya’da istikrarı bozarak, Batı dünyası ile ilişkilerinin geleceğini de ciddi biçimde tehlikeye attığını yakın zamanda görecektir.

Geldiğimiz noktada, Kafkasya’daki savaş geçici de olsa sona ermiş gibi gözükmektedir. Bundan sonra yapılması gereken, yeni bir sıcak çatışmaya meydan vermeksizin, müzakereler yoluyla, bölgede kalıcı bir barış ortamının sağlanması yönünde diplomatik girişimlerin başlatılmasıdır. Gürcü Lider, barışın sadece Batılı arabulucularla sağlanabileceğini iddia etmektedir. Bu anlamda, bölgesinde güven duyulan istikrarlı bir ülke olarak Türkiye’nin ortaya attığı “Kafkasya İstikrar ve İşbirliği Platformu” projesi, bölgesel barışa katkı sağlayacak iyi niyetli bir girişim olarak gündemdeki yerini almalıdır kanaatindeyiz. Fakat, böylesi bir projenin uygulanabilirlik kabiliyetini kısıtlayan faktörlerin üzerinde de önemle durulması gerekmektedir. Bu vesileyle, Kafkasya İttifakı projesine gölge düşürebilecek hususlara kısaca bir göz atmamızda yarar bulunmaktadır:

– Rusya Gürcistan’ın toprak bütünlüğünü hiçe saymakta bunu açıkça dünyaya ilan etmektedir. Nitekim, Güney Osetya ve Abhazya Liderlerini Moskova’da ağırlayan Rusya’nın Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, “Gürcistan’ın toprak bütünlüğü ölü bir konu” demiştir.  Buna karşın, Türkiye, AB ve ABD, Gürcistan’ın toprak bütünlüğü ve siyasi egemenliğini kuvvetle desteklemektedir.

– Gürcistan Parlamentosu, Rusya’ya tepki olarak, bu ülkenin liderlik ettiği Bağımsız Devletler Topluluğu (BDT)’den (Rusya Federasyonu, Belarus, Gürcistan, Ukrayna, Moldova, Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan, Özbekistan ve Ermenistan’dan oluşmaktadır) ayrılma kararı almıştır.

– ABD, Rusya’yı, Zenginler Kulübü olarak bilinen G-8’den çıkarmak ve Dünya Ticaret Örgütü üyeliğini engellemek için girişim başlatma hazırlığındadır.

– ABD ve İngiltere, protesto amacıyla, Japon denizinde yapılacak olan “Rusya-NATO Ortak Deniz Tatbikatından” çekildiğini açıklaması üzerine tatbikat iptal edilmiştir.

– Rusya, ABD’nin etkisinde kalmakla suçladığı Gürcü Lider Saakaşvili ile görüşmelerinin mümkün olmadığını, dolayısıyla, mevcut hükümetin değişmesi gerektiğini ileri sürmekte, buna karşın, Türkiye, ABD ve AB Saakaşvili hükümetini desteklemektedirler. Nitekim, ABD basınında, Rusya’nın Tiflis’teki hükümeti devirmek amacıyla bu askeri operasyona giriştiğine dair iddialar yer almıştır.

– Geçici Ateşkes Anlaşmasında, Gürcistan’ın toprak bütünlüğünün korunacağına dair herhangi bir ifade yer almamakta, ayrıca, Anlaşmayla Rus askerlerine bölgede kalıcı bir statü verilmektedir.

– Alman Der Spiegel Dergisine demeç veren Gürcü Lider Saakaşvili “Biz en son Rus askeri Gürcü topraklarından çıkana kadar savaşacağız. Asla teslim olmayacağız”, diyerek, barış konusunda Rusya’ya güvenmediğini itiraf etmiştir.

– ABD ve müttefiklerinin Kafkasya’ya yönelik stratejik hedefleri, Rusya’nın jeopolitik hesaplarıyla çatışma halindedir.

Tüm bu gelişmeler açıkça göstermektedir ki, önümüzdeki dönemde Kafkasya’da gerginlik azalmayacak, bilakis artacaktır. Rusya, Batı dünyası tarafından ciddi biçimde tecrit edilmeye çalışılacak, bu da Moskova’yı tahrik ederek daha saldırgan politikalar üretmesine yol açacaktır. Nitekim,  ABD’nin çağrısı üzerine, 19 Ağustos 2008 tarihinde, Brüksel’de olağanüstü toplanan NATO Dışişleri Bakanları, “Rusya ile ilişkilerin askıya alınmasını” kararlaştırmış bulunmaktadırlar. Anlaşılıyor ki, uluslararası sisteme entegre edilmiş ve Batının demokratik değerlerini benimsemiş bir Rusya’nın, emperyalist hayallerinden arındırılabileceği ve daha ılımlı bir konuma getirilebileceği umudu, tükenme noktasına gelmiştir.

Öte yandan, daha savaşın dumanı tüterken, ABD ve Rusya Liderlerinin tansiyonu düşürmek yerine, karşılıklı meydan okumalarla diplomatik girişimlerin önünü tıkamaları, bu ülkelerin gerçekte barış isteyip istemedikleri konusundaki şüpheleri artırmaktadır. Zira, gerginliğin had safhada olduğu bir sırada ABD Başkanı George W. Bush, Medvedev için “Soğuk savaş bitti, derebeylik yapmasın” demiş, buna cevap olarak Medvedev, Rusya’nın bugüne kadarki eylemlerini ”ılımlı” olarak değerlendirerek “Batının gerilimi tırmandırması halinde, en radikal güçlerin bile hayal edemeyeceği bir ortam yaratılacağı” tehdidinde bulunmuştur. Ayrıca, Kafkasya’da patlak veren krizin sebep olduğu kargaşa ortamında Polonya ile ortak füze savunma sistemi anlaşmasını imzalayan ABD, Rusya’dan rövanşı almış gibi görünmekle birlikte, esasen yeni bir soğuk savaşın da ilk işaretlerini vermiş bulunmaktadır.

Netice itibariyle, Kafkasya’da yaşanan gerginliğin esasen Küresel aktörlerin Avrasya coğrafyasına hakim olma mücadeleleri kapsamında yürüttükleri bir danışıklı dövüş olduğuna dair kuşkularımız artmaktadır. Çünkü, Rusya-Gürcistan savaşının sonuçta ne ayrılıkçı Güney Osetya’nın ve ne de Gürcistan’ın menfaatlerine hizmet etmediği, buna karşın, Kafkasya’da yaşanan gerginliğin hem Rusya ve hem de ABD’nin stratejik hedeflerine hizmet eder mahiyet arz ettiğini söyleyebiliriz. Zira, sürüp gidecek bir gerginlik, her iki ülkeye de, bölgeye daha fazla nüfuz etme fırsatları verecektir. Savaşın ardından, NATO ve ABD savaş gemilerinin Boğazları geçerek Karadeniz’e girmesi, bu tezimizi doğrular niteliktedir. Ayrıca ABD, Kafkasya ülkelerinin emperyalist Rusya Federasyonuna karşı besledikleri düşmanlıkları tahrik etmek suretiyle, bu ülkelerle ilişkilerini geliştirme fırsatlarını da yakalamış bulunmaktadır. Buna karşın, Kafkasya’da askeri ve diplomatik üstünlük elde  eden Moskova, bir yandan bölge ülkelerine gözdağı verirken, bir yandan da savaş öncesine göre daha güçlü olarak müzakere masasına oturabilecektir.

Rusya’nın, eski Sovyetler Birliği dönemindeki etkinlik alanını tekrar kazanma ve Kafkasya haritasını buna göre yeniden çizme hayallerini gerçekleştirmek için somut adımlar atmaya hazır olduğu, bu kapsamda savunma pozisyonundan saldırı pozisyonuna geçtiği görülmektedir. Ne var ki karşısında, hiçbir gücün  bölgede tek başına hakim olmasını istemeyen küresel bir güç, ABD durmaktadır. Dolayısıyla, Gürcistan, Kafkasya’daki bölgesel hâkimiyet mücadelesinin oyun alanlarından sadece birini teşkil etmektedir. Kuşkusuz, bölgede gerginlik artarak devam edecektir. Zira, kıymetli madenler ile zengin petrol ve doğalgaz kaynaklarına sahip olan Kafkasya, aynı zamanda Doğu-Batı enerji ulaşım yolları üzerindedir ve bu yönüyle, bir yandan küresel aktörlerin ilgisini çekerken, bir yandan da dinamik etnik ve dinsel fay hatları nedeniyle, potansiyel bir çatışma alanı konumunu muhafaza etmektedir.

Rusya-Gürcistan savaşı vesilesiyle öne sürülen “Kafkasya İstikrar ve İşbirliği Platformu” düşüncesi, bölgesel istikrarsızlıktan büyük rahatsızlık duyan Türkiye’nin iyi niyetli bir diplomatik atağıdır. Türkiye bu şekilde, hem bölgesinde insiyatifi eline geçirme ve hem de komşularıyla iyi ilişkiler geliştirme niyetindedir. Fakat, gerek Kafkasya’nın karmaşık etnik ve siyasi yapısı ve gerekse ABD ve Rusya’nın birbiriyle çatışma halindeki bölgesel jeopolitik çıkarları, en azından yakın gelecekte, bölgede kalıcı bir istikrar ortamının sağlanmasının zor olduğunu işaret etmektedir. Buna rağmen, bölgesindeki sorunlara çözüm yolları üretebilme potansiyeline sahip bir ülke olarak Türkiye’nin, milli karakterine uygun, özgün dış politikalar geliştirerek, arabuluculuk misyonunu devam ettirmesi ve bu sayede, bölgesel barış ve istikrar arayışlarına katkı sağlaması mümkün görünmektedir.

http://www.turkocagi.org.tr/modules.php?name=Yorumlar&pa=showpage&pid=291

Share This: