Etiket arşivi: EKONOMİK

KARADENİZ EKONOMİK İŞBİRLİĞİ BÖLGESİ (KEİB) VE TÜRKİYE AÇISINDAN ÖNEMİ

GİRİŞİkinci Dünya Savaşı’ndan sonra dünyada büyük değişmeler yaşanmış; globalleşme eğilimlerinin artmasıyla birlikte, bölgesel entegrasyonlar önem kazanmıştır. Ülkeler ekonomilerini dünya ekonomisiyle bütünleştirebilmek için, bölgesel entegrasyonların kaçınılmaz olduğunu keşfetmişlerdir. AB, EFTA, NAFTA ve Orta Avrupa işbirliği projeleri hep bu düşüncenin sonucunda oluşmuşlardır.

25 Haziran 1992 tarihinde İstanbul’da, 11 ülkenin devlet ve hükümet başkanları tarafından imzalanan Karadeniz Ekonomik işbirliği Bölgesi (KElB) Anlaşması ile üye ülkelerin demokrasi ve pazar ekonomisi prensipleri içerisinde dünya ekonomisi ile bütünleşmesi hedeflenmiştir. KElB konusunu etraflıca ele almadan önce uluslararası ekonomik bütünleşmeler hakkında kısaca bilgi vermek yararlı olacaktır.

ULUSLARARASI EKONOMİK BÜTÜNLEŞMELER

Ekonomik bütünleşmelerin amacı, bütünleşme hareketi içinde yer alan ülkeler arası ekonomik ilişkileri serbestleştirerek, geliştirerek ve uyumlaştırarak, kaynakların etkin dağılımını gerçekleştirmek ve toplumsal refahı yükseltmektir.

Genel bir tanımlamayla uluslararası ekonomik bütünleşme, bütünleşmeye giden ekonomilerde mal ve hizmet alımlarında serbesti sağlayıp ticarete engel olan kısıtlamaları ortadan kaldırarak bir ortak pazar yaratmaktır. Bu şekilde, daha geniş bir pazara üretim yapmak ve büyük çap üretimin sağladığı imkanlardan yararlanmak mümkün olabilmektedir.

Ekonomik bütünleşmeye taraf olan ülkeler, arzuladıktan birleşme ve yakınlaşma derecesine göre, çeşitli aşamalardan geçebilirler. Bu aşamalar, en zayıf bütünleşme çabasından tam ekonomik bütünleşmeye doğru 6 temel grupta toplayabiliriz. Bunlar:

l – Ekonomik İşbirliği Anlaşmaları

Ekonomik işbirliği anlaşmaları, uluslararası ticarete yapısal bir değişiklik kazandırmaktan çok mevcut ticaret hacmini esas alırlar. Asıl amaç, taraflar arasındaki ticaret hacmini artırmaktır. Diğer taraftan, uluslararası ticarete ait çeşitli engelleri ortadan kaldırmak ve bu alandaki kontrolleri en aza indirmek amacını da taşıyabilirler. GATT ve KElB bu aşamaya örnek olarak gösterilebilirler.

2- Serbest Ticaret Bölgeleri

KElB Projesinin kuruluş aşamasında nihai amaç olarak düşünülen serbest ticaret bölgeleri, üye ülkeler arasındaki gümrük tarifelerinin ve miktar kısıtlamalarının kaldırıldığı, üçüncü ülkelere karşı bağımsız ticaret politikalarının uygulandığı bir ekonomik bütünleşmedir. Avrupa Serbest Ticaret Bölgesi (EFTA) bu tür uluslararası ekonomik bütünleşmeye örnek olarak gösterilebilir.

3- Gümrük Birlikleri

Bu aşamada, ülkeler hem kendi aralarındaki gümrük duvarlarını ve miktar kısıtlamalarını kaldırırlar ve hem de üçüncü ülkelere karşı bir ortak gümrük tarifesi uygularlar. Bu şekilde, üye ülkeler birlik dışındaki ülkelere karşı ekonomilerini aynı oranda korumuş olurlar. Belçika, Hollanda ve Lüksemburg arasında 1948de kurulan Benelüks Gümrük Birliklerinin en gelişmiş örneğidir.

4- Ortak Pazar

0 Ortak pazar, malların yanısıra üretim faktörlerinin serbest dolaşımını da kapsar. Bu tanıma göre, ortak pazarda, üye ülkeler, kendi faktörlerinin serbest dolaşımını engelleyen gümrük vergileri, miktar kısıtlamaları, çalışma izni, sermaye transferi izni gibi unsurları da ortadan kaldırırlar. Dışa karşı ise, bir ortak gümrük tarifesi uyguladıklar gibi yabancı üretim faktörlerinin ortak pazara girişini müşterek ilkelere göre düzenlerler. Bu konuda en başarılı örnek Avrupa Birliği’dir.

5- Ekonomik Birlik

Ekonomik birlik, üye ülke ekonomilerinin tamamen bütünleşmesi anlamına gelmektedir. Ayrıca, ekonomik politikaların ve kurumların da birleştirilmesini öngörmektedir. Özellikle, tek bir para sistemi ve Merkez Bankası ile birleştirilmiş bir mali sistem ve ortak bir dış ticaret politikasını içermektedir.

6- Ekonomik ve Parasal Birlik

Ekonomik ve parasal birlik, tek bir bütünün tamamlayıcı parçaları olduğundan, birlikte gerçekleştirilmesi gerekir. Ekonomik birliğin unsurlarının yanısıra, ulusal para, maliye ve sosyal politikaların uyumlaştırılması gerekir. Burada, maliye, para ve sosyal politikaların uyumu uluslar üstü bir kurumun kararına bağlanmaktadır. AT’nun 7 Şubat 1992 tarihinde Maastrich Zirvesinde ‘Avrupa Birliği’ ile ilgili imzaladığı Anlaşma ekonomik ve parasal birlik konusunda atılan en önemli adımdır. Bu Anlaşma, Topluluğu tek Merkez Bankalı, tek para birimli ve tek dış politikası olan bir yapılanmaya yöneltmektedir.

KARADENİZ EKONOMİK İŞBİRLİĞİ BÖLGESİ (KEİB)

A- KEİB’in Doğuşu ve Gelişimi

1980’li yılların sonlarında Sovyetler Birliği ve Doğu Avrupa Ülkelerinde meydana gelen ekonomik ve siyasal değişmeler, bölge ülkeleri arasında ekonomik işbirliği çabalarını başlatmıştır.

Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla birlikte ortaya çıkan yeni bağımsız Cumhuriyetler ve Eski Doğu Bloku Ülkelerinin piyasa ekonomisi modelini izleyerek dünyaya açılma çabaları, Türkiye için çok önemli yeni bir fırsatı da beraberinde getirmiştir. Bu fırsat, Karadeniz’e komşu ülkelerin kendi aralarındaki ekonomik işbirliğini ifade eden ‘Karadeniz Ekonomik işbirliği Projesi” (KElP), Karadeniz Havzası’nın ekonomik entegrasyonudur.

Türkiye 1980 yılından itibaren izlediği dışa açılma politikası sonucunda elde ettiği bilgi birikimi ve tecrübe ile, liberal ekonomik düzene geçme çabasındaki Doğu Avrupa Ülkelerine bir örnek oluşturabilir. Ekonomik yönden tarafların birbirini tamamlayıcı nitelikte bulunması, bu işbirliğinden sağlanacak kazancın artmasına yol açacak, dış ticarete konu olan malların genelde ilgili ülkelerde pahalı olarak üretilmesi, potansiyel ticaretin gelişimine katkıda bulunacaktır.

Karadeniz’e kıyısı olan Ülkeler arasında kademeli olarak bir serbest ticaret bölgesi kurulmasını amaçlayan KElB ile ilgili ilk toplantı, bu proje fikrini ortaya atan Türkiye’nin girişimiyle 19-21 Aralık 1990’da Ankara’da yapıldı. Daha sonra 12-13 Mart 1991 tarihinde Bükreş’te 23-24 Nisan 1991 tarihinde Sofya’da ve nihayet 11-12 Temmuz 1991 tarihinde Moskova’da yapılan toplantılar sonucunda, işbirliğine esas teşkil edecek metin üzerinde anlaşmaya varıldı.

3 Şubat 1992 tarihinde İstanbul’da yapılan toplantıda, Türkiye, Rusya Federasyonu, Romanya, Azerbaycan, Ermenistan, Gürcistan, Moldova, Ukrayna ve Bulgaristan tarafından, KElB Anlaşması parafe edilmiştir.

25 Haziran 1992 tarihinde İstanbul’da; Yunanistan ve Arnavutluk’un kurucu üye olarak katılımıyla, 11 ülkenin devlet ve hükümet başkanları tarafından imzalanarak yürürlüğe giren KElB Anlaşması, üye ülkeler arasında yeni bir dönemi başlatmıştır.

KElB Anlaşması, üye Ülkelerin, demokrasi ve pazar ekonomisini esas alan işbirliği içerisinde, dünya ekonomisi ile entegre olmasını hedeflemektedir.

KElB, 11 ülkeyi ve yaklaşık 325 milyon kişiyi içine alan dev bir potansiyel piyasanın avantajlarıyla dolu önemli bir bölgesel entegrasyon olarak umut ışığı olmuştur.

B- KEİB Deklarasyonu Ana Belgesinin İçeriği

Söz konusu belge, Amaçlar ve İlkeler, Hükümetler Arası işbirliği, Ticaretin Geliştirilmesi, Çevre Yapısı, Kurumsal Yapı ve Üyelik olmak üzere beş bölümden oluşmaktadır.

l – Amaçlar ve İlkeler

Taraflar Helsinki Nihai Senedi ve Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı belgelerinde yer alan ilke ve yükümlülükler temeli üzerine bina edilecek dostluk ve iyi komşuluk ilişkileri çerçevesinde aralarında ekonomik ve teknolojik işbirliğini geliştirmeyi, sosyal gelişmeyi, serbest girişimi teşvik etmeyi ve Karadeniz Havzası’nı bir barış ve refah bölgesi haline getirmeyi kararlaştırıyorlar. İşbirliğinin geliştirilmesinde taraflar şu hususa özen göstereceklerdir: işbirliği tedricen geliştirilecektir, öncelikler saptanırken üye ülkelerin ekonomik durumuyla özellikle pazar ekonomisine geçiş sürecinde olan ülkelerin sorunları dikkate alınacaktır. Ortak çıkarları yansıtan projelere üye ülkeler, onların ekonomik ve mali kuruluşları da katılacaktır.

2- Hükümetlerarası İşbirliği

Taraflar ekonomi, ticaret, sanayi, bilim, teknoloji ve çevre alanlarında aralarındaki işbirliğini genişletmeyi ve çeşitlendirmeyi ve bu amaçla sahip oldukları her türlü olanak ve fırsatı beraberce değerlendirmeyi öngörmektedirler. Üye ülkeler bu amaçla; ulaştırma, haberleşme, enformatik, ekonomik, ticari ve istatistiki bilgilerin teatisi, mamullerin standartlaşması, enerji, madenlerin ve cevherlerin işlenmesi, turizm, tarım ve tarıma dayalı sanayi, veterinerlik ve ilaç sanayi, bilim ve teknoloji alanlarında ortak projeler saptamayı ve bunları uygulamayı kararlaştırmışlardır.

3- Ticaretin Geliştirilmesi

Bu bölümde ticaretin geliştirilmesine, yardımların ve sermaye akımının artırılmasına ilişkin önlemler yer almaktadır. Taraflar, aralarındaki ekonomik işbirliğini yoğunlaştırmak ve işbirliği ortamını iyileştirmek, iş ve ticaret ilişkilerini geliştirmek ve ülkelerindeki firmalar ile kuruluşların girişimlerini teşvik etmek üzere aşağıdaki önlemleri almak hususunda anlaşmışlardır: öncelikle iş adamlarının ülkelerine kolayca girmelerini, ikamet etmelerini ve ülke içinde dolaşmalarını sağlamak hususunda beraberce önlemler alacaklardır. İkinci nokta, küçük ve orta ölçekli sanayii desteklemek; üye ülkeler arasında mal ve hizmet ticaretinin gelişmesini sağlayacak önlemler almak ve ticareti güçleştiren tüm engelleri tedricen kaldırmak; yatırımların, sermaye akımının ve çeşitli sanayi işbirliği türlerini teşvik edecek ve bu koşulları yaratacak önlemlere yönelmek, çifte vergilendirmeyi önlemek, yatırımların teşviki ve korunmasına ilişkin anlaşmalar imzalamak; ülkeler tarafından açılacak uluslararası ihaleler konusunda birbirlerine öncelikli bilgi vermek; ortak serbest ticaret bölgeleri kurmak ve bir Karadeniz Dış Ticaret ve Yatırım Bankası kurulması imkanlarını incelemek.

4- Çevre Yapısı

Bu bölüm, çevre korunmasıyla ilgili önlemler ve yapılacak işbirliğini kapsamaktadır. Buna göre üye ülkeler, özellikle Karadeniz’deki doğal çevrenin korunması ve iyileştirilmesi ve bio-üretken potansiyelin korunması, kullanılması ve geliştirilmesi konularında, çevre koruması yolundaki ortak projelerin hazırlanması da dahil olmak üzere gerekli adımlan atacaklardır.

5- Kurumsal Yapı ve Üyelik

Bu bölüm ise, KEİB’in kurumsal yapısı ve üyelikle ilgili konuları ele almaktadır. KElB için bir Sekretarya öngörülmemiştir. Dışişleri bakanları rotasyon usulüne göre yılda en az bir defa toplanmak suretiyle hedefleri tespit edecekler, belli çalışma grupları kuracaklar, bunların çalışmalarına nezaret edecekler ve temel konularda karar vereceklerdir. KEİB’e, anlaşmanın üye ülkeler için belirlediği yükümlülükleri aynen üstlenmeyi kabul eden her ülke, oybirliğiyle, kabul edilebilecektir.

C- KEİB’in Kurumsal Yapısı

(KEİB’in Organları)

l – Dışişleri Bakanları Toplantısı

KEİ’nin en yüksek karar alma organıdır. DBT, KEİ’nin işleyişinden; alt organların kurulması, çalışmalarının yönlendirilmesi ve kararların değerlendirilmesinden; gözlemci statüsü tanınmasıyla ilgili kararların alınmasından; iç tüzüğün kabul ve değiştirilmesinden sorumludur. DBT’nin olağan toplantıları altı ayda bir yapılır. DBT başkanı, dönem başkanlığını üstlenmiş olan ülkenin Dışişleri Bakanıdır. Dönem başkanlığı İngilizce alfabetik sıraya göre altı ayda bir değişir.

DBT’nin kararıyla kalıcı ya da geçici alt organlar kurulabilir. Bu organlar DBT’ye karşı sorumludur. Alt organların başkanlığını, toplantının düzenlendiği ev sahibi ülke üstlenmektedir.

2- KEİ’nin Uluslararası Sekretaryası

KEİ’ye katılan ülkeler, sekretarya hizmetlerinin, dönem başkanlığını üstlenmiş olan ülkenin Dışişleri Bakanlığınca yürütülmesini tercih etmişlerdir. KEİ’nin ilk iki döneminde sekretarya hizmetleri dönem başkanlığını üstlenmiş olan Türkiye’nin Dışişleri Bakanlığınca yürütülmüştür. 10 Aralık 1992 tarihinde Antalya’da yapılan KEİ Dışişleri Bakanları birinci toplantısında, Türkiye’nin önerisiyle, İstanbul’da uluslararası sekretaryanın kurulmasına karar verilmiştir. Uluslararası Sekretarya, çekirdek bir kadro ile 3 Mayıs 1993 tarihinden itibaren İstanbul’daki geçici merkez Dolmabahçe Sarayı, I. Harekat Köşkü’nde faaliyete geçirilmiştir. Üçüncü DBT, 9 Aralık 1993 tarihinde Sofya’da yapıldı. Bu toplantıda, İstanbul’da kurulu olan Daimi Sekretarya başkanlığında Rusya’dan bir yetkilinin getirilmesi kabul edildi.

3- KEİ Parlamenter Asamblesi (KEİPA)

KElPA, 26 Şubat 1993 tarihinde Bulgaristan ve Yunanistan’ın dışındaki KEİ üyesi ülkelerin İstanbul’da imzaladıkları bir deklarasyon ile oluşturulmuştur. Amaçları şunlardır:

– KEİ’ye katılan devletlerin tarihten gelen ortak değerlerinden yararlanarak bu işbirliğinin ülkü, hedef ve amaçlarını üye ülkelerin parlamenterleri aracılığıyla toplumlarına benimsetmek:

– KEİ bünyesinde ekonomik, ticari, sosyal,kültürel ve siyasal işbirliği faaliyetlerine yasal dayanaklar sağlamak ve KEİ’nin amaçlarının gerçekleşmesine katkıda bulunmak;

– KEİ’ye üye ülkelerin devlet ya da hükümet başkanları ile dışişleri bakanları toplantılarında alınan  kararların uygulanması için gerekli yasal düzenlemeleri gerçekleştirmek;

– KEİPA’ya üye ülkelerin ulusal parlamentolarına, üye ülkelerdeki parlamenter demokrasi
sinin geliştirilmesine yönelik yardımda bulunmak;

– Uluslararası ve bölgesel diğer kuruluşlar ve KEİ ülkeleri arasındaki işbirliğini geliştirmek.

KElPA’nın organları ise şunlardır: KElPA Genel Kurulu, Daimi Komite, Alt Organlar, KElPA Uluslararası Sekretaryası.

4- KEİ Konseyi (KEİK)

Karadeniz Ekonomik işbirliği Zirve Deklarasyonu amaçları doğrultusunda oluşturulan KElK, KEİ’ye katılan devletlerin iş çevrelerini temsil etmektedir. 31 Ağustos 1992 tarihinde İstanbul’da yapılan toplantılar, KEİ ülkeleri özel sektörleri arasında bir mekanizmanın oluşturulması ve bu mekanizmanın merkezinin İstanbul’da olması kararlaştırılmıştır. KElK başkanlığını, KEİ dönem başkanlığını üstlenmiş olan ülkenin temsilcisi yürütür.

KElK’in organları şunlardır: KElK Yönetim Kurulu, Alt Organlar, KElK Sekretaryası.

5- KEİ İstatistik Veri ve Bilgi Değişim  Eşgüdüm Merkezi

KEİ’ye Üye ülkeler arasında istatistik veri ve ekonomik bilgi değişimini sağlamak ve bu yöndeki veri akımının merkezini oluşturmak üzere, Türkiye Devlet istatistik Enstitüsü bünyesinde bir birim kurulmuştur.

6- KEİ Ticaret ve Kalkınma Bankası

KEİ üyesi ülkeler arasında ticaret ve yatırım projelerine finansman sağlamak üzere oluşturulacak olan KEİ Ticaret ve Kalkınma Bankası’nın kuruluş anlaşması, 15-16 Ekim 1992 tarihinde İstanbul’da, 8-9 Nisan 1993’te Atina da, 9-11 Haziran 1993 tarihinde Varna’da ve 14-15 Ekim 1993 tarihlerinde Sinaya’da yapılan Banka ve Finans Çalışma Grubu toplantılarıyla, bir madde dışında tamamlanma aşamasına getirilmiş, 9 Aralık 1993’te Sofya’da yapılan KEİ Dışişleri Bakanları 3. Toplantısında Banka Merkezinin Selanik’te kurulması kararlaştırılmıştır. Banka başkanı Türkiye’den olurken, yardımcılık görevi Bulgaristan’a verilmiştir.

KEİ Ticaret ve Kalkınma Bankası’nın organları şunlardır: Guvernörler Heyeti, Yönetim Kurulu, Yöneticiler (Başkan ve Başkan Yardımcıları).

KEİB ÜYESİ ÜLKELERİN KARŞILAŞTIRMALI
OLARAK DEĞERLENDİRİLMESİ

KEİB’e üye ülkeleri ortak bir değerlendirmeye tabi tutmanın birtakım zorlukları vardır. Örneğin, Milli Gelir Muhasebe Sistemleri farklı olan Eski Sovyetler Birliği ve Doğu Avrupa Cumhuriyetleriyle (bu Cumhuriyetler yeni sisteme geçiş aşamasındadırlar) Türkiye ve Yunanistan gibi dışa açık ekonomileri, aynı ölçütler üzerinden karşılaştırmak oldukça güçtür. Öte yandan bu ülkeler arasında yeterli düzeyde bilgi alışverişi de yoktur. Ancak, elde edilebilen bilgiler ışığında böyle bir değerlendirmenin yapılmasının gerektiği de ortadadır.

öncelikle KEİB üyesi ülkelerin nüfus ve yüzölçümü bakımından incelenmesi gerekir. Burada göz önünde tutulması gereken nokta, nüfusun niceliğinin yanısıra, belki de niteliğine önem verilmesi gerektiğidir. Çünkü, modern bilgi, eğitim ve teknolojiden yoksun kitleler ekonomiye bir katkı yerine bir yük, bir külfet getirecektir.

NÜFUS VE YÜZÖLÇÜMÜ İTİBARİYLE KEİB (1992)

ÜLKELER             NÜFUS          YÜZÖLÇÜMÜ
(Mily.)            (000 km2)
Arnavutluk 3.4 28,7
Azerbaycan 7.2 86,6
Bulgaristan 8.4 110,9
Ermenistan 3.4 29,8
Gürcistan 5.5 69,7
Moldova 4.4 33,7
Romanya 22.7 237,5
Rusya Federasyonu        148.6 17.075,0
Türkiye 58.9  814,5
Ukrayna 51.8 603,7
Yunanistan 10.2 131,9
KElB 324.5 19.222,0

KEİB içerisinde yüzölçümü ve nüfusu bakımından ilk sırada Rusya Federasyonu yer almaktadır. Türkiye nüfus bakımından ikinci büyük ülkedir. Alan bakımından ikinci sırada olan Ukrayna, nüfus sayısı olarak Türkiye’den sonra gelmektedir. KEİB in gerek nüfus ve gerekse yüzölçümü en küçük olan ülkeleri Arnavutluk ve Ermenistan’dır.

KEİB in toplam nüfusu yaklaşık olarak 325 Milyon’dur. Bu, bölge ülkeleri için, oldukça büyük bir piyasa olarak önemli bir avantaj teşkil etmektedir.

KEİB ülkeleri istihdam yönünden de değerlendirilebilir. KEİB’de yaklaşık olarak, işgücü sayısı 146.51 bin kişidir. Bunun 144.391 bin kişisi istihdam edilmektedir. 2.161 bin kişi de işsizdir. Ortalama işsizlik oranı %1.91’dir. istihdamın %25.17’si tarım, %24.32’si sanayi ve %41,42’si de hizmetler sektöründedir.

Öte yandan belirtmek gerekir ki, Doğu Bloku Ülkelerinde özellikle 1980 yılından önceki dönemde ekonomide tam istihdam sağlanmış durumdaydı. Bunlar arasında üretime katkısı sıfır veya çok düşük olan gizli işsizler de bulunmaktaydı. Bu yıldan sonra başlayan reform hareketleriyle tüm sektörlerdeki gizli işsizlik, artık yavaş yavaş açık işsiz durumuna gelmeye başlamıştır. Bu nedenle 1990’lı yıllardaki istihdamla ilgili mevcut istatistikler tahmine dayanmaktadır. Dolayısıyla KEİB’in istihdam düzeyi çok daha düşük, işsiz sayıları ve işsizlik oranının da çok daha yüksek olduğu söylenebilir.

KEİB üyesi ülkelerin üretim yapılan incelendiğinde, gerek sahip oldukları üretim faktörleri ve gerekse üretimlerinin yapısal özellikleri itibariyle birbirlerini tamamlayıcı nitelikte oldukları görülmektedir. Bu tamamlayıcı özellik, bu ülkelerin belirli üretim dallarında birbirlerine göre bazı avantajlara sahip olduklarını göstermektedir.

KEİB üyesi ülkelerin belirli üretim dallarında birbirlerine göre avantajlara sahip olması, mevcut üretim tekniklerini geliştirmek koşuluyla bu işbirliğinden sağlanacak kazancın artmasına yol açabilir. Aynı zamanda, bu ülkelerde dış ticarete konu olan malların başlangıçta pahalı olarak üretilmesi ticaretin gelişimine katkıda bulunabilir. Çünkü, Karadeniz Ekonomik İşbirliği sonucunda üye ülkeler arasında gümrük tarifelerinin azaltılması ya da ortadan kaldırılması ile bu mallar daha ucuz üretim yapan üye ülkelerden ithal edilebilir ve böylece üye ülkeler arasındaki ticaret hacminde artış sağlanabilir.

KEİB ülkelerinin hemen hepsi dış ticaret hacmi ve dış ticaret kalemleri acısından önemli farklılıklar göstermektedir.
KEİB ÜYESİ ÜLKELERİN DIŞ TİCARET DURUMU
(1992)

ÜLKELER İHRACAT İTHALAT
Arnavutluk (Milyon $)            82 540
Azerbaycan(Milyon Ruble) 07,726 131,580
Bulgaristan (Milyon $) 5. l 4.6
Ermenistan Milyon Ruble) 43,197 46,832
Gürcistan (1990) 176 Milyon $ 1.5 Milyar $
Moldova (Milyon Ruble) 103,000 80,000
Romanya (Milyar $) 4.3 5.5
Rusya Fed. (Milyar $) 40.0 35.00
Türkiye (Milyar $) 14.7 22.8
Ukrayna (Milyar $) 40.0 44.0
Yunanistan (Milyar $)( 1991)         12.0 19.0

Arnavutluk, dış ticaretini özellikle Doğu Avrupa ve Çin’e dayandırmıştır. Arnavutluk’un ihraç mallarının başında %54.3 ile yakıt, mineral ve metal, ithalat mallarının başında ise %28.2 ile makine teçhizatı gelmektedir. Arnavutluk dış ticareti devamlı olarak açık vermektedir.

1992 yılı itibariyle ihracatı 5. l Milyar Dolar, ithalatı ise 4.6 Milyar Dolar olarak gerçekleştirilen Bulgaristan, dış ticaret yönünden eski Sovyetler Birliği ve Doğu Avrupa ülkelerine aşırı derecede bağımlıdır. Bulgaristan, 1989 yılından itibaren dış ticareti serbestleştirme yönünde adımlar atmış ve döviz kullanımındaki kısıtlamalar kaldırılarak ihracat ve ithalat işlemleri basitleştirilmiştir.

Azerbaycan’ın dış ticareti ağırlıklı olarak diğer Cumhuriyetlere yönelik olarak yapılmakta ve bu ticareti önemli ölçüde takas ve ikili anlaşmalar temeline dayanmaktadır. Ülkenin dış ticaretinde Rusya en önemli yere sahiptir. Dış ticaret, Rusya dışında ağırlıklı olarak İran,  İngiltere ve Türkiye ile yapılmaktadır.

Azerbaycan’da, ekonomik bağımsızlığını kazanmak amacına yönelik olarak Haziran 1991’de serbest piyasa ekonomisine geçiş ilkesi kabul edilerek birçok yasal reformlarla, ekonomide yeni düzenlemelere gidilmiştir.

Dış ticaret bilançosu az miktarda da olsa açık veren Ermenistan ve Gürcistan toplam ithalatının %80’den fazlasını, toplam ihracatının %90’dan fazlasını komşu Cumhuriyetler ile gerçekleştirmektedir.

Uzun yıllar ödemeler dengesi fazla vermiş olan Romanya’nın 1989 yılından itibaren dış ticaret dengesi bozulmuş ve 1990 yılından itibaren ise açık vermeye başlamıştır.

Rusya Federasyonu 1992 yılında 5 Milyar Dolar dış ticaret fazlası vermiştir. Rusya Federasyonu, dış ticaretini geleneksel olarak öncelikle  Cumhuriyetler arası yapmaktadır.

Moldova’nın, 1992 yılı itibariyle ihracatı 103,000 Milyon Ruble, ithalatı ise 80,000 Milyon Ruble olarak gerçekleşmiştir.

1993 yılında 15.348 Milyar Dolar ihracat, 29.429 Milyar Dolar ithalat yapan Türkiye’nin, ihracatın ithalatı karşılama oranı %52’dir.

Kömür, bakır ve elektrik ihraç eden Ukrayna, 1989-1990 yılında toplam ihracat ve ithalatının %80’inden fazlasını Cumhuriyetler arası yapmıştır.

1991 yılında 7 Milyar Dolar dış ticaret açığı veren Yunanistan, dış ticaretinin %60’ını AB ülkeleriyle yapmaktadır.

KEİB’İN TÜRKİYE AÇISINDAN ÖNEMİ VE KEİB’İN GELECEĞİ

A- KEİB’in Türkiye Açısından önemi

Türkiye’nin KEİB üyesi ülkelerle işbirliğini artırma girişimlerini çoğaltması, orta ve uzun vadede çok olumlu sonuçlar doğmasına imkan verecektir. Türkiye, KEİB fikrini ilk olarak ortaya atan ve gelişmesine büyük katkılar sağlayan ülke olmuştur. Bu bakımdan KEİB’in, Türkiye açısından ekonomik ve siyasi alanlarda birçok yararları vardır. Türkiye açısından önemli olan noktaları şu şekilde sıralayabiliriz:

– KEİB, küreselleşme eğilimlerinin arttığı bir dönemde Türkiye’nin dünya ekonomisiyle bütünleşmesine katkı sağlayacaktır.

– Aralarında birçok sorun bulunan ülkeleri KEİB çerçevesinde bir araya getirmek, Türkiye’ye uluslararası düzeyde bir prestij kazandırmıştır.

– Başarılı olması halinde KEİ, AB’ye tam üyelik başvurusu kabul edilmeyen Türkiye’nin AB ile ilişkilerini olumlu yönde etkileyecektir. AB, KEİ çerçevesinde bölgesel etkinliğini artıracak Türkiye ile her zaman dayanışma içinde olmak zorunda kalacaktır. Böylece Türkiye, AB ve diğer süper güçler karşısında zayıf bir konuma itilmekten kurtulabilecektir.

– Doğal kaynak açısından zengin olan bölge ülkeleri, bu kaynaklarını dünya fiyatları üzerinden değerlendirerek kendilerine teknoloji transfer etmek, sermaye ithal etmek ve ticarette takas anlaşmalarının yarattığı sınırlar çerçevesinde, Türkiye ile bölge ülkeleri arasında gelişen ticari hareketler, Türkiye’ye bugün kendisine rekabet alanı yarattığı birçok mal ve hizmette (gıda, tüketim malları ve tekstil) geniş bir piyasa sağlayacaktır.

– Türkiye’nin piyasa ekonomisine geçiş sürecindeki KEİB ülkelerinde teknik konulara yönelik eğitim ve danışmanlık hizmeti vermesi, bu ülkelerle olan ekonomik ilişkilerin gelişmesinde etkili olacaktır.

– Üye ülkeler arasında enerji, ulaştırma, iletişim, madencilik, turizm, tarım ve inşaat gibi sektörlerin geliştirilmesine yönelik yapılacak yatırımlar, ülkelerin istihdam düzeyini artırabilecektir.

– Türkiye, Batı ekonomilerinin bölge ülkeleri ile olan ilişkilerinde köprü rolü üstlenebilir. Türkiye’deki firmalar, Batılı firmalar ile işbirliği yaparak KEİB ülkelerinde yapacakları ortak yatırım ve ortak ticaret yolu ile teknoloji ve sermaye akışına yardımcı olabilirler.

– Türkiye’nin büyük ümitler bağladığı GAP Projesinin önemi, KEİB çerçevesinde daha da artmaktadır. Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra büyük bir beslenme açığı ortaya çıkmıştır. Bu ülkelerin ekonomik yapısı orta vadede bile açığı kapatmaya yeterli değildir. GAP’ın ürünleri bu açığı kapamada önemli bir rol oynayabileceği gibi GAP ürünlerinin Karadeniz limanlarından ihraç edilmesi, bu bölgede bulunan şehirlerde ticaretin gelişmesinde etkili olacaktır.

– KEİ, Karadeniz Bölgesi’nde çevrenin korunması yönünde önemli adımlar atılmasına yol açabilir.

Türkiye ile eski Sovyetler Birliği arasında imzalanan doğalgaz anlaşması, iki ülke arasındaki  ekonomik  ilişkiler  bakımından  giderek önem kazanmaktadır. Türkiye ithal ettiği doğal gaz bedelinin %70’ini gıda ve diğer tüketim malları ve müteahhitlik hizmeti olarak ödemektedir. Doğalgaz Türkiye’de enerji üretimi ve günlük tüketim alanları buldukça iki ülke ticareti daha da artacaktır.

– Sarp Sınır Kapısının açılması, Karadeniz kıyılarında ticareti olumlu yönde etkilemiştir. Bağımsız Devletler Topluluğu ülkelerinden gelenlerin, takas ve döviz bazında yaptıkları ticaret, yöre halkı için gelir kaynağı olmuştur. Sınır ve kıyı ticareti için belge alanların sayısı giderek artmaktadır.

– KEİB’in üye ülkeler arasındaki sorunların çözümünde göstereceği başarı, Türkiye ile Orta Asya’daki Türk kökenli Cumhuriyetler arasında geliştirilmek  istenen ekonomik ve ticari işbirliği açısından da önemlidir, örneğin; Azerbaycan ile Ermenistan arasındaki Karabağ sorunu, Nahcıvan üzerinden Azerbaycan ile  ticaret yapılmasına engel olmaktadır.

– Bölge ülkeleri giyim, ilaç, temizlik ve inşaat malzemeleri başta olmak üzere temel ihtiyaç mallarını ve hastane, sosyal konut inşaatları gibi zaruri hizmetleri Türkiye’den dünya standartlarına uygun kalitede, zamanında ve dünya fiyatlarının altında almaktadırlar. Bu durum onlara üçüncü ülke firmalarına karşı rekabet gücü kazandırmıştır. Bu açıdan bölge ülkeleri Türkiye’ye güvenilir bir ticaret ortağı olarak bakmaktadırlar.

– KEİB, Karadeniz’de mevcut turizm tesislerinin bakımı, restorasyonu, donatımı ve ortak işletilmesini sağlayarak, turizm pazarını harekete geçirebilecektir. Bu şekilde yaratılacak talep yeni tesislerin kurulmasına ve büyük bir iş hacminin ortaya çıkmasına yol açacaktır.

B- KEİB’in Geleceği

KEİB’in gelecekte, üye ülkeler arasında potansiyel işbirliği imkanlarını artırma yönünde birçok etkiler yapması  beklenmektedir. İşbirliğinin sağlayacağı uygun ortamda, Türk girişimcilerinin de katkılarıyla zengin kaynakları, katma değerlerini de artıracak şekilde işleyerek dünya pazarlarına sürme imkanları doğacaktır. Ancak, KEİB’in gelişme aşamasında birtakım sorunlarla karşılaşması kaçınılmazdır. KEİB’in başarıya ulaşabilmesi için bu sorunların çözüme kavuşturulmasıyla birlikte, işbirliğini geliştirici bazı koşulların da gerçekleştirilmesi gerekmektedir.

l- KEİB’in Karşılaşabileceği Sorunlar

KElB gelişme aşamasında birtakım yapısal sorunlarla karşılaşabilecektir. Bu sorunlar, üye ülkelerin özelliklerinden veya gelişmekte olan ülkeler arasındaki ekonomik bütünleşmelerde ortaya çıkan güçlüklerden kaynaklanabilir. Bu sorunlar şu şekilde sıralanabilir:

– Türkiye ve Yunanistan dışındaki KEİB’e üye ülkelerde yeni siyasi rejimler henüz sağlam temellere oturup istikrarlı bir yapıya kavuşamamıştır. Ekonomik ve siyasal belirsizlikler hem Türkiye hem de bu ülkelerde iş yapacak müteşebbisler için risk demektir. Bu ülkelerin merkezden yönetimli ekonomiden piyasa ekonomisine  geçiş süreci  henüz tamamlanmamış, üretim ve tüketim kanalları da oluşturulamamıştır.

– KEİB üyesi ülkeler arasında sınır anlaşmazlıkları, komşu ülkelerde etnik bağları olan azınlıklara ait problemler vardır. Yine, eski Sovyetler Birliği Cumhuriyetleri arasında, egemenlik sorunu yaşanmaktadır. Azerbaycan ile Ermenistan arasında Dağlık-Karabağ sorunu, Türkiye ile Yunanistan arasındaki Ege Adaları ve Kıbrıs konusunda yaşanan anlaşmazlık, Rusya ile Ukrayna arasında Karadeniz filosu ve Kırım sorunları, Balkanlarda devam eden Yunan-Bulgar rekabeti, sorunlardan birkaç  tanesidir.

– KEİB’e üye ülkelerin bir kısmında serbest döviz imkânlarının yetersiz düzeyde olması ve nisbi fiyatlar dengesinin kurulamaması bir yandan kaynak dağılımını bozarken, diğer yandan da ticari ilişkilerde güçlükler ortaya çıkarmaktadır. Halbuki, serbest döviz sistemine dayanmayan ticarette önemli olan, değişimi yapılan malların her iki taraftaki nisbi değerlerinin birbirine eşit olmasıdır.

Ticari ve finansal mevzuattaki boşluklar, KEİB’in önemli sorunlarından birini teşkil etmektedir. Eski Sosyalist ülkelerde piyasa ekonomisini düzenleyici hiçbir yasa ve kural mevcut değildir. Halbuki alt yapının henüz kurulamamış olması, bu ülkelere yönelmek isteyen yatırımcılar açısından engel teşkil etmektedir. Mercilerin yetkileri net olarak belli olmadığı gibi, bazen bir konuda yetkili merci bulmak bile sorun olmaktadır. Bankacılık, sigorta ve kambiyo sistemleri henüz kurulamamıştır.

– KEİB Anlaşmasında, üye ülkeler arasında çevre korumasına yönelik işbirliği yapılması öngörülmektedir. Özellikle eski Sovyetler Birliği’nde Karadeniz Kıyılarında kurulan sanayi tesisleri ve Karadeniz’e akan nehirlerin getirdikleri atık sular nedeniyle Karadeniz ciddi bir kirlenme tehlikesiyle karşı karşıyadır. Ayrıca Karadeniz’de ciddi bir nükleer atık tehlikesi mevcuttur.

– Türkiye ve Yunanistan dışındaki üye ülkelerin ekonomilerinin birbirlerine aşırı derecede bağımlı olması da önemli bir sorundur.

– Bu Cumhuriyetlerde başlatılan pazar ekonomisine geçiş sürecinde öngörülen yatırımların gerçekleştirilmesi için büyük ölçüde yabancı sermayeye ihtiyaç vardır. Ancak, yabancı sermaye mevzuatı, son zamanlarda liberal düzenlemeler yapılsa da, birçok eksikle doludur. Bu da yabancı sermayenin arzulanan düzeye gelmesini engellemektedir.

– KEİB üyesi ülkeler arasında ulaştırma ve haberleşme alt yapısı oldukça yetersizdir. Bu durum, ülkelerarası bilgi alışverişi ve işbirliği imkanlarını kısıtlamaktadır.

2- KEİB’in Başarıya Ulaşabilmesi İçin Gereken Koşullar

KEİB’in gelişme aşamasında başarıya ulaşabilmesi için üye ülkeler tarafından birtakım önlemlerin alınması gereklidir. Bunlar:

– Bölge ülkeleri arasındaki siyasi ihtilafların ortadan kaldırılabilmesi için, üye ülkeler arasında bir ‘Karadeniz Güvenlik Paktı” imzalanarak bölgede barış rüzgârlarının estirilmesi gereklidir.

– Üye ülkeler, uluslararası alanda da geçerli olabilecek, ortak yatırım mevzuatı, dış ticaret mevzuatı ve kambiyo mevzuatı gibi mevzuatlarını ivedilikle oluşturmalıdırlar.

– Serbest piyasa ekonomisinin gerektirdiği tüm kurum ve kuruluşlar geciktirilmeksizin hayata geçirilmelidir.

– Bölgesel düzeyde ürün nitelik ve niceliklerinin standartlaştırması; bu işlemin Avrupa ve Dünya standartlarına uygunluğunun denetlenmesi gerekir.

– Üye ülkeler arasında ulaştırma ve haberleşme altyapısının oluşturulması gereklidir.

– Çevre konusunda, her ülke içinde yürürlüğe konulacak iç koruma mekanizmalarının ötesinde, Karadeniz’i çevreleyen devletler arasında formüle edilecek ortak kurallar, bölge düzeyinde ortak hukukun temellerini oluşturabilir.

– Avrupa ve Dünya pazarlarına girebilecek öncü kuruluşlar tesbit edilerek, etkin bir şekilde yararlanılabilecek pazarların arayışına gidilmelidir.

– Karadeniz sahillerinde serbest bölgeler kurularak, bürokrasi ve gereksiz formalitelerle uğraşmadan, müteşebbislerin deneyim kazanması sağlanabilir.

– Rekabet gücü olan veya olabilecek sektörlerin tesbit edilerek uluslararası pazarlarda söz
sahibi olabilmeleri için rehabilitasyon işlemine tabi tutulabilirler.

– Üye ülkelerin, birbirlerine karşı üstün oldukları alanlarda bilgi ve beceri transferini sağlayabilecek uzmanlarının bir sistem dahilinde mübadelesi sağlanabilir.

Üye ülkeler, dünya pazarlarında önem taşıyan ürünlerinin, tekel yaratan, alıştıkları bazı belirli alıcılar tarafından toplu olarak kapatılması yerine, kısmen de olsa bölge ticaret firmalarınca pazarlanmasına  fırsat vermelidirler.  Bu suretle, rekabet koşulları yaratmanın yanında bölge  ticaretinin  gelişmesine  ve  ticaret  firmalarının güçlenmesine yardım edilmiş olur. Teknolojik seviyenin  bölge  içinde  eşit düzeye getirilerek,  uyumsuzluk probleminin çözülmesi gereklidir.

KEİB Anlaşmasında özel girişimciliğe büyük önem verilmiştir. Ancak, bölge ülkelerinde özel girişimcilik emekleme aşamasındadır. Üye ülkeler arasında hükümetler ve özel sektör temsilcilerinden oluşturulacak bir kurulun koordinasyonu ile özel sektöre yönelik uzun vadeli stratejiler ve ortak politikalar hazırlanmalıdır.

SONUÇ

KEİB görüşmeleri, Türkiye’nin girişimleri sonucu 19-21 Aralık 1990’da Ankara’da yapılan toplantıyla başlamış, 24-25 Haziran 1992’de İstanbul’da yapılan toplantıyla sonuçlanmıştır. İstanbul’da yapılan toplantıda, 11 ülkenin (Arnavutluk, Azerbaycan, Bulgaristan, Ermenistan, Gürcistan, Moldova, Romanya, Rusya Federasyonu, Türkiye, Ukrayna ve Yunanistan) devlet ve hükümet başkanları, KEİB Deklarasyonu’nu imzalamışlardır.

Yunanistan hariç tutulursa, KEİB ülkelerinden sadece Türkiye, pazar ekonomisine geçişte birçok reformları aşmış, serbest dış ticaret, fiyat, para ve kur politikaları uygulamada, ulaştırma, haberleşme, borsa, modern bankacılık gibi alt yapı geliştirmede önemli rol almıştır.

Siyasi ve ekonomik istikrar bakımından bölgenin en sağlam ülkesi olan Türkiye, KEİB çerçevesinde etkinliğini artırmak suretiyle AB ile ilişkilerinde daha güçlü bir konuma gelebilecektir.

Türkiye ve Yunanistan dışındaki diğer üye ülkeler henüz serbest piyasa ekonomisine geçiş süreci içerisindedirler. Bu ülkeler, hukuksal ve kurumsal reformlarını halen gerçekleştiremedikleri gibi ülke içi ve ülke dışı siyasi ihtilafları da çözüme kavuşturamamışlardır. Piyasa ekonomisi şartlarını gerçekleştirememiş, parası konvertibil olmayan, mal fiyatları aşırı sübvansiyonlu, döviz kurları sabit, piyasa denge kurunun mevcut olmadığı ülkeler arasında; malların, hizmetlerin ve sermayenin serbest dolaşımını gerçekleştirmenin güçlüğü ortadadır.

Serbest piyasaya ilişkin düzenlemelerin uzun zaman gerektirmesi dolayısıyla, ticari ilişkilerin ilk dönemlerde takas sınırları içerisinde gerçekleştirilmesi serbest ticaretin önündeki bir diğer engeldir.

KEİB, kısa dönemde, işbirliği için uygun ortamın oluşturulmasını, mal ve hizmet ticaretinin artırılmasını, uzun dönemde ise üye ülkeler arasında bir serbest ticaret bölgesinin kurulabilmesi için gerekli koşulların hazırlanmasını amaçlamaktadır.

KEİB, kurumsallaşmasını büyük ölçüde tamamlamış, Dışişleri Bakanları Toplantısı, KEİ Konseyi (KEİK), KEİ Parlamenter Asamblesi (KEİPA), Karadeniz Ticaret ve Yatırım Bankası gibi uluslararası düzeyde kurumlar faaliyete geçirilmiştir. Ayrıca Devlet istatistik Enstitüsü bünyesinde KEİ istatistik Veri ve Bilgi Değişimi Eşgüdüm Merkezi oluşturulmuştur. Alt çalışma grupları faaliyetlerine devam etmektedir.

KEİB’in ileri aşamasında ortak vergi politikası uygulandığı takdirde, KEİB sınırları içinde her türlü “çifte vergilendirme” olayına son verilebilecektir. Ortak vergi politikası aracılığıyla, vergi matrahları üzerinden farklı ulusal yasalar uyumlaştırılırken, ayrıca, bir mükellefin aynı vergi türünden aynı vergi döneminde birden çok devlete vergi ödemesi önlenebilecektir.

KEİB ülkelerinin, gümrük tarifeleri ve tarife dışı engeller gibi dış ticaret politikasının asli araçlarının nasıl kullanılacağı konusunda bir uzlaşma için mevcut dış ticaret politikaları uyumlaştırılmalıdır.

Ayrıca, üye ülkelerin ortak tarım, sanayi, bölgesel kalkınma ve sosyal politikalarını tesbit ederek uygulamaya koymaları KEİB’in nihai hedeflerine ulaşabilmesi için gereklidir.

Türkiye ve Yunanistan dışındaki diğer KEİB üyelerinin nüfus ve ekonomik güçlerine göre dünya ticareti içindeki paylan çok düşük seviyededir. Bunun başlıca sebeplerinden birisi, yıllarca kendi kendisine yeterlilik politikası izlenmesi ve dış ticarete iç pazar ihtiyaçlarına bağlı olarak başvurulmasıdır. Bir diğer sebebi ise, bu ülkelerin yeterli dövize sahip olmamaları nedeniyle dış ticaretlerini, ikili anlaşmalara dayanan karşılıklı mal değişimi sınırları çerçevesinde yapmalarıdır. Öte yandan, söz konusu ülkeler, dışa açılma yönünde, dış ticaret mevzuatlarında önemli değişiklikler yapmaktadırlar.

KEİB, Karadeniz’e komşu ülkeler arasında ticaretin ve diğer ekonomik faaliyetlerin hızlı bir şekilde gelişmesinde önemli rol oynayabilecek bir işbirliği hareketidir. Bölge ülkelerinin coğrafi yönden yakınlığı, ekonomilerinin birbirlerini tamamlayıcı nitelikte olması KEİB’in başarılı olmasını kolaylaştıracaktır. Üye ülkeler, kendi aralarındaki ekonomik ve siyasi sorunlara kalıcı bir çözüm bulmaları ve ortak politikaları uygulamaya koymaları halinde, uzun vadeli hedef olan serbest ticaret bölgesine ulaşılması mümkün görünmektedir.

Yaklaşık 325 Milyon nüfusu kapsayan dev bir potansiyel piyasanın avantajlarıyla dolu olan KEİB, hem Türkiye hem de bölge ülkeleri için yeni bir dönemin başlangıcı olmuştur.

 

 

 

YARARLANILAN KAYNAKLAR

AKYAZI Eyüp, -Bölgesel Entegrasyon Bazında KElB1, Dünya Gazetesi, 11.8.1992.
BALKIR. Canan, ‘Karadeniz Ekonomik işbirliği Bölgesi (KElB).” TÜSlAD, istanbul, Mayıs 1993.
BiLGi (TBMM Enformasyon Merkezi Dergisi). Karadeniz Ekonomik işbirliği Projesi ve Üye Ülkeler*, Aralık 1993.
ÇELiK Kenan, “Karadeniz Ekonomik işbirliği Bölgesi nde Nüfus ve istihdam”, Karadeniz Teknik Ünv. Trabzon, Kasım 1993.
ÇIKRIKÇI Mustafa, “Globalleşme ve Bir Çözüm: Karadeniz Ekonomik işbirliği Anlaşması’, Bamka ve Ekonomik Yiv rumlar Dergisi, Mart 1992.
DARTAN Muzaffer, ‘Karadeniz Ekonomik işbirliği: Türkiye Lokomotif, Görüş Dergisi, istanbul. Ağustos 1992. Dünya Gazetesi, 25.6.1992.
ELEKDAG Şükrü, ‘KElB’in Türkiye Açısından önemi’, Türkiye’nin Dış Ekonomik ilişkilerinde Yeni Uruklar, iSO, Yayın No: 1992/6, istanbul.
ERİŞ ibrahim. ‘Avrupa ve Asyadakl Ekonomik Bütünleşmeler’, HDTM Dergisi, Ankara, Eylül 1993/3
GÖKYlCfT Nihat. “Karadeniz Ekonomik işbirliği: Ufuk mu, Serap mı?*, Görüş Dergisi, Ağustos 1992.
GÜBE Yalpn, ‘Uluslararası Bütünleşme: Siyasal ve Ekonomik Değerlendirme”, HDTM Dergisi. Ankara. 1993/2.
İNANÇLI, Selim, ‘Karadeniz Ekonomik işbirliği Bölgesi (KElB) ve Ekonomik Etkileri’, Yüksek Lisans Tezi, Anadolu Ünv. Eskişehir 1992,
KABOGLU ibrahim Ö., ‘Karadeniz işbirliği”, Milliyet Gazetesi. 1.7.1991.
KALAYCI irfan, ‘Karadeniz Ekonomik işbirliği Bölgesinin Ekonomik Entegrasyona Geçiş Problemleri ve Basansın» da Türkiye’nin Rolü’ Yüksek Lisans Tezi, inönü Ünv., Malatya 1993.
KARLUK Rıdvan. Uluslararası Ekonomi, istanbul 1991. KARLUK Rıdvan, Uluslararası iktisat. A.Ö.F. Yayınlan No:22, Eskişehir 1988.
Gümrük Dergisi, Sayı: 16, Mart 1995

Share This:

2000/2001 EKONOMİK KRİZLERİ VE GÜNÜMÜZE YANSIMALARI

Divan Dergisi, Sayı: 5

Nejat ÇOĞAL

Gümrük Muhafaza Başkontrolörü

(A.B.D.’de, University of Illinois’te , finans mastırı yapmıştır)  

2000/2001 EKONOMİK KRİZLERİ VE GÜNÜMÜZE YANSIMALARI

1. Giriş

 Enflasyon 1970 yılından bu yana Ülkemizin yaşadığı en önemli ekonomik problem olmuş, bu nedenle Türkiye, IMF ile birlikte birçok anti-enflasyonist programa imza atmıştır. Bu dönemde, Türkiye mali piyasalarını ve sermaye hareketlerini serbestleştirmiştir. Çoğu başarılı olamayan bu programların başarıya ulaşabilmesini sağlamak amacıyla, ekonominin serbestleştirilmesi ve istikrara kavuşturabilmesi yönünde, son 30 yılda büyük gayretler sarf edilmiş, döviz kuru, özellikle nominal döviz kuru politikaları, bu ekonomik istikrar programlarının çoğunda anahtar rol oynamıştır.

Bu kapsamda, Ülkede yaşanan büyük bir depremin sosyo-ekonomik hasarlarını tamir etmekle yüz yüze kalmış olan Türkiye, 1999’da yine IMF destekli yeni bir istikrar programını başlatmıştır. Döviz kurunu esas alan enflasyonla mücadele programı, enflasyonu (TÜFE) 2000 yılı sonuna kadar %25, 2001 yılı sonunda %10–12 ve 2002 yılı sonuna kadar ise  %5–7 seviyelerine çekmeyi amaçlamaktaydı. Ancak, programın başlamasından yaklaşık 11 ay sonra Türk Ekonomisi, Kasım 2000’de bir likidite krizi, Şubat 2001’de ise bir döviz kriziyle karşı karşıya kalmıştır.

Çalışmamızda ilk olarak; Türkiye Ekonomisinin son 30 yıllık geçmişi kısaca gözden geçirilecektir. Bunu, 2000 yılı enflasyonla mücadele programının ana karakteristiklerinin özetlenmesi ve söz konusu programın yol açtığı bazı ciddi ekonomik gelişmelerin tartışılması takip edecektir. Daha sonra, 2000/2001 ekonomik krizleri ve krizden günümüze kadar olan gelişmeler kısaca ele alınacak ve son olarak ulaştığımız sonuçlar ifade edilmeye çalışılacaktır.

2. Türk Ekonomisine Genel Bir Bakış

Yüksek enflasyon 1970’den beri Türkiye’nin ana ekonomik problemi olmuş ve ülkemiz bu dönemde birkaç başarısız enflasyonla mücadele programını tecrübe etmiştir. Bankacılık sistemi çok zayıf ve sermaye piyasası ve menkul kıymetler borsası yok denecek kadar küçüktü. 1979’da, Türkiye derin bir borç krizi ile karşı karşıya kalmış ve IMF ile ilk stand-by programını imzalamıştır. 1980’li yıllarda, Hükümet bir ekonomik paketi uygulamaya koymuş ve bu programla Türkiye, dış ekonomik işlemlerini serbestleştirmeyi başarabilmiştir.

Program, olağanüstü ölçüde bir devalüasyonla birlikte başlamış (TRL/USD paritesi  47.7’den 70’e yükseltilerek yaklaşık %50 oranında bir devalüasyon gerçekleştirilmiştir), faiz oranlarında artış, ihracat sübvansiyonları, kamu iktisadi kuruluşlarından gelen olağanüstü fiyat artışları ve hükümet sübvansiyonlarının çoğundan vazgeçme taahhüdü, söz konusu programın başlıca karakteristikleri olarak göze çarpmıştır. Yine aynı dönemde, kotaların çoğu ortadan kaldırılmış, ülke parasının değeri düşürülmüş ve sonuç olarak döviz sistemi tümüyle serbestleştirilmiştir.

 Böylece, 1980’lerde Türk Ekonomisi hem dahili ve hem de harici olarak tümüyle serbestleştirilerek, içe piyasaya dönük ithal ikamesi politikası terk edilmiş ve ihracata dayalı büyüme politikası benimsenmiştir. Aynı yıllarda, Hükümet bankalara döviz işlemleri yapma iznini vermiş;  bankaları ve onların kısa dönem likidite ihtiyaçlarını karşılamak üzere İnterbank Para Piyasası oluşturulmuş; Sermaye Piyasası Kurulu teşkil edilmiş; İstanbul Menkul Kıymetler Borsası yeniden açılmış; sonuç olarak Türk ekonomisinin finansal derinliği artırılmıştır.

 

  Grafik 1: Gayri Safi Milli Hasıla (GSMH) Artış Hızı

Kaynak: TÜİK, DPT, HM 

1990’lı yıllarda, Gayri Safi Milli Hâsılanın (GSMH) , değişken bir yapı gösteren yabancı sermaye girişinin etkilerine, 1980’li yıllara kıyasla daha fazla bağlı bir hale geldiği görülmektedir. 1994 yılında yaşanan finansal krizle birlikte, enflasyon oranı 3 rakamlı bir sayıya ulaşmış ve nominal kur bir günde %39 değer kaybetmiştir. Ülkeden büyük miktarlarda sermaye çıkışına yol açan bu krizin hemen ardından Türkiye- IMF arasında yeni bir ekonomik istikrar programı imzalanmıştır. Söz konusu Stand-by anlaşmasının desteği ile önemli ölçüde yabancı sermaye girişi başlamış ve Türk ekonomisi 1995–1997 döneminde yıllık %7’den daha yüksek bir kalkınma hızını gerçekleştirebilmiştir. Bu dönemde, Merkez Bankası reel döviz kuru politikasını etkili bir şekilde takip etmiş ve 1994’teki yüksek devalüasyonun etkisiyle ihracat rakamlarında hızlı bir iyileşme sağlanmıştır. Bununla birlikte, hızlı ekonomik büyümeye rağmen, dış ticaret dengesi istikrarlı bir seviyede tutulabilmiş ancak, Asya Krizi nedeniyle, büyüme hızı 1998’de %3,1’e gerilemiştir.

 

Tablo 1: Başlıca Ekonomik Göstergeler (1999–2004)

1999 2000 2001 2002 2003 2004
 GSMH Artış hızı (%)  -6.1  6.3  -9.5  7.9  5.9  9.9
 Toptan Eşya Fiyatları (%)  62.9  32.7  88.6  30.8  13.9  13.8
Ağırlıklı Mevduat Faiz Oranları (Vadeli)  46.7  45.6  62.5  48.2  28.6  22.1
Fiili Yabancı Sermaye Girişi (Milyon Dolar)  813  1,707  3,374  622  745  1,245
 TRL/USD Değişim Oranı  60.9  48.5  96.5  22.9  -0.8  -0.04
 Cari İşlemler Hesabı  -1,344  -9,819  -3,390  -1,522  -7,905  -15,604

Kaynak: TCMB, DTM, DİE, HM  

1997 yılında yaşanan Doğu Asya Krizi ve 1998 yılında yaşanan Rusya Krizinin olumsuz etkileriyle mücadele etmek zorunda kalan Türkiye, 1999’da meydana gelen ve ekonomik ve sosyal hayatı sarsan depremlerle daha da güç koşullar içerisine sürüklenmiştir. Yüksek enflasyon ve reel faiz oranları, artan kamu açıkları nedeniyle bozulan ekonomik istikrarı yeniden sağlayabilmek amacıyla, Kasım 1999’da, Hükümet yeni bir enflasyonla mücadele programını başlatmış ve IMF ile yeni bir stand-by anlaşması imzalanmıştır.

Program, enflasyon oranını 2002 yılı sonuna kadar tek rakamlı bir sayıya indirmeyi hedeflemiştir. Bu programdan, o zamana kadar Türkiye’de uygulanan döviz kuruna endeksli ilk ekonomik program olarak bahsedebiliriz. Söz konusu 2000 yılı enflasyonla mücadele programını etkili kılabilmek için, döviz kuru sabitlenerek ileriye dönük bir döviz kuru takvimi ilan edilmiştir. Ayrıca, bir çıkış stratejisi tespit edilmiş buna göre; Temmuz 2001’den sonra simetrik ve merkezi bir döviz kuru etrafında dalgalanabilen esnek bir kur rejiminin mümkün olabileceği öngörülmüştür.

Başlangıçta, program başarılı gibi görünmekteydi. Yani, hemen hemen tüm kur uygulamaları, mali ve yapısal reformlar programa uygun gidiyordu ve ekonomide herhangi bir sterilizasyon söz konusu değildi. Ancak, Kasım 2000’de, ekonomik istikrar programından tam 11 ay sonra Türkiye bir finansal kriz ile karşı karşıya kalmıştır.

3. 2000 Yılı Enflasyonla Mücadele Programının Ana Karakteristikleri

2000–2002 yıllarını kapsayan söz konusu Enflasyonla Mücadele Programı (1999’da Türk Hükümeti tarafından IMF’ye sunulan Niyet Mektubu) temel olarak dört ana enstrümana dayanıyordu:

a. Önceden ilan edilen, nominal döviz kuru hedefi

b. Sıkı maliye politikaları

c. Merkez Bankası’nın bir Currency Board gibi hareket etmesi öngörülmekteydi. Yani, para arzındaki genişleme sadece Merkez Bankası’nın bilânçosunda yer alan net yabancı varlıkların pozisyonuna dayandırılacaktı. Ayrıca, sterilizasyon yapmama kuralı gereği, Merkez Bankası ihtiyari para politikaları uygulamayacak, bunun yerine, para arzı sadece piyasa koşulları tarafından belirlenecekti.

d. Yapısal reformlar

2000–2002 döneminde, parasal taban, döviz kurundaki günlük değer kaybı ve mali dengeler üzerinde özel hedefler uygulamaya konulmuştur. Tüm bu hedefler belirli bir takvim çerçevesinde önceden ilan ediliyor ve bunlar IMF yetkililerinin uygulama döneminde yaptıkları başarılı ziyaretlerde takip aracı olarak kullanılan “performans kriterleri “ olarak tanımlanıyordu.

Programa göre, enflasyon 2002 yılı sonuna kadar aşağı çekilecekti. Buna göre, son on yılda ortalama %80 civarında seyreden Toptan Eşya Fiyat Endeksi (TEFE) 2000 yılı sonuna kadar %20 oranına düşürülecekti. (Tüketici fiyatlarında hedef ise %25 idi). Söz konusu hedefler 2001 yılı için TEFE’de %10, TÜFE’de %12; 2002 yılı sonuna kadar ise sırasıyla %5 ve %7 idi.

Söz konusu para ve döviz kuru programı, Merkez Bankası’nın uluslararası rezervlerinde bir taban değeri ve ayrıca, net yurtiçi varlıklarda bir tavan değerini performans kriteri olarak benimsemiştir. Her üç aylık dönemde, net yurtiçi varlıkların, bir önceki çeyrek dönemin mevcut para tabanının %5’i oranında bir band içerisinde dalgalanmasına izin verilmiş ancak çeyrek dönem sonu değerleri önceden kararlaştırılmıştır.

Bir yandan ekonomik aktiviteler artarken, dış ticaret açığının 2000 yılında Gayri Safi Yurt İçi Hasılanın %0.5’inden %1.5-2’sine kadar, 2001 ve 2002 yıllarında da benzer şekilde büyümesi hedeflenmiştir.

Ayrıca, Toplam Borç/GSYİH oranının bir miktar azaltılarak %58’den 2001 yılı sonunda %56.5’e, 2002 yılı sonuna kadar da %54.75 oranına çekilmesi hedeflenmiştir.

Öte yandan, döviz sepeti içerisinde yer alan döviz kurlarının ileriye dönük olarak takip edeceği yol, IMF İcra Kurulu toplantısı öncesinde ilan edilecekti. Önceden ilan edilecek Döviz kurunun takip edeceği yol 1 Ocak 2000–31 Aralık 2000 tarihleri arasını kapsayacaktı. Bu dönem içinde, TL’nin değer kaybı TEFE’deki artışa uygun olarak %20 olması hedeflenmişti.

Söz konusu döviz kuru rejiminin açıklanmasından itibaren 18 aylık bir süre içerisinde, önceden açıklanan döviz kuru takviminin etrafında herhangi bir band olmayacaktı. Temmuz 2001’den itibaren ise, daha esnek bir döviz kuru rejimine yavaş yavaş geçilecekti.

Diğer taraftan, her üç aylık dönem sonunda,  Merkez Bankası’nın net yurt içi varlıkları toplamı Aralık 1999 seviyesini aşamayacaktı (performans kriteri).

Ayrıca, program, enflasyonla mücadele ve döviz kuru politikalarını gerçekleştirebilmek için bazı enstrümanları da hedef almıştır: Gelir dağılımı ve yapısal reformlar (özellikle mali sektörde, tarım politikalarında, sosyal güvenlik reformu, mali yönetim ve şeffaflık, vergi politikası ve yönetimi, özelleştirme ve sermaye piyasası, bankacılık sisteminin güçlendirilmesi ) bu politika araçlarına örnek olarak verilebilir.

 

4.  2000 Yılı Enflasyonla Mücadele Programının Yol Açtığı Başlıca Makroekonomik Gelişmeler

 

Kasım 1999 başlarında, Moody’s Türkiye’nin görünüşünü positive çevirdi. Bu olumlu başlangıç için iki önemli sebep vardı: Birincisi, istikrar programından beklentiler, ikincisi ise Türkiye- Avrupa Birliği arasındaki ilişkilerin iyileşmesi beklentileri idi. Aralık 1999’un ilk yarısında bu beklentiler teyit edildi. 9 Aralık 1999’da Türkiye IMF ile yeni bir niyet mektubuna imza atmış; 10-11 Aralık’ta düzenlenen Helsinki Zirvesi’nde Türkiye, Avrupa Birliği’nin genişleme sürecinde resmen aday üye olarak ilan edilmiştir.

Diğer taraftan, program ana hatlarıyla enflasyonu düşürmeyi hedefliyordu. Son 30 yıldaki en düşük seviyesinde olmasına rağmen, 2000 yılı sonunda, enflasyon oranındaki değişme programın amacına ulaşamamıştır. Diğer bir ifadeyle, hem TEFE ve hem de TÜFE özellikle 2000 yılının ikinci yarısında önemli ölçüde aşağı çekilmiştir. Fiyat endekslerindeki aylık artışlar, uygulama döneminde esas alınan döviz sepetinin (1 USD + 0.77 EURO) uğradığı değer kaybından daha yüksek olarak gerçekleşmiştir. Bu da, Türkiye’nin başlıca ticaret yaptığı ülke paralarına karşı Türk Lirası’nın aşırı değerlenmesi anlamına gelmektedir. Yıllık enflasyon TEFE’de %33, TÜFE’de %39 olarak gerçekleşmiştir.

Bununla birlikte, değişik talep faktörleri de kararlı fiyat artışları üzerinde önemli bir rol oynamıştır. Döviz kuru riski, önceden belirlenen 18 aylık takvim ile ortadan kaldırılmıştı. Bu, ayrıca, ülke riskini de azaltarak, yabancı yatırımcılara piyasa faizleri üzerinden arbitraj yapma fırsatını vermiştir. Böylece, sermaye girişi hızlandırıldı. Ayrıca, reel faiz oranlarındaki ciddi düşüş, geleceğe dönük toplam tüketim harcamaları ve yatırım talebinin telafi edilmesine yol açmış, bu durum fiyatlar  üzerinde sert bir talep baskısını da beraberinde getirmiştir.

 Grafik 2: Reel Döviz Kurları

 

Kaynak: TCMB

Bir taraftan yabancı sermaye girişi devam ederken, enflasyonla mücadele programı herhangi bir sterilizasyon girişimi gerektirmediği için, para piyasasının likiditesi artmış, faiz oranları düşmüş, bu gelişmeler sonucunda, yatırımcıların kazanç eğrisinin yönü aşağıya çevrilmiş, borç stokları üzerindeki geleceğe dönük faiz yükü azaltılmış, sonuç olarak borç geri ödeme riski azalarak ilave sermaye girişi cesaretlendirilmiştir. Ancak, faiz oranı hedefine ulaşılamamıştır.

Grafik 3: Ağırlıklı Mevduat Faiz Oranları

 

Kaynak: HM

Faiz oranlarındaki düşüş ve kredi imkânlarındaki artış, yatırım ve tüketim harcamalarının artmasına yol açmış, böylece ciddi bir ekonomik büyüme mümkün olabilmiştir.

Diğer taraftan,  dış ticaret açığındaki büyük genişleme ihracatın azalmasından değil, ithalatta meydana gelen ciddi artışlardan kaynaklandığını söylememiz mümkündür.

Bu arada, yabancı sermaye girişinde meydana gelen artışlar sadece cari işlemler açığını değil bununla birlikte iç ekonominin likiditesini finanse etmek için de bir araç olarak kullanılmıştır. Sterilizasyon yapmama kuralı ve Merkez Bankası’nın net yurtiçi varlıklar pozisyonu üzerindeki kısıtlamalar neticesinde, yabancı sermaye girişleri net yurtiçi varlıklarla beraber parasal tabanın genişlemesine de yol açmıştır. Kur riskinin bertaraf edilmesi ile ikiye katlanan söz konusu ekonomik gelişmeler, özellikle programın ilk aşamalarında, reel faiz oranlarında sert bir düşüşe sebep olmuştur.

 

Hazinenin kullandığı borçlanma enstrümanları için öngörülen faiz oranlarındaki düşüş olağanüstü bir gelişme olarak değerlendirilebilir. Çünkü Devlet borçlanma araçlarının faiz getirisi, 1994 ekonomik krizi sonrası dönemde %100–120 civarında seyrederken, 2000 yılı enflasyonla mücadele programının daha ilk aşamalarında bu getiri oranı %30-40’a kadar düşürülebilmişti. Bunun, ekonomik programın piyasada oluşturduğu güven ortamı ile ortadan kaldırılan döviz kuru riskinin bir sonucu olduğunu söylememiz mümkündür. Sonuçta, hem mevduat faiz oranları ve hem de gecelik İnterbank faiz oranları bu gelişmeyi takip etmiş, böylece 2000 yılının ilk üç çeyreğinde mali piyasalar marjinal olarak reel faiz oranları ile faaliyet göstermiştir.

Grafik 4: Tüketici Fiyatları Endeksi

 

Kaynak: HM

 

Ayrıca, faiz maliyetlerinde beklenmeyen ani düşüşler, transfer harcamalarında önemli bir tasarrufu da beraberine getirmiştir. Hatta,  konsolide bütçe içerisindeki faiz harcamaları reel açıdan 1990 yılı seviyesinin %25 üzerinde gerçekleşse de, program hedeflerinin %3.5 gerisinde kalmıştır.

 

5. Ekonomik Krizlere Genel Bir Bakış a. Kasım 2000 Krizi

Uluslararası Para Fonu’nun (IMF) desteklediği üç yıllık ekonomik istikrar programının uygulamaya konulmasından yaklaşık 11 ay sonra Türkiye, söz konusu enflasyonla mücadele ve mali uyum programının uygulanabilirliğini tehdit edecek düzeyde ciddi bir likidite kriziyle karşı karşıya kalmıştır. Sadece 20 Kasım 1999–5 Aralık 2000 döneminde 6.4 milyar Dolar net sermaye çıkışı olmuş, 1 Aralık 2000 itibariyle İnterbank gecelik faiz oranları %1700 seviyesine yükselmiştir. Çok geçmeden IMF devreye girmiş, bir ödemeler dengesi krizini takip edebilecek spekülatif atakları önlemek amacıyla, Merkez Bankası’nın döviz rezervlerini artırmaya yönelik, 10 Milyar Dolarlık bir finansman paketini 6 Aralık’ta ilan etmiştir. Ancak bu şekilde kriz çözülememiş, sadece ileri bir tarihe ertelenebilmiştir. Bahse konu likidite krizinin bir sonucu olarak, 2000 yılı değerlerine kıyasla, daha yüksek faiz oranları, daha düşük büyüme oranı ve daha düşük mali fazla 2001 yılı için başlıca beklentiler haline gelir. Bununla birlikte, ekonomi kurmayları, bankacılık sektörünün acil problemlerini çözmek ve telekomünikasyon, ulaştırma ve enerji sektörlerinde özelleştirmeyi hızlandırmak için görüş birliğine varmışlardır.

Hükümet, 18 aylık dönem için önceden ilan edilmiş olan sabit döviz kuru politikası üzerinde kararlılığını tekrarlamış ancak, kriz söz konusu döviz kuru politikasının güvenilirliği ve sürekliliği hakkında süregelen şüpheleri daha da artırmıştır. Enflasyon karşısında TL’nin oldukça yavaş değer kaybetmesi cari işlemler açığının büyümesine katkıda bulunmuş, bu kötüye gidiş de ayrıca, uygulanan döviz kuru politikasına olan güveni sarsmıştır.

Grafik 5: Cari İşlemler Hesabı

 

Kaynak: DTM

b. Şubat 2001 Krizi

İkinci ekonomik kriz, 19 Şubat 2001 tarihinde yapılan MGK toplantısında, Cumhurbaşkanı ile Başbakan arasında yaşanan gerginlik neticesinde patlak vermiştir. Bu kriz, tam da Kasım 2000 krizinin etkisiyle güvenin sarsıldığı ve ekonomik reform programının üzerindeki şüphelerin arttığı bir dönemde meydana gelmiştir. Söz konusu tartışma, gecelik faiz oranlarının yukarıya doğru sıçramasında ve uluslar arası rezervlerin azalmasında ani ve sert bir etki yapmıştır( 21 Şubat itibariyle gecelik faiz oranları %7500 kadar çıkmıştır). 22 Şubat’ta, Hükümet uygulanan döviz kuru politikasına bağlı kalamayacağına karar vererek, TL’nin dalgalanmasına izin verir. TRL/USD Paritesi 1.000.000 TL’nin üzerine çıkar ve izleyen dönemde de olağanüstü değişken bir yapıya kavuşur. Örneğin, Nisan ayının son iki iş gününde değişim oranının %25’i geçmesi hiç de şaşırtıcı olmamıştır.

Nihayet, enflasyonla mücadele programı, önceleri yabancı sermaye girişi ve kontrol altında tutulamayan dış açık, sonuçta ise yabancı sermaye çıkışı ve bir finansal krizin sadece bir yıl içerisinde peş peşe gerçekleşmesine yol açmıştır. IMF bir önceki modeli derhal bir kenara atmış ve son derece sert bir ekonomik daralma paketini uygulama alanına sokarak, Türk ekonomisinin barış döneminde yaşanan en derin ekonomik durgunluk içerisine girmesine yol açmıştır. 1999 yılı rakamlarını 1999 yılı rakamları ile karşılaştırdığımızda, IMF’nin müdahalesi, daha yüksek enflasyon, çökme aşamasına gelen bir finansal sistem, ciddi bir borç geri ödeme darboğazı ve derin bir ekonomik durgunluk olarak Türk Ekonomisine yansımıştır.

Başlangıçta enflasyonun hızı yavaşlatılabilmiş ancak, döviz kuru hareketlerinin gerisinde kalınması suretiyle TL’nin aşırı değerlenmesine sebebiyet verilmiştir. Yükselen talep ve aşırı değerlenmiş ulusal para, istikrarsız bir dış ticaret ve yüksek cari işlemler açığı problemlerinin başlıca sebebi olmuştur. Bir yandan cari işlemler açığının kabul edilebilirliği sorgulanmaya başlanmışken, diğer taraftan ekonomi dış kaynaklardan gelebilecek spekülatif ataklara karşı korumasız bir konuma gelmiştir. Nihayet, Kasım 2000 ve Şubat 2001’de TL’ye karşı yapılan saldırılar sonucunda, enflasyonla mücadele ve istikrar programı çökmüş; rezervlerin önemli ölçüde tüketilmesi ve 4 rakamlı faiz oranları, önceden ilan edilmiş olan kur takviminin devam ettirilmesini mümkün kılamamıştır. 2001 yılında ekonomi %9.5 oranında daralmış, hızla yükselen reel faizler ve yüksek oranlı devalüasyon, finansal sistemi ciddi bir bankacılık krizinin içine doğru iterek bazı bankaların Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu’na (TMSF) devredilmesine yol açmıştır.

6. Krizden Günümüze Yansımalar

Krizin etkisiyle birlikte, enflasyon TEFE’de, 2000 yılında %32.7’den 2001 yılı sonunda %88.6’ya kadar yükselmiştir. Krizler sonrasında ekonomik programda revizyona gidilmiş, uygulanan döviz kuru politikası terk edilerek, döviz kurunun serbestçe dalgalanmasına izin verilmiştir.

Krizin ardından kurun önemli ölçüde değer kaybetmesi, dış ticarette rekabet gücünün artmasını sağlamış ve ekonomi 2002 yılından itibaren toparlanma eğilimine girmiştir.

IMF-Türkiye arasında, 2002–2004 yıllarını kapsayan yeni bir stand-by anlaşması imzalanarak hedefler revize edilmiş, uygulanan yeni ekonomik tedbirlerle, göstergeler hızla iyileşmeye başlamıştır.

2005 yılı itibariyle enflasyon, ÜFE’ de %2.66’ya, TÜFE’de ise %7.72’ye kadar düşürülebilmiş; ağırlıklı mevduat faiz oranları ise 2001 yılındaki %62.5 seviyesinden, 2005 yılının Kasım ayı itibariyle %19.9 seviyesine kadar gerilemiştir. Ekonomi, 2001 yılında %9.5 oranında daralırken, 2002, 2003 ve 2004 yıllarında sırasıyla %7.9, %5.9 ve %9.9 oranlarında büyüme kaydetmiştir.

Öte yandan, Cari İşlemler Hesabı 2005 yılında 22.8 milyar Dolar açık vermiştir. Aşırı değerlenmiş YTL ile yüksek reel faiz oranları, son yıllarda artış eğilimi gösteren cari açık üzerinde baskı oluşturarak ileride bir ödemeler dengesi probleminin yaşanmasını muhtemel kılmaktadır.

Diğer taraftan 2006’nın ikinci çeyreğinde ekonomide yaşanan dalgalanmalar kimi çevrelerce mini bir kriz olarak değerlendirilmiştir. Bu dönemde döviz fiyatlarında ciddi artışlar olmuş, Merkez Bankası bir oturumda faizleri 1.75 puan birden artırmış, İMKB endeksi ise önemli ölçüde değer kaybetmiştir. Ülkede bulunan sıcak paranın yön değiştirdiği endişelerini artıran bu hareketlenmelerde, dış piyasalardaki olumsuz gelişmelerin de (Dünya borsalarının değer kaybetmesi, petrol fiyatlarındaki artışlar, ABD’nin faizleri artırması, Kuzey Kore’nin nükleer füze denemesi gibi) etkisinin olduğunu söylememiz mümkündür. Merkez Bankası bu dönemde, faiz artırımını yeterli görmeyerek, ayrıca, piyasaya büyük miktarlarda döviz satarak da müdahalede bulunmuştur. Ancak, geldiğimiz noktada bu müdahalelerin kısmen başarılı olduğunu söyleyebilmekteyiz.Sonuçta, dalgalı kur sisteminin uygulandığı ekonomilerde, döviz fiyatlarının ani ve yüksek değişimler haricinde aşağı-yukarı dalgalanması normal kabul edilebilmektedir.

Her ne kadar, döviz piyasasında yaşanan dalgalanmaları, aşırı değerlenmiş YTL fiyatının dengelenmesi yönünde hareketler olarak değerlendirilse de, bu noktada, döviz kuru ve para politikalarının gözden geçirilerek, mali disiplinin daha da güçlendirilmesinin, hem ihracatın desteklenmesi ve hem de potansiyel bir ödemeler dengesi probleminin bertaraf edilmesi açısından gerekli olduğunu düşünmekteyiz.

 7. Sonuç

Türkiye, 1970’li yıllardan itibaren yüksek enflasyonla birlikte yaşamak zorunda kalmış, Hükümetler, fiyat istikrarının sağlanması için çoğu başarısız olan birçok ekonomik programı uygulamaya koymuştur. Aralık 1999’da, Hükümet IMF’in desteğiyle birlikte, döviz kuruna dayanan bir anti-enflasyon programı başlatmış; Programın başlamasından yaklaşık 11 ay sonra Türk Ekonomisi Kasım 2000’de bir likidite krizi ve çok geçmeden Şubat 2001’de de bir döviz krizi ile karşı karşıya kalmıştır. Böylece, Döviz kurunu esas alan ve 2000–2002 yıllarını kapsayan, IMF destekli üç yıllık ekonomik istikrar programı da başarıya ulaşamamıştır. 2001 ekonomik kriziyle birlikte, Türkiye, barış döneminde yaşanan en derin ekonomik durgunluk içine girmiş, finansal sistem ciddi bir bankacılık krizinin içine doğru itilmiştir.

Netice itibariyle, 1980’li yıllardan itibaren Türkiye’de uygulanan ekonomik istikrar programlarının, sadece IMF desteğiyle başarıya ulaşma şansını elde edemedikleri anlaşılmıştır. İyi hazırlanmış bir istikrar programının, aynı zamanda yapısal reformlar, mali disiplin, tutarlı para ve döviz kuru politikaları ve halkın uygulanan programa olan güveninin sürekli kılınmasıyla hedefine ulaşabilmesi mümkündür. Bu kapsamda, 2002 yılından itibaren, cari açık dışında, ekonomide sağlanan olumlu gelişmeler ancak, halkın istikrar ve güven duygusunun korunmasıyla daha da ileriye gidebilecektir.

Yararlanılan Kaynaklar

Alper,C. Emre. “The Turkish Liquidity Crisis of 2000: What Went Wrong?” Russian and East European Finance and Trade, forthcoming. http://www.econ.boun.edu.tr/papers/pdf/wp-01-11.pdf, 2001.

Boratav, Korkut, “Notes on Turkey and Europe: Contradictions of opening up.” http://www.bilkent.edu.tr/~yeldanbs/Yazilar_Uye/Boratav_apr02, April 2002.

Boratav, Korkut, “2000/2001 Krizinde Sermaye Hareketleri”, http://www.bilkent.edu.tr/~yeldanbs/Yazilar_Uye/Boratav_agu01

Coulthurst, Barry.”Country Update: Turkey”,A Report by Australia and New Zealand Banking Group Limited(ANZ), April 2001.

Dinçer, Nazire Nergiz, “Döviz Kuru Dalgalanmalarının Asimetrik Etkileri: Türkiye Örneği” DPT Uzmanlık Tezi, DPT:2682, Şubat 2005.http://ekutup.dpt.gov.tr/para/dincernn/dovizkur.pdf

Erdikler, Şaban, “Türkiye’de Yabancı sermaye Hareketleri-Ortaklık ve İşbirliklerinin Rolü”,http://bsy.marmara.edu.tr/TR/sempozyum_bildirileri/SABAN%20ERDIKLER_75-82_.pdf

Kalkan, Mahmut. “Capital Flows and Exchange Rates in Turkey: The Effects of Liberalization and Stabilization.” http://eagle3.american.edu/~mk4078a/paperdraft.pdf, November 2002.

Shapiro, Alan C. “Multinational Financial Management,” John Wiley & Sons, Inc. Seventh Edition, 2003, pp.206,225-226.

Yeldan, Erinc. “On the IMF-Directed Disinflation Program in Turkey: A program for Stabilization and Austerity or a Recipe for Impoverishment and Financial Chaos?”  http://www.bilkent.edu.tr/~yeldane/TurkCris2001.PDF, September 2001.

Internet Kaynakları 

www.tcmb.gov.tr

www.foreigntrade.gov.tr

www.imf.org

www.die.gov.tr

www.hazine.gov.tr

Share This: