illinois tarafından yazılmış tüm yazılar

Kıbrıs’ta Hayat Devam Ediyor

 

Turk Yurdu Dergisi

Ağustos 2017 – Yıl 106 – Sayı 360

Nejat ÇOĞAL

 

        Geçtiğimiz haziran ayı sonlarında, İsviçre’nin Crans Montana kasabasında yaklaşık bir hafta devam eden Kıbrıs konferansı başarısızlıkla sonuçlandı. Böylece, 50 yıldır sürdürülen ve Kıbrıs Türk ve Kıbrıs Rum Halklarının eşitliğine dayalı, federatif ortak bir devlet çatısı altında birleşmeyi hedefleyen çok sayıdaki başarısız çözüm girişimleri dizisine bir yenisi daha eklenmiş oldu. Kasım 2016’da İsviçre’nin Mont Pelerin kasabasında, Ocak 2017’de Yine İsviçre’nin Cenevre kentinde Kıbrıs Türk ve Kıbrıs Rum taraflarıyla BM, AB ve Garantör Ülkeler bir araya gelmiş, her ikisinde de Yunan/Rum tarafının masadan kaçması nedeniyle Kıbrıs müzakereleri sonuçsuz kalmıştı. Bu defa taraflar İsviçre’nin Crans Montana kasabasında yeni bir 5’li Konferans icra etmişler ancak herhangi bir anlaşma sağlanmadan konferans dağılmıştır.
        Biz tarafları daha önce defalarca yazılarımız aracılığıyla uyarmaya çalıştık. Mont Pelerin, Cenevre, Crans Montana veya Lefkoşa bahane. Olanların tek açıklam…
https://www.turkyurdu.com.tr/yazar-yazi.php?id=2982
Yazının devamını okumak için üye olun, abone üye için tıklayınız.

Share This:

Güney Kıbrıs’ta 2. Anastasiadis Dönemi

Nejat ÇOĞAL

18.02.2018

Güney Kıbrıs Rum Kesimi’nde 4 Şubat 2018 tarihinde 2. turu yapılan başkanlık seçimlerini GKRY Lideri Nikos Anastasiadis kazandı. Katılım oranının %73 olduğu seçimlerin2. turunda oyların %56’sını alan muhafazakârların adayı, Muhafazakâr Demokratik Seferberlik Partisi’nin lideri Nikos Anastasiadis, yeniden Kıbrıslı Rumların lideri seçildi ve Güney Kıbrıs’ta 2. Anastasiadis dönemi başlamış oldu. Komünist Emekçi Halkın İlerici Partisi (AKEL) tarafından desteklenen, Solcuların adayı Dr. Stavros Malas ise 2. turda oyların %44’ünü alarak kaybetti.

Anastasiadis, seçimleri kazanır kazanmaz, ayağının tozuyla yaptığı zafer konuşmasında “Önceliğim, Kıbrıslı Türklerin hassasiyetlerine gözümü kapamadan, ülkemizin işgali konusunu ele almak olacak.” şeklinde açıklama yaptı. Göreve gelir gelmez, sözde işgalden bahsederek uzlaşmaz tutumunu devam ettireceğinin ilk sinyallerini veren Rum Lider, bu 2. Başkanlık döneminde nasıl bir tavır sergileyeceğinin de ilk işaretlerini vermiş oldu.

Esasen, Rum lider Anastasiadis bizi bugüne kadar hiç yanıltmadı. 16.02.2017 tarihinde Kıbrıs’ta yapılan görüşmelerde masadan kaçtı. Ani bir tavırla kapıyı çarpıp gitti. 2017 Haziran ayı sonlarında, İsviçre’nin Crans Montana kasabasında yaklaşık bir hafta devam eden Kıbrıs Konferansı, yine Anastasiadis’in uzlaşmaz tutumu nedeniyle başarısızlıkla sonuçlandı. Böylece, 50 yıldır sürdürülen ve Kıbrıs Türk ve Kıbrıs Rum halklarının eşitliğine dayalı, federatif ortak bir devlet çatısı altında birleşmeyi hedefleyen çok sayıdaki başarısız çözüm girişimleri dizisine bir yenisi daha eklenmiş oldu.

Geldiğimiz noktada ise, GKRY Liderinin, seçimlerden hemen sonra İtalyan enerji şirketi ENI’nin doğalgaz arama faaliyetlerini Doğu Akdeniz’detek yanlı olarak ilan ettiği, sözde “Münhasır Ekonomik Bölge”ye kaydırma girişimi, yeni bir krizin kapısını aralamış oldu. Uluslararası anlaşmalara aykırı bir şekilde, tek taraflı doğalgaz arama teşebbüsleriyleDoğu Akdeniz’de tansiyonu yükselterek hukuk tanımaz tutumunu devam ettiren Anastasiadis için bu olay,ilk olmadığı gibi son da olmayacaktır.

Rum Lider böylece, Ada’da devam etmekte olan ve Güney’deki başkanlık seçimleri nedeniyle yaklaşık sekiz ay önce masadan kaçması nedeniyle akamete uğramış bulunan çözüm müzakerelerini, bundan sonraki süreçte de nasıl bloke edeceğini tüm dünyaya ilan etmiş oldu. Yani Anastasiadis, Kıbrıslı liderler arasında, önümüzdeki birkaç ay içerisinde tekrar kurulması muhtemel olan çözüm müzakere masasına, Türkiye’nin kırmızıçizgileri olan “garantörlük” ve “Ada’daki Türk Barış Kuvvetlerinin varlığı” konusunu masaya getirmeyi planlamaktadır. Oysa Türkiye’nin Kıbrıs üzerinde uluslararası anlaşmalardan kaynaklanan “garantörlük hak ve yetkisi” ile “Ada üzerindeki Kıbrıs Türk Barış Kuvvetlerinin varlığı” ve “Kıbrıs Türk halkının siyasi eşitliği” müzakere dahi edilemez. Türkiye ve Kıbrıs Türk tarafının bu konudaki hassasiyetini iyi bilen Rum/Yunan tarafı, müzakere masasını dağıtmak veya zamana oynamak gayesiyle Türkiye’nin kırmızıçizgilerinetekrar saldırmayı deneyecektir.

Kısaca, Güney Kıbrıs’ta değişen bir şey yok. Klasik Rum/Yunan politikaları, aynı şekilde devam edecek maalesef. Gelin şimdi hep birlikte, Güney Kıbrıs’ta 2. döneminibaşlatan Rum Lider Anastasiadis’i tanımaya çalışalım:

Uzlaşmaz tutumunu gelenek hâline getiren Rum Lider Anastasiadis, yakın geçmişte de benzeri siyasi krizlere imza atmıştı. 2013 yılı başında Başkan seçilen Nikos Anastasiadis,tam bir yıl süreyle KKTC Cumhurbaşkanı Eroğlu ile masaya oturmadı. Üstelik göreve gelir gelmez “Türkiye doğalgaza karışmasın, kapalı Maraş’ı bize iade etsin, o zaman AB’deki  vetomuzu kaldırmayı düşünürüz.” şeklinde açıklama yaparak uzlaşmaz tutumunu tüm dünyaya ilan etti.Anastasiadis, daha Rumlar AB’ye girmeden önce ne diyordu? “Kıbrıs-AB birleşmesini başarmak suretiyle, aynı zamanda Kıbrıs’ın Yunanistan’la birleşmesini de başarmış olacağız.” Yani, dolaylı ENOSİS…

Tam bir yıl süreyle müzakere masasından kaçan Anastasiadis, AB, ABD ve BM’nin başını çektiği uluslararası toplumun yoğun baskıları neticesinde KKTC Cumhurbaşkanı Derviş Eroğlu ile masaya oturmayı kabul etmişti. KKTC Cumhurbaşkanı Eroğlu ile birlikte 11 Şubat 2014 tarihinde bir “Ortak Açıklama”ya imza atan Rum Lider Anastasiadis, kısa bir süre sonra bu imzasını da inkâr etmişti. Yapılacak çözüm müzakerelerinin genel çerçevesini belirleyen ve Kıbrıslı Türklerle eşit statüde olacakları, iki toplumlu, iki kesimli federal bir ortak devleti öngören bu Mutabakat Zaptı, daha sonra Anastasiadis’in başına bela olmuştur.

Öyle ki 11 Şubat 2014’te attığı imzadan pişmanlık duyan Anastasiadis, 25 Temmuz 2014 tarihli “Liderler Görüşmesi”nde diplomatik bir skandala da imza atmıştır. Müzakere masasında kontrolünü kaybederek “Bugüne kadar kabul edilenler beni ilgilendirmez, sadece benim kabul edeceğim konular görüşülmeli, benim istediğim olacak.” diye bağırmış; gözlüğünü fırlatmış; sigara yakmış; masayı yumruklamış ve heyetini masada bırakıp gitmiştir. Böylece, daha önce Talat-Hristofyas ikilisinin anlaşmaya vardıkları konuları “yok saydığını” itiraf eden Rum Lider, içine düştüğü derin çelişkiyi de herkese göstermiş oldu. Zira 11 Şubat 2014’te KKTC Cumhurbaşkanı Derviş Eroğlu ile birlikte altına imza atıp tüm dünyaya ilan ettikleri ortak çözüm çerçevesinin, aynı zamanda Mehmet Ali Talat ile Dimitris Hristofyas’ın uzlaşmaya vardığı konular olduğunu çok iyi bilmekteydi.

25 Temmuz 2014 tarihinde yumrukladığı müzakere masasını terk edeceğinin ilk sinyalini de vermiş olan Anastasiadis, çok geçmeden, 9 Ekim 2014’te yapılması planlanan görüşmeden bir gün önce, yeni AB Komisyonu Başkanı Juncker’i de arkasına alarak ve Kıbrıs’ın sözde Münhasır Ekonomik Bölgesine Türkiye’nin savaş gemileri göndermesinibahane ederek barış görüşmelerine katılmayacağını açıklamıştır. Bu tarih itibarıylamasadan kaçan Anastasiadis’in geri dönmesi ise tam sekiz ay sürmüş ve nihayet Mayıs 2015’te KKTC’nin yeni Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı ile görüşme masasına oturabilmiştir.

Ne var ki bu müzakereler de fazla sürmemiştir. Nitekim Rum lider,kısa bir süre sonra İstanbul’da yeni bir siyasi krize kapı aralamıştır. Rum Lider, KKTC Cumhurbaşkanı ile hem de İstanbul’da aynı masada yemek yemeyi kendine yedirememiş ve apar topar İstanbul’u terk etmiştir. Ardından da birkaç gün sonra Ada’da yapılacak olan ve önceden planlanmış bulunan Liderler buluşmasına katılmayacağını tek taraflı olarak açıklamıştır.

Nihayet, 16.02.2017 tarihinde Kıbrıs’ta yapılan görüşmelerde, Rum Lider bir kez daha masadan kaçmış v e ani bir tavırla kapıyı çarpıp gitmiştir. 2017 Haziran ayı sonlarında, İsviçre’nin Crans Montana kasabasında yaklaşık bir hafta devam eden Beşli Kıbrıs Konferansı da yine Anastasiadis’in uzlaşmaz tutumu nedeniyle başarısızlıkla sonuçlanmıştı. O tarihten bu yana Kıbrıs’ta çözüm müzakereleri askıya alınmış olupmüzakere sürecinin akıbeti meçhul görünmektedir.

Esasen Anastasiadis, yol açtığı tüm bu diplomatik krizlerle iç politikaya yönelik mesajlar vermiştir. Zira geçtiğimiz günlerde Güney’de Başkanlık seçimleri yapılmış ve Anastasiadis ikincikez seçimleri kazanmıştır. Bütün Rum Liderler, seçim öncesinde mütemadiyen aynı tavrı sergilemektedirler. Yani, Kıbrıslı Türklerle eşit statüde olacakları bir çözümü reddetmek, müzakere masasını sudan bahanelerle terk etmek, Türk tarafını uzlaşmazlıkla suçlamak, Ada’nın güya tek meşru hükûmetiymiş gibi davranmak, Türkiye’nin AB katılım sürecini bir koz olarak kullanmaya çalışmak, Türkiye’yi uluslararası platformlarda köşeye sıkıştırmak gibi klasik Rum taktiklerine başvurmuşlardır.

Oysa Akıncı ve Anastasiadis, 2016’yı “çözüm yılı” olarak ilan etmişlerdi. Olmadı, 2017’ye kaldı. Maalesef, 2017 yılında da herhangi bir çözüm mümkün olamamıştır. Peki, bu şartlarda veya bu bakış açısıyla çözüm mümkün müdür? Elbette Hayır. Anastasiadis, seçim bahanesiyle masadan kaçmış ve müzakere süreci yaklaşık bir yıl durmuştur. Zaten, Rumların tuzu kurudur. Çözüm için niye acele etsinler ki? Onlar, uluslararası camianın Kıbrıs’ta tanıdığı tek meşru hükûmettir. GKRY AB üyesidir. Buna karşın KKTC, AB üyesi değildir ve Kıbrıs Türk halkı, izolasyonlar altında ezilmekte ve dünyadan âdeta tecrit edilmektedir. İşte bu yüzden Kıbrıslı Türkler çözüm için ne kadar acele ederse Rumlar da o derece oyalama taktiklerine başvuracaklardır.

Önümüzdeki günlerde Ada’da,toplumlararası uzlaşmaya yönelik müzakere masası yeniden kurulacaktır. Rumlar ise uluslararası kamuoyunun baskılarına dayanamayacak, biraz nazlanacak, birkaç kabulü imkânsız ön şart ileri sürecek ama nihayet masaya oturmak zorunda kalacaktır.

Kuşkusuz Kıbrıs Türk tarafı olarak müzakere masasında olmalıyız. Kaldı ki Ada’da gerçekten çözüm isteyen taraf Türk tarafıdır. Ancak masada kalmak uğruna da Kıbrıs Rum tarafının haksız ve insafsız isteklerine boyun eğilemez. Evet, Rum tarafının çözüme ihtiyacı yoktur. Onlar sadece zamana oynamaktadırlar. Çözümsüzlüğü körükleyip suçu Türk tarafına yüklemek gibi klasik bir Rum/Yunan taktiği vardır. Bu noktada çok dikkatli olunması gerekmektedir. Rum tarafının çözümden anladığı şey, Kıbrıslı Türklerin azınlık olduğu, Rum egemenliğindeki bir Kıbrıs Devleti’dir. Bu senaryonun bir sonraki aşaması ise Ada’nın Yunanistan’a ilhakı yani “enosis”tir. Rum/Yunan tarafı, bunun dışında hiçbir çözüme “Evet.” demeyecektir. Hep zamana oynayacak ve Türkleri de suçlu ilan edeceklerdir.

Netice itibarıyla Kıbrıs’ta 2. Anastasiadis Dönemi, Kıbrıs Türk tarafı açısından bir öncekinden daha zor ve yıpratıcı olacaktır. Rum Liderin göreve gelir gelmez işgalden bahsetmesi ise bundan sonraki süreçte Rumların tavrının ne kadar olumsuz olacağını göstermektedir. Bu, aynı zamanda eski Rum Lider Hristofyas’ın “Biz sessiz ve özlü çalışırız.” şeklinde özetlediği ikiyüzlü Rum/Yunan politikasında hiçbir değişiklik olmadığının da açık bir göstergesidir. Zira Rumların anlaşmaya niyetleri yoktur. Onlar Ada’da tek taraflı bir çözümün arayışı içerisindedirler. Yani, Kıbrıs Rum tarafının çözüm parametreleri değişmeyeceği için, Kıbrıs’ta yakın zamanda bir çözüm mümkün görünmemektedir. Bu nedenle, KKTC Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı, Türkiye’nin kırmızıçizgilerine yönelik muhtemel Rum/Yunan saldırılarını bertaraf ederekmuhatabının psikolojisini doğru okumalıdır. Nihayet, ihtiyatlı bir iyimserlikten öte çok dikkatli bir şekilde müzakere yürütülerek Rum/Yunan tarafının siyasi/diplomatik manevralarına misliyle karşılık verilmelidir.

Zeytin Dalı Harekâtı ile Afrin’de destan yazan Türk Silahlı Kuvvetleri, gerektiğinde, garantör ülke sıfatıylayeni bir Kıbrıs Barış Harekâtı’nı da gerçekleştirme kudretine sahiptir. Türkiye, aynı anda hem Suriye’de hem Kıbrıs’ta ve hem de Ege’de harekât yapabilecek güce ve tecrübeye sahip bir ülkedir. Tüm dünya ve özellikle de Rum/Yunan tarafı iyi bilmelidir ki Türk Milleti için Afrin ne ise Kıbrıs ve Egede odur.

Ayrıca, Türkiye’nin Kıbrıs’ta “enosis”e asla müsaade etmeyeceğinin de bilinmesi gerekir. Türkmilleti, savaşarak kazandığı bu vatan topraklarının bir karışını bile Rumlara vermeyecektir. Şehitlerin kanıyla sulanmış bu vatan toprakları masada kaybedilemez. Ne var ki Kıbrıs meselesinin sonsuza dek masada kalması da mümkün değildir. Bundan dolayı makul bir süre içerisinde, Kıbrıs’ta adil, kapsamlı ve kalıcı bir çözüme ulaşılamadığı takdirde-ki gerçekleşmesi mümkün görünmemektedir- mevcut statünün devamını, yani KKTC’nin uluslararası toplum tarafından tanınmasını sağlamanın en doğru yol olacağını da tüm tarafların dikkatine sunmak isteriz.

https://www.turkocaklari.org.tr/yazar/nejat-cogal/guney-kibris-ta-2-anastasiadis-donemi-8550

 

Share This:

Vefatının 6. Sene-i Devriyesinde Rauf Denktaş

15.01.2018

Millî Kahraman, Baş Mücahit, KKTC’nin 1. Cumhurbaşkanı, Devlet Kurucusu ve Kıbrıs Millî Davasının yılmaz savunucusu Merhum Rauf Denktaş’ı 6. ölüm yıldönümünde rahmetle anıyoruz. Ömrünü Kıbrıs Türklüğünün bağımsızlık mücadelesine adayan bu millî kahraman, daima Anavatan Türkiye’ye bağlı kalmış, halkı için verdiği mücadelede Türkiye’nin ve Türk milletinin menfaatlerine halel gelmemesi için azami gayret sarf etmiştir. “Türkiye olmadan cennete bile girmem.” sözleriyle, Anavatan’a bağlılığını ifade eden Denktaş, İngiliz Koloni İdaresi altında yaşayan Kıbrıs Türk Toplumunu, kendi Devlet çatısı altında, kendi ülke topraklarında egemenliğini kullanan, bağımsız Kıbrıs Türk Halkına dönüştürmüştür.

Ömrünü Kıbrıs Davasına feda eden Rauf Denktaş, Dr. Fazıl Küçük’ün yanında mücadele vermek üzere Savcılık görevinden istifa etmesinin ardından 1957 yılında Kıbrıs Türk Kurumları Federasyonu Başkanlığına seçilmiş ve aynı yıl, Rumların terör saldırılarına karşı Kıbrıs Türk Halkını savunmak üzere Türk Mukavemet Teşkilatının kurulmasına katkı sağlamış, 1959 Zürih ve Londra Anlaşmaları’nın hazırlanmasında önemli rol oynamış, 1964 yılında Makarios tarafından “Ada’da İstenmeyen Adam” ilan edilerek Kıbrıs’a girişi yasaklanmış, 1967 yılında Rum Yönetimi tarafından tutuklanarak hapse atılmış, 1968 yılında Glafkos Klerides’le birlikte ilk toplumlararası görüşmeleri başlatmış, 1970 yılında Kıbrıs Türk Cemaat lideri seçilmiş, 1975 yılında Kuzey Kıbrıs Türk Federe Devleti’nin kuruluşunu ilan etmiş ve ilk Devlet Başkanı seçilmiş, 1977’de Makarios’la Doruk Anlaşması’na imza atmış, 1983’te Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni ilan etmiş ve ilk Cumhurbaşkanı seçilmiş, 1980’li yıllarda BMGS Perez De Cuellar, 1990’lı yıllarda BMGS Butros Gali ve 2000’li yılların başlarında BMGS Kofi Annan aracılığında yapılan zorlu çözüm müzakerelerine katılmış ve nihayet 4 dönemdir yürüttüğü KKTC Cumhurbaşkanlığı görevini, 2005 yılında yapılan seçimlere katılmayarak Mehmet Ali Talat’a devretmiştir.

Kıbrıs Davasıyla ilgili onlarca kitabı yayımlanan Rauf Denktaş, hayatı boyunca Kıbrıs Türk Halkının uluslararası toplumda onurlu ve saygın bir yer edinmesi için mücadele vermiştir. Anavatan Türkiye ile ilişkilerini büyük bir incelikle ve dengeli bir üslupla yürütmüş, Kıbrıs Türk Halkının hızla demokrasiye geçişini sağlamış, uluslararası toplumda büyük bir saygınlık kazanmış ve hayatının sonuna kadar uyarma, aydınlatma ve yol gösterme görevini yerine getirmiştir. Nihayet kurucusu olduğu Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni Kıbrıs Türk Halkına emanet etmiştir.

Kuşkusuz, Kıbrıslı Türklerin, koloniden bağımsız devlete ulaşması kolay olmamıştır. Kıbrıs Türk Halkının bu bağımsızlık mücadelesinde büyük acılar çekilmiş; Rumların acımasız saldırılarından, uluslararası toplumun çifte standartlı tutumlarına kadar geniş bir yelpazede mücadele verilmiştir. Bu mücadelede, Türk Milleti her zaman Kıbrıs Türk Halkının yanında olmuş, zaman zaman Türkiye’nin müdahale girişimleriyle Rum katliamlarının önüne geçilmiş ve nihayet 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı ile Ada’da kalıcı bir barış ve huzur ortamı sağlanmıştır. İşte bu zorlu mücadele yıllarında Kıbrıslı Türklere Dr. Fazıl Küçük ve Rauf Denktaş gibi önderler yol göstermiştir. Bu noktada, Merhum Rauf Denktaş’ın ömrünü adadığı, Kıbrıs Türk Halkının bağımsızlık mücadelesinden kısaca bahsetmekte yarar bulunmaktadır:

Esasen, Kıbrıslı Türklerin mücadelesi bir varlık-yokluk yani ölüm-kalım mücadelesi idi. 1963-1974 yılları arasında, Rumların acımasızca yürüttüğü, Türkleri Ada’dan kovma ve etkisiz hâle getirme şeklinde özetleyebileceğimiz tedhiş politikası sonucunda, Kıbrıslı Türkler, Ada’nın %3’ü kadarlık bir kısmına sıkıştırılmış ve âdeta yok olma noktasına getirilmişti.

Rum mezalimi altında büyük acılar çeken, birlikte barış içinde yaşama arzularını müteaddit defalar ortaya koymalarına rağmen, komşuları Rumlardan olumlu karşılık bulamayan ve üstelik uluslararası toplumdan tecrit edilerek yaşam alanları daraltılan Kıbrıslı Türklerin yalnızlığı ve uğradıkları haksız muameleler, Kıbrıslı Türklerin kolektif hafızasına, âdeta kazınmıştır. Ada’yı tümüyle Helenleştirmek için, İslamiyet’e imanla, Türk diline, gelenek ve göreneklerine ise inatla bağlı olan Kıbrıs Türk Toplumunu ortadan kaldırmak gerektiğine inanan “enosis” hayalperestlerinin acımasız terör saldırıları karşısında milli bilinci gelişen Kıbrıs Türkleri, Türkiye’nin de soydaşlarına sahip çıkmasıyla kültürel, sosyal ve siyasal kimliklerini muhafaza etmek anlamında ciddi bir direnç noktası yakalamışlardır. Kıbrıslı Türkler, 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti ile nihayet, 82 yıl süren İngiliz sömürge yönetiminden kurtulmuşlar ve Türkiye’nin etkin ve fiili garantisi altında, Rumlarla ortak bir devlet çatısı altında, egemenliklerini kullanmaya başlamışlardı.

Fakat çok geçmeden Kıbrıslı Türkler, ortak devlet mekanizmasından kovulmakla kalmamışlar; uğradıkları katliamlar ve sürgünlerle, yüzyıllar boyunca birlikte yaşadıkları Rumlar tarafından âdeta sırtlarından bıçaklanmışlardır. Yunanistan tarafından desteklenen Rum Millî Muhafız Ordusu ve EOKA-B terör örgütünün öncülüğünde gerçekleştirilen 1963–1964 katliamları, 1967 buhranı ve 1974 Rum terör saldırıları karşısında savunmasız Kıbrıslı Türkler, çocuk, kadın denmeden acımasızca öldürülmüş; evlerinden ve köylerinden sürülmüş ve bir toplumun hafızasına, asla unutulmayacak kötü izler bırakılmıştır. Rumların komşuları olan Türklere yaşattıkları bu acı olaylar, Kıbrıs’ta iki toplumun artık bir arada yaşama ihtimalini tamamen ortadan kaldırmış ve 1974 yılına gelindiğinde bu gerçeğe dayalı olarak, Kıbrıslı Türkler de kendi siyasal örgütlenmelerini önemli ölçüde tamamlamışlardı.

Yunan Cuntası’nın Kıbrıs’ta “enosis”i gerçekleştirme ve kuşatma altına aldıkları Kıbrıslı Türkleri yok etme aşamasına geldikleri bir sırada, Türkiye’nin, Garanti Anlaşması’ndan kaynaklanan yetkisini kullanarak düzenlediği Kıbrıs Barış Harekâtı, Kıbrıs Türk Toplumunu, âdeta uçurumun kenarından çekip kurtarmıştır. Kıbrıs Türk Toplumunu korumak ve Ada’da anayasa düzenini yeniden sağlamak amacıyla gerçekleştirilen Barış Harekâtı, aynı zamanda darbeci Sampson Hükûmeti’ni ve onun destekçisi Yunan Cuntası’nı devirmiş, böylece Yunanistan halkına da demokrasiyi hediye etmiştir. Zaten Rumların zorlamalarıyla birbirinden Kuzey ve Güney olarak fiilen ayrılmış bulunan her iki toplum, Kıbrıs Barış Harekâtı’nın ardından doğal olarak sınırlarını da belirginleştirmişlerdir. Kıbrıslı Türkler, zaten yoğun olarak yaşadıkları kuzey bölgelerinde, Türkiye’nin de garantörlüğü ve desteğiyle huzurlu ve güvenli bir ortamda yaşamaya başlamışlardır. Ada’nın fiilen ikiye bölünmesinin asıl nedeninin, esasen 1974 Barış Harekâtı değil, Rumların Türklere karşı uyguladıkları katliamlar ve sürgün politikaları olduğunu da burada belirtmemizde yarar bulunmaktadır.

Netice olarak, Rumların, savunmasız Kıbrıslı Türkleri evlerine ve köylerine aylarca hapsedip onlara katliam uyguladıklarında ve nihayet evlerinden, topraklarından göçe zorlandıklarında, soydaşlarının imdadına Türkiye yetişmiştir. Kıbrıs Türk Halkının Lideri Rauf Denktaş, Anavatan Türkiye’nin bu fedakâr tutumunu her zaman takdir etmiş; Türk askerinin Ada’ya yerleşmesi ve ilelebet burada kalması için de her türlü çabayı sarf etmiştir. Kıbrıslı Türklerin kendi egemenlikleri altında, barış ve huzur içinde yaşayabilmelerinin tek güvencesinin Türkiye olduğuna inanan ve bunu her fırsatta dile getiren Denktaş, vefatının ardından kendi eseri olan KKTC’yi de yine Türkiye’ye, Türk milletine emanet etmiştir. Evet, Türk milleti, uğruna şehitler verdiği bu emaneti ilelebet muhafaza edecektir.

Bu vesileyle, Kıbrıs meselesinin millî bir davaya dönüşmesinde çok önemli katkıları olan büyük lider Dr. Fazıl Küçük ile örgütlenmenin ilk aşaması olan Federasyon’un ilk Başkanı Faiz Kaymak’ı da rahmetle anıyoruz.

KKTC Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş, 2003 yılında, Kıbrıs Şehitliği’nde yaptığı bir konuşmada, Türkiye’nin etkin ve fiilî garantisinin kaldırılması hâlinde yaşanacakları şöyle özetlemektedir: “… Anadolu dağlarına bakarak ağlayacağız, şehitlerimizi yine gizli gizli gömeceğiz. Kaçacak yer arayacağız, ama bulamayacağız.” Denktaş, sadece Kıbrıslı Türklerin değil, tüm Türk dünyasının kahramanı idi. Allah rahmet eylesin…

https://www.turkocaklari.org.tr/yazar/nejat-cogal/vefatinin-6-sene-i-devriyesinde-rauf-denktas-8478

 

Share This:

Crans Montana’da Kıbrıs Şovu

Nejat ÇOĞAL

07.07.2017

Şu günlerde, İsviçre’nin Crans Montana kasabasında, Kıbrıs’ın kaderi üzerinde çok yoğun görüşmeler devam etmektedir. Kasım 2016’da İsviçre’nin Mont Pelerin kasabasında, Ocak 2017’de Yine İsviçre’nin Cenevre kentinde Kıbrıs Türk ve Kıbrıs Rum taraflarıyla BM, AB ve Garantör Ülkeler bir araya gelmiş, her ikisinde de Yunan/Rum tarafının masadan kaçması nedeniyle Kıbrıs müzakereleri sonuçsuz kalmıştı. Şimdi ise taraflar İsviçre’nin Crans Montana kasabasında yeni bir Konferans icra ediyorlar. 50 yıldır devam eden ve bir türlü sonuçlanamayan Kıbrıs müzakerelerinin, İsviçre’nin turizm sektörüne katkı sağlamaktan öte bir yararının olmadığını üzülerek gözlemlemekteyiz.

Biz tarafları daha önce defalarca yazılarımız aracılığıyla uyarmaya çalıştık. Mont Pelerin, Cenevre, Crans Montana veya Lefkoşa bahane. Olanların tek açıklaması var: Kıbrıs’ta tarih tekerrür ediyor. Yani bize aynı filmi tekrar tekrar izletiyorlar. Zira, Kıbrıs Rum tarafının Kıbrıs’ta çözüme ihtiyacı yoktur. Kıbrıs Rum tarafının çözümü ile Kıbrıs Türk tarafının çözümü birbirinden tamamen farklıdır. En azından, son 400 yıl içinde Ada’da kendiliğinden vuku bulmuş temel gerçekler vardır. Kıbrıs’ın 1959 Zürih ve Londra Anlaşmalarından kaynaklanan uluslararası bir statüsü vardır. Mesela, 1960 Garanti ve İttifak Anlaşmaları vardır. BM’in temel parametreleri vardır. Bu ve benzeri gerçekler temelinde varılacak bir anlaşma ancak Ada’da adil, kapsamlı ve kalıcı bir çözüm olabilir. Kıbrıs Türk tarafının çözüm anlayışı da işte tam bu gerçeklere dayanmaktadır. Kıbrıs Rum tarafı, müzakerelerde Ada’nın bu gerçeklerini görmezden gelerek, üstelik de Kıbrıs Türk tarafının kırmızı çizgilerini ihlal eden, kabulü imkânsız önerilerle masaya gelmesi, Klasik Rum/Yunan siyasetinin tabii karakteridir.

Bu noktada şu önemli hususu da tüm taraflara ve özellikle de Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Antonio Guterres’e hatırlatmak isteriz. Kıbrıs sorununa çözüm görüşmelerinde ortak kabul görmüş birtakım temel parametreler vardır. Bunlardan bir tanesi de “BM’in Kıbrıs görüşmelerinde sadece iyi niyet misyonu olduğudur. Yani, tarafların uzlaşmasını sağlayacak ortamın hazırlanması ve görüşmelerin önünün açılması yönünde gayret sarf etmek. Görüşmelere hakemlik yapmak…” BM Genel Sekreteri bir Kıbrıs Özel Temsilcisi vasıtasıyla bu misyonunu yerine getirir, gerektiğinde de bizzat Liderlerle görüşmek suretiyle arabuluculuk görevini ifa eder. Müzakere masasına sorunun esasına dair öneri getiremez. Müzakerelere çerçeve çizemez. Tarafların iradelerini etkileyecek müdahalelerde bulunamaz. Ne var ki Guterres bu kuralı ihlal etmiş ve Rum tezlerine yakın bir müzakere çerçevesini taraflara önermiştir. Bu kabul edilebilir bir durum olmadığı gibi 50 yıllık Kıbrıs görüşmelerinin tabiatına da aykırıdır.

Nitekim, Kıbrıs Rum tarafı bu kural ihlalini kendi lehinde kullanma fırsatını kaçırmamış ve Kıbrıs Türk tarafını bu vesileyle köşeye sıkıştırma gayretleri içine girmiştir. Mesela, iki gün önce, Crans Montana’da, Kıbrıs Rum Yönetimi Lideri Nikos Anastasiadis’in, “Tüm tarafların Genel Sekreter’in çizdiği çerçeve dâhilinde öneriler getirmesini umuyorum ki tekrar umut ışığı doğsun” şeklinde bir açıklama yaparak Türk tarafını suçlaması büyük tepkiyle karşılanmıştır. Rum Liderin bu sözlerinin, “Türkiye hizaya gelsin” şeklinde tercüme edilmesi üzerine tansiyon iyice artmış ve Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu Rum liderin sözlerini “küstahça” bularak, “Başlangıçta çerçevenin tamamen dışında olup uyarılarla hizaya gelenlerin ‘Türkiye hizaya gelsin’ demeleri saygısızlıktır. Bu söylemleri reddediyoruz” diyerek, Türkiye’nin tepkisini dile getirmiştir.

 

Crans Montana’da dikkat çeken bir husus daha vardır: Bugüne kadar BM’in hakemliğini ve takvimlendirmesini kabul etmeyen Kıbrıs Rum tarafının, bu defa BM Genel Sekreteri Guterres’in müzakere çerçevesine dört elle sarılmış olması manidardır. Dikkat edilmesi gereken bir husustur.

Şimdi, Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Antonio Guterres’in taraflara sunduğu ve Rum tezlerine yakın bulunan müzakere çerçevesine kabaca bir göz atalım; Bilindiği gibi, Crans Montana’da devam etmekte olan Kıbrıs Konferansında, müzakereler, Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Antonio Guterres’in taraflara sunduğu müzakere çerçevesinde devam etmektedir. Buna göre, yeni bir güvenlik rejimi olacakmış, tek yanlı müdahale hakkı ve Garanti Antlaşması sonlandırılacakmış, harita yeniden düzenlenecekmiş, mülkiyette iki ayrı rejim olacakmış, daimi ikamette, Türk vatandaşları için eşitlikçi/adilane bir kota olacakmış, dönüşümlü başkanlık da dâhil, güç paylaşımı Kıbrıslı Türklerin talepleri doğrultusunda tartışılacakmış…

Ada’nın gerçeklerinden uzak, Kıbrıslı Türklerin ve Türkiye’nin güvenliğini tehlikeye sokan, uluslararası hukuka aykırı bu müzakere çerçevesi her ne kadar Rumlar tarafından kabul edilmiş gibi görünse de Kıbrıs Türk tarafı açısından birçok tehlikeyi beraberinde getirmektedir. Buna verilecek cevap esasen bellidir: Türkiye’nin Ada üzerindeki etkin ve fiili garantörlüğü, Kıbrıs Türk Barış kuvvetlerinin Ada’daki varlığı ile Kıbrıs Türk Halkının siyasi eşitliği Türkiye’nin kırmızı çizgileridir. Müzakere dâhi edilemez. Türkiye’nin ve Kıbrıs Türk Halkının uluslararası anlaşmalardan kaynaklanan bu hak ve yetkilerinden vazgeçmesini beklemek nafile çabadır.

Kuşkusuz, Kıbrıs Türk tarafı olarak müzakere masasında olmalıyız. Kaldı ki Ada’da gerçekten çözüm isteyen taraf Türk tarafıdır. Ancak masada kalmak uğruna da Kıbrıs Rum tarafının haksız ve insafsız isteklerine boyun eğilemez. Evet, Rum tarafının çözüme ihtiyacı yoktur. Onlar sadece zamana oynamaktadırlar. Çözümsüzlüğü körükleyip, suçu Türk tarafına yüklemek gibi klasik bir Rum/Yunan taktiği vardır. Bu noktada çok dikkatli olunması gerekmektedir. Rum tarafının çözümden anladığı şey, Kıbrıslı Türklerin azınlık olduğu, Rum egemenliğindeki bir Kıbrıs Devletidir. Bu senaryonun bir sonraki aşaması ise Ada’nın Yunanistan’a ilhakı yani enosis’dir. Rum/Yunan tarafı bunun dışında hiçbir çözüme evet demeyecektir. Hep zamana oynayacak ve Türkleri de suçlu ilan edeceklerdir. İşte bu tuzağa düşülmemesi için müzakere masasında çok dikkatli olunmalı, Rum/Yunan tarafının siyasi/diplomatik manevralarına misliyle karşılık verilmelidir. Sözü fazla uzatmadan, Crans Montana’da halen müzakere yürüten tüm taraflara uyarılarımızı bir kez daha hatırlatmakta fayda görmekteyiz:

Öncelikle tüm tarafların Kıbrıs’ta çözülmeye çalışılan probleme doğru teşhis koymaları gerekmektedir. Kıbrıs’ta problem; Zürih ve Londra Anlaşmaları ile tesis edilen 1960 Ortak Kıbrıs Cumhuriyeti Devletinin 1963 yılında Rumlar tarafından yıkılması ve Kıbrıslı Türklerin bu devlet mekanizmasından tamamen dışlanarak, tedhiş ve katliamlara maruz bırakılmasıdır. Kıbrıs’ta problem, GKRY’nin, uluslararası camia tarafından Ada’nın tek meşru hükümeti olarak kabul ediliyor olmasıdır. Yine Kıbrıs’ta problem, Rumların haksız bir şekilde AB üyesi yapılmış olmasıdır. Kıbrıs’ta bir diğer problem, Kıbrıslı Rumların, Kıbrıslı Türklerin siyasi eşitliğini tanımaması ve Kıbrıs Türk Halkını azınlık olarak görmesidir. Nihayet Kıbrıs’ta Problem, Rum/Yunan tarafının 1960’ta tesis edilen garanti sistemini inkâr etmesidir.

Ayrıca, Kıbrıs’ta taraflar nasıl bir çözüm istemektedirler? Tarafların buradaki farklılığı gidermek için de çaba göstermesi gerekmektedir. Kıbrıs’ta taraflar, birbirinden tamamen farklı çözümler istemektedirler. Kuşkusuz bu farklılık, tarafların probleme farklı teşhisler koymalarından kaynaklanmaktadır. Türkiye ve Kıbrıs Türk Halkının meseleye bakışı ve çözüm parametreleri oldukça basittir ve BM ile aynı doğrultudadır. Buna göre, Kıbrıs’ta çözüm; BM çatısı altında, BM Genel Sekreteri’nin iyi niyet misyonu çerçevesinde, adadaki gerçekler temelinde, iki eşit halk ve iki kurucu devlet tarafından oluşturulacak yeni bir ortaklıkla bulunacaktır. Türkiye’nin etkin ve fiili garantisi devam edecektir”.

Rumların çözüm beklentileri ise Türk Tarafından tamamen farklıdır. Kıbrıslı Rumlar, Kıbrıs Türk Halkını azınlık olarak görmek istemektedirler. Kıbrıs Rum tarafı çözümü, yeni bir ortaklıkta değil, Rumların egemenliğindeki sözde Kıbrıs Cumhuriyeti çatısı altında aramaktadır. GKRY eski Lideri Hristofyas ” Bize söylemek istedikleri gibi yeni ortaklık yoktur, yeni devlet yoktur. Yeni bir devlet haline dönüşecek olan Kıbrıs cumhuriyetidir demiştir. Yine, Eski Rum Liderlerden Papadopulos “Ben halkımdan bir Devlet teslim aldım. Onu topluma dönüştüremem” demiştir. Ayrıca, Rumlara göre Garanti ve İttifak Anlaşmaları yürürlükten kalkacak, Ada’daki Türk Askeri geri çekilecek, on binlerce yerleşik Türkiye’ye dönecektir.

Diğer taraftan, Rum Lider Anastasiadis’in, KKTC Cumhurbaşkanı Eroğlu ile birlikte imza altına aldıkları 11 Şubat 2014 tarihli  Ortak Açıklamayı da tüm tarafların dikkate almasında fayda vardır. Ortak Açıklamanın temel unsurları şöyledir:

– Müzakereler, ‘her konuda uzlaşı sağlanmadan hiçbir konuda uzlaşılmış sayılmayacağı’ prensibine dayalı olacaktır.

– Kıbrıs’ta varılacak çözüm, iki toplumlu, iki bölgeli, siyasi eşitliğe ve BM Güvenlik Konseyi kararlarına dayalı bir federasyon şeklinde olacaktır.

– Birleşik Kıbrıs, AB’ye ve BM’ye üye, tek uluslararası kimliği, tek vatandaşlığı ve tek egemenliği bulunan bir devlet olacaktır.

– Egemenlik Türk ve Rum halklarından kaynaklanacak, Birleşik Kıbrıs vatandaşları, aynı zamanda Türk ve Rum kurucu devletlerin de vatandaşı olacaktır.

– Ortak Devletin nitelikleri, iki eşit kurucu devletin oluşturduğu anayasada yer alacaktır. İki bölgeli, iki toplumlu AB normlarına uygun federal yapı tüm Ada’da geçerli olacak ve bu yapı hiçbir şekilde değiştirilemeyecek biçimde korunacaktır.

– Kurucu devletler, kendi bölgelerinde kendi yetkilerini federal devletten bağımsız olarak kullanacak, taraflardan hiçbiri diğerine tahakküm edemeyecektir.

İlaveten, Avrupa Birliği’nin Kıbrıs müzakerelerinde taraf haline getirilmesinin de çok yanlış ve tehlikeli bir gelişme olduğunu da burada belirtmek isteriz. AB Kıbrıs meselesinde taraf değildir. Bu, Rum/Yunan tarafının senaryosu ve iddiasıdır. Bilindiği gibi, Rum/Yunan tarafı 1990’lı yılların başlarında yürürlüğe soktuğu, “Kıbrıs meselesini AB platformuna taşıyarak, bu kanaldan Rumlar lehine bir çözüme ulaşma” planı/senaryosu sayesinde nihayet 2004 yılında Kıbrıs Rum Kesimi tek yanlı olarak AB üyesi yapılmıştır. Bu tarihten itibaren Kıbrıs sorunu, içinden çıkılmaz bir mesele haline gelmiştir. Ne var ki 1959 Zürih ve Londra Anlaşmalarına ve dolayısıyla uluslararası hukuka aykırı olan bu üyelik Türkiye tarafından tanınmamakta ve yok sayılmaktadır. Buna ragmen, GKRY’nin tam üyeliğinin gerçekleştirildiği 1 Mayıs 2004 tarihinden bu yana Brüksel, “GKRY’nin AB üyesi olduğundan bahisle meselede taraf olduğunu ve Ada üzerinde AB’nin garantörlüğünün yeterli olacağını” iddia etmektedir. Kuşkusuz, Rum/Yunan tarafı da bu iddianın en büyük savunucularıdır. Fakat biz de onlara şu cevabı veriyoruz/vermeliyiz: “GKRY’nin AB üyeliği uluslararası hukuka aykırıdır. Hukuka aykırı bir işlem, tüm sonuçlarıyla birlikte hükümsüzdür. Halen, 1959 Londra ve Zürih Anlaşmaları ile buna dayanan 1960 Garanti ve İttifak Anlaşmaları yürürlüktedir ve Kıbrıs’ın statüsü bu anlaşmalar çerçevesinde belirlenmiştir…” 

 

Bu noktada, KKTC Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı’nın müzakerelerde dikkat etmesi gereken hususları da bir kez daha hatırlatmakta yarar bulunmaktadır:

 

– Kıbrıs Türk halkının yakın geçmişte yaşadığı acı olayları daima hatırda tutmalıdır.

– Ada’daki kalıcı barış ve huzur ortamının yegâne teminatı Türkiye’dir.

– Ana Vatansız bir KKTC’nin var olması mümkün değildir.

– Kıbrıs üzerindeki Türkiye’nin etkin ve fiilî garantisi, Ada’daki Türk askerî varlığı, iki kesimlilik ve Kıbrıs Türk halkının kurucu eşit ortaklığı, kırmızı çizgilerimizdir. Müzakere dahi edilemez.

– KKTC’deki yerleşiklerin temel hak ve özgürlükleri kısıtlanamaz.

– Türkiye’nin tam üye olmadığı bir Avrupa Birliği’nin, Kıbrıs Türklerinin meşru ve temel hak ve çıkarlarını güvence altına alacak bir çözüm bulması mümkün değildir.

– Sessiz ve özlü çalışan klasik Rum/Yunan siyasetinde hiçbir değişiklik olmamıştır, olmayacaktır. Rumların muhtemel ayak oyunlarına karşı çok dikkatli olunmalıdır.

– Enosis hayali çöpe atılmamıştır, atılmayacaktır.

– Anastasiadis’in bir Klerides veya Hristofyas’tan hiçbir farkı yoktur.

– Kısaca, artık ihtiyatlı bir iyimserlikten öte çok dikkatli bir şekilde müzakere yürütülmesi gerekmektedir.

Nihayet, adil, kapsamlı ve kalıcı bir çözümün temel taşlarını oluşturacak, Ada’da var olan gerçekleri, bir diğer deyişle Kıbrıs’ta Çözümün Şifrelerini Crans Montana’da müzakere yürüten tüm tarafların dikkatine sunmak isteriz:

Kıbrıslı liderlerin, gerek kendi toplumlarını ve gerekse uluslararası kamuoyunu oyalamaktan vazgeçip, öngörülebilir çözümler üzerinde çalışmaları daha uygun olacağını daha önce müteaddit defalar söyledik.  Biz Türk tarafı olarak, Kıbrıs’ta çözümün “Ada’daki gerçekler” temelinde olması gerektiğini savunmaktayız. Peki nedir bu gerçekler?

– 1960 Garanti ve ittifak Anlaşmaları halen yürürlüktedir. Dolayısıyla Türkiye’nin Ada üzerinde, uluslararası hukuktan kaynaklanan garantörlük hak ve yetkisi devam etmektedir. Türkiye’nin etkin ve fiili garantörlük yetkisi devredilemez ve kaldırılamaz.

– Ada’da dini, dili ve kültürü tamamen birbirinden farklı iki ayrı halk, iki ayrı demokrasi ve iki ayrı egemen devlet vardır.

– 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti, 1963 yılında ortaklık statüsünü kaybetmiş ve bu tarihten itibaren sadece Rumları temsil eden Güney Kıbrıs Rum Yönetimi haline dönüşmüştür.

– Kıbrıslı Türkler, Adanın Kuzey kesiminde, kendi ülke sınırları içerisinde, bağımsız Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC)eliyle egemenliklerini kullanmaktadırlar.

– Yunan Cuntası’nın Kıbrıs’ta enosis’i gerçekleştirme ve kuşatma altına aldıkları Kıbrıslı Türkleri yok etme aşamasına geldikleri bir sırada, Türkiye’nin, Garanti Anlaşmasından kaynaklanan yetkisini kullanarak 1974 Temmuz’unda düzenlediği Kıbrıs Barış Harekâtı, Kıbrıs Türk Toplumunu, adeta uçurumun kenarından çekip kurtarmıştır. Bu bakımdan Türkiye, kesinlikle Ada’da ‘işgalci’ konumunda olmayıp, barış ve huzurun güvencesi olarak Ada’daki varlığını sürdürmektedir.

– Adanın fiilen ikiye bölünmesinin asıl nedeni, esasen 1974 Barış Harekâtı değil, Rumların Türklere karşı uyguladıkları katliamlar ve sürgün politikalarıdır.

– Osmanlı Devleti’nin bakiyesi konumundaki diğer tüm Müslüman-Türk Topluluklarında olduğu gibi, Kıbrıs Türk Toplumu üzerinde de Türkiye’nin tarihi ve kültürel sorumlulukları bulunmaktadır. Ayrıca, Ada Türkiye’nin stratejik çıkarları açısından vazgeçilmez bir öneme sahiptir.

– Kıbrıs Türk Tarafı daima çözümden yana tavır takınmış, Ada’da, tamamen eşit iki toplumlu, iki kesimli bir Federasyon kurulması yönündeki BM çabalarını desteklemiş, fakat Rumlar her defasında bu çözüm formüllerini reddeden taraf olmuştur.

– Kıbrıslı Türkler, 24 Nisan 2004 tarihinde Annan Planı’na “evet” demesine rağmen, Kıbrıslı Rumların tek taraflı olarak, güya tüm Ada’yı temsilen AB üyesi yapılması, sadece çözümsüzlüğün daha da derinleşmesine katkıda bulunmuştur. AB’nin bu tavrı Garanti ve İttifak Anlaşmalarına da aykırılık teşkil etmiştir. Kıbrıs Türk Halkına AB tarafından verilen sözler tutulmamış, vaat edilen mali yardımlar yapılmamış, Doğrudan Ticaret Tüzüğü uygulanmamış ve Kıbrıslı Türkler üzerindeki yıkıcı izolasyonlar devam ettirilmiştir.

– Rumların, “tek egemenlik”, “tek vatandaşlık”, “tek uluslar arası kişilik” gibi kavramlara, Rum egemenliğine dayanan anlamlar yüklediğini dikkate almak gerekmektedir.

– AB’nin KKTC’yi, sözde ‘Kıbrıs Cumhuriyeti’nin etkin kontrolü altında bulunmayan bölgeler’ olarak nitelemesi ve tüm izolasyonlara rağmen Kıbrıslı Türkleri de AB vatandaşı olarak görmesi doğru değildir. KKTC ve Türkiye’nin, Kıbrıslı Türklerin dünya siyasi arenasında onurlu ve saygın bir yer edinmelerinin yegâne güvencesi olduğu gerçeğinin göz ardı edilmemesi bilhassa önem arz etmektedir.

– Kıbrıs’ta çözüm, BM çatısı altında, BM Genel Sekreteri’nin iyi niyet misyonu çerçevesinde, adadaki gerçekler temelinde, iki eşit halk ve iki kurucu devlet tarafından oluşturulacak yeni bir ortaklıkla bulunacaktır. Ayrıca, Türkiye’nin etkin ve fiili garantörlüğü devam edecektir.

– Kıbrıslı Liderler tarafından ulaşılacak bir çözüm, Ada’nın her iki kesiminde eşzamanlı olarak referanduma sunulacaktır.

– Ada’da her iki halkın meşru ve temel hak ve çıkarlarını gözetecek adil, kapsamlı ve kalıcı bir çözüme ulaşılamaması halinde, mevcut statünün devam etmesi ve KKTC’nin milletlerarası camia tarafından tanınmasına yönelik çabaların artırılması en uygun yol olacaktır.

Netice itibariyle, Kıbrıs’ta umutların yeniden yeşerebilmesi için evvela Rumların Ada’nın bütün bu gerçeklerini yani çözümün şifreleri iyi kavramış olmaları ve ikiyüzlü diplomasiyle dünya kamuoyunu aldatmaktan vazgeçmeleri gerekmektedir. Türkiye’nin ise, Rum-Yunan şantajlarına boyun eğmeden dik duruşunu devam ettirmesi, uluslararası anlaşmalardan kaynaklanan hak ve yetkilerinden asla taviz vermemesi büyük önem arz etmektedir. Crans Montana’da altı müzakere başlığından diğer dört tanesinde (Yönetim ve Güç Paylaşımı, Ekonomik Konular, AB Konuları ve Mülkiyet)  tam uzlaşma sağlanmadan, en zor olan ve dolayısıyla en son görüşülmesi gereken iki başlığın (Toprak ve Güvenlik ve Garantiler) Konferansın en başında müzakereye açılmış olması, Rum/Yunan tarafının çözüm istemediklerinin en büyük göstergesidir.

Rum/Yunan tarafının Senaryosu bellidir: Türk tarafının kırmızı çizgilerini ihlal ederek masadan kaçmalarını sağlamak. Böylece, Anastasiadis bir taşla iki kuş vurmuş olacak. Yani, hem uluslararası topluma ve hem de iç siyasete mesaj verecek. Bir yandan, Dünya kamuoyuna masadan kaçmadığı mesajını verirken, diğer yandan 2018 Şubat’ında Güney’de yapılacak Başkanlık seçimleri için seçmenlerine göz kırpacak…Kıbrıs Türk tarafının ise bu oyuna gelmeyeceği konusunda inancımız tamdır. Elbette, Türkiye ve KKTC olarak uluslararası toplum nazarında sahip olduğumuz güven ve itibarımıza layık bir şekilde müzakere masasında yer almalı ve haklarımızı sonuna kadar savunmalıyız. Ancak, bunu yaparken Rum/Yunan tarafının siyasi/diplomatik manevralarına karşı da hazırlıklı olmalı, bu saldırıları anında bertaraf edebilmeli ve nihayet Rumların uluslararası toplum önünde şov yapmalarına müsaade etmemeliyiz. 

https://www.turkocaklari.org.tr/yazar/nejat-cogal/crans-montana-da-kibris-sovu-8066

 

Share This:

Habertürk TV…

Gümrükler Muhafaza Genel Müd. Daire Başkanı Nejat ÇOĞAL, Habertürk Kanalında, 19.07.2017 tarihinde, Gümrük ve Ticaret Bakanlığı Alo 136 Gümrük Muhafaza Kaçakçılık İhbar Hattı’nın tanıtımına yönelik canlı programa katıldı…

Share This:

15 TEMMUZ DESTANI

Share This:

Konsey Toplantısı (Romanya)

SELEC Konseyi Türkiye Daimi Temsilcisi Nejat ÇOĞAL, Romanya/Bükreş’te, 30 Mayıs 2017 tarihinde düzenlenen Konsey Toplantısında Ülkemiz adına yoğun müzakereler gerçekleştirmiştir…

Share This:

Gazi Üniversitesi Akademi Kariyer Günleri

Araştırmacı-Yazar Nejat ÇOĞAL, Gazi Üniversitesi İ.İ.B.F. Kariyer Yönlendirme Topluluğu’nun (KARYÖN) organize ettiği 10. Akademi Kariyer Günleri’nde Gümrük ve Ticaret Bakanlığı’nın kariyer imkanları üzerine, Gazili Gençlerle sohbet etti…

Share This:

İnceleme Gezisi

Daire Başkanı Nejat ÇOĞAL, İstanbul’da incelemelerde bulunuyor…

Share This:

İnceleme Gezisi

Daire Başkanı Nejat ÇOĞAL, Gürbulak Gümrük Kapısında  incelemelerde bulundu…

Share This: