dersa tarafından yazılmış tüm yazılar

KARADENİZ EKONOMİK İŞBİRLİĞİ BÖLGESİ (KEİB) VE TÜRKİYE AÇISINDAN ÖNEMİ

GİRİŞİkinci Dünya Savaşı’ndan sonra dünyada büyük değişmeler yaşanmış; globalleşme eğilimlerinin artmasıyla birlikte, bölgesel entegrasyonlar önem kazanmıştır. Ülkeler ekonomilerini dünya ekonomisiyle bütünleştirebilmek için, bölgesel entegrasyonların kaçınılmaz olduğunu keşfetmişlerdir. AB, EFTA, NAFTA ve Orta Avrupa işbirliği projeleri hep bu düşüncenin sonucunda oluşmuşlardır.

25 Haziran 1992 tarihinde İstanbul’da, 11 ülkenin devlet ve hükümet başkanları tarafından imzalanan Karadeniz Ekonomik işbirliği Bölgesi (KElB) Anlaşması ile üye ülkelerin demokrasi ve pazar ekonomisi prensipleri içerisinde dünya ekonomisi ile bütünleşmesi hedeflenmiştir. KElB konusunu etraflıca ele almadan önce uluslararası ekonomik bütünleşmeler hakkında kısaca bilgi vermek yararlı olacaktır.

ULUSLARARASI EKONOMİK BÜTÜNLEŞMELER

Ekonomik bütünleşmelerin amacı, bütünleşme hareketi içinde yer alan ülkeler arası ekonomik ilişkileri serbestleştirerek, geliştirerek ve uyumlaştırarak, kaynakların etkin dağılımını gerçekleştirmek ve toplumsal refahı yükseltmektir.

Genel bir tanımlamayla uluslararası ekonomik bütünleşme, bütünleşmeye giden ekonomilerde mal ve hizmet alımlarında serbesti sağlayıp ticarete engel olan kısıtlamaları ortadan kaldırarak bir ortak pazar yaratmaktır. Bu şekilde, daha geniş bir pazara üretim yapmak ve büyük çap üretimin sağladığı imkanlardan yararlanmak mümkün olabilmektedir.

Ekonomik bütünleşmeye taraf olan ülkeler, arzuladıktan birleşme ve yakınlaşma derecesine göre, çeşitli aşamalardan geçebilirler. Bu aşamalar, en zayıf bütünleşme çabasından tam ekonomik bütünleşmeye doğru 6 temel grupta toplayabiliriz. Bunlar:

l – Ekonomik İşbirliği Anlaşmaları

Ekonomik işbirliği anlaşmaları, uluslararası ticarete yapısal bir değişiklik kazandırmaktan çok mevcut ticaret hacmini esas alırlar. Asıl amaç, taraflar arasındaki ticaret hacmini artırmaktır. Diğer taraftan, uluslararası ticarete ait çeşitli engelleri ortadan kaldırmak ve bu alandaki kontrolleri en aza indirmek amacını da taşıyabilirler. GATT ve KElB bu aşamaya örnek olarak gösterilebilirler.

2- Serbest Ticaret Bölgeleri

KElB Projesinin kuruluş aşamasında nihai amaç olarak düşünülen serbest ticaret bölgeleri, üye ülkeler arasındaki gümrük tarifelerinin ve miktar kısıtlamalarının kaldırıldığı, üçüncü ülkelere karşı bağımsız ticaret politikalarının uygulandığı bir ekonomik bütünleşmedir. Avrupa Serbest Ticaret Bölgesi (EFTA) bu tür uluslararası ekonomik bütünleşmeye örnek olarak gösterilebilir.

3- Gümrük Birlikleri

Bu aşamada, ülkeler hem kendi aralarındaki gümrük duvarlarını ve miktar kısıtlamalarını kaldırırlar ve hem de üçüncü ülkelere karşı bir ortak gümrük tarifesi uygularlar. Bu şekilde, üye ülkeler birlik dışındaki ülkelere karşı ekonomilerini aynı oranda korumuş olurlar. Belçika, Hollanda ve Lüksemburg arasında 1948de kurulan Benelüks Gümrük Birliklerinin en gelişmiş örneğidir.

4- Ortak Pazar

0 Ortak pazar, malların yanısıra üretim faktörlerinin serbest dolaşımını da kapsar. Bu tanıma göre, ortak pazarda, üye ülkeler, kendi faktörlerinin serbest dolaşımını engelleyen gümrük vergileri, miktar kısıtlamaları, çalışma izni, sermaye transferi izni gibi unsurları da ortadan kaldırırlar. Dışa karşı ise, bir ortak gümrük tarifesi uyguladıklar gibi yabancı üretim faktörlerinin ortak pazara girişini müşterek ilkelere göre düzenlerler. Bu konuda en başarılı örnek Avrupa Birliği’dir.

5- Ekonomik Birlik

Ekonomik birlik, üye ülke ekonomilerinin tamamen bütünleşmesi anlamına gelmektedir. Ayrıca, ekonomik politikaların ve kurumların da birleştirilmesini öngörmektedir. Özellikle, tek bir para sistemi ve Merkez Bankası ile birleştirilmiş bir mali sistem ve ortak bir dış ticaret politikasını içermektedir.

6- Ekonomik ve Parasal Birlik

Ekonomik ve parasal birlik, tek bir bütünün tamamlayıcı parçaları olduğundan, birlikte gerçekleştirilmesi gerekir. Ekonomik birliğin unsurlarının yanısıra, ulusal para, maliye ve sosyal politikaların uyumlaştırılması gerekir. Burada, maliye, para ve sosyal politikaların uyumu uluslar üstü bir kurumun kararına bağlanmaktadır. AT’nun 7 Şubat 1992 tarihinde Maastrich Zirvesinde ‘Avrupa Birliği’ ile ilgili imzaladığı Anlaşma ekonomik ve parasal birlik konusunda atılan en önemli adımdır. Bu Anlaşma, Topluluğu tek Merkez Bankalı, tek para birimli ve tek dış politikası olan bir yapılanmaya yöneltmektedir.

KARADENİZ EKONOMİK İŞBİRLİĞİ BÖLGESİ (KEİB)

A- KEİB’in Doğuşu ve Gelişimi

1980’li yılların sonlarında Sovyetler Birliği ve Doğu Avrupa Ülkelerinde meydana gelen ekonomik ve siyasal değişmeler, bölge ülkeleri arasında ekonomik işbirliği çabalarını başlatmıştır.

Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla birlikte ortaya çıkan yeni bağımsız Cumhuriyetler ve Eski Doğu Bloku Ülkelerinin piyasa ekonomisi modelini izleyerek dünyaya açılma çabaları, Türkiye için çok önemli yeni bir fırsatı da beraberinde getirmiştir. Bu fırsat, Karadeniz’e komşu ülkelerin kendi aralarındaki ekonomik işbirliğini ifade eden ‘Karadeniz Ekonomik işbirliği Projesi” (KElP), Karadeniz Havzası’nın ekonomik entegrasyonudur.

Türkiye 1980 yılından itibaren izlediği dışa açılma politikası sonucunda elde ettiği bilgi birikimi ve tecrübe ile, liberal ekonomik düzene geçme çabasındaki Doğu Avrupa Ülkelerine bir örnek oluşturabilir. Ekonomik yönden tarafların birbirini tamamlayıcı nitelikte bulunması, bu işbirliğinden sağlanacak kazancın artmasına yol açacak, dış ticarete konu olan malların genelde ilgili ülkelerde pahalı olarak üretilmesi, potansiyel ticaretin gelişimine katkıda bulunacaktır.

Karadeniz’e kıyısı olan Ülkeler arasında kademeli olarak bir serbest ticaret bölgesi kurulmasını amaçlayan KElB ile ilgili ilk toplantı, bu proje fikrini ortaya atan Türkiye’nin girişimiyle 19-21 Aralık 1990’da Ankara’da yapıldı. Daha sonra 12-13 Mart 1991 tarihinde Bükreş’te 23-24 Nisan 1991 tarihinde Sofya’da ve nihayet 11-12 Temmuz 1991 tarihinde Moskova’da yapılan toplantılar sonucunda, işbirliğine esas teşkil edecek metin üzerinde anlaşmaya varıldı.

3 Şubat 1992 tarihinde İstanbul’da yapılan toplantıda, Türkiye, Rusya Federasyonu, Romanya, Azerbaycan, Ermenistan, Gürcistan, Moldova, Ukrayna ve Bulgaristan tarafından, KElB Anlaşması parafe edilmiştir.

25 Haziran 1992 tarihinde İstanbul’da; Yunanistan ve Arnavutluk’un kurucu üye olarak katılımıyla, 11 ülkenin devlet ve hükümet başkanları tarafından imzalanarak yürürlüğe giren KElB Anlaşması, üye ülkeler arasında yeni bir dönemi başlatmıştır.

KElB Anlaşması, üye Ülkelerin, demokrasi ve pazar ekonomisini esas alan işbirliği içerisinde, dünya ekonomisi ile entegre olmasını hedeflemektedir.

KElB, 11 ülkeyi ve yaklaşık 325 milyon kişiyi içine alan dev bir potansiyel piyasanın avantajlarıyla dolu önemli bir bölgesel entegrasyon olarak umut ışığı olmuştur.

B- KEİB Deklarasyonu Ana Belgesinin İçeriği

Söz konusu belge, Amaçlar ve İlkeler, Hükümetler Arası işbirliği, Ticaretin Geliştirilmesi, Çevre Yapısı, Kurumsal Yapı ve Üyelik olmak üzere beş bölümden oluşmaktadır.

l – Amaçlar ve İlkeler

Taraflar Helsinki Nihai Senedi ve Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı belgelerinde yer alan ilke ve yükümlülükler temeli üzerine bina edilecek dostluk ve iyi komşuluk ilişkileri çerçevesinde aralarında ekonomik ve teknolojik işbirliğini geliştirmeyi, sosyal gelişmeyi, serbest girişimi teşvik etmeyi ve Karadeniz Havzası’nı bir barış ve refah bölgesi haline getirmeyi kararlaştırıyorlar. İşbirliğinin geliştirilmesinde taraflar şu hususa özen göstereceklerdir: işbirliği tedricen geliştirilecektir, öncelikler saptanırken üye ülkelerin ekonomik durumuyla özellikle pazar ekonomisine geçiş sürecinde olan ülkelerin sorunları dikkate alınacaktır. Ortak çıkarları yansıtan projelere üye ülkeler, onların ekonomik ve mali kuruluşları da katılacaktır.

2- Hükümetlerarası İşbirliği

Taraflar ekonomi, ticaret, sanayi, bilim, teknoloji ve çevre alanlarında aralarındaki işbirliğini genişletmeyi ve çeşitlendirmeyi ve bu amaçla sahip oldukları her türlü olanak ve fırsatı beraberce değerlendirmeyi öngörmektedirler. Üye ülkeler bu amaçla; ulaştırma, haberleşme, enformatik, ekonomik, ticari ve istatistiki bilgilerin teatisi, mamullerin standartlaşması, enerji, madenlerin ve cevherlerin işlenmesi, turizm, tarım ve tarıma dayalı sanayi, veterinerlik ve ilaç sanayi, bilim ve teknoloji alanlarında ortak projeler saptamayı ve bunları uygulamayı kararlaştırmışlardır.

3- Ticaretin Geliştirilmesi

Bu bölümde ticaretin geliştirilmesine, yardımların ve sermaye akımının artırılmasına ilişkin önlemler yer almaktadır. Taraflar, aralarındaki ekonomik işbirliğini yoğunlaştırmak ve işbirliği ortamını iyileştirmek, iş ve ticaret ilişkilerini geliştirmek ve ülkelerindeki firmalar ile kuruluşların girişimlerini teşvik etmek üzere aşağıdaki önlemleri almak hususunda anlaşmışlardır: öncelikle iş adamlarının ülkelerine kolayca girmelerini, ikamet etmelerini ve ülke içinde dolaşmalarını sağlamak hususunda beraberce önlemler alacaklardır. İkinci nokta, küçük ve orta ölçekli sanayii desteklemek; üye ülkeler arasında mal ve hizmet ticaretinin gelişmesini sağlayacak önlemler almak ve ticareti güçleştiren tüm engelleri tedricen kaldırmak; yatırımların, sermaye akımının ve çeşitli sanayi işbirliği türlerini teşvik edecek ve bu koşulları yaratacak önlemlere yönelmek, çifte vergilendirmeyi önlemek, yatırımların teşviki ve korunmasına ilişkin anlaşmalar imzalamak; ülkeler tarafından açılacak uluslararası ihaleler konusunda birbirlerine öncelikli bilgi vermek; ortak serbest ticaret bölgeleri kurmak ve bir Karadeniz Dış Ticaret ve Yatırım Bankası kurulması imkanlarını incelemek.

4- Çevre Yapısı

Bu bölüm, çevre korunmasıyla ilgili önlemler ve yapılacak işbirliğini kapsamaktadır. Buna göre üye ülkeler, özellikle Karadeniz’deki doğal çevrenin korunması ve iyileştirilmesi ve bio-üretken potansiyelin korunması, kullanılması ve geliştirilmesi konularında, çevre koruması yolundaki ortak projelerin hazırlanması da dahil olmak üzere gerekli adımlan atacaklardır.

5- Kurumsal Yapı ve Üyelik

Bu bölüm ise, KEİB’in kurumsal yapısı ve üyelikle ilgili konuları ele almaktadır. KElB için bir Sekretarya öngörülmemiştir. Dışişleri bakanları rotasyon usulüne göre yılda en az bir defa toplanmak suretiyle hedefleri tespit edecekler, belli çalışma grupları kuracaklar, bunların çalışmalarına nezaret edecekler ve temel konularda karar vereceklerdir. KEİB’e, anlaşmanın üye ülkeler için belirlediği yükümlülükleri aynen üstlenmeyi kabul eden her ülke, oybirliğiyle, kabul edilebilecektir.

C- KEİB’in Kurumsal Yapısı

(KEİB’in Organları)

l – Dışişleri Bakanları Toplantısı

KEİ’nin en yüksek karar alma organıdır. DBT, KEİ’nin işleyişinden; alt organların kurulması, çalışmalarının yönlendirilmesi ve kararların değerlendirilmesinden; gözlemci statüsü tanınmasıyla ilgili kararların alınmasından; iç tüzüğün kabul ve değiştirilmesinden sorumludur. DBT’nin olağan toplantıları altı ayda bir yapılır. DBT başkanı, dönem başkanlığını üstlenmiş olan ülkenin Dışişleri Bakanıdır. Dönem başkanlığı İngilizce alfabetik sıraya göre altı ayda bir değişir.

DBT’nin kararıyla kalıcı ya da geçici alt organlar kurulabilir. Bu organlar DBT’ye karşı sorumludur. Alt organların başkanlığını, toplantının düzenlendiği ev sahibi ülke üstlenmektedir.

2- KEİ’nin Uluslararası Sekretaryası

KEİ’ye katılan ülkeler, sekretarya hizmetlerinin, dönem başkanlığını üstlenmiş olan ülkenin Dışişleri Bakanlığınca yürütülmesini tercih etmişlerdir. KEİ’nin ilk iki döneminde sekretarya hizmetleri dönem başkanlığını üstlenmiş olan Türkiye’nin Dışişleri Bakanlığınca yürütülmüştür. 10 Aralık 1992 tarihinde Antalya’da yapılan KEİ Dışişleri Bakanları birinci toplantısında, Türkiye’nin önerisiyle, İstanbul’da uluslararası sekretaryanın kurulmasına karar verilmiştir. Uluslararası Sekretarya, çekirdek bir kadro ile 3 Mayıs 1993 tarihinden itibaren İstanbul’daki geçici merkez Dolmabahçe Sarayı, I. Harekat Köşkü’nde faaliyete geçirilmiştir. Üçüncü DBT, 9 Aralık 1993 tarihinde Sofya’da yapıldı. Bu toplantıda, İstanbul’da kurulu olan Daimi Sekretarya başkanlığında Rusya’dan bir yetkilinin getirilmesi kabul edildi.

3- KEİ Parlamenter Asamblesi (KEİPA)

KElPA, 26 Şubat 1993 tarihinde Bulgaristan ve Yunanistan’ın dışındaki KEİ üyesi ülkelerin İstanbul’da imzaladıkları bir deklarasyon ile oluşturulmuştur. Amaçları şunlardır:

– KEİ’ye katılan devletlerin tarihten gelen ortak değerlerinden yararlanarak bu işbirliğinin ülkü, hedef ve amaçlarını üye ülkelerin parlamenterleri aracılığıyla toplumlarına benimsetmek:

– KEİ bünyesinde ekonomik, ticari, sosyal,kültürel ve siyasal işbirliği faaliyetlerine yasal dayanaklar sağlamak ve KEİ’nin amaçlarının gerçekleşmesine katkıda bulunmak;

– KEİ’ye üye ülkelerin devlet ya da hükümet başkanları ile dışişleri bakanları toplantılarında alınan  kararların uygulanması için gerekli yasal düzenlemeleri gerçekleştirmek;

– KEİPA’ya üye ülkelerin ulusal parlamentolarına, üye ülkelerdeki parlamenter demokrasi
sinin geliştirilmesine yönelik yardımda bulunmak;

– Uluslararası ve bölgesel diğer kuruluşlar ve KEİ ülkeleri arasındaki işbirliğini geliştirmek.

KElPA’nın organları ise şunlardır: KElPA Genel Kurulu, Daimi Komite, Alt Organlar, KElPA Uluslararası Sekretaryası.

4- KEİ Konseyi (KEİK)

Karadeniz Ekonomik işbirliği Zirve Deklarasyonu amaçları doğrultusunda oluşturulan KElK, KEİ’ye katılan devletlerin iş çevrelerini temsil etmektedir. 31 Ağustos 1992 tarihinde İstanbul’da yapılan toplantılar, KEİ ülkeleri özel sektörleri arasında bir mekanizmanın oluşturulması ve bu mekanizmanın merkezinin İstanbul’da olması kararlaştırılmıştır. KElK başkanlığını, KEİ dönem başkanlığını üstlenmiş olan ülkenin temsilcisi yürütür.

KElK’in organları şunlardır: KElK Yönetim Kurulu, Alt Organlar, KElK Sekretaryası.

5- KEİ İstatistik Veri ve Bilgi Değişim  Eşgüdüm Merkezi

KEİ’ye Üye ülkeler arasında istatistik veri ve ekonomik bilgi değişimini sağlamak ve bu yöndeki veri akımının merkezini oluşturmak üzere, Türkiye Devlet istatistik Enstitüsü bünyesinde bir birim kurulmuştur.

6- KEİ Ticaret ve Kalkınma Bankası

KEİ üyesi ülkeler arasında ticaret ve yatırım projelerine finansman sağlamak üzere oluşturulacak olan KEİ Ticaret ve Kalkınma Bankası’nın kuruluş anlaşması, 15-16 Ekim 1992 tarihinde İstanbul’da, 8-9 Nisan 1993’te Atina da, 9-11 Haziran 1993 tarihinde Varna’da ve 14-15 Ekim 1993 tarihlerinde Sinaya’da yapılan Banka ve Finans Çalışma Grubu toplantılarıyla, bir madde dışında tamamlanma aşamasına getirilmiş, 9 Aralık 1993’te Sofya’da yapılan KEİ Dışişleri Bakanları 3. Toplantısında Banka Merkezinin Selanik’te kurulması kararlaştırılmıştır. Banka başkanı Türkiye’den olurken, yardımcılık görevi Bulgaristan’a verilmiştir.

KEİ Ticaret ve Kalkınma Bankası’nın organları şunlardır: Guvernörler Heyeti, Yönetim Kurulu, Yöneticiler (Başkan ve Başkan Yardımcıları).

KEİB ÜYESİ ÜLKELERİN KARŞILAŞTIRMALI
OLARAK DEĞERLENDİRİLMESİ

KEİB’e üye ülkeleri ortak bir değerlendirmeye tabi tutmanın birtakım zorlukları vardır. Örneğin, Milli Gelir Muhasebe Sistemleri farklı olan Eski Sovyetler Birliği ve Doğu Avrupa Cumhuriyetleriyle (bu Cumhuriyetler yeni sisteme geçiş aşamasındadırlar) Türkiye ve Yunanistan gibi dışa açık ekonomileri, aynı ölçütler üzerinden karşılaştırmak oldukça güçtür. Öte yandan bu ülkeler arasında yeterli düzeyde bilgi alışverişi de yoktur. Ancak, elde edilebilen bilgiler ışığında böyle bir değerlendirmenin yapılmasının gerektiği de ortadadır.

öncelikle KEİB üyesi ülkelerin nüfus ve yüzölçümü bakımından incelenmesi gerekir. Burada göz önünde tutulması gereken nokta, nüfusun niceliğinin yanısıra, belki de niteliğine önem verilmesi gerektiğidir. Çünkü, modern bilgi, eğitim ve teknolojiden yoksun kitleler ekonomiye bir katkı yerine bir yük, bir külfet getirecektir.

NÜFUS VE YÜZÖLÇÜMÜ İTİBARİYLE KEİB (1992)

ÜLKELER             NÜFUS          YÜZÖLÇÜMÜ
(Mily.)            (000 km2)
Arnavutluk 3.4 28,7
Azerbaycan 7.2 86,6
Bulgaristan 8.4 110,9
Ermenistan 3.4 29,8
Gürcistan 5.5 69,7
Moldova 4.4 33,7
Romanya 22.7 237,5
Rusya Federasyonu        148.6 17.075,0
Türkiye 58.9  814,5
Ukrayna 51.8 603,7
Yunanistan 10.2 131,9
KElB 324.5 19.222,0

KEİB içerisinde yüzölçümü ve nüfusu bakımından ilk sırada Rusya Federasyonu yer almaktadır. Türkiye nüfus bakımından ikinci büyük ülkedir. Alan bakımından ikinci sırada olan Ukrayna, nüfus sayısı olarak Türkiye’den sonra gelmektedir. KEİB in gerek nüfus ve gerekse yüzölçümü en küçük olan ülkeleri Arnavutluk ve Ermenistan’dır.

KEİB in toplam nüfusu yaklaşık olarak 325 Milyon’dur. Bu, bölge ülkeleri için, oldukça büyük bir piyasa olarak önemli bir avantaj teşkil etmektedir.

KEİB ülkeleri istihdam yönünden de değerlendirilebilir. KEİB’de yaklaşık olarak, işgücü sayısı 146.51 bin kişidir. Bunun 144.391 bin kişisi istihdam edilmektedir. 2.161 bin kişi de işsizdir. Ortalama işsizlik oranı %1.91’dir. istihdamın %25.17’si tarım, %24.32’si sanayi ve %41,42’si de hizmetler sektöründedir.

Öte yandan belirtmek gerekir ki, Doğu Bloku Ülkelerinde özellikle 1980 yılından önceki dönemde ekonomide tam istihdam sağlanmış durumdaydı. Bunlar arasında üretime katkısı sıfır veya çok düşük olan gizli işsizler de bulunmaktaydı. Bu yıldan sonra başlayan reform hareketleriyle tüm sektörlerdeki gizli işsizlik, artık yavaş yavaş açık işsiz durumuna gelmeye başlamıştır. Bu nedenle 1990’lı yıllardaki istihdamla ilgili mevcut istatistikler tahmine dayanmaktadır. Dolayısıyla KEİB’in istihdam düzeyi çok daha düşük, işsiz sayıları ve işsizlik oranının da çok daha yüksek olduğu söylenebilir.

KEİB üyesi ülkelerin üretim yapılan incelendiğinde, gerek sahip oldukları üretim faktörleri ve gerekse üretimlerinin yapısal özellikleri itibariyle birbirlerini tamamlayıcı nitelikte oldukları görülmektedir. Bu tamamlayıcı özellik, bu ülkelerin belirli üretim dallarında birbirlerine göre bazı avantajlara sahip olduklarını göstermektedir.

KEİB üyesi ülkelerin belirli üretim dallarında birbirlerine göre avantajlara sahip olması, mevcut üretim tekniklerini geliştirmek koşuluyla bu işbirliğinden sağlanacak kazancın artmasına yol açabilir. Aynı zamanda, bu ülkelerde dış ticarete konu olan malların başlangıçta pahalı olarak üretilmesi ticaretin gelişimine katkıda bulunabilir. Çünkü, Karadeniz Ekonomik İşbirliği sonucunda üye ülkeler arasında gümrük tarifelerinin azaltılması ya da ortadan kaldırılması ile bu mallar daha ucuz üretim yapan üye ülkelerden ithal edilebilir ve böylece üye ülkeler arasındaki ticaret hacminde artış sağlanabilir.

KEİB ülkelerinin hemen hepsi dış ticaret hacmi ve dış ticaret kalemleri acısından önemli farklılıklar göstermektedir.
KEİB ÜYESİ ÜLKELERİN DIŞ TİCARET DURUMU
(1992)

ÜLKELER İHRACAT İTHALAT
Arnavutluk (Milyon $)            82 540
Azerbaycan(Milyon Ruble) 07,726 131,580
Bulgaristan (Milyon $) 5. l 4.6
Ermenistan Milyon Ruble) 43,197 46,832
Gürcistan (1990) 176 Milyon $ 1.5 Milyar $
Moldova (Milyon Ruble) 103,000 80,000
Romanya (Milyar $) 4.3 5.5
Rusya Fed. (Milyar $) 40.0 35.00
Türkiye (Milyar $) 14.7 22.8
Ukrayna (Milyar $) 40.0 44.0
Yunanistan (Milyar $)( 1991)         12.0 19.0

Arnavutluk, dış ticaretini özellikle Doğu Avrupa ve Çin’e dayandırmıştır. Arnavutluk’un ihraç mallarının başında %54.3 ile yakıt, mineral ve metal, ithalat mallarının başında ise %28.2 ile makine teçhizatı gelmektedir. Arnavutluk dış ticareti devamlı olarak açık vermektedir.

1992 yılı itibariyle ihracatı 5. l Milyar Dolar, ithalatı ise 4.6 Milyar Dolar olarak gerçekleştirilen Bulgaristan, dış ticaret yönünden eski Sovyetler Birliği ve Doğu Avrupa ülkelerine aşırı derecede bağımlıdır. Bulgaristan, 1989 yılından itibaren dış ticareti serbestleştirme yönünde adımlar atmış ve döviz kullanımındaki kısıtlamalar kaldırılarak ihracat ve ithalat işlemleri basitleştirilmiştir.

Azerbaycan’ın dış ticareti ağırlıklı olarak diğer Cumhuriyetlere yönelik olarak yapılmakta ve bu ticareti önemli ölçüde takas ve ikili anlaşmalar temeline dayanmaktadır. Ülkenin dış ticaretinde Rusya en önemli yere sahiptir. Dış ticaret, Rusya dışında ağırlıklı olarak İran,  İngiltere ve Türkiye ile yapılmaktadır.

Azerbaycan’da, ekonomik bağımsızlığını kazanmak amacına yönelik olarak Haziran 1991’de serbest piyasa ekonomisine geçiş ilkesi kabul edilerek birçok yasal reformlarla, ekonomide yeni düzenlemelere gidilmiştir.

Dış ticaret bilançosu az miktarda da olsa açık veren Ermenistan ve Gürcistan toplam ithalatının %80’den fazlasını, toplam ihracatının %90’dan fazlasını komşu Cumhuriyetler ile gerçekleştirmektedir.

Uzun yıllar ödemeler dengesi fazla vermiş olan Romanya’nın 1989 yılından itibaren dış ticaret dengesi bozulmuş ve 1990 yılından itibaren ise açık vermeye başlamıştır.

Rusya Federasyonu 1992 yılında 5 Milyar Dolar dış ticaret fazlası vermiştir. Rusya Federasyonu, dış ticaretini geleneksel olarak öncelikle  Cumhuriyetler arası yapmaktadır.

Moldova’nın, 1992 yılı itibariyle ihracatı 103,000 Milyon Ruble, ithalatı ise 80,000 Milyon Ruble olarak gerçekleşmiştir.

1993 yılında 15.348 Milyar Dolar ihracat, 29.429 Milyar Dolar ithalat yapan Türkiye’nin, ihracatın ithalatı karşılama oranı %52’dir.

Kömür, bakır ve elektrik ihraç eden Ukrayna, 1989-1990 yılında toplam ihracat ve ithalatının %80’inden fazlasını Cumhuriyetler arası yapmıştır.

1991 yılında 7 Milyar Dolar dış ticaret açığı veren Yunanistan, dış ticaretinin %60’ını AB ülkeleriyle yapmaktadır.

KEİB’İN TÜRKİYE AÇISINDAN ÖNEMİ VE KEİB’İN GELECEĞİ

A- KEİB’in Türkiye Açısından önemi

Türkiye’nin KEİB üyesi ülkelerle işbirliğini artırma girişimlerini çoğaltması, orta ve uzun vadede çok olumlu sonuçlar doğmasına imkan verecektir. Türkiye, KEİB fikrini ilk olarak ortaya atan ve gelişmesine büyük katkılar sağlayan ülke olmuştur. Bu bakımdan KEİB’in, Türkiye açısından ekonomik ve siyasi alanlarda birçok yararları vardır. Türkiye açısından önemli olan noktaları şu şekilde sıralayabiliriz:

– KEİB, küreselleşme eğilimlerinin arttığı bir dönemde Türkiye’nin dünya ekonomisiyle bütünleşmesine katkı sağlayacaktır.

– Aralarında birçok sorun bulunan ülkeleri KEİB çerçevesinde bir araya getirmek, Türkiye’ye uluslararası düzeyde bir prestij kazandırmıştır.

– Başarılı olması halinde KEİ, AB’ye tam üyelik başvurusu kabul edilmeyen Türkiye’nin AB ile ilişkilerini olumlu yönde etkileyecektir. AB, KEİ çerçevesinde bölgesel etkinliğini artıracak Türkiye ile her zaman dayanışma içinde olmak zorunda kalacaktır. Böylece Türkiye, AB ve diğer süper güçler karşısında zayıf bir konuma itilmekten kurtulabilecektir.

– Doğal kaynak açısından zengin olan bölge ülkeleri, bu kaynaklarını dünya fiyatları üzerinden değerlendirerek kendilerine teknoloji transfer etmek, sermaye ithal etmek ve ticarette takas anlaşmalarının yarattığı sınırlar çerçevesinde, Türkiye ile bölge ülkeleri arasında gelişen ticari hareketler, Türkiye’ye bugün kendisine rekabet alanı yarattığı birçok mal ve hizmette (gıda, tüketim malları ve tekstil) geniş bir piyasa sağlayacaktır.

– Türkiye’nin piyasa ekonomisine geçiş sürecindeki KEİB ülkelerinde teknik konulara yönelik eğitim ve danışmanlık hizmeti vermesi, bu ülkelerle olan ekonomik ilişkilerin gelişmesinde etkili olacaktır.

– Üye ülkeler arasında enerji, ulaştırma, iletişim, madencilik, turizm, tarım ve inşaat gibi sektörlerin geliştirilmesine yönelik yapılacak yatırımlar, ülkelerin istihdam düzeyini artırabilecektir.

– Türkiye, Batı ekonomilerinin bölge ülkeleri ile olan ilişkilerinde köprü rolü üstlenebilir. Türkiye’deki firmalar, Batılı firmalar ile işbirliği yaparak KEİB ülkelerinde yapacakları ortak yatırım ve ortak ticaret yolu ile teknoloji ve sermaye akışına yardımcı olabilirler.

– Türkiye’nin büyük ümitler bağladığı GAP Projesinin önemi, KEİB çerçevesinde daha da artmaktadır. Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra büyük bir beslenme açığı ortaya çıkmıştır. Bu ülkelerin ekonomik yapısı orta vadede bile açığı kapatmaya yeterli değildir. GAP’ın ürünleri bu açığı kapamada önemli bir rol oynayabileceği gibi GAP ürünlerinin Karadeniz limanlarından ihraç edilmesi, bu bölgede bulunan şehirlerde ticaretin gelişmesinde etkili olacaktır.

– KEİ, Karadeniz Bölgesi’nde çevrenin korunması yönünde önemli adımlar atılmasına yol açabilir.

Türkiye ile eski Sovyetler Birliği arasında imzalanan doğalgaz anlaşması, iki ülke arasındaki  ekonomik  ilişkiler  bakımından  giderek önem kazanmaktadır. Türkiye ithal ettiği doğal gaz bedelinin %70’ini gıda ve diğer tüketim malları ve müteahhitlik hizmeti olarak ödemektedir. Doğalgaz Türkiye’de enerji üretimi ve günlük tüketim alanları buldukça iki ülke ticareti daha da artacaktır.

– Sarp Sınır Kapısının açılması, Karadeniz kıyılarında ticareti olumlu yönde etkilemiştir. Bağımsız Devletler Topluluğu ülkelerinden gelenlerin, takas ve döviz bazında yaptıkları ticaret, yöre halkı için gelir kaynağı olmuştur. Sınır ve kıyı ticareti için belge alanların sayısı giderek artmaktadır.

– KEİB’in üye ülkeler arasındaki sorunların çözümünde göstereceği başarı, Türkiye ile Orta Asya’daki Türk kökenli Cumhuriyetler arasında geliştirilmek  istenen ekonomik ve ticari işbirliği açısından da önemlidir, örneğin; Azerbaycan ile Ermenistan arasındaki Karabağ sorunu, Nahcıvan üzerinden Azerbaycan ile  ticaret yapılmasına engel olmaktadır.

– Bölge ülkeleri giyim, ilaç, temizlik ve inşaat malzemeleri başta olmak üzere temel ihtiyaç mallarını ve hastane, sosyal konut inşaatları gibi zaruri hizmetleri Türkiye’den dünya standartlarına uygun kalitede, zamanında ve dünya fiyatlarının altında almaktadırlar. Bu durum onlara üçüncü ülke firmalarına karşı rekabet gücü kazandırmıştır. Bu açıdan bölge ülkeleri Türkiye’ye güvenilir bir ticaret ortağı olarak bakmaktadırlar.

– KEİB, Karadeniz’de mevcut turizm tesislerinin bakımı, restorasyonu, donatımı ve ortak işletilmesini sağlayarak, turizm pazarını harekete geçirebilecektir. Bu şekilde yaratılacak talep yeni tesislerin kurulmasına ve büyük bir iş hacminin ortaya çıkmasına yol açacaktır.

B- KEİB’in Geleceği

KEİB’in gelecekte, üye ülkeler arasında potansiyel işbirliği imkanlarını artırma yönünde birçok etkiler yapması  beklenmektedir. İşbirliğinin sağlayacağı uygun ortamda, Türk girişimcilerinin de katkılarıyla zengin kaynakları, katma değerlerini de artıracak şekilde işleyerek dünya pazarlarına sürme imkanları doğacaktır. Ancak, KEİB’in gelişme aşamasında birtakım sorunlarla karşılaşması kaçınılmazdır. KEİB’in başarıya ulaşabilmesi için bu sorunların çözüme kavuşturulmasıyla birlikte, işbirliğini geliştirici bazı koşulların da gerçekleştirilmesi gerekmektedir.

l- KEİB’in Karşılaşabileceği Sorunlar

KElB gelişme aşamasında birtakım yapısal sorunlarla karşılaşabilecektir. Bu sorunlar, üye ülkelerin özelliklerinden veya gelişmekte olan ülkeler arasındaki ekonomik bütünleşmelerde ortaya çıkan güçlüklerden kaynaklanabilir. Bu sorunlar şu şekilde sıralanabilir:

– Türkiye ve Yunanistan dışındaki KEİB’e üye ülkelerde yeni siyasi rejimler henüz sağlam temellere oturup istikrarlı bir yapıya kavuşamamıştır. Ekonomik ve siyasal belirsizlikler hem Türkiye hem de bu ülkelerde iş yapacak müteşebbisler için risk demektir. Bu ülkelerin merkezden yönetimli ekonomiden piyasa ekonomisine  geçiş süreci  henüz tamamlanmamış, üretim ve tüketim kanalları da oluşturulamamıştır.

– KEİB üyesi ülkeler arasında sınır anlaşmazlıkları, komşu ülkelerde etnik bağları olan azınlıklara ait problemler vardır. Yine, eski Sovyetler Birliği Cumhuriyetleri arasında, egemenlik sorunu yaşanmaktadır. Azerbaycan ile Ermenistan arasında Dağlık-Karabağ sorunu, Türkiye ile Yunanistan arasındaki Ege Adaları ve Kıbrıs konusunda yaşanan anlaşmazlık, Rusya ile Ukrayna arasında Karadeniz filosu ve Kırım sorunları, Balkanlarda devam eden Yunan-Bulgar rekabeti, sorunlardan birkaç  tanesidir.

– KEİB’e üye ülkelerin bir kısmında serbest döviz imkânlarının yetersiz düzeyde olması ve nisbi fiyatlar dengesinin kurulamaması bir yandan kaynak dağılımını bozarken, diğer yandan da ticari ilişkilerde güçlükler ortaya çıkarmaktadır. Halbuki, serbest döviz sistemine dayanmayan ticarette önemli olan, değişimi yapılan malların her iki taraftaki nisbi değerlerinin birbirine eşit olmasıdır.

Ticari ve finansal mevzuattaki boşluklar, KEİB’in önemli sorunlarından birini teşkil etmektedir. Eski Sosyalist ülkelerde piyasa ekonomisini düzenleyici hiçbir yasa ve kural mevcut değildir. Halbuki alt yapının henüz kurulamamış olması, bu ülkelere yönelmek isteyen yatırımcılar açısından engel teşkil etmektedir. Mercilerin yetkileri net olarak belli olmadığı gibi, bazen bir konuda yetkili merci bulmak bile sorun olmaktadır. Bankacılık, sigorta ve kambiyo sistemleri henüz kurulamamıştır.

– KEİB Anlaşmasında, üye ülkeler arasında çevre korumasına yönelik işbirliği yapılması öngörülmektedir. Özellikle eski Sovyetler Birliği’nde Karadeniz Kıyılarında kurulan sanayi tesisleri ve Karadeniz’e akan nehirlerin getirdikleri atık sular nedeniyle Karadeniz ciddi bir kirlenme tehlikesiyle karşı karşıyadır. Ayrıca Karadeniz’de ciddi bir nükleer atık tehlikesi mevcuttur.

– Türkiye ve Yunanistan dışındaki üye ülkelerin ekonomilerinin birbirlerine aşırı derecede bağımlı olması da önemli bir sorundur.

– Bu Cumhuriyetlerde başlatılan pazar ekonomisine geçiş sürecinde öngörülen yatırımların gerçekleştirilmesi için büyük ölçüde yabancı sermayeye ihtiyaç vardır. Ancak, yabancı sermaye mevzuatı, son zamanlarda liberal düzenlemeler yapılsa da, birçok eksikle doludur. Bu da yabancı sermayenin arzulanan düzeye gelmesini engellemektedir.

– KEİB üyesi ülkeler arasında ulaştırma ve haberleşme alt yapısı oldukça yetersizdir. Bu durum, ülkelerarası bilgi alışverişi ve işbirliği imkanlarını kısıtlamaktadır.

2- KEİB’in Başarıya Ulaşabilmesi İçin Gereken Koşullar

KEİB’in gelişme aşamasında başarıya ulaşabilmesi için üye ülkeler tarafından birtakım önlemlerin alınması gereklidir. Bunlar:

– Bölge ülkeleri arasındaki siyasi ihtilafların ortadan kaldırılabilmesi için, üye ülkeler arasında bir ‘Karadeniz Güvenlik Paktı” imzalanarak bölgede barış rüzgârlarının estirilmesi gereklidir.

– Üye ülkeler, uluslararası alanda da geçerli olabilecek, ortak yatırım mevzuatı, dış ticaret mevzuatı ve kambiyo mevzuatı gibi mevzuatlarını ivedilikle oluşturmalıdırlar.

– Serbest piyasa ekonomisinin gerektirdiği tüm kurum ve kuruluşlar geciktirilmeksizin hayata geçirilmelidir.

– Bölgesel düzeyde ürün nitelik ve niceliklerinin standartlaştırması; bu işlemin Avrupa ve Dünya standartlarına uygunluğunun denetlenmesi gerekir.

– Üye ülkeler arasında ulaştırma ve haberleşme altyapısının oluşturulması gereklidir.

– Çevre konusunda, her ülke içinde yürürlüğe konulacak iç koruma mekanizmalarının ötesinde, Karadeniz’i çevreleyen devletler arasında formüle edilecek ortak kurallar, bölge düzeyinde ortak hukukun temellerini oluşturabilir.

– Avrupa ve Dünya pazarlarına girebilecek öncü kuruluşlar tesbit edilerek, etkin bir şekilde yararlanılabilecek pazarların arayışına gidilmelidir.

– Karadeniz sahillerinde serbest bölgeler kurularak, bürokrasi ve gereksiz formalitelerle uğraşmadan, müteşebbislerin deneyim kazanması sağlanabilir.

– Rekabet gücü olan veya olabilecek sektörlerin tesbit edilerek uluslararası pazarlarda söz
sahibi olabilmeleri için rehabilitasyon işlemine tabi tutulabilirler.

– Üye ülkelerin, birbirlerine karşı üstün oldukları alanlarda bilgi ve beceri transferini sağlayabilecek uzmanlarının bir sistem dahilinde mübadelesi sağlanabilir.

Üye ülkeler, dünya pazarlarında önem taşıyan ürünlerinin, tekel yaratan, alıştıkları bazı belirli alıcılar tarafından toplu olarak kapatılması yerine, kısmen de olsa bölge ticaret firmalarınca pazarlanmasına  fırsat vermelidirler.  Bu suretle, rekabet koşulları yaratmanın yanında bölge  ticaretinin  gelişmesine  ve  ticaret  firmalarının güçlenmesine yardım edilmiş olur. Teknolojik seviyenin  bölge  içinde  eşit düzeye getirilerek,  uyumsuzluk probleminin çözülmesi gereklidir.

KEİB Anlaşmasında özel girişimciliğe büyük önem verilmiştir. Ancak, bölge ülkelerinde özel girişimcilik emekleme aşamasındadır. Üye ülkeler arasında hükümetler ve özel sektör temsilcilerinden oluşturulacak bir kurulun koordinasyonu ile özel sektöre yönelik uzun vadeli stratejiler ve ortak politikalar hazırlanmalıdır.

SONUÇ

KEİB görüşmeleri, Türkiye’nin girişimleri sonucu 19-21 Aralık 1990’da Ankara’da yapılan toplantıyla başlamış, 24-25 Haziran 1992’de İstanbul’da yapılan toplantıyla sonuçlanmıştır. İstanbul’da yapılan toplantıda, 11 ülkenin (Arnavutluk, Azerbaycan, Bulgaristan, Ermenistan, Gürcistan, Moldova, Romanya, Rusya Federasyonu, Türkiye, Ukrayna ve Yunanistan) devlet ve hükümet başkanları, KEİB Deklarasyonu’nu imzalamışlardır.

Yunanistan hariç tutulursa, KEİB ülkelerinden sadece Türkiye, pazar ekonomisine geçişte birçok reformları aşmış, serbest dış ticaret, fiyat, para ve kur politikaları uygulamada, ulaştırma, haberleşme, borsa, modern bankacılık gibi alt yapı geliştirmede önemli rol almıştır.

Siyasi ve ekonomik istikrar bakımından bölgenin en sağlam ülkesi olan Türkiye, KEİB çerçevesinde etkinliğini artırmak suretiyle AB ile ilişkilerinde daha güçlü bir konuma gelebilecektir.

Türkiye ve Yunanistan dışındaki diğer üye ülkeler henüz serbest piyasa ekonomisine geçiş süreci içerisindedirler. Bu ülkeler, hukuksal ve kurumsal reformlarını halen gerçekleştiremedikleri gibi ülke içi ve ülke dışı siyasi ihtilafları da çözüme kavuşturamamışlardır. Piyasa ekonomisi şartlarını gerçekleştirememiş, parası konvertibil olmayan, mal fiyatları aşırı sübvansiyonlu, döviz kurları sabit, piyasa denge kurunun mevcut olmadığı ülkeler arasında; malların, hizmetlerin ve sermayenin serbest dolaşımını gerçekleştirmenin güçlüğü ortadadır.

Serbest piyasaya ilişkin düzenlemelerin uzun zaman gerektirmesi dolayısıyla, ticari ilişkilerin ilk dönemlerde takas sınırları içerisinde gerçekleştirilmesi serbest ticaretin önündeki bir diğer engeldir.

KEİB, kısa dönemde, işbirliği için uygun ortamın oluşturulmasını, mal ve hizmet ticaretinin artırılmasını, uzun dönemde ise üye ülkeler arasında bir serbest ticaret bölgesinin kurulabilmesi için gerekli koşulların hazırlanmasını amaçlamaktadır.

KEİB, kurumsallaşmasını büyük ölçüde tamamlamış, Dışişleri Bakanları Toplantısı, KEİ Konseyi (KEİK), KEİ Parlamenter Asamblesi (KEİPA), Karadeniz Ticaret ve Yatırım Bankası gibi uluslararası düzeyde kurumlar faaliyete geçirilmiştir. Ayrıca Devlet istatistik Enstitüsü bünyesinde KEİ istatistik Veri ve Bilgi Değişimi Eşgüdüm Merkezi oluşturulmuştur. Alt çalışma grupları faaliyetlerine devam etmektedir.

KEİB’in ileri aşamasında ortak vergi politikası uygulandığı takdirde, KEİB sınırları içinde her türlü “çifte vergilendirme” olayına son verilebilecektir. Ortak vergi politikası aracılığıyla, vergi matrahları üzerinden farklı ulusal yasalar uyumlaştırılırken, ayrıca, bir mükellefin aynı vergi türünden aynı vergi döneminde birden çok devlete vergi ödemesi önlenebilecektir.

KEİB ülkelerinin, gümrük tarifeleri ve tarife dışı engeller gibi dış ticaret politikasının asli araçlarının nasıl kullanılacağı konusunda bir uzlaşma için mevcut dış ticaret politikaları uyumlaştırılmalıdır.

Ayrıca, üye ülkelerin ortak tarım, sanayi, bölgesel kalkınma ve sosyal politikalarını tesbit ederek uygulamaya koymaları KEİB’in nihai hedeflerine ulaşabilmesi için gereklidir.

Türkiye ve Yunanistan dışındaki diğer KEİB üyelerinin nüfus ve ekonomik güçlerine göre dünya ticareti içindeki paylan çok düşük seviyededir. Bunun başlıca sebeplerinden birisi, yıllarca kendi kendisine yeterlilik politikası izlenmesi ve dış ticarete iç pazar ihtiyaçlarına bağlı olarak başvurulmasıdır. Bir diğer sebebi ise, bu ülkelerin yeterli dövize sahip olmamaları nedeniyle dış ticaretlerini, ikili anlaşmalara dayanan karşılıklı mal değişimi sınırları çerçevesinde yapmalarıdır. Öte yandan, söz konusu ülkeler, dışa açılma yönünde, dış ticaret mevzuatlarında önemli değişiklikler yapmaktadırlar.

KEİB, Karadeniz’e komşu ülkeler arasında ticaretin ve diğer ekonomik faaliyetlerin hızlı bir şekilde gelişmesinde önemli rol oynayabilecek bir işbirliği hareketidir. Bölge ülkelerinin coğrafi yönden yakınlığı, ekonomilerinin birbirlerini tamamlayıcı nitelikte olması KEİB’in başarılı olmasını kolaylaştıracaktır. Üye ülkeler, kendi aralarındaki ekonomik ve siyasi sorunlara kalıcı bir çözüm bulmaları ve ortak politikaları uygulamaya koymaları halinde, uzun vadeli hedef olan serbest ticaret bölgesine ulaşılması mümkün görünmektedir.

Yaklaşık 325 Milyon nüfusu kapsayan dev bir potansiyel piyasanın avantajlarıyla dolu olan KEİB, hem Türkiye hem de bölge ülkeleri için yeni bir dönemin başlangıcı olmuştur.

 

 

 

YARARLANILAN KAYNAKLAR

AKYAZI Eyüp, -Bölgesel Entegrasyon Bazında KElB1, Dünya Gazetesi, 11.8.1992.
BALKIR. Canan, ‘Karadeniz Ekonomik işbirliği Bölgesi (KElB).” TÜSlAD, istanbul, Mayıs 1993.
BiLGi (TBMM Enformasyon Merkezi Dergisi). Karadeniz Ekonomik işbirliği Projesi ve Üye Ülkeler*, Aralık 1993.
ÇELiK Kenan, “Karadeniz Ekonomik işbirliği Bölgesi nde Nüfus ve istihdam”, Karadeniz Teknik Ünv. Trabzon, Kasım 1993.
ÇIKRIKÇI Mustafa, “Globalleşme ve Bir Çözüm: Karadeniz Ekonomik işbirliği Anlaşması’, Bamka ve Ekonomik Yiv rumlar Dergisi, Mart 1992.
DARTAN Muzaffer, ‘Karadeniz Ekonomik işbirliği: Türkiye Lokomotif, Görüş Dergisi, istanbul. Ağustos 1992. Dünya Gazetesi, 25.6.1992.
ELEKDAG Şükrü, ‘KElB’in Türkiye Açısından önemi’, Türkiye’nin Dış Ekonomik ilişkilerinde Yeni Uruklar, iSO, Yayın No: 1992/6, istanbul.
ERİŞ ibrahim. ‘Avrupa ve Asyadakl Ekonomik Bütünleşmeler’, HDTM Dergisi, Ankara, Eylül 1993/3
GÖKYlCfT Nihat. “Karadeniz Ekonomik işbirliği: Ufuk mu, Serap mı?*, Görüş Dergisi, Ağustos 1992.
GÜBE Yalpn, ‘Uluslararası Bütünleşme: Siyasal ve Ekonomik Değerlendirme”, HDTM Dergisi. Ankara. 1993/2.
İNANÇLI, Selim, ‘Karadeniz Ekonomik işbirliği Bölgesi (KElB) ve Ekonomik Etkileri’, Yüksek Lisans Tezi, Anadolu Ünv. Eskişehir 1992,
KABOGLU ibrahim Ö., ‘Karadeniz işbirliği”, Milliyet Gazetesi. 1.7.1991.
KALAYCI irfan, ‘Karadeniz Ekonomik işbirliği Bölgesinin Ekonomik Entegrasyona Geçiş Problemleri ve Basansın» da Türkiye’nin Rolü’ Yüksek Lisans Tezi, inönü Ünv., Malatya 1993.
KARLUK Rıdvan. Uluslararası Ekonomi, istanbul 1991. KARLUK Rıdvan, Uluslararası iktisat. A.Ö.F. Yayınlan No:22, Eskişehir 1988.
Gümrük Dergisi, Sayı: 16, Mart 1995

Share This:

1918 SAYILI KANUN ÜZERİNE BİR İNCELEME

Gümrük bülteni
BAŞBAKANLIK GÜMRÜK MÜSTEŞARLIĞI APK DAİRESİ BAŞKANLIĞI
SAYI: 575 Mart 1997
* Makaleler
* Zamanın İçinden
* Gümrük Müsteşarlığı Mensupları Sosyal Yardım ve Dayanışma Vakfından Haberkr
* Gümrük İdaresinin Modernizasyonu Projesi
* Sayısal Veriler
*       Mevzuatımızdaki Değişiklikler
*       Genelge Özetleri

1918 SAYILI KANUN ÜZERİNE BİR İNCELEME n

Bilindiği üzere Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulduğu dönemin ekonomik ve sosyal şartları günümüz gerçeklerinden oldukça farklı iken, gerek genel olarak dünyanın gerekse özelde Türkiye’nin geçirmiş olduğu değişiklikler, toplumsal hayatı düzenleyen mevzuat hükümlerinde de bazı değişiklikler yapılmasını zorunlu kılmıştır. Bu kapsamda, ithal ikamesine dayalı ekonomik sistem içerisinde çıkarılan kanunlardan biri olan ve yürürlüğe konulduğu dönemin ekonomik koşulları göz önünde bulundurularak, gerek ekonomik dengenin devamlılığının gerekse devlet otoritesinin sürekliliğinin sağlanmasında önemli bir tehlike teşkil eden kaçakçılığın önlenmesi ve kaçakçıların cezalandırılmalarını sağlamak üzere yürürlüğe konulmuş bulunan 1918 sayılı Kaçakçılığın Men ve Takibine Dair Kanun’da da -kaçakçılığın men, takip ve tahkikinde uzun yıllar başarı elde edilmiş olmasına rağmen- zamanla iç ve dış ekonomi ve ticaretpolitikalarında meydana gelen değişme ve gelişmelerin etkisiyle, özellikle de Türkiye’nin, Avrupa Birliği ile 01.01.1996 tarihinden itibaren Gümrük Birliği’ne girmesi ve ortak gümrük tarifesi uygulamaya başlamasıyla, zaman içerisinde bazı hükümlerin değişikliğe uğraması kaçınılmaz hale gelmiştir.

Bu amaçla; Kanunun bazı maddelerinde farklı dönemlerde yapılan düzenlemeler. Kanunu bir ölçüde günün koşullarına uygun hale getirmeyi başarmış ancak bu değişikliklerin. Kanunun tamamının gözden geçirilerek yapılmamış olmasından dolayı sistematiği ve bütünlüğü kısmen bozulmuştur. Başka bir deyişle bahse konu değişiklikler ve eklemeler yapılırken, Kanunun bütünü göz önünde bulundurulupekonomik yapıdaki değişme ve gelişmeler dikkate alınarak geleceğe yönelik düzenlemeler yapmak yerine Kanunun belli bir maddesi veya maddelerinde, hatta bazen madde içerisinde fıkra ve bentlerde düzenleme yapmak yoluna gidilmiş, bahse konu değişiklikler ise yalnız Kanunun madde ve bölümleri arasında kopukluklara ve çelişkilere yol açmakla kalmamış, aynı zamanda Kanunun bütünlüğünü ve sistematiğini de bozmuştur.

Ayrıca, zamanla kanun yapma tekniğinin değişmesi nedeniyle mevcut Kanunun bu açıdan da yeniden gözden geçirilmesi ihtiyacı doğmuştur. Nitekim günümüz kanun yapma tekniğinde bulunan amaç. kapsam ve tanımlar gibi bazı temel maddeler Kanunda yer almamaktadır. Öte yandan Kanunda sık sık bahsi edilen, kaçakçılık, teşebbüs, toplu kaçakçılık, teşekkül ve memur kavramlarının da tanımlanmadığı görülmektedir.

Bu bağlamda öncelikle, kanun yapma tekniğine uygun olarak, Kanuna amaç ve kapsam maddeleri eklenmeli ve Kanunda geçen bazı özel kavramlar tanımlanmalıdır.

Diğer taraftan, her ne kadar mevcut Kanunun 1. maddesinde, bu maddede sayılan fiillerin kaçakçılık olduğu belirtilmişse de söz konusu madde dışında 20. 45. ve Ek 2/111. maddelerinde de bizatihi kaçakçılık fiilleri düzenlenmiş, bunun dışında başka birtakım maddelerde ise bazı fiiller “kaçakçılık sayılan haller” olarak

belirlenmiş ancak kaçakçılık fiilleri ile kaçakçılık sayılan haller arasında ne gibi bir fark olduğu açıklanmamış bu nedenle uygulamada bazı tereddütler ortaya çıkmıştır.

Bu açıdan, Kanunda çeşitli bölümlere serpiştirilmiş durumda bulunan kaçakçılık fiillerinin ve kaçakçılık sayılan halleri düzenleyen maddelerin tek madde altında düzenlenmesi ile sorunun giderilmesi gerekmektedir.

j

Öte yandan, zamanla dış ekonomik ilişkilerin gelişmesi ve dış ticaret yöntemlerinin çeşitlenmesi, uygulamada daha önceden öngörülemeyen hususların meydana gelmesine yol açmış, bu durum ise yeni kaçakçılık türlerinin ortaya çıkması sonucunu doğurduğundan, söz konusu suçlara ilişkin yeni önlemlerin alınması ve yeni kaçakçılık tanımlamaları yapılması yanında kaçakçılık suçlarına uygulanacak cezaların da yeniden değerlendirilmesi ve gerek adaletin daha iyi şekilde sağlanması gereksecezaların günün koşullarına uyumlu hale getirilmesi ihtiyacı doğmuştur.

Bu kapsamda, yasak veya tekele tabi eşya kaçakçılığı dışında kalan kaçakçılık suçlarının ekonomik sonuçları olan suçlar olmaları nedeniyle bu suçların ferdi olarak işlenmeleri halinde maddi külfetler getiren yaptırımlarla karşılanmalarının daha doğru olacağı düşüncesiyle söz konusu suçlar için yalnızca para cezalan öngörülmesi gerektiği düşünülmektedir.

1918 sayılı Kanunun incelenmesi sırasında, cezai hükümlere ilişkin bölümünün bütünlüğünün de zaman zaman yapılan değişiklikler nedeniyle bozulduğu hatta özellikle memurlara ilişkin cezai hükümlerde mükerrerlikler bulunduğu ve aynı fiile ilişkin ceza öngören , ancak birbirinden farklı hükümler taşıyan maddelerin yer aldığı tespit edilmiş, uygulamada nasıl bir yol izleneceğinin ise kanun metnine ilişkin yorumlarla saptanmaya çalışıldığı görülmüştür.

Bu çerçevede, Kanunun Cezai Hükümler Kısmının yeniden düzenlenmesi ve Genel Cezai Hükümler başlığı altında kaçakçılık fiilleri ile bu fiillerin toplu veya teşekkül halinde işlenmesi durumunda uygulanacak cezalar, Özel Cezai Hükümler başlığı altında kaçakçılık suçu dışında kalan fiillere ilişkin cezalar, Yolculara İlişkin Hükümler başlıklı bölümde yolcular tarafından işlenen fiiller ile bu fiillere uygulanacak cezalar ile Cezaları Arttırıcı ve Azaltıcı Hükümler bölümünde ise Kanunla öngörülen cezaların miktarlarında yapılacak değişikliklere ilişkin düzenlemelerin yer almasının, böylece yukarıda belirtilen sorunların giderilmesinin sağlanması gerekmektedir. Ancak söz konusu düzenlemeler yapılırken, cezaların caydırıcı olması açısından, ceza miktarlarının yüksek belirlenmesinin gerekliliği mutlak surette göz önünde bulundurulmalıdır.

Yine, mevcut Kanun’da memurlar ile ilgili olarak değişik maddelerde bulunan, hatta kimi zaman mükerrerlik taşıyan cezai hükümler bir araya toplanarak mükerrerliklerin kaldırılması yoluna gidilmelidir.

Bunun yanında mevcut Kanunun 25. maddesi ile ilgili olarak açılan bir iptal davası sonucunda Anayasa Mahkemesi tarafından. Bakanlar Kurulu’nca yayınlanan

 

ithalat ve ihracat rejimlerine ilişkin kararlara muhalefet edilmesi durumunda ceza verilmesinin Anayasadaki “suçun yasallığı” ilkesine aykırı olduğu gerekçesiyle iptaline karar verilmiş olması, buna karşılık kanunun diğer bazı maddelerinde ithalat ve ihracat rejimi kararlan ile emniyet bölgelerine ilişkin olarak alman Bakanlar Kurulu Kararlarına aykırı hareketler nedeniyle ceza öngören maddelerin de Anayasaya aykırı olduğu sonucunu doğurduğundan herhangi bir dava konusu yapılmasını şimdiden önlemek üzere bu maddelerin yeniden düzenlenmesini ve Anayasaya uygun hale getirilmesini zorunlukılmaktadır.

Bu nedenle, Anayasa Mahkemesi’nin 06.07.1993 günlü, 1993/5 Esas. 1993/25 Karar sayılı iptal kararında yer verilen gerekçeler göz önünde bulundurularak ceza öngörülen fiillere ilişkin düzenlemelerin özel kanunlarla yapılması yönünde düzenleme yapılmalıdır.

Göz önüne alınması gereken bir diğer husus da, zaman içerisinde 1918 sayılı Kanunda atıfta bulunulan bazı kanun hükümlerinde değişiklikler yapılmasına karşılık bu değişikliklerin 1918 sayılı Kanuna yansıtılmamış olması nedeniyle mevcut Kanunun diğer bazı kanun hükümleriyle çelişkili duruma düşmesi veya uygulama olanağının kalmaması sonucunun doğmuş olmasıdır. Örneğin Kanunun 40. maddesinde atıfta bulunulan genel güvenlik gözetimi, 24.04.1987 günlü, 19440 sayılı Resmi Gazete’deyayımlanarak yürürlüğe giren 3352 sayılı Kanunla kaldırıldığı halde 1918 sayılı Kanunda bu yönde bir değişikliğe gidilmemiş olmasından dolayı Kanunun anılan maddesinin uygulama olanağı kalmamıştır.

Diğer taraftan Kanunun usule yönelik hükümleri mevcut hali ile belli bir düzen ve bütünlük taşımadığından, Kanuna sistematik kazandırmak ve usule yönelik hükümlerde bütünlüğü sağlamak üzere, bahse konu hükümlerde Aramaya İlişkin Hükümler, Zaptetmeye İlişkin Hükümler, Yargılamaya İlişkin Hükümler ve Diğer Hükümler olmak üzere dört bölüm altında yeniden düzenlenme yapılmalıdır.

Ayrıca, hem aramalarla hem de müsadereyle ilgili 1918 sayılı Kanun hükümleri Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu ile paralellik taşımamaktadır. Örneğin, Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nda hususi evlerde arama yapılabilmesi için hakimden izin alınması gerektiği, müsadere yetkisinin de hakimde bulunduğu şeklinde düzenlemeler olduğu halde 1918 sayılı Kanuna göre arama yapılabilmesi mahallin en büyük mülki idare amirinin iznine bağlanmış ve bazı fiillere ilişkin müsadere kararının gümrük komisyonlarınca verilebileceği hüküm altına alınmıştır.

Bahse konu hususlara ilişkin olarak, Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’na atıfta bulunularak arama usulünün anılan kanunla paralel hale getirilmesi, zaptetmeye ilişkin hükümlerin mevcut kanunda dağınık bir durumda bulunmasının önlenmesine ve kanunun bütünlüğünün sağlanmasına yönelik olarak söz konusu hükümlerin bir araya getirilmesi ve müsadere yetkisinin Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu ile “hakime” verilmiş olması göz önüne alınarak – giriş-çıkış yapan yolcu sayısının çok fazla olmasından dolayı bu yolcuların müsadereyi gerektiren fiillerinin hepsinin mahkemelere gönderilmesinin, mahkemelerin zaten fazla olan iş yüklerini daha da arttıracağı noktasından hareketle yolcu eşyaları dışında kalan eşyalar için- gümrük komisyonlarının müsadere yetkisinin kaldırılması gerekmektedir.

Yargılamaya İlişkin Hükümler bölümünde ise mevcut Kanunda dağınık durumda bulunan maddeler bir araya toplanmakla birlikte, 1918 sayılı Kanun’un özel bir yargılama usulü içermesi nedeniyle, memurların bu Kanunda yazılı görevlerini yerine getirirken Türk Ceza Kanunu’nda yazılı bazı fiilleri işlemeleri halinde Memurin Muhakematı Hakkında Kanunu Muvakkat hükümlerine tabi tutulup tutulmayacakları konusunda tartışmaların sona erdirilmesine yönelik olarak, memurların görevlerisırasında veya görevlerinden dolayı kaçakçılık yapmaları hali ile 1918 sayılı Kanunda yazılı görevlerini yerine getirirlerken Türk Ceza Kanunu’nun Devlet İdaresi Aleyhinde İşlenen Cürümler başlıklı 3. Babının 1-4 fasıllarında yazılı sair bir cürümü işlemeleri halinde Memurin Muhakematı Hakkında Kanunu Muvakkat hükümlerine tabi tutulmayacakları yönünde düzenleme yapılması ve böylece günümüz koşullarına fazlaca uyum göstermeyen anılan Kanunun kapsamının daraltılması yoluna gidilmelidir.

Muhbir ve müsadir ikramiyeleri ile ilgili olarak da Kaçakçılığın Men ve Takibine Dair Kanun’da düzenlenmeler yapılmış olmakla birlikte, bu hususlar hakkında zaman içerisinde değişiklik ve düzenleme yapılması gerekliliğinin ortaya çıkması halinde, kanun metninde değişiklik yapılması, dolayısıyla yeni bir kanun çıkarılması gerekmektedir. Başka bir deyişle, ikramiyelere ilişkin olarak değişiklik veya düzenleme yapılmak istendiğinde kanun maddelerini değiştirmek ve bu amaçla yeni bir kanun çıkartmak zorunluluğu bulunmaktadır ki ülkemizde kanun çıkarılması veya değişiklik yapılması oldukça güç olup uzun bir zamana ihtiyaç gösterdiği herkesçe bilinmektedir.

Bu bağlamda, anılan konu ile ilgili genel düzenlemelerin Kanunda yapılmasının, bunun dışında kalan ve ayrıntı teşkil eden hususların ise gerek değişiklik ve düzenleme yapılmasını kolaylaştırmak gerekse bu konuda idareye bir ölçüde inisiyatif vermek üzere, çıkarılacak yönetmelikle belirlenmesinin pratikte daha yararlı bir yol olduğu düşünülmektedir.

Sonuç olarak, 1932 yılında yürürlüğe girmiş olan ve halen yürürlükte bulunan 1918 sayılı Kaçakçılığın Men ve Takibine Dair Kanun’un, o dönemin ekonomik koşullarına göre hazırlanmasına ve zaman içinde ekonomik gelişme ve gerekliliklere göre değişikliklere uğramasına rağmen, gerek Türkiye’deki ekonomik kalkınmanın bir sonucu olarak dışa açık bir ekonomik politika izlenmesinin gündeme gelmesi gerekse Avrupa Birliği ile tesis edilen Gümrük Birliği çerçevesinde yeni dış ticaret politikaları izlenmesinin zorunlu olması nedenleriyle, günümüz-ihtiyaçlarına cevap veremez hale gelmesinden dolayı, yaklaşık 65 yıllık tarihi olan Kaçakçılığın Men ve Takibine Dair Kanun’un tek tek maddeler bazında değil, bir bütün olarak ve hatta mevcut diğer yasal düzenlemeler de göz önünde bulundurularak yenilenmesinin bir zorunluluk halinegeldiği düşünülmektedir.n M.Ali TARHAN, O.Serkant AKIN. Ncjat ÇOĞAL Gümrük Muhafaza Kontrolörleri

Share This:

TÜRKİYE

Nejat ÇOĞAL
Gümrük Muhafaza Başkontrolörü

Türkiye-AB arasında cereyan eden karşılıklı diplomatik manevraların ve son gün yaşanan siyasi krizin ardından, 3 Ekim 2005 tarihinde Türkiye-Avrupa Birliği katılım müzakereleri başlatılmıştır. 40 yılı aşan ortaklık ilişkisinin son ve en önemli adımı olan bu sürecin, başarılı bir şekilde devam ederek tam üyelikle sonuçlanabilmesi için, çok yoğun ve özverili çalışmaya ihtiyaç duyulduğu kadar, AB’nin tarihçesinin ve ortaklık ilişkisinin gelişiminin özellikle gümrük birliği açısından iyi değerlendirilmesine de gerek bulunmaktadır. Bu kapsamda, öncelikle, AB’nin kuruluşu hakkında kısaca bilgi vermenin yararlı olacağı düşüncesindeyim.

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Dünyada globalleşme eğilimleri başlamış, ülkelerarası ticaretin önündeki engellerin kaldırılarak serbestleştirilmesi ve ticaretin artırılması yönünde girişimler başlatılmıştır. Bu kapsamda, 1947 yılında Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Genel Anlaşması (GATT) ortaya çıkarılmıştır.

Öte yandan, İkinci Dünya Savaşı’ndan yeni çıkmış ve Savaşın yıkıcı etkilerine maruz kalmış olan Batı Avrupa Ülkeleri ise, artık savaşları imkansız kılacak bir işbirliği ortamının arayışı içerisine girmişlerdir. 1945-1955 yılları arasında, Fransa ile Almanya arasında ilişkilerin gelişmesiyle birlikte Batı Avrupa’da bir güvenlik toplumu oluşturma fikri olgunlaşmıştır. Bu çerçevede, 2. Dünya Savaşı sonrasında, Fransa’yı yeniden inşa planının  başına getirilen Jean Monnet, Avrupa’da kalıcı bir barışın ancak Almanya’yı kontrol etmekten geçtiğini ileri sürerek, bu amaçla, Almanya’yı Avrupa’da kurulacak bir topluluğa entegre etmek gerektiği fikrini ortaya atmıştır.

Avrupa’da düzenin sağlanması için iktisadi bütünleşmenin kaçınılmaz olduğunu gören Batı Avrupa ülkeleri, Fransız Dışişleri Bakanı Robert Schuman’ın, Fransa ile Almanya’nın  kömür ve çelik kaynaklarının birleştirilerek kontrol altına alınması yönündeki teklifini olumlu karşılamış ve altı Batı Avrupa ülkesi 1951 yılında Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu’nu (AKÇT) kuran Paris Anlaşmasını imzalamışlardır.
AKÇT ile uygulamaya konulan Topluluk fikri, Batı Avrupa ülkelerinde daha da gelişerek, 1957 yılında, egemenlik devrinin daha da ileriye gittiği, Avrupa’nın siyasal bütünleşmesini hedefleyen geniş kapsamlı bir ekonomik bütünleşme aşamasına ulaşmıştır. Böylece, 1957 yılında, yine altı (Altılar)  Batı Avrupa ülkesi tarafından Roma’da imzalanan Anlaşmalar ile Avrupa Atom Enerjisi Topluluğu (EURATOM) ve Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) kurulmuştur. Günümüzde ise, Avrupa Birliği adını alan Topluluk, 25 üyeli 450 milyon nüfuslu küresel bir güç olarak karşımıza çıkmış bulunmaktadır.

Yönünü Batıya çevirmiş olan Türkiye ise, Avrupa’da meydana gelen değişikliklere karşı kayıtsız kalmamış, Avrupa’nın ekonomik bütünleşme sürecine dahil olma iradesini, 31 Temmuz 1959 tarihinde AET’ye üyelik başvurusunda bulunmak suretiyle ortaya koymuştur.  Topluluk ile Türkiye arasında cereyan eden müzakerelerin ardından, 12 Eylül 1963 tarihinde imzalanıp 1 Aralık 1964 tarihinde yürürlüğe giren  Ankara Anlaşması ile, Türkiye-AET arasında ortak üyelik ilişkisi başlamıştır. Uzun dönemde, Türkiye’nin Topluluğa tam üye olmasının hedeflendiği Ankara Anlaşması, bu amaca ulaşmak için üç dönem öngörmüştür. Bunlar, Hazırlık Dönemi(1.12.1964-31.12.1972), Geçiş Dönemi (1.1.1973-31.12.1995) ve 1.1.1996 tarihinde yürürlüğe giren Gümrük Birliği ile başlayan ve halen devam eden Son Dönem’dir.

Hazırlık Döneminde Türkiye, geçiş dönemi ve son dönem boyunca kendisine düşecek yükümlülükleri üstlenebilmesi için, Topluluğun yardımı ile ekonomisini güçlendirecekti. 1 Ocak 1973 tarihinde yürürlüğe giren Katma Protokol ile başlayan geçiş döneminde ise, Türkiye-AET arasında  kurulacak bir gümrük birliğinin aşamalı olarak tesis edilmesi hedeflenmiştir.

Geçiş Döneminde, Türkiye’nin, Topluluk’tan ithal edilecek sanayi ürünlerine uygulanan tüm gümrük vergilerini, eş etkili vergileri ve miktar kısıtlamalarını 12 ve bazı hassas ürünlerde 22 yılda kademeli olarak kaldırması öngörülmüştür. Yine, Türkiye’nin, 12 ve 22 yıllık bir geçiş dönemi sonunda Topluluk Ortak Gümrük Tarifesine uyum sağlaması hedeflenmiştir. Öte yandan, 1971 yılında AET, geçici bir Anlaşma ile bazı ürünler dışında Türkiye çıkışlı tüm sanayi ürünlerine karşı gümrük vergilerini sıfırlamış; 1 Ocak 1981 yılından başlamak üzere Türk tarım ürünlerine uygulanan gümrük vergilerinin tamamını dört aşamalı olarak 1987 yılına kadar sıfıra indirmiştir.

1995 yılına gelindiğinde, 12 ve 22 yıllık sanayi malları listelerindeki tercihli indirimlerin oranı sırasıyla %95 ve %80’e, AB’nin Ortak gümrük Tarifesine uyum oranı ise 12 ve 22 yıllık listeler için %90 ve %85 düzeyine ulaşmıştır.

Türkiye-AB arasında cereyan eden zorlu müzakereler neticesinde, 6 Mart 1995 tarihli, 1/95 sayılı Ortaklık Konseyi Kararı alınarak, Türkiye-AB Gümrük Birliği, 1 Ocak 1996 tarihinden itibaren yürürlüğe girmiştir.

Gümrük Birliği ile, Türkiye, AB’ye karşı sanayi ürünleri ve işlenmiş tarım ürünlerinde (bazı hassas ürünlerde 5 yıllık geçiş dönemi öngörülmüştür) gümrük vergileri, eş etkili vergiler ile miktar kısıtlamalarını kaldırmıştır. Tarım ürünleri ve AKÇT ürünleri Gümrük Birliği kapsamı dışında bırakılarak, hassas ürünler hariç tüm sanayi ürünlerinde üçüncü ülkelere karşı AB’nin Ortak Gümrük Tarifesi uygulanmaya başlanmıştır. Öte yandan, AKÇT Anlaşması’nın, 23 Temmuz 2002 tarihinde  50 yıllık ömrünü doldurarak sona ermesiyle birlikte, bu kapsamdaki hak ve yükümlülükler AB’ne geçmiştir. Böylece, söz konusu anlaşmaya dahil ürünler de gümrük birliği kapsamına alınmış bulunmaktadır.

Türkiye-AB Gümrük Birliği, her ne kadar Türkiye’nin dış ticaretinde köklü bir değişikliğe yol açmamış ise de, gerek ticaretin mal ve ülke bazında çeşitlenmesi ve gerekse ülkeye yeni teknoloji ve sermaye girişinin hızlanması ve rekabetin geliştirilmesi açısından değerlendirildiğinde, tam üyelik yolunda atılmış çok yararlı bir adım olmuştur.

Öte yandan, Gümrük Birliği ile Türkiye’de yoğun bir mevzuat uyum çalışması sürecine girilmiş, Türkiye-AB ilişkileri gelişmiş ve 1999 Helsinki Zirvesi’nde AB’nin Türkiye’ye resmen adaylık statüsü vermesiyle birlikte, ilişkilerde yeni bir dönemece girilmiştir. AB’nin 2004 Brüksel Zirvesi’nde Liderler, Türkiye ile tam üyelik müzakerelerine 3 Ekim 2005 tarihinde başlanacağına karar vermişlerdir. Bununla birlikte, Mayıs-Haziran 2005 tarihlerinde, iki kurucu üye Fransa ve Hollanda’da yapılan referandumlarda “hayır” oylarıyla AB Anayasası’nın red edilmesi, AB’de derin bir siyasi krizin ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Geçtiğimiz Haziran ayında Brüksel’de gerçekleşen Avrupa Birliği Zirvesi’nde yaşanan gergin anlardan  sonra Liderler, AB Anayasası’nın onay sürecinin bir süre için  beklemeye alınması konusunda uzlaşmaya varmışlardır. Bu uzlaşma, Anayasa krizini şimdilik gündemden düşürmüş gibi görünmektedir.

AB Anayasa’sının yol açtığı  gergin havanın yumuşamasının hemen ardından, 29 Temmuz 2005 günü Türkiye, Ankara Anlaşması’na 10 yeni AB ülkesini de (Kıbrıs Rum Kesimi ve diğer 9 ülke) dahil eden Ek Protokolü imzalamıştır. Ancak, aynı gün Türkiye tarafından yayımlanan bir deklarasyonla, Ek Protokole atılan imzanın Kıbrıs’ı tanımak anlamına gelmediği ilan edilmiştir. Öte yandan, Türkiye’nin Kıbrıs deklarasyonuna, AB’nin, 21 Eylül 2005 tarihinde bir karşı deklarasyon yayımlayarak cevap vermesi ise Türkiye’nin sert tepkilerine yol açmıştır.

Türkiye’ye karşı deklarasyon yayımlamakla meşgul olan AB Daimi Temsilcileri, 3 Ekim 2005 tarihinde Türkiye ile başlayacak müzakere sürecinin vazgeçilmez bir unsuru olan Müzakere Çerçeve Belgesi üzerinde uzlaşmaya varamamış, çözüm 2 Ekim’de olağanüstü toplantıya çağrılan AB Dışişleri Bakanları toplantısına bırakılmıştır. 2 Ekim’de toplanan AB Dışişleri Bakanları, Avusturya’nın imtiyazlı ortaklık teklifinde ısrarcı davranması nedeniyle uzlaşmaya varamamışlardır. Akşam saatlerinde başlayıp, sabaha kadar devam eden yoğun görüşmelere rağmen, AB Dışişleri Bakanları Avusturya’yı ikna edememişlerdir. Avusturya, imtiyazlı ortaklık ibaresinin alternatif olarak sunulması veya müzakerelerin  hedefinin Birliğe katılım olduğu şeklindeki ifadenin kaldırılması yönünde sürdürdüğü ısrarından, bir türlü vazgeçirilememiştir. Bu arada, Dışişleri Bakanlığımızdan yapılan açıklamada, AB’den gelen tüm değişiklik tekliflerinin reddedildiği, ve Müzakere Çerçeve Belgesini görmeden Dışişleri Bakanı’nın Lüksemburg’a gitmeyeceği ilan edilmiştir.

Türkiye için çok önemli bir yol haritası niteliğinde olan Müzakere Çerçeve Belgesi, yaşanan siyasi kriz nedeniyle, katılım müzakerelerinin başlama tarihi olan 3 Ekim’e kadar netleştirilememiştir. ABD Dışişleri Bakanı’nın son anda devreye girmesi ve İngiltere Dışişleri Bakanı’nın gayretli çözüm arayışları neticesinde Avusturya geri adım atmış ve ancak 3 Ekim günü akşam saatlerinde, AB Genel İşler ve Dış İlişkiler Konseyi tarafından çerçeve belge onaylanabilmiştir. Böylece, Türkiye-AB arasında katılım müzakereleri resmen başlamış ve Avrupa Birliği’ne tam üyelik yolunda son dönemece girilmiş bulunmaktadır.

Öte yandan, AB Anayasası’nın iki kurucu üye tarafından reddedilmesiyle baş gösteren ve önümüzdeki yıl sonlarına doğru tekrar gündeme gelecek olan siyasi krizin,  daha öncekilerden farklı olarak Halkların tepkisinden kaynaklanıyor olması da ayrı bir problem olarak değerlendirilebilir.  Gerek, müzakere çerçeve belgesinin kabulü aşamasında Avusturya’nın son ana kadar sürdürdüğü gerginlik ortamı ve gerekse önümüzdeki yıl sonlarına doğru tekrar gündeme gelecek olan AB Anayasası krizinin,  AB’nin genişleme sürecini ve dolayısıyla Türkiye’nin tam üyeliğini olumsuz yönde etkilemesi kaçınılmaz gibi görünmektedir. En azından, Türkiye’nin çok zor bir müzakere süreci yaşayacağı ortadadır.

Sonuç olarak, Türkiye’nin, Avrupa’nın ortak iradesine katılma ve AB’nin gelecek vizyonunda yer alma çabalarını  taviz vermeden ve kararlılıkla devam ettirmesi halinde, 40 yılı aşan ortaklık ilişkisinin tam üyeliğe dönüşmesi mümkün olabilecektir.

 

 

 
KAYNAKÇA
BİLDİRİCİ Nurettin ,  “Türkiye-Avrupa Birliği İlişkileri”, 1.Baskı, Ankara, 2004.

DÖNMEZ Mustafa, “Gümrük Birliğinin Ekonomik Etkileri”, DPT, Aralık 1998.

BİLİCİ Nurettin, “Avrupa Birliği Mali Yardımları”, ATAUM 7. Dön. Uzm. K.Ders Notları.

DPT, “Ankara Anlaşması ve Katma Protokol”, Cilt 2, Ağustos 1993

DPT, “Avrupa Topluluklarını kuran Temel Anlaşmalar(AKÇT, AET, AAET)”, Cilt 1, Ağustos 1993.

ERİŞ İbrahim,“Avrupa ve Asya’daki Ekonomik Bütünleşmeler”,HDTM Derg., Eylül 1993/3

GÜMRÜKÇÜ Harun, “Türkiye ve Avrupa Birliği, İlişkinin Unutulan Yönleri , Dünü ve Bugünü”, Avrupa-Türkiye Araştırmaları Enstitüsü(ATA-Enstitüsü), Avrupa Dizisi 15,

Haber ATAUM, “Avrupa Birliği Zirve Sonuç Bildirgesi, 16-17 Aralık 2004”, Belgeler 12, Kış 2005, Yıl:5, Sayı:1

İKV, “Avrupa Birliği’nin Gümrük Birliği, Malların Serbest Dolaşımı, Ortak Dış Ticaret Politikaları ve Türkiye’nin Uyumu”,  İstanbul, Mart 2002.

KARLUK Rıdvan,“Avrupa Birliği ve Türkiye”, Beta Basım A.Ş. , İstanbul 2002.

LITTOZ-MONNET Annabelle, VILLANUEVA PENAS Beatriz, “Turkey and The European Union, the İmiplications of a Spesific Enlargement”, sf. 3. http://www.irri-iib.be/papers/050404Turquie-ALM-BVP.pdf

ÖZEN Çınar, “Türkiye-Avrupa Topluluğu Gümrük Birliği ve Tam Üyelik Sürecine         Etkileri”, 1.Baskı, Mayıs 2002.

SEYİDOĞLU Halil, “Uluslararası İktisat”, Ankara, 1982.

SOĞUK Handan, İKV, http://www.ikv. org.tr/arastirmalar/degerlendirmeler/degerlendirmeler.html

ŞAHİNÖZ Ahmet, “AB-Türkiye: Ticari İlişkiler ve Gümrük Birliği”, İktisat İşletme ve Finans Dergisi, Haziran 2004.

“Turkey in Europe: More than a promise?”, Report of the Independent Commission on Turkey, September 2004.13.http://www.soros.org/resources/articles_publications/publications/turkey_2004

Ulusal Program, 24.07.2003 tarihli 25178 sayılı Resmi Gazete.

 

1. SPOT

“Yönünü Batıya çevirmiş olan Türkiye ise, Avrupa’da meydana gelen değişikliklere karşı kayıtsız kalmamış, Avrupa’nın ekonomik bütünleşme sürecine dahil olma iradesini, 31 Temmuz 1959 tarihinde AET’ye üyelik başvurusunda bulunmak suretiyle ortaya koymuştur.”

2. SPOT

“Türkiye-AB Gümrük Birliği, her ne kadar Türkiye’nin dış ticaretinde köklü bir değişikliğe yol açmamış ise de, gerek ticaretin mal ve ülke bazında çeşitlenmesi ve gerekse ülkeye yeni teknoloji ve sermaye girişinin hızlanması ve rekabetin geliştirilmesi açısından değerlendirildiğinde, tam üyelik yolunda atılmış çok yararlı bir adım olmuştur.”

3. SPOT

“Türkiye’nin, Avrupa’nın ortak iradesine katılma ve AB’nin gelecek vizyonunda yer alma çabalarını  taviz vermeden ve kararlılıkla devam ettirmesi halinde, 40 yılı aşan ortaklık ilişkisinin tam üyeliğe dönüşmesi mümkün olabilecektir.”

Share This:

KAMU PERSONEL REFORMU

23 Temmuz 1965 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 657 Sayılı Devlet Memurları Kanunu, o dönemde Devlet personel rejimi açısından reform sayılabilecek bir gelişme olarak uygulamada yerini almıştır. Sınıflandırma, kariyer ve liyakat esaslarını benimseyen Kanun’da, aradan geçen yaklaşık 40 senelik bir süre zarfında, çok sayıda değişiklik yapılmış ve bu da Kanun’un sistematiğini önemli ölçüde bozmuştur. Ayrıca, Kanun’a eklenen çok sayıda ek ve geçici maddeler, özellikle maaş hesaplamasında olmak üzere Yasa bütünlüğünün kaybolmasına ve günümüzde içinden çıkılmaz bir hale gelmesine sebep olmuştur.

Mevcut personel sisteminin içine düştüğü bu karmaşık yapıyla birlikte, son yıllarda yaşanan demokratikleşme hareketleri ve toplumsal şartlarda ve personel yönetimi anlayışında meydana gelen değişmeler, yeni ve anlaşılır bir kamu personel rejimini ihtiyaç haline getirmiştir.

Devletin artan görev ve sorumluluklarını etkin ve verimli bir şekilde yerine getirebilmesini sağlayacak, iyi işleyen, çağdaş bir kamu yönetimi anlayışını hayatı geçirmek üzere Kamu Personeli Kanunu Tasarısı Taslağı hazırlanmıştır.Taslak, memurlar ve sözleşmeli personelin niteliklerini, atanma veya hizmete alınmalarını, görev ve yetkilerini, haklarını ve yükümlülükleri ile diğer özlük işlerini; bunlarla birlikte diğer kamu görevlilerinin aylık, ödenek ve ücretleri ile diğer mali hakları ve sosyal yardımlarının yeniden düzenlenmesini hedeflemektedir. Başbakanlık tarafından, 2005 yılı sonlarına doğru tüm kamu kurumlarının bilgisine sunulan Reform Taslağı hakkında, yaklaşık 50 kamu kurumundan görüş alınmıştır.

Kamu Personeli Kanunu Tasarısı Taslağı, kamu hizmetlerinin daha ziyade sözleşmeli personel ile yürütülmesini öngörmekte ve disiplin sistemine getirdiği bazı demokratik değişikliler dışında otoriter yapısını korumaktadır. Maaş unsurlarının azaltılarak sadeleştirilmesi ve izin süreleri gibi hususlarda getirdiği birtakım olumlu düzenlemeler ise ilk bakışta göze çarpan değişikliklerdir.

Yazımızda, Kamu Personel Reformu Taslağı’nın getirdiği yenilikler hakkında, yoruma kaçmadan ve Taslağın madde sıralamasına uygun olarak, kısaca bilgi verilmeye çalışılacaktır:

– Öncelikle, Taslak, memurlara ilave olarak sözleşmeli personeli de kapsama alarak, Kanun hükümlerinin kapsam dahilindeki kurumlarda çalışan  memurlar ile sözleşmeli personel hakkında uygulanacağını öngörmektedir.

– 657 Sayılı Yasa’ya göre, kamu görevleri hakkında basın ve yayın organları ile haber ajanslarına ancak bakanın yetkili kılacağı görevli ile illerde valiler veya yetkili kılacağı görevli tarafından bilgi verileceği hüküm altına alınmıştır. Taslağın 14’üncü maddesi ile, kapsam genişletilerek, Başbakanlık ve bakanlıklarda müsteşarlar, Başbakanlık ve bakanlıkların bağlı, ilgili ve ilişkili kuruluşlarında en üst amirler, illerde, belediye başkanları ile bunların yetkili kılacakları görevlilere de basına bilgi ve demeç verme yetkisi verilmektedir.

– Ayrıca, Taslağın 26’ıncı maddesi ile, Memurlar ve sözleşmeli personele, çalıştıkları kurumların iç işleyişine ilişkin olarak yapılacak değişikliklerde bilgi verileceği; personelin bu konuda görüşlerinin alınacağı hüküm altına alınmaktadır.

– Halen, memurlar, kamu hizmetleri ile ilgili gizli bilgileri görevlerinden ayrılmış bile olsalar, ancak, yetkili bakanın yazılı izni ile açıklayabilmektedirler. Taslak ile, bu yetkinin kapsamı genişletilmekte ve illerde valiler de izin verebilecek makam olarak sayılmaktadır.
– Adaylık süresi kısaltılmaktadır. 657 Sayılı Yasa’ya göre, adaylık süresi iki yıla kadar uzayabilmekte iken, Tasarı’nın 37’nci maddesi ile bu süre bir yıl olarak tespit edilmektedir.

– Taslağın 43. maddesi ile, Bir göreve ilk defa veya yeniden atananlardan süresi içinde göreve başlamayan memurların tekrar memur olarak atanabilmeleri için geçmesi gereken süre bir yıldan altı aya indirilmektedir.

– Mevcut uygulama ile memurların ilerleme ve yükselmeleri kademe ve derece yükselmesi şeklinde yapılırken, Reform Taslağı basamak sistemini getirmektedir. Buna göre,  ilk defa memurluğa atananlar birinci basamaktan başlayarak 10’uncu basamağa kadar ilerleyebileceklerdir. Yani, personel ve başarı değerlendirmesi olumsuz olan yıllar hariç, bulunduğu basamakta üç yıl çalışan memurlar, bu sürenin dolmasını izleyen yılın başından geçerli olmak üzere bir üst basamağa ilerlemiş sayılacaklardır.(Taslak md.44-45)

Ayrıca, Taslağa eklenen ve içi boş olarak açıklanmış bulunan (1) sayılı liste memurları, (2) sayılı liste ise sözleşmeli personeli gruplandırmaktadır.

– Taslağın 60’ıncı maddesinde, memurluğun sona ermesi halleri arasında “çekilmiş sayılmak” ibaresi açıkça belirtilmek suretiyle, 657 Sayılı Yasa’daki boşluk giderilmektedir.

İZİNLER

– Yıllık izinlerde işgünü esasına geçiliyor. Buna göre izinlerin hesaplanmasında Cumartesi ve Pazar günleri ile resmi tatil günleri dikkate alınmayacaktır.(Taslak md.66)

– Bir diğer önemli değişiklik ise, aynı yıl içinde kullanılmayan yıllık izinlerin bir sonraki yıla devredilmesi uygulamasına son veriliyor olmasıdır. Böylece, yıllık izinlerin kullanımından vazgeçilemeyeceği ve bulunulan yıl içinde kullandırılması zorunluluğu getirilmektedir.

– Ayrıca, yıllık izin sürelerinde iki kademeli sistemden üç kademeli sisteme geçilmekte ve izin süreleri de değiştirilmektedir. Halen, 1-10 yıl arasında hizmeti olan memurların yirmi gün, on yıldan fazla hizmeti olan memurların ise otuz gün yıllık izin hakları vardır. Taslak’ta bu süreler, 1-5 yıl (beş yıl dahil) hizmeti olanlar için  onbeş işgünü; beş yıldan fazla, onbeş yıldan az hizmeti olanlar için yirmi işgünü; onbeş (dahil) ve daha fazla hizmeti olanlar için yirmialtı işgünü olarak düzenlenmektedir.

– Yine, 657 Sayılı Yasa’nın 102’inci maddesinde yer alan “Zorunlu hallerde bu sürelere gidiş ve dönüş için en çok ikişer gün eklenebilir.”  hükmüne, Taslak’ta yer verilmeyerek yıllık iznin bu şekilde uzatılması olanağı ortadan kaldırılmaktadır.

– Ayrıca, yeni bir hak olarak, memura ve sözleşmeli personele ana, baba, eş ve çocuklarından birinin hastalığı hâlinde kendisinden başka bakacak kimsenin bulunmaması ve doktor raporu ile refakatçi tahsisi gerektiğinin belgelendirilmesi kaydıyla onbeş güne kadar mazeret izni verilmekte ve gerektiğinde bu süre bir katına kadar uzatılabilmektedir.

– Reform Taslağı ile, eşi doğum yapan memur veya sözleşmeli personele verilen mazeret izni 3 günden 5 işgününe çıkartılmaktadır. Ayrıca, doğum yapan personele verilen günlük süt izni sürelerinde de artış yoluna gidiliyor.

-On yıldan az hizmeti olanların hastalık izin süreleri artırılmaktadır. Halen, hastalık izinlerinin verilmesinde hizmet yılı esası uygulanmakta ve on yıla kadar hizmeti olanlara altı aya kadar, on yıldan daha fazla hizmeti olanlara oniki aya kadar izin verilmektedir. Taslak ile bu uygulamadan vazgeçilerek, hizmet yılına bakılmaksızın 12 aya kadar (kanser, verem ve akıl hastalıkları gibi uzun süreli hastalıklarda onsekiz aya kadar) hastalık izni verilmesi öngörülmektedir.
– Öte yandan, memurun ana, baba, eş ve çocukları ile kardeşlerinden birinin ağır bir kaza geçirmesi veya önemli bir hastalığa yakalanması hâllerinde, refakat edilmesi gerektiğinin raporla belgelendirilmesi şartıyla memurlara istekleri üzerine bu hâllerin devamı süresince aylıksız izin verilebilecektir. Mevcut Yasa’da bu süre, altı ay ile sınırlandırılmakta ve en çok bir katına kadar uzatılabilmektedir.

– Yine, memurlara; yıllık izinde esas alınan süreler itibarıyla beş hizmet yılını tamamlamış olmaları ve istekleri hâlinde memurluk süreleri boyunca ve en fazla iki defada kullanılmak üzere ayrıca toplam bir yıla kadar aylıksız izin verilebilecektir. Halen, bu süre bir defada ve en çok altı ay olarak uygulanmaktadır.

PERSONEL VE BAŞARI DEĞERLENDİRMESİ

– Taslak, halen memurlar hakkında oluşturulan sicil dosyaları ve düzenlenen sicil raporları yerine, personel ve başarı değerlendirme dosyası tutulmasını ve personel ve başarı değerlendirme formu düzenlenmesini öngörmektedir(Taslak md.70-73).

– Memur ve sözleşmeli personelin başarı durumları beş kategoride değerlendirilmektedir. Taslak ile; personel ve başarı değerlendirme notu ortalaması 0-59 olanları “yetersiz”, 60-69 olanları “geliştirilmesi gerekli”, 70-79 olanları “yeterli”, 80-89 olanları “iyi”, 90-100 olanları “çok iyi” olarak kabul edilmektedir. Personel ve başarı değerlendirmesinde yetersiz kabul edilenlerin değerlendirmeleri “olumsuz”, diğerleri “olumlu” sayılmaktadır.

– Ayrıca, Memurların ve sözleşmeli personelin başarılarının değerlendirilmesinde, performans değerlendirme sonuçları ile varsa, kurum çalışanlarının ve kurum hizmetlerinden yararlananların, genel kabul görmüş bilimsel yöntemlerle belirlenen hizmete ilişkin değerlendirmelerinden de yararlanılması mümkün hale getirilmektedir.

– Bir diğer önemli değişiklik ise, memurlar ve sözleşmeli personel hakkındaki personel ve başarı değerlendirmelerinin, olumsuz olsun veya olmasın, kişiye özel bir yazı ile kendilerine tebliğ edileceğidir. İlgililer buna karşı itiraz yoluna da gidebileceklerdir. Oysa, mevcut uygulamada, sadece olumsuz sicil almış memurların kusur ve eksiklilikleri, uyarılmaları bakımından, gizli bir yazı ile atamaya yetkili sicil amirleri tarafından kendilerine bildirilmektedir.

– Öte yandan, on yıl içinde toplam dört defa olumsuz değerlendirme alan memurların görevlerine son verileceği ve bunların bir daha memur veya sözleşmeli personel olarak istihdam edilemeyecekleri de Taslağın yeni düzenlemeleri arasındadır. Personel ve başarı değerlendirmesi olumsuz olan sözleşmeli personel birinci defada bir yıl, ikinci defada beş yıl geçmedikçe; üçüncü defada ise bir daha memur veya sözleşmeli personel olarak istihdam edilemeyeceklerdir(Taslak md.75). Halen, İki defa üst üste olumsuz sicil alan memurlar başka bir sicil amirinin emrine atanmakta, burada da olumsuz sicil almaları halinde memuriyetle ilişkileri kesilerek haklarında T.C. Emekli Sandığı Kanununun emeklilikle ilgili hükümleri uygulanmaktadır.

– Diğer taraftan, 657 Sayılı Yasa’nın 123’üncü maddesiyle, olağanüstü gayret ve çalışmaları nedeniyle memurlara bir mali yıl içinde bir veya iki aylık tutarında ödül verilmesi uygulamasına, Reform Taslağında yer verilmemektedir.

DİSİPLİN

Kamu Personel Kanunu Tasarısı Taslağı’nın “Disiplin” başlıklı onikinci bölümünde, 657 Sayılı Yasa’nın beş dereceli ceza sistemi korunmakta, bazı fiillerin cezası bir derece azaltılmakta, bazı fiiller disiplin cezası verilmesini gerektiren fiiller arasından tamamen çıkarılmakta, bazı fiiller yeniden tanımlanmakta ve bazı cezalar daha da ağırlaştırılmaktadır. Bunları aşağıda kısaca inceleyeceğiz.
Cezası bir derece hafifletilen fiiller

Halen, aylıktan kesme cezasını gerektiren;

– İzinsiz veya özürsüz olarak bir gün göreve gelmemek,

– Görev yeri sınırları içerisinde herhangi bir yerin görevle ilgili olmayan toplantı,
tören ve benzeri amaçlarla izinsiz olarak kullanılmasına yardımcı olmak,

fiillerinin cezası bir derece azaltılarak, Taslağın 80’inci maddesinde düzenlenen kınama cezası verilmesini gerektiren fiiller arasında sayılmaktadır.

Aynı şekilde, halen kademe ilerlemesinin durdurulması cezasını gerektiren;

– Görev yeri sınırları içinde herhangi bir yeri toplantı, tören ve benzeri amaçlarla
izinsiz kullanmak veya kullandırmak,

– Amirine veya maiyetindekilere karşı küçük düşürücü veya aşağılayıcı fiil ve
hareketler yapmak,

fiillerinin cezaları da bir derece azaltılarak, Taslağın 81’inci maddesinde düzenlenen aylıktan kesme cezası verilmesini gerektiren fiiller arasında sayılmaktadır.

Cezası tamamen kaldırılan fiiller

Halen, aylıktan kesme cezasını gerektiren;

– Yasaklanmış her türlü yayını görev mahallinde bulundurmak,

– İkamet ettiği ilin hudutlarını izinsiz terk etmek,

– Toplu müracaat veya şikayet etmek,

fiillerine Taslak’ta hiç yer verilmeyerek, bu fiiller tamamen cezasız bırakılmaktadır.

Öte yandan, halen, aylıktan kesme cezasını gerektiren, “Özürsüz olarak bir veya iki gün göreve gelmemek,” fiili hafifletilerek “İzinsiz veya özürsüz olarak kesintisiz iki ila dört gün göreve gelmemek,” olarak yeniden tanımlanmıştır(Taslak md.81).

Aynı şekilde, Kademe ilerlemesinin durdurulması cezasını gerektiren “Özürsüz ve kesintisiz 3 – 9 gün göreve gelmemek fiili” bir miktar hafifletilerek  “İzinsiz veya özürsüz olarak kesintisiz beş ila dokuz gün göreve gelmemek,” olarak değiştirilmektedir(Taslak md.82).

Yeniden tanımlanan disiplin cezaları ve fiilleri

– Aylıktan kesme cezası ağırlaştırılmaktadır. Buna göre, aylıktan kesme cezası olarak, memurun temel görev aylığından, sözleşmeli personelin temel görev ücretinden beşte bir oranında kesinti yapılacaktır. Oysa, 657 Sayılı Yasa’da bu ceza, memurun, brüt aylığından 1/30 – 1/8 arasında kesinti yapılmak suretiyle uygulanmaktadır.

– Kademe ilerlemesinin durdurulması cezasının adı “basamak ilerlemesinin durdurulması cezası” olarak değiştirilmekte ve esnek uygulama imkanı ortadan kaldırılmaktadır. Bu ceza, fiilin ağırlık derecesine göre memurun, bulunduğu kademede ilerlemesinin 1 – 3 yıl durdurulması şeklinde uygulanmakta iken, Taslak’ta “memurun basamak ilerlemesinin iki yıl süre ile durdurulmasıdır.” Şeklinde yeniden tanımlanmıştır.

– Ayrıca,  halen, kademe ilerlemesinin durdurulması cezasını gerektiren ve “belirlenen durum ve sürelerde mal bildiriminde bulunmamak” olarak tanımlanan fiil, Taslak ile “İhtara rağmen belirlenen durum ve sürelerde mal bildiriminde bulunmamak,” olarak değiştirilmektedir. Buna göre, 3628 sayılı Kanun’da belirtilen durum ve sürelerde  mal bildiriminde bulunmayan kamu görevlilerine, önceden ihtar yapılmadan disiplin cezası verilemeyecektir.

– Diğer taraftan, Taslağın 83’üncü maddesinde düzenlenen, memurluktan çıkarma cezasını gerektiren fiiller arasına “görevini kendisine veya başkasına çıkar sağlamak amacıyla kötüye kullanmak,” fiili de eklenmektedir.
– Halen, kademe ilerlemesinin durdurulması cezasını gerektiren “Amirine, maiyetindekilere, iş arkadaşları veya iş sahiplerine hakarette bulunmak veya bunları tehdit etmek,” fiili,  “cinsel taciz” fiilini de kapsayacak şekilde yeniden tanımlanmaktadır.
– Aynı şekilde, kademe ilerlemesinin durdurulması cezasını gerektiren “Göreve sarhoş gelmek, görev yerinde alkollü içki içmek,” fiili, “uyuşturucu ve uyarıcı maddeleri” de kapsayacak şekilde yeniden ifade edilmektedir(Taslak md.82).
Disiplin cezası vermeye yetkili amir ve kurullar

– 657 Sayılı Yasa’ya göre, Uyarma, kınama ve aylıktan kesme cezaları disiplin amirleri tarafından verilmekte iken, Taslak, aylıktan kesme cezasını ayrı tutarak, sadece Uyarma ve kınama cezalarının disiplin amirleri tarafından verilebileceğini öngörmektedir.

– Aylıktan kesme ve basamak ilerlemesinin durdurulması cezalarının ise, disiplin amirlerinin isteği ve ilgili disiplin kurulunun kararı üzerine, atamaya veya sözleşme imzalamaya yetkili amirler ile illerde valiler tarafından verileceği öngörülmektedir.

Zamanaşımı ve itiraz

– Taslağın 88’inci maddesi ile disiplin cezası verme zamanaşımı süresi iki yıldan üç yıla çıkarılmaktadır.

– Öte yandan, 657 Sayılı Yasa’da yer almayan, “zamanaşımının durması” ve “zamanaşımının kesilmesi” halleri ile ilgili olarak Taslak’ta herhangi bir düzenleme yapılmamaktadır.

– Taslağın 89’uncu maddesi ile disiplin amirlerinin, uyarma ve kınama cezalarına ilişkin kararlarını verme süreleri 15 günden 30 güne çıkarılmaktadır.

– Disiplin konusunda öngörülen en önemli değişikliklerden bir tanesi  ise, uyarma ve kınama cezalarına karşı da yargı yolunun açılmasıdır. Personel Reformu Taslağının 95’inci maddesi ile, ceza ayırımı yapılmaksızın, süresi içinde itiraz edilmeyen disiplin cezaları ile itiraz üzerine verilen kararlara karşı yargı yoluna başvurulabilecektir.

– Ayrıca Taslak ile, bir üst disiplin amirine itiraz edilmesi uygulamasına son verilerek, tüm itirazların ağırlık derecesine göre ya disiplin kuruluna ya da yüksek disiplin kuruluna yapılması esası getirilmektedir.

HİZMET İÇİNDE YETİŞTİRME

Taslağın 103’üncü maddesi gereği, kurumlar kendi eğitim ihtiyaçlarını karşılamak üzere eğitim merkezleri açamayacaklar, bu ihtiyaçlarını hizmet satın alma yoluyla karşılayabileceklerdir.
MALİ HAKLAR VE SOSYAL YARDIMLAR

Reform Tasarısı, memur ve sözleşmeli personelin mali haklarında önemli değişiklikler öngörmektedir. Bunları genel çerçevede ele alırsak:

Maaşın unsurları tamamen değiştirilmektedir. Buna göre, maaşın unsurları aşağıdaki gibi olacaktır;

1- Temel görev aylığı (memurlar için) ve temel görev ücreti (sözleşmeli personel için) ; memurlara ve sözleşmeli personele, Taslak ekinde yer alan  temel görev aylığı Cetvellerinde yer alan göstergelerin aylık katsayısı ile çarpımı sonucu bulunacak tutarda temel görev aylığı veya temel görev ücreti ödenecektir(Taslak md.108).

2- Hizmet farkı ek ödeneği ; ilgili kurum tarafından önerilip değerlendirildikten sonra, Bakanlar Kurulu tarafından onaylananlara en yüksek temel görev aylığının yüzde yirmisini geçmemek üzere hizmet farkı ek ödeneği ödenebilecektir(Taslak md.110).

3- Performans ödemesi; Taslağın 111’inci maddesi gereğince, Personelin yıllık performans değerlendirme sonuçlarına göre, temel görev aylığının veya temel görev ücretinin yüzde beşini geçmemek üzere aylık performans ödemesi yapılabilecektir.

Taslağın sosyal yardımlar bölümünde, tedavi yardımı, emeklilik hakları, hastalık ve analık sigortası, yeniden işe alıştırma, memurların sosyal tesis ihtiyaçları, devlet memurları için konut kredisi, Devlet memurları için konut, öğrenim bursları ve yurtları gibi sosyal yardımlar hakkında herhangi bir düzenlemeye gidilmemiştir.

Öte yandan, 657 Sayılı Yasa’nın Ek 20’nci maddesi  hükümlerine Taslakta yer verilmeyerek, Devlet memurlarının görev yaptıkları kurum ve hizmet birimlerinin bulunduğu yerleşme merkezlerinde ikamet etmeleri esası kaldırılmakta ayrıca, memur ve sözleşmeli personelin, ikamet ettikleri il hudutlarını tatillerde yetkili amirin iznine gerek olmaksızın terk edebilmelerine imkan verilmektedir.
SONUÇ

Çalışmamızla, önümüzdeki günlerde TBMM gündemine gelmesi beklenen, Kamu Personel Kanunu Tasarısı Taslağı’nın, mevcut uygulamaya nazaran getireceği yeniliklerden önemli gördüklerimizi kısaca açıklamaya çalıştık. Bu noktada, Türkiye’nin, içinde bulunduğu Avrupa Birliği sürecinin bir gereği olarak, idari uyum çalışmalarını gecikmeksizin tamamlamak zorunda olduğunu belirtmemiz yerinde olacaktır. Bununla birlikte,  kamuoyunda yeterince tartışma konusu olmadığını düşündüğümüz Taslağın eksikliklerinin, yasalaşma sürecinde giderilmesi de mümkün bulunmaktadır. Sonuç olarak, çalışmaları halen devam etmekte olan ve kamu yönetiminin yeniden yapılandırılması projesinin önemli bir parçası olarak hazırlanan kamu personel rejimi reformunun, eksikliklerine ve bazı alanlarda yaşanabilecek uygulama zorluklarına rağmen, çağdaş bir kamu yönetim sisteminin oluşturulmasına önemli katkılar sağlayacağı düşünülmektedir.

Nejat ÇOĞAL
Gümrük Muhafaza Başkontrolörü

http://www.gumrukkontrolor.org.tr/Yayinlar/Dergiler/49/5.html

Share This:

ALMAN GÜMRÜK İDARESİ VE ZKA

1. GİRİŞ

Son 50 yıl içerisinde Batı Avrupa ülkeleri arasında gerçekleştirilen gümrük birliği ve sonrasında tesis edilen Avrupa Tek Pazarı ile birlikte iç sınırlarda kontrolün kaldırılması, topluluk gümrük mevzuatının yürürlüğe girmesi ve topluluk sınırlarının Doğu Avrupa Ülkelerine açılması, Alman Gümrük İdaresinin yeniden yapılanması sürecini de hızlandırmıştır. Son 10 ülkenin de katılımıyla birlikte Avrupa Birliği’nin(AB) doğu sınırları yaklaşık 7412 km.ye ulaşmıştır. Ağustos 2002 tarihinde yürürlüğe giren bir yasa ile gümrük soruşturma teşkilatı yeniden örgütlenmiş, bu kapsamda, 23 ana gümrük ofisi ve 216 gümrük ofisi kapatılarak maliye bölge ofislerinin sayısı 21 den 8’e düşürülmüştür. 2002 yılı başlarından itibaren başlayan “Modern Devlet-Modern Gümrük İdaresi” programı, günümüzde daha etkili ve daha az maliyetle çalışan idare hedefine çok yaklaşmış görünmektedir.

AB’nin iç sınırlarında kontrollerin kaldırılmış olması, AB vatandaşlarının rahatsız edilmeksizin gelişmiş teknoloji yardımıyla izlenmesi ve dolayısıyla ileri düzeyde bir risk analizi sisteminin kurularak güvenliğin daha da artırılması ihtiyacını beraberinde getirmiştir. Bu durum, elbette, Alman Gümrük Soruşturma Dairesi (Zollkriminalamt), kısaca ZKA’nın önemini de ortaya koymaktadır.

Tam üyelik yolunda son dönemece girmiş olan Türkiye, AB ülkelerinin ve özellikle Almanya’nın modern gümrük teşkilatı yapısını yakından incelemek ve idari uyum çalışmalarını hızlandırmak durumundadır. Bu kapsamda, yazımızda, Alman Gümrük İdaresinden (Zoll) kısaca bahsederek, bu idare içinde yer alan Alman Gümrük Kriminal Dairesi Zollkriminalamt (ZKA)’yı ayrıntılı olarak incelemeye çalışacağız.

2. ALMAN GÜMRÜK İDARESİ (ZOLL)

2.1. İdari Yapısı

Alman Federal Maliye Bakanlığı çatısı altında görev yapan ve en alt seviyeye kadar örgütlenmiş yegane kuruluş olan Gümrük İdaresi, her yıl yaklaşık 100 milyar Euro tutarında tüketim ve katma değer vergisi gelirini federal bütçeye kazandırmaktadır. Federal Devletin en büyük organlarından birini teşkil eden Alman Gümrük İdaresi, Federal Maliye Bakanlığı’nın operasyonel faaliyetlerinin yaklaşık %80’ini temsil etmektedir.

Halen, Alman Gümrük İdaresi, Federal Maliye Bakanlığı’na bağlı Gümrük Kriminal Dairesi (ZKA) ve Maliye Bölge Ofisleri ile bunların bağlantılarından oluşmaktadır.

Federal Maliye Bakanlığı’na bağlı 8 adet Maliye Bölge Ofisi, kendilerine bağlı yerel gümrük idarelerinin koordinasyonundan ve denetiminden sorumludurlar. Yerel olarak görev yapan Ana Gümrük Ofisleri, gümrük ofisleri ve gümrük komiserlikleri olmak üzere çok sayıda ofisin çalışmasından sorumludurlar.
Ayrıca, halen, yerel olarak görev yapmakta olan 8 adet gümrük soruşturma ofisi, kendilerine bağlı 24 adet şube ile birlikte doğrudan ZKA’ya bağlı olarak faaliyet göstermektedir.

2.2. Görevleri

Birey odaklı, etkinlik, esneklik ve güvenirlik esasına dayalı hizmet vermekte olan Gümrük İdaresinin başlıca görevlerini aşağıdaki şekilde ifade edebiliriz:

• Gümrük vergilerinin etkili bir şekilde toplanmasını sağlamak
• Modern yöntemleri kullanarak ticari ve ekonomik gelişmeye katkıda bulunmak
• Vatandaşları ve ekonomiyi korumak
• Uluslararası organize suçlarla mücadele etmek. Özellikle; uyuşturucu ticareti, korsan üretim, kaçakçılık, para aklama ve yasadışı para transferleri ile uluslararası türlerin korunması anlaşmasına aykırı eylemler,
• İthalat ve ihracatı düzenlenmek
• Sınır kontrol hizmetlerini sunmak
• Gümrük Soruşturma hizmetlerini yürütmek
• Gümrük müdürlüklerinin yönetimini sağlamak
• Harici muhasebe denetim hizmetleri yapmak

Ayrıca, yeşil hatta polis kontrollerinin yapılması, gümrük ve diğer idarelerin ilgili kararlarının yerine getirilmesi ve sosyal sigorta kartlarının kontrolü de gümrük idaresinin dolaylı görevleri arasında yer almaktadır.

2000 yılı AB Bütçesinin toplam 15 milyar Euro tutarındaki gümrük gelirlerinin yaklaşık 3.4 milyarlık kısmı Alman Gümrük İdaresi tarafından sağlanmıştır.

Ana Gümrük Ofislerine bağlı bulunan Gümrük İnfaz Büroları, Federal Devletin Tahsilat büroları gibi görev yapmaktadırlar. Örneğin, eğer bir yolcu tatil dönüşünde getirdiği mallar üzerindeki vergileri ödemekten kaçındığı takdirde bu infaz büroları devreye girmektedirler. Ayrıca, bu bürolar, hastaneler, ticari birlikler, iş kurumları gibi doğrudan Federal kurumlar ile Federal Hükümetin alacaklarının tahsilinden de sorumludurlar.

Öte yandan, halkın ve çevrenin radyoaktif maddelerden korunması da AGİ’nin sorumlulukları arasında bulunmaktadır.

Alman Gümrük İdaresi, firmaların yasaya uygun olarak işçi çalıştırıp çalıştırmadıklarını da kontrol etmekte ve yasadışı istihdamla mücadele etmek amacıyla Federal İş Kurumu’yla işbirliğine giderek ortak tedbirler alabilmektedir.

Diğer taraftan, eğer gümrük ile ilgili bir suç işlendiğine dair işaretler ortaya çıkması halinde, gümrük memurları olayın ortaya çıkarılması için ilk ve acil tedbirleri almakla yükümlü tutulmaktadırlar. Ayrıca, gümrük memurlarının, Savcının emriyle ayrıntılı soruşturma yapmak için de görevlendirilebilmeleri mümkündür.

Federal Gümrük İdaresi’nin çağrı merkezi olarak görev yapan Frankfurt Bilgi Merkezi, gümrük ile ilgili tüm sorulara cevap verebilmektedir.

Alman Gümrük İdaresi, insan sağlığı, kültürel değerler, bitkiler, hayvanlar, çevre, kamu düzeni, sınai hakların korunması ve savaş silahlarının kontrolü amacıyla, Federal Almanya sınırlarından geçişlerde yasaklama ve kısıtlamalar koyabilmektedir.

3. ALMAN GÜMRÜK KRİMİNAL DAİRESİ
(ZOLLKRIMINALAMT) (ZKA)

3.1. ZKA’nın Kuruluşu

Özellikle adli sahada görev yapmak üzere 1952 yılında kurulan Gümrük Kriminoloji Enstitüsü (Zollkriminalinstitut) (ZKI), 1985 yılında Merkezi Gümrük Soruşturma Ofisi’ne dönüştürülerek, kendiliğinden soruşturma yapmaya başlamıştır.

Öte yandan, Avrupa Tek Pazarı’nın teşkili ve sınırların doğu Avrupa’ya açılması ile birlikte, gümrük soruşturmalarına konu olan suç türlerinde de önemli değişiklikler olmuş, bu durum, gümrük soruşturma hizmetlerinin yeniden yapılanmasını gerektirmiştir. Bu kapsamda hazırlanmış olan, 1990 tarihli Uyuşturucuyla Mücadele Milli Planı’nın uygulamaya geçirilebilmesi için, gümrük soruşturma hizmetleri personel ve kaynak açısından geliştirilmiştir.

Mali Yönetim Kanununda ve Diğer Kanunlarda Değişiklik öngören ve 15 Temmuz 1992 tarihinde yürürlüğe giren Kanun ile, ZKI’ın (Zoll Kriminal Institut) yerine yeni bir Gümrük Kriminal Dairesi oluşturulmuştur.
Zollkriminalamt (ZKA) adını alan bu yeni Merkezi Gümrük Soruşturma Örgütü, ZKI’nın yerini almış ve yeni görevlerle birlikte ZKI’nın tüm görevlerini üstlenmiştir.

3.2. ZKA’nın Yeniden Yapılandırılması

ZKA’nın yasal dayanağını oluşturan ve Ağustos 2002 tarihinde yürürlüğe giren Gümrük Soruşturma Hizmetleri Kanunu (Law on the Customs Investigation Service) ile Gümrük Soruşturma Ofisleri doğrudan Zollkriminalant’a bağlanmış ve böylece ZKA yerel ofisleri olan Merkezi bir örgüt haline dönüştürülmüştür. Bahse konu yasa ile, hiyerarşik düzen içinde birleşik bir organizasyon kurulmuş ve ayrıca, gümrük soruşturma ofisleri tarafından elde edilen bilgilerin ZKA tarafından suçların analizinde kullanılması imkanı verilmiştir.

Halen, Köln’de yerleşik bulunan ve Federal Maliye Bakanlığı çatısı altında faaliyet yürüten ZKA, kendisine doğrudan bağlı olan ve Hamburg, Hannover, Berlin, Essen, Dresden, Frankfurt, Stuttgart ve Münih’te bulunan toplam 8 Gümrük Soruşturma Ofisi ve bunlara bağlı 24 şube ile görev yapmaktadır.

2002 tarihli Gümrük Soruşturma Hizmetleri Yasası’nın getirdiği başlıca yenilikleri aşağıdaki gibi sıralamamız mümkündür:

• Gümrük Soruşturma Ofislerinin yetkilerini de üzerine alan ZKA’nın kendi görev alanıyla ilgili soruşturma yapma gücü genişletilmiştir.
• Teknik ekipman kullanımının yaygınlaştırılmasıyla birlikte Gümrük Soruşturmacılarının kişisel korunmaları sağlanmıştır.
• ZKA, polis otoritelerine doğrudan veri transfer etmekle yetkilendirilmiştir.
• Suç soruşturmalarında, kanıtların kullanılması hakkındaki yasak, özel yöntemlerle ve suçu önlemek amacıyla elde edilen istihbarat için geçerliliğini yitirmiştir.

3.3. ZKA’nın Görevleri

Gümrük Soruşturma Hizmetlerini yürüten federal bir merkezi örgüt olarak ZKA’nın başlıca görevleri aşağıdaki gibi sıralanabilir:

• Mali ve diğer Kanunlar gereğince, Gümrük Soruşturma Ofisleri ve Gümrük İdaresinin diğer Ofislerini, soruşturma, suçların önlenmesi, idari suçlar konularında desteklemek,

• Kriminal ve bilimsel incelemeler yapmak ve mahkemelere bu konularda uzmanlık raporları sunmak (Örneğin; el yazısı, mühür, belge ve yaş tespiti gibi)
• Gümrük İdaresi tarafından yönetilen veya gümrük İdaresinin dahil olduğu bilgi sistemleri için veri toplamak ve değişimini yapmak,
• Yabancı gümrük örgütleri ve AB yetkilileri ile adli ve idari konularda karşılıklı yardımlaşmalarda yapmak,
• Ticaretin kontrolü amacıyla dış ticaret alanında işbirliği yapmak,
• Dış Ticaret Kanunu ve Savaş Silahlarının Kontrolü anlaşması gereğince, suçların önlenmesi amacıyla posta ve telekomünikasyonun kontrolünü yapmak,
• Yasadışı teknoloji transferi ve tarım sektöründeki gizli sübvansiyonlarla mücadelede işbirliğine gitmek,
• Avrupa gümrük İdarelerinin, kara, hava ve deniz yolu ile yapılan uyuşturucu kaçakçılığı ile mücadelesi için yapılan bilgi değişiminde merkezi birim olarak görev yapmak,
• Uyuşturucu ilaçların yapımında kullanılabilecek nitelikteki maddelerin takibi amacıyla ticaretin kontrolünü yapmak,
• Ortak Mali Soruşturma Grubu (Federal Polis Ofisi/ZKA) nun yardımıyla kara para aklama suçlarını önlemek,
• Federal Maliye Bakanlığı’nın verdiği yetkiyle sınırlı olmak şartıyla, idari ve adli yardım alanında Gümrük Soruşturma Hizmetlerinin merkezi bir örgütü olarak faaliyet göstermek,
• Gümrük Soruşturma Ofislerinin soruşturmalarının yönetim ve koordinasyonunu yapmak,
• Gümrük Soruşturma Memurlarına ileri düzeyde teknik eğitim vermek,

Öte yandan, Zollkriminalamt’ın uluslararası bilgi sistemine entegre olmak için gösterdiği çabalar, Dünya Gümrük Örgütü’nün 1997 yılında ZKA içerisinde, bir bölgesel ofis kurması ile sonuçlanmıştır. RILO (Regional Intelligence Liason Office for Western Europe) olarak adlandırılan bu ofis, kaçakçılıkla mücadelede kullanılmak üzere bölgesel durum haritaları ve raporları geliştirmekte ve proje bazlı analizler yapmaktadır.

Ayrıca, ZKA, Balkan-Bilgi-Sistemi’nin (BALKAN-INFO) Merkez Ofisi olarak da görev yapmaktadır. Dünya Gümrük Örgütü’nün uluslar arası bilgi sistemi olan ve Türkiye’nin de üye olduğu BALKAN-INFO, üye ülkeler arasında uyuşturucu kaçakçılığı ile ilgili bilgi değişimini gerçekleştirmektedir.

Yabancı gümrük idarelerinden ve AB kurumlarından adli ve idari yardım talebinde bulunmak ve onlara yardım sağlamak Zollkriminalamt’nın başlıca görevleri arasına yer almaktadır. Böylece ZKA, uluslararası suçlarla mücadele alanında sürekli, istikrarlı ve hızlı işbirliği ortamını sağlayabilmektedir.

ZKA’nın başlıca görev alanı içerisinde yer alan vergi kaçakçılığı daha ziyade içki ve sigara kaçakçılığı ve vergisiz sigara ithalatı şeklinde kendini göstermektedir. Almanya, sadece sigara kaçakçılığından yıllık ortalama 500 milyon Euro vergi kaybına uğramaktadır.

AB içerisinde sınır kontrollerinin kaldırılması, kaçakçılıkla mücadele için her alanda uluslararası işbirliği ihtiyacını daha da artırmıştır. Bu işbirliği, ABD ve değişik Avrupa Ülkelerinden gelen irtibat görevlileri ile desteklenmiştir. Halen ZKA, Hollanda, Polonya, Türkiye, Afganistan ve EUROPOL’de kendi irtibat görevlileri tarafından temsil edilmektedir. Bu irtibat görevlileri zinciri, sürekli olarak genişlemektedir(Washington, Londra, Madrid, Roma, Prag, Sofya ve Moskova).

Diğer taraftan, kara paranın aklanmasıyla mücadele alanındaki şartın yürürlüğe girmesiyle, ZKA bir diğer önemli görevi üstlenmiştir. Uyuşturucu kaçakçılığı alanında olduğu gibi, ZKA ve Gümrük Soruşturma Ofisleri Federal Polis Kuvvetleri ile ortak soruşturma grupları oluşturmaya başlamışlardır. Bu kapsamda halen, Kiel, Rostock, Hamburg, Berlin, Hannover, Potsdam, Magdeburg, Dusseldorf, Dresden, Erfurt, Wiesbaden, Saarbrücken, Karlsruhe, Stuttgart, Münih, Freiburg’da olmak üzere toplam 17 merkezde Polis/Gümrük Ortak Mali Soruşturma Grubu (GFG) (Common Groups) görev yapmaktadır. Ayrıca, 27 adet Polis/Gümrük Ortak Narkotik Soruşturma Grubu (GER) Gümrük Soruşturma Ofislerine bağlı olarak faaliyet yürütmektedir.

Gümrük soruşturma hizmetleri alanında bir Merkez Ofisi olan ZKA, aynı zamanda bir Gümrük Soruşturmaları Bilgi Sistemini de idare etmektedir. Özellikle narkotik ve sigara kaçakçılığı alanlarında suçluların güç kullanma eğilimlerinin artması, tehlikeli görevler için özel eğitimli memurlardan oluşan grupların oluşturulmasını gerekli kılmıştır. Bu kapsamda teşkil edilen “Merkezi Gümrük Destek Gruplarında” (ZUZ) görevli memurlar, gelişmiş silahlar ve teknik ekipmanlarla donatılmıştır.

3.4. Gümrük Soruşturmacılarının Yetkileri

Gümrük soruşturma servisi, gümrük idaresinin kriminal polisidir. Gümrük soruşturma ofisleri ve bunların memurları polis ile aynı hak ve yükümlülüklere sahiptir. Nihai karar alma yetkileri bulunmayan soruşturma ofisleri, Alman Ceza Kanununa göre gerçekleri ortaya çıkarmak ve delilleri muhafaza etmekle görevlidirler.

Gümrük soruşturma ofisleri ile ana gümrük müdürlükleri arasındaki işbirliği yerel düzeyde koordine edilmektedir. Gümrük ile ilgili bir suç işlendiğinde ilk yakalamayı ana gümrük ofisleri yapmaktadır. Gümrük soruşturma ofisleri, savcı aracılığıyla hakimden, gecikmesinde sakınca bulunan hallerde doğrudan doğruya savcıdan soruşturma emrini alırlar. Gümrük soruşturma ofisleri soruşturmayı tamamladıktan sonra, düzenleyecekleri bir nihai raporla birlikte olayı savcıya ve gerektiğinde ana gümrük ofislerine intikal ettirirler.

Gümrük soruşturma memurları savcı yardımcısıdırlar. Bunlar, Mahkemelerin Kuruluşu Hakkında Kanun gereğince savcının emirlerini yerine getirmek zorundadırlar(GVG, madde 152). Bu nedenle, savcılar, acil gümrük soruşturmaları dışında kalan diğer adi suçlar için de gümrük soruşturma ofislerine emir verebilmektedirler. Bunlar, gümrük mühürlerinin yasadışı açılması veya orijinal belgeler üzerinde tahrifat yapılması gibi özellikle ithalat, ihracat ya da malların transiti ile bağlantılı olarak işlenen suçlardır.

Ayrıca, soruşturma memurları, Alman Ceza Muhakemeleri Kanunu (StPO) uyarınca, vergi, dış ticaret ve piyasa düzenlemeleri ile ilgili bir suç işlendiğinden şüphe duyulması halinde gerekli tedbirleri almak zorundadırlar.

Gümrük soruşturma memurları, gecikmesinde sakınca bulunan hallerde, esas olarak hakimin yetkisinde olan ve temel hak ve özgürlükleri kısıtlayan hususlarda ön tedbir mahiyetinde emirler verebilmektedirler. Bu koşullarda, söz konusu memurlar savcı yardımcısı sıfatıyla yakalama, arama gibi kesin emirler verme yetkisine sahip bulunmaktadırlar.

Alman Gümrük Soruşturma Hizmetleri Kanunu, Genel Vergi Kanunu(AO), Dış Ticaret Kanunu(AWG), Ortak Piyasa Kuruluşlarının Faaliyetleri Hakkında Kanun(MOG) uyarınca soruşturma yapma yetkisine sahip gümrük soruşturma memurları, yaptıkları soruşturmalar sırasında, Alman Ceza Muhakemeleri Kanununda polisin sahip olduğu hak ve yükümlüklerin aynısına sahiptirler.

Her gümrük soruşturma ofisinin bir görev bölgesi bulunmakla birlikte, federal statüde bulunan gümrük soruşturma memurları, bölge sınırlarıyla bağlı kalmaksızın Federal Almanya’nın her yerinde soruşturmalarını yapabilmektedirler.

Normal koşullarda, tüm adli işlemlerde mahkeme emri alınması gerekmektedir. Ancak, gecikmesinde sakınca bulunan hallerde, gümrük soruşturma memurları suç ihbarlarını kabul etmek, delillerin yok olmasını önlemek amacıyla acil tedbirler almak, şüphelilerin izlenmesi ve gözetlenmesi, sanıkların kimlik tespitini yapmak; şüphelilerin evlerini, diğer mülklerini aramak, sanıkları yakalamak amacıyla diğer kişileri araştırmak, delilleri muhafaza etmek, bedeni muayene emri vermek, Almanya’da sabit ikametgahı olmayanlar için teminat alınmasını emretmek, sanıkların araçlarının ve diğer eşyalarının müsadere edilmesi emrini vermekle yetkilidirler. Öte yandan, telefon görüşmelerinin dinlenmesi ancak mahkeme kararı ile mümkün olabilmektedir.

4. SONUÇ

1993 yılında Avrupa Tek Pazarı’nın tesis edilmesiyle iç sınırlarda gümrük kontrolleri ve Schengen Anlaşması ile de yolcuların polis kontrolleri kaldırılmış böylece AB vatandaşları Birlik içerisinde sınırsız olarak seyahat etme özgürlüğüne kavuşmuşlardır. AB’nin genişlemesi ve sınırlarının Doğu Avrupa Ülkelerine açılması ile birlikte uluslararası organize suçlarda da artış olmuştur. Gümrük ve kaçakçılık suç türlerinde meydana gelen değişiklik, başta Alman Gümrük İdaresi olmak üzere gümrük soruşturma hizmetlerinde yeniden yapılanmayı gerekli kılmıştır. Bu kapsamda, 2002 yılında yürürlüğe giren bir Yasa ile Gümrük Soruşturma Ofisleri doğrudan ZKA’ya bağlanmış, bu ofisler tarafından elde edilen bilgilerin Zollkriminalamt tarafından, suçların analizinde kullanılmasına izin verilmiş, ZKA’nın soruşturma yapma gücü artırılmış, gümrük soruşturmacılarının kişisel korunmaları sağlanmış, ZKA’ya polis otoritelerine doğrudan veri transfer etme yetkisi verilmiştir.

Gümrük soruşturma ofisleri tarafından yapılan soruşturmaları koordine eden, yöneten ve destekleyen ve özel durumlarda kendisi de soruşturma yapabilen Gümrük Kriminal Dairesi’nin yeniden yapılandırılmasıyla birlikte, dış ticaretin gözetimi, özellikle uyuşturucu kaçakçılığıyla mücadele, uluslararası adli ve idari yardımlaşma, risk analizi gibi alanlarda daha etkin hale gelinmiştir. Bu çerçevede, Türk Gümrük İdaresi’nin, AB uyum süreci içerisinde yeniden yapılandırmasını gerçekleştirirken, Alman Gümrük İdaresi’nin ve özellikle ZKA’nın da yakından incelenmesi yararlı olabilecektir.

Kaynaklar :

“Narkotics, Smuggling Via the Balkan Route”, Annual Report 2003, BALKAN-Info System.

“Federal Almanya Gümrük İdaresi web sitesi”, http://www.zoll.de/

“Federal Almanya Maliye Bakanlığı web sitesi”, http://www.bundesfinanzministerium.de/

“ZKA, Zollkriminalamt”, http://www.zollkriminalamt.de/gb/index.htm

“Zollfahndungsdienst, Organisation, Functions, Powers”, http://www.zollkriminalamt.de/gb/index.htm

“Zollkriminalamt, Development and Tasks”, http://www.zollkriminalamt.de/gb/index.htm

http://www.gumrukkontrolor.org.tr/Yayinlar/Dergiler/51/4.html

Share This:

GÜMRÜK BİRLİĞİ’NİN DIŞ TİCARETİMİZ ÜZERİNE ETKİLERİ

 

Divan Dergisi, Sayı:4

Nejat ÇOĞAL
Gümrük Muhafaza Başkontrolörü

 

  1. GENEL DEĞERLENDİRME

Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET), 1957 yılında, bir gümrük birliği şeklinde kurulmuş ancak ileride geniş kapsamlı bir ekonomik ve siyasi birlik oluşturmayı hedeflemiştir. Topluluk üyeleri, 1 Temmuz 1968 tarihinde birbirlerine uyguladıkları gümrük tarifelerini tümüyle ortadan kaldırarak Ortak Gümrük Tarifesini yürürlüğe koymuşlar ve böylece kendi aralarında gümrük birliğini tamamlamışlardır.[1]

 

Öte yandan, Ankara Anlaşması’nın 4’üncü maddesi, geçiş dönemi içinde Türkiye ile Topluluk arasında bir gümrük birliğinin gittikçe gelişen bir şekilde yerleşmesini öngörmüştür. Bu kapsamda, özellikle geçiş dönemi(1.1.1973–31.12.1995) içinde Türkiye’nin Toplulukla ticari ilişkileri artmış, AET, Geçici Anlaşma ile 1971 yılından itibaren bazı sınırlı sayıda ürün dışında (pamuk ipliği, makine halıları gibi) Türkiye kaynaklı tüm sanayi ürünlerine karşı gümrük vergilerini sıfırlamıştır. Türkiye ise, Topluluk çıkışlı sanayi ürünlerine karşı gümrük indirimlerini aşamalı olarak gerçekleştirmiş ve 1995 yılına gelindiğinde 12 ve 22 yıllık sanayi ürünleri listelerinde ve Avrupa Birliği’nin (AB) Ortak Gümrük Tarifesi’nde %80’in üzerinde uyum sağlamıştır.

 

Türkiye-AB arasında cereyan eden zorlu müzakereler neticesinde, 6 Mart 1995 tarihli 1/95 sayılı Ortaklık Konseyi Kararı alınmıştır. Bu karara göre, Türkiye-AB Gümrük Birliği 1 Ocak 1996 tarihinden itibaren yürürlüğe girecektir. 1996 yılından itibaren  Avrupa Birliği çıkışlı tüm sanayi ürünleri ile işlenmiş tarım ürünlerine karşı gümrük vergisi ile eş etkili vergiler ve miktar kısıtlamalarını kaldırılmış, üçüncü ülkelere karşı ise AB’nin Ortak Gümrük Tarifesi uygulanmaya başlanmıştır. Böylece, Taraflar arasındaki ilişkilerde, Ankara Anlaşması’nda öngörülen son döneme geçilmiştir.

 

Diğer taraftan, Avrupa Toplulukları’nın (AT) üçüncü bir ülke ile gerçekleştirdiği ilk gümrük birliği olan AT-Türkiye Gümrük Birliği, Türkiye’nin Tek Pazara ayrıcalıklı bir şekilde girmesine izin veren ve Türk ekonomisinin  rekabet gücünü artıran önemli bir adım olarak da değerlendirilebilir.[2]

 

Her ne kadar başlangıçta, Türk sanayisinin güçlü Avrupa sanayisi karşısında rekabet gücü olmadığı, üstlenilen tek taraflı yükümlülükler ile alternatif dış pazarlara girişin kısıtlanacağı ve Gümrük Birliği’nin AB ile gerektiği gibi müzakere edilemediği yönünde olumsuz eleştiriler yapılmış olsa da, Gümrük Birliği’nin sanılanın aksine Türk Dış Ticareti üzerinde köklü bir değişikliğe yol açmadığı görülmektedir.

 

Diğer taraftan, Gümrük Birliği’ni, Türk dış ticaretindeki değişimleri tek başına belirleyen bir süreç olarak değerlendirmek yeterli olmayacaktır. Bu çerçevede öncelikle 5 Nisan 1994 tarihinde yaşanan ekonomik kriz ile meydana gelen devalüasyonun yarattığı sorunların ve 1997 yılında Dünya ekonomisinde patlak veren Asya, ardından Rusya krizlerinin değerlendirmelerde dikkate alınması gerekmektedir. Ayrıca 1998 Mart ayı itibariyle Türkiye ekonomisinde yaşanan ciddi durgunluğu, 1999 yılında gerçekleştirilen genel seçimler, Ağustos ve Kasım aylarında yaşanan deprem felaketlerinin izlemesi de, bu dönemde Türkiye-Avrupa Birliği dış ticaretinin yapısını etkilemiştir. Son olarak Türkiye’nin kronik enflasyon sorununa çözüm bulmak amacıyla 2000 yılında uygulamaya koyulan Ekonomik İstikrar Programının, Kasım 2000 ve Şubat 2001 tarihlerinde yaşanan krizlerle hedeflerinden sapmasıyla oluşan istikrarsızlık ve devalüasyon, 2001 yılı ilk yarısındaki dış ticaret rakamlarında belirleyici olmuştur.[3]

 

  1. AB’NİN DIŞ TİCARETİMİZ İÇİNDEKİ PAYI

Gümrük Birliği öncesinde Türkiye’nin en büyük ticaret ortağı olan AB, Gümrük Birliği sonrasında da bu özelliğini devam ettirmiştir. Bir başka deyişle, Gümrük Birliği, Türkiye’nin dış ticaretinin coğrafi dağılımında önemli bir değişikliğe yol açmamıştır. 1993-1995 yılları arasında, dış ticaretimiz içinde ortalama  %45 olan AB’nin payı, 1996-2005 yıllarını kapsayan dönemde ortalama %50 olmuştur. Bunda, Gümrük Birliği’nin,  1971 yılından beri zaten  aşamalı olarak gerçekleştirilmiş olması ve 1996 yılına gelindiğinde ise gümrük tarifelerinde uyumun yaklaşık %80 oranında sağlanmış olmasının önemli bir payı vardır. Öte yandan, AB gibi güçlü bir ekonominin Türkiye’nin dış ticaretinde istikrarlı bir şekilde ve en büyük paya sahip olmasının, Türk ekonomisinin Dünya ekonomisinde yaşanabilecek krizlerden daha az etkilenmesine yardımcı olabilecektir.

 

Tablo 1 : Türkiye’nin Dış Ticareti ve AB’nin Payı 

Yıllar Genel                                                                   (milyon $) AB                                                      (milyon $) AB’nin Payı                                                    (%)
İhracat İthalat Hacim Açık İhracat İthalat Hacim Açık İhracat İthalat Hacim
1971 676 1.171 1.847 -495 329 582 911 -253 0,49 0,50 0,49
1980 2.910 7.909 10.819 -4.999 1.300 2.360 3.660 -1.060 0,45 0,30 0,34
1993 15.348 29.429 44.777 -14.081 7.289 10.950 18.239 -3.661 0,47 0,37 0,41
1994 18.105 23.270 41.375 -5.165 8.269 10.279 18.548 -2.010 0,46 0,44 0,45
1995 21.636 35.707 57.343 -14.071 11.078 16.760 27.838 -5.682 0,51 0,47 0,49
1996 23.224 43.626 66.850 -20.402 11.548 23.138 34.686 -11.590 0,50 0,53 0,52
1997 26.261 48.559 74.820 -22.298 12.248 24.870 37.118 -12.622 0,47 0,51 0,50
1998 26.974 45.921 72.895 -18.947 13.498 24.075 37.573 -10.577 0,50 0,52 0,52
1999 26.588 40.692 67.280 -14.104 14.333 21.419 35.752 -7.086 0,54 0,53 0,53
2000 27.485 54.149 81.634 -26.664 14.352 26.388 40.740 -12.036 0,52 0,49 0,50
2001 31.342 41.399 72.741 -10.057 16.118 18.280 34.398 -2.162 0,51 0,44 0,47
2002 36.059 51.553 87.612 -15.494 18.459 23.321 41.780 -4.862 0,51 0,45 0,48
2003 47.252 69.339 116.591 -22.087 25.899 33.495 59.394 -7.596 0,55 0,48 0,51
2004 63.121 97.540 160.661 -34.419 34.310 45.373 79.683 -11.063 0,54 0,47 0,50
2005 73.122 116.048 189.170 -42.926 38.312 48.958 87.270 -10.646 0,52 0,42 0,46

Kaynak: DTM, DİE.

 

Türkiye’nin AB-25’e ihraç ettiği belli başlı sanayi ürünleri cihaz, tekstil ürünleri, motorlu araç ve otomotiv parçalarıdır. Türkiye’nin AB-25’e ihraç ettiği belli başlı tarımsal ürünler ise meyve, sebze ve fındık olup, bu durum, Türkiye’nin tarım ürünleri ticaretinde fazla vermesini sağlamıştır. Türkiye’nin başlıca sanayi ithalat kalemleri ise makineler, kimyevi ürünler, demir ve çeliktir.[4]

 

1996’dan itibaren AB’nin Dış ticaretimiz içindeki dağılımı ithalat lehinde değişmiş; 1993-1995 yıllarında ortalama 8.879 milyar dolar olan ihracat payı 1996-2000 yıllarında ortalama 13.196 milyar dolara yükselirken, ithalatta bu pay yıllık ortalama 12.663 milyar dolardan 23.978 milyar dolara yükselmiştir. 2005 yılında ise AB, 73.122 milyar dolarlık ihracatımızdan 38.312 milyar dolar, 116.048 milyar dolarlık ithalatımızdan ise 48.958 milyar dolar pay almıştır. Bu tutarların genel ihracat ve ithalatımıza oranları ise sırasıyla %52 ve %42  olmuştur.

Tablo 2: Türkiye’nin İhracatının İthalatı Karşılama Oranları

 Yıllar Genel AB
ihracat/ithalat ihracat/ithalat
1971 0,58 0,57
1980 0,37 0,55
1993 0,52 0,67
1994 0,78 0,80
1995 0,61 0,66
1996 0,53 0,50
1997 0,54 0,49
1998 0,59 0,56
1999 0,65 0,67
2000 0,51 0,54
2001 0,76 0,88
2002 0,70 0,79
2003 0,68 0,77
2004 0,65 0,76
2005 0,63 0,78

Kaynak: DTM, DİE

Diğer taraftan, Türkiye’nin Avrupa Birliği dışında ticaret yaptığı diğer ülke ve ülke grupları ile Gümrük Birliği sonrası gerçekleştirdiği ticarette de belirgin bir değişiklik olmadığı ve aynı oranlarda istikrarlı bir artış gösterdiği ortaya çıkmıştır. Bu çerçevede, Gümrük Birliği’nin Avrupa Birliği lehine önemli bir ticaret sapması yaratmadığı ve Türkiye’nin diğer dış ticaret pazarlarında bir kayba yol açmadığını söyleyebiliriz.

  1. 1996-2005 DÖNEMİ TOPLAM DIŞ TİCARET KARŞILAŞTIRMASI

Tablo 3’den de görüleceği üzere, 1996-2005 döneminde, Türkiye’nin AB ülkeleriyle olan dış ticaret açığı, AB dışı diğer ülkelerin toplamıyla olan dış ticaret açığından önemli ölçüde azdır. Ayrıca, aynı dönemde AB’ye yapılan ihracatımızın ithalatı karşılama oranı %69 iken, AB dışında kalan tüm ülkelere yaptığımız ihracatın ithalatı karşılama oranı %57 dir. Bu, AB ile olan dış ticaretimizin, diğer tüm ülkelerle yaptığımız dış ticaret toplamına kıyasla daha dengeli olduğunu göstermektedir.

 

Tablo 3 : Türkiye’nin 1996-2005 Dönemi  Toplam Dış Ticareti 

Toplam Dış Ticaret (1996-2005) (Milyar $)
İhracat İthalat Açık İhracat/ithalat
AB 199 289 -90 0,69
AB Dışı 182 320 -138 0,57

Kaynak : DTM 

  1. AB’YE OLAN DIŞ TİCARETİMİZİN MAL GRUPLARI  İTİBARİYLE DAĞILIMI 

Türkiye’nin AB’den yaptığı ithalatı mal gruplarına göre değerlendirdiğimizde, 1996-2004 yılları arasında yatırım mallarının payının ortalama %26.5, ara mallarının payının %57.54 ve tüketim mallarının payının ise %15.35 olduğunu görmekteyiz.

 

 Tablo 4 : Türkiye’nin AB’nden Olan İthalatının Mal Grupları İtibariyle Dağılımı 

Yıl Yatırım Ara Malı Tüketim
Pay(%) Değişim (%) Pay (%) Değişim (%) Pay (%) Değişim (%)
1994 29,4 63,3 7,3
1995 28,7 50,5 62,5 52,5 8,8 87,5
1996 31,9 52,9 55,7 22,2 12,4 92,5
1997 29,5 -0,8 56,3 8,8 14,2 23,2
1998 29,8 -2 55,1 -5,3 15 2,5
1999 28,4 -15,5 55,2 -10,9 16,5 -2,7
2000 27,3 19,5 53 19,4 19,2 45,1
2001 23,6 -40,5 61,1 -20,9 14,2 -49,3
2002 23 24,2 61,8 29,1 13,7 23,2
2003 22,1 30,6 60,7 33,4 16,2 61
2004 23,5 52,5 59 39,4 16,8 47,9

Kaynak: DTM 

 

1996 yılında, bir önceki yıla göre toplam ithalat  %38.1 oranında artarken, sermaye malları ithalatında %52.9 , ara malları ithalatında %22.2 ve tüketim malları ithalatında %92.5 oranında artış olmuştur.

 

Türkiye’nin AB’den gerçekleştirdiği ithalatta yatırım ve ara mallarının ağırlıklı yer tutması, ithalatın Türk sanayisine yönelik girdi sağlayan sağlıklı yapısını ortaya koymaktadır. Yüksek teknolojiye dayanan yatırım mallarının ithalatı bu ürünlere bağlı  üretimde de ileri teknoloji kullanımını zorunlu kılmakta, firmaları AR-GE’ ye yönelten bir diğer etken olarak nihai aşamada üretimin kalitesinde belirleyici rol oynamaktadır.[5] 

Tablo 5 : Türkiye’nin AB’ne Olan  İhracatının Mal Grupları İtibariyle Dağılımı 

Yıl Yatırım Ara Malı Tüketim
Pay (%) Değişim (%) Pay (%) Değişim (%) Pay (%) Değişim (%)
1994 2,9 32,5 64,6
1995 2,9 26,2 31,8 25,8 65,3 29,7
1996 3,4 24,5 32,3 5,6 64,3 2,7
1997 3,5 6,8 33,5 10,1 63 4
1998 3,6 15,6 34,2 12,4 62,2 8,8
1999 4,4 29 34,7 8 60,9 4
2000 4,6 5,5 35,9 4,5 59,5 -1,2
2001 6 44,1 35,7 10,5 58,1 8,4
2002 6,9 32,7 31,6 1,4 61,4 21,1
2003 8,5 63 30,4 27,4 61 31,8
2004 11 81,8 31,3 45 57,4 32,4

Kaynak: DTM

 

İhracatımızın mal grupları itibariyle dağılımını incelediğimizde ise, GB öncesi dönemde olduğu gibi GB’nin son döneminde de tüketim malları %65.3 ve %57.4’lük paylarla AB’ye yapılan ihracatın temelini oluşturmuştur. İkinci sırada bulunan ara mallarının oranı ise 1/3 olan seviyesini korumuş, yatırım mallarının payı iki dönem arasında  %2.9’dan %11’e kadar yükselmiştir. GB öncesi %19 olan tarım ürünlerinin payı, söz konusu dönem sonunda yarı yarıya azalarak %9’a gerilemiştir. Türkiye’nin AB’ye yönelik ihracatı 11.078 milyar dolardan 34.310 milyar dolara yükselirken, tarım ürünleri ihracatı 1995 yılındaki 2 milyar dolarlık seviyesini aşamamıştır. Bu durum, Türkiye’nin tarım ürünleri genel ihracatı için de geçerlidir. 1995 yılında 4.1 milyar dolar olan toplam tarım ürünleri ihracatı, 2003 yılında 4.4 milyar dolar olarak gerçekleşmiştir.[6]

 

  1. GENEL VE AB İLE OLAN DIŞ TİCARETİMİZİN GELİŞİMİ

Grafik 1, 2 ve 3’ü incelediğimizde, Gümrük Birliği döneminde, Türkiye’nin genel ihracat ve ithalatının, AB’ye olan ihracat ve ithalatı ile paralel bir gelişme gösterdiği ortaya çıkmaktadır. Bu gelişmenin, AB’nin toplam dış ticaretimiz içinde %50 gibi yüksek bir paya sahip olmasından kaynaklandığını söylememiz mümkündür. Grafik 1  Ayrıca, Türkiye’nin AB’ye olan ihracatının ithalatı karşılama oranının, ilk iki yılda gerileme göstermekle birlikte, 1998 yılından itibaren tekrar yükselişe geçtiği, 2002 yılından bu yana da 1995 seviyesinden daha yukarıda seyrettiği görülmektedir (1995 yılında AB ile olan İhracat/ithalat oranımız %66 iken, 2005 yılında bu oran %78 seviyesine çıkmıştır). 

Grafik 2

 

 

Diğer taraftan, dış ticaret kalemlerindeki gelişme cari işlemler dengesini olumsuz yönde etkilemiştir. 1995 yılında 2.3 milyar dolar olan cari işlemler açığı, 1996 yılında 5.4 milyar dolara yükselmiştir. 1997 yılında bavul ticareti hariç, cari işlemler açığı 4.7 milyar dolar olmuştur. [7] Ancak, bu gelişmenin ne kadarı gümrük birliğine bağlı olarak ortaya çıkmıştır, ne kadarı maliye politikasındaki genişlemeci eğilimin sonucudur, bunu tespit etmek oldukça zordur.[8]

 

Grafik 3

 

 

Bununla birlikte, Türkiye’nin dış ticaretinin, GB’nden fazla etkilenmediği fakat daha çok kur politikaları’ndan etkilendiğini söyleyebiliriz. 1990’lı yılların hemen başından itibaren, uluslar arası kısa vadeli sermaye hareketlerini çekmek için uygulanan aşırı değerlenmiş TL politikası bir başka deyişle faiz lehine oluşturulan faiz-kur makası ithalatı özendirirken ihracatı cezalandırmıştır.[9]

 

  1. GÜMRÜK BİRLİĞİNİN TİCARET YAPICI ETKİSİ

GB, teknoloji transferi yoluyla birlik içinde yer alan ülkelerin üretim verimliliğini artırır. Üye ülkeler arasında ticarete karşı uygulanan tarife ve kotaların kaldırılması sonucunda malların fiyatları düşer. Bu gelişmeler, ülkeler arasındaki ticaret hacminin ve dolayısıyla daha ucuz ve kaliteli tüketimin artmasına yol açar.

Bu kapsamda, Türkiye’nin AB’ne olan ihracatının 1995-2005 yılları arasındaki gelişimine baktığımızda (Grafik 2), ihracatın istikrarlı bir şekilde ve devamlı olarak arttığını görebiliriz. Türkiye’nin AB’nden ithalatının da yaklaşık olarak benzer bir seyir gösterdiğini söylememiz mümkündür(Grafik 1). 1995 yılında AB’ne olan toplam ihracatımız 11.078 milyon $’dan 2005 yılına geldiğimizde 38.312 milyon Dolara yükselmiştir. Aynı şekilde, AB’nden yaptığımız ithalat aynı yıllarda, 16.760 milyon Dolardan 48.958 milyon Dolara çıkmıştır. Toplam ticaret hacmine baktığımızda ise, 1995 yılında 27.838 milyon Dolardan 2005 yılında 87.270 milyon Dolara çıktığını görmekteyiz.

  1. GÜMRÜK BİRLİĞİNİN TİCARET SAPTIRICI ETKİSİ

Gümrük Birliği’nin 1996 yılında yürürlüğe girmesiyle, Türkiye-AB arasında gümrük vergileri, miktar kısıtlamaları ve eş etkili vergiler kaldırılmış, üçüncü ülkelere karşı ise AB’nin ortak gümrük tarifesi uygulanmaya başlanmıştır. Bu durum, birlik dışında yer alan ülkelerden yapılan ithalatın pahalı hale gelmesine karşılık Birlik üyesi ülke mallarının ucuzlamasına yol açmıştır. Ancak, Türkiye’nin AB dışı ülkelerle ikili ticari ilişkilerinin gelişmiş olması nedeniyle, GB’nin ticaret saptırıcı etkisi çok fazla hissedilmemiştir. Tablo 6’dan da görebileceğimiz gibi, 1995 yılında AB’nden ithalatımızın genel ithalatımız içindeki payı %47 iken, 1999 yılında %53’e yükselmiş, 2005 yılında ise %42 seviyesine gerilemiştir. Aynı şekilde AB’ne olan ihracatımızın genel ihracatımız içindeki payı 1995 yılında %51 iken 1999 yılında %54 seviyesine yükselmiş, 2005 yılına gelindiğinde %52 seviyesinde gerçekleşmiştir.

 

Bu çerçevede, Türkiye-AB arasında gerçekleştirilen Gümrük Birliği’nin, her ne kadar rekabet şansı olmayan sektörlerde üretim ve istihdam kaybına yol açması mümkün olsa da, bu süreçte ülkeye yabancı sermaye ve teknoloji girişinin hızlanması ve sanayinin rekabet gücünün artmasına katkıda bulunması nedeniyle, Türkiye’nin dış ticaretinde olumlu bir etkisinin olduğunu söylememiz mümkündür.

 

SONUÇ 

Türkiye’nin 1959 yılında başlayan AB yolculuğu, 1963 yılında imzalanan Ankara Anlaşmasıyla kurumsal bir niteliğe bürünmüş, 1970 tarihinde imzalanan Katma protokol ile derinlik kazanmıştır. 1995 yılında imzalanan ve Türkiye-AB Gümrük Birliği’nin esaslarını düzenleyen 1/95 Sayılı Ortaklık Konseyi Kararıyla da ilişkilerde son döneme girilmiştir.

 

Ayrıca, son yıllarda ülkemizde yaşanan demokratikleşme hareketleri ve sağlanan ekonomik istikrarın, Türkiye-AB katılım müzakerelerinin 3 Ekim 2005 tarihinde başlamasına büyük katkı sağladığını söylememiz mümkündür.

 

Gümrük Birliği, Türkiye’nin AB’ne entegrasyonunda bir kilometre taşı olup, nihai hedef AB’ne tam üyeliktir. Türkiye’nin geleceği, son 200 yıldır izlediği temel politikalara uygun olarak Batı Dünyası ile entegrasyonda yatmaktadır.[10]

Gümrük Birliği esas olarak,  AT’nın 1971 yılında, Türkiye çıkışlı tüm sanayi ürünlerine karşı gümrük vergilerini tek taraflı olarak sıfırlaması ile başlamıştır. Türkiye ise, Ortaklık Anlaşması gereğince, Topluluk çıkışlı sanayi ürünlerine karşı gümrük vergilerini aşamalı olarak kaldırma yükümlülüğü altına girmiştir.

Türkiye’nin AT’na doğrudan başvuru yapmak yerine bir ortaklık ilişkisiyle Avrupa bütünleşme sürecine girmesinin nedeni, Türkiye ve AT üyesi ülkeler arasındaki büyük ekonomik, sosyal ve siyasal farktır. Ortaklık sürecinde, söz konusu farkın giderek kapatılması hedeflenmiştir. Türkiye-AB Gümrük Birliği bu farkın ekonomik anlamda giderilmesi için önemli bir süreç olmuştur.[11]

Bu kapsamda, Gümrük Birliği, Türkiye-AB ilişkilerinin daha da derinleşmesine katkıda bulunarak, malların serbest dolaşımı ve ticaret politikası; gümrük vergileri, miktar kısıtlamaları ve eş etkili önlemler ile vergi ve resimlerin kaldırılması; ortak gümrük tarifesi ve tercihli tarife politikaları; fikri sınai ve ticari hakların korunması alanlarında önemli adımlar atılmasında ve yasaların yakınlaştırılmasında itici bir güç olmayı başarmıştır.

Bununla birlikte, AB’nin toplam dış ticaretimiz içinde %50 gibi yüksek bir paya sahip olması nedeniyle, GB döneminde, Türkiye’nin AB ile olan dış ticareti, genel dış ticareti ile paralel bir seyir takip etmiştir.

Sonuç olarak, Türkiye-AB Gümrük Birliği, her ne kadar Türkiye’nin dış ticaretinde köklü bir değişikliğe yol açmasa da, gerek ticaretin mal ve ülke bazında çeşitlenmesine ve gerekse ülkeye yeni teknoloji ve sermaye girişinin hızlanmasına ve rekabetin geliştirilmesine sağladığı katkılar dikkate alındığında, tam üyelik yolunda atılan çok yararlı bir adım olmuştur.

KAYNAKÇA

DÖNMEZ Mustafa, “Gümrük Birliğinin Ekonomik Etkileri”, DPT, Aralık 1998.  

DPT, “Ankara Anlaşması ve Katma Protokol”, Cilt 2, Ağustos 1993

DPT, “Avrupa Topluluklarını kuran Temel Anlaşmalar(AKÇT, AET, AAET)”, Cilt 1,Ağustos 1993.

KARLUK Rıdvan,“Avrupa Birliği ve Türkiye”, Beta Basım A.Ş. , İstanbul 2002.

LITTOZ-MONNET Annabelle, VILLANUEVA PENAS Beatriz, “Turkey and The European Union, the İmiplications of a Spesific Enlargement”, sf. 3. http://www.irri-kiib.be/papers/050404Turquie-ALM-BVP.pdf

ÖZEN Çınar, “Türkiye-Avrupa Topluluğu Gümrük Birliği ve Tam Üyelik Sürecine         Etkileri”, 1.Baskı, Mayıs 2002.

SOĞUK Handan, İKV, http://www.ikv.org.tr/arastirmalar/degerlendirmeler/degerlendirmeler.html

ŞAHİNÖZ Ahmet, “AB-Türkiye: Ticari İlişkiler ve Gümrük Birliği”, İktisat İşletme ve Finans           Dergisi, Haziran 2004.

“Türkiye 2005 İlerleme Raporu”, Avrupa Komisyonu, Brüksel, 9 Kasım 2005, SEC(2005)1426.  Ulusal Program, 24.07.2003 tarihli 25178 sayılı Resmi Gazete.

İnternet Kaynakları 

www.abgs.gov.tr

www.abhaber.com

www.deltur.cec.eu.int

www.die.gov.trwww.dpt.gov.tr

www.dtm.gov.tr

www.hazine.gov.tr

www.ikv.org.tr

[1] Roma Anlaşması’nın 13 üncü maddesinde, üye devletlerin, aralarında yürürlükte olan ithalata yönelik gümrük vergilerini ve eş etkili yükümleri, geçiş dönemi içinde aşamalı olarak kaldıracakları hükme bağlanmıştır.

[2] Annabelle LITTOZ-MONNET, Beatriz VILLANUEVA PENAS, “Turkey and The European Union, the Implications of a Spesific Enlargement”, sf. 3.

[3] Handan SOĞUK, İKV, http://www.ikv.org.tr/arastirmalar/degerlendirmeler/degerlendirmeler.html

[4] “Türkiye 2005 İlerleme Raporu”, Avrupa Komisyonu, Brüksel, 9 Kasım 2005, SEC(2005)1426. sf.7.

[5]  Handan SOĞUK.

 

[6] Ahmet ŞAHİNÖZ, sf.39

[7] Bavul ticareti dahil edildiğinde cari işlemler açığı 1996 yılında 2.4 milyar dolar, 1997 yılında ise 2.8 milyar dolar olmaktadır.

 

[8] Mustafa DÖNMEZ, “Gümrük Birliğinin Ekonomik Etkileri”, DPT, Aralık 1998. sf. 2.

[9] Ahmet ŞAHİNÖZ, sf. 38

[10] Rıdvan KARLUK, “Avrupa Birliği ve Türkiye”, Beta Basım A.Ş., İstanbul 2002, sf.697.

[11] Çınar ÖZEN, sf. 120-121.

Share This:

SONRADAN KONTROL: TEORİ VE UYGULAMA

SONRADAN KONTROL: TEORİ VE UYGULAMA

1. Giriş

1994 GATT Anlaşmasının VIII’inci maddesinin 1/c fıkrasında, “Taraflar, ithalat ve ihracatta belge kullanımını azaltma ve basitleştirme ve ithalat ve ihracat formalitelerindeki karmaşıklığı ve mükerrerliği en alt düzeye indirme gerekliliğini kabul ederler” hükmü yer almaktadır.

Ayrıca, 1974 yılında yürürlüğe giren ve Haziran 1999 yılında yeniden gözden geçirilen Kyoto Konvansiyonu’nun (Gümrük Prosedürlerinin Uyumlaştırılması ve Basitleştirilmesi Hakkında Uluslararası Konvansiyon) Gümrük Kontrolü (Customs Control) başlıklı 6’ncı Bölümünde, “Gümrük bölgesine giren veya çıkan tüm mallar, gümrük ve sair vergilere tabi olup olmadığına bakılmaksızın, araçlarıyla birlikte gümrük kontrolüne tabidir.” Hükmü yer almaktadır. Ayrıca, aynı Anlaşma, diğer yasal kontrol yöntemlerine ilave olarak, risk yönetimi ve firma denetiminin kullanılmasını ve modern teknolojilerin uygulanmasını da öngörmektedir.

Öte yandan, 4458 sayılı Gümrük Kanunu’nun 73’üncü maddesinin 1’inci fıkrasında, “Gümrük idareleri, eşyanın tesliminden sonra ve beyannamedeki bilgilerin doğruluğunu saptamak amacıyla, eşyanın ithal veya ihraç işlemlerini veya sonraki ticari işlemlere ilişkin ticari belge ve verileri kontrol edebilirler. Bu kontroller beyan sahibine, söz konusu işlemler ile doğrudan ya da dolaylı olarak ticari yönden ilgili diğer kişilere veya belge ve verileri ticari amaçla elinde bulunduran diğer kişilere ait yerlerde yapılabilir. Mümkün olduğu takdirde eşya muayene de edilebilir.” Hükmü yer almaktadır. Ayrıca, Gümrük Kanunu’nun 71’inci maddesi de, gümrük işlemlerindeki usul ve formalitelerin basitleştirilmesi yönünde hükümler içermektedir.

Görüldüğü üzere, gümrük işlemlerinde sonradan kontrol (post clearance audit) uygulamasının esasları, uluslararası anlaşmalarla belirlenmiş olup başta Batı Avrupa ülkeleri olmak üzere birçok ülkede uygulaması sürdürülmektedir. 4458 Sayılı Gümrük Kanunu’nun 73’üncü maddesi de ülkemizde sonradan kontrolü mümkün kılmaktadır. Çalışmamızda, ilk olarak sonradan kontrol/firma denetimi kavramının teorik olarak açıklaması yapılarak, sonradan kontrolün yararları hakkında bilgi verilecektir. Müteakiben, gümrük idarelerinde kurulacak bir sonradan kontrol sisteminin genel yapısı hakkında fikir verilecek ve nihayet Türk Gümrük Mevzuatının sonradan kontrol hükümleri inceleme altına alınacaktır.

2. Sonradan Kontrol Nedir?

Gümrük kontrol faaliyetlerini genel anlamda iki ana başlık altında toplayabiliriz. Bunlar;

1- İthalat/ihracat işlemleri sırasında kontrol: Belge kontrolü, fiziki muayene, laboratuar kontrolü ve basitleştirilmiş kontrol

2- İthalat/ihracat işlemleri sonrasında kontrol: Ertelenmiş kontrol ve sonradan kontrol

Sonradan kontrol, eşyanın gümrük gözetiminden çıkmasından sonra, beyanların doğruluğunun saptanması amacıyla yapılan gümrük kontrolü veya firma denetimidir. Gümrük kontrol sisteminin son aşamasını oluşturan söz konusu denetim, seçili bir işlemi kapsayacağı gibi, belirli bir döneme ait ithalat veya ihracat işlemlerinin tümünü de içine alabilmektedir. Ayrıca, bu denetim, gümrük idaresinde yapılabileceği gibi ilgili firmada da gerçekleştirilebilmektedir.

Sonradan kontrol, özellikle, belirli risk alanlarında uygunluk denetimi amacıyla yapılmaktadır. Bu alanlar;

a. Kıymet
b. Menşe
c. Tarife

Olarak sınıflandırılabilir.

Sonradan kontrol/firma denetimi; gümrük işlemlerinin ve bu işlemlerle bağlantılı diğer hesap kayıt ve belgelerin kontrolünü kapsamaktadır. Yani yalnızca ithalat ve ihracat işlemi değil gümrükle ilgili (antrepo, menşe, kıymet, onaylanmış kişi vb) tüm işlemlerin kontrolü söz konusudur. Sonradan kontrol, sadece firmaların yaptığı işlemlerin kontrolü değil yapacağı işlemlere ilişkin hem kontrol hem de bilgi alış-verişinin yapılmasını da kapsar. Yine gümrük işlemleriyle bağlantılı muhasebe kayıtlarının, kambiyo hareketlerinin, çalışanların mevzuat bilgilerinin kontrolünü de içerir. Bu anlamda etkili ve verimli sonuç alınması için sonradan kontrol/dış denetim/firma denetimi yapacak kişilerin gümrük mevzuatının yanı sıra muhasebe bilgisi konusunda da eğitim almış olması gerekmektedir.
Çalışmamızın bundan sonraki bölümünde, sonradan kontrol/firma denetimi deyimi yerine, firma denetimini de kapsayacak şekilde sadece sonradan kontrol deyimi kullanılacaktır.

3. Sonradan Kontrolün Başlıca Yararları

a) Gümrük işlemlerinin basitleştirilmesiyle birlikte, ithalatçı ve ihracatçıların gümrüklerde harcadıkları süre en aza indirilerek, bu kişilerin mallarının dağıtımını hızlı bir şekilde yapmalarına imkân sağlanmaktadır.

Geleneksel gümrük işlemlerinin uygulandığı gümrük idarelerinde, eşyalar sınır kapılarında veya limanlarda gümrük kontrolüne tabi tutulmaktadırlar. Bu işlem ise, eşyaların günlerce bazen de haftalarca gümrük gözetimi altında kalmasına yol açabilmekte, dolayısıyla sonradan kontrol, bu olumsuzluğu da ortadan kaldırmaktadır.

b) Sonradan kontrol ve risk yönetimi tekniklerini kullanan gümrük idareleri, sadece yapılan işleme dayalı kontrolden, daha gelişmiş firma odaklı denetime geçme fırsatını yakalayabilmektedirler.

c) Sonradan kontrol yöntemi, mevcut bilgilerin analizine ve ilgili ithalat işlemi ve firma hakkındaki istihbarat bilgilerine dayandığı için daha etkili bir kontrol tekniğidir.

d) Menşe ülkelerinin veya farklı göndericilerin birbirleriyle karşılaştırılmaları sonucunda, düşük kıymet gibi yanlış beyanlar kolaylıkla tespit edilerek, eksik alınan gümrük vergisi ve ilgili diğer vergiler tahsil edilebilecek ve hazine gelirleri bu şekilde artırılabilecektir.

e) Eşyaların gümrüklerde bekleme sürelerinin azaltılmasıyla birlikte gümrük memurlarının gerek planlama ve gerekse acil denetimlere yeterli zaman ayırmaları sağlanacak ve böylece personel daha etkin bir şekilde görev yapabilecektir.

f) Malların gümrüklerden ilişik kesme sürelerinin azalması, iş sahiplerinin rekabet gücünü de artıracaktır.
g) Malların gümrüklerde bekleme sürelerinin azaltılması, hem depolama ve hem de sigorta masraflarında tasarrufa yol açabilecektir.

4. Sonradan Kontrol Sisteminin Uygulama Koşulları

Sonradan kontrol, oldukça karmaşık ve sonuçları itibariyle çok önemli bir süreçtir. Bu nedenle, etkili bir sisteminin kurulması, önceden yapılacak kapsamlı çalışmaların ve yatırımların varlığına bağlıdır. Bu ön koşulları kısaca açıklayalım:

a) Etkin bir sonradan kontrol sisteminin kurulabilmesi, öncelikle idarenin en üst yöneticilerinin kararlılığını ve desteğini gerektirmektedir.

b) Gümrük İdaresi, etkili bir denetim stratejisi geliştirerek, personeline, uygulamaya yönelik rehberlik hizmeti vermelidir.

c) Sonradan kontrol ile görevlendirilecek personelin, sistemin avantajlarından en iyi şekilde istifade edebilmelerini teminen, analitik çalışma teknikleri, etkili kontrol metotları konularında kapsamlı eğitime tabi tutulmalıdır.

d) Sonradan kontrol çoğunlukla ilgili firmalar nezdinde yapıldığı için, firma denetiminin sağlıklı olması açısından, gümrük idareleri ile firmalar arasında olumlu bir işbirliğinin geliştirilmesi gerekmektedir.

e) Her ne kadar sonradan kontrol manuel olarak veya yarı-otomatik ortamlarda yapılabilmekte ise de otomasyon etkin bir kontrol sisteminin vazgeçilmez bir unsuru olarak değerlendirilmelidir.

f) Sonradan kontrolün, belge incelemesinin yanı sıra malların fiziki kontrollerini de kapsayacağı ve bu denetimin firmalarda yapılacağı göz önüne alınarak, gerek gümrük kanunlarında ve gerekse ilgili diğer mevzuatta gerekli değişiklikler yapılmak suretiyle, yeni kontrol sistemlerinin usul ve esasları düzenlenmeli ve idarenin yetkileri açıkça belirtilmelidir.

g) Kurulacak bir sonradan kontrol sistemi aynı zamanda, etkili bir risk yönetimi sistemini de gerekli kılmaktadır.

5. Yeni Kurulacak Bir Sonradan Kontrol Sisteminin Çerçevesi

Etkili bir sonradan kontrol sisteminde, öncelikle risk yönetimiyle harekete geçilir. Daha sonra denetlenecek firma ile iletişim ve işbirliğine gidilir. Bunu profesyonel bir denetim ile firmanın dahili kontrolü takip eder. Denetim raporunun bir örneği firmaya gönderilir ve nihayet sonuçlar değerlendirilerek firma denetimi tamamlanır. Bu noktada, yeni kurulacak bir sonradan kontrol sisteminin genel yapısının aşağıdaki gibi olması önerilmektedir:

SONRADAN KONTROL PROGRAMININ OLUŞTURULMASI

• İthalatçı/İhracatçı Kontrolü
• Gümrük Müşaviri Kontrolü
• Taşıma Manifestosu Kontrolü
• Serbest Bölge Kontrolü

RİSK YÖNETİMİ

STRATEJİ PLANLAMASI

POTANSİYEL DENETİM HEDEFLERİNİN BELİRLENMESİ

• Kıymet
• Menşe
• Tarife
• İstisnalar/Muafiyetler

FİRMALARIN/KİŞİLERİN SEÇİMİ

DENETİM HAZIRLIKLARI

• Denetçilerin/denetim ekiplerinin görevlendirilmesi
• Denetim kapsamının belirlenmesi
• Firma ile iletişim kurulması
• Firmadan bilgi istenilmesi
• Sualname gönderilmesi
• Firma beyannamelerinden veri Sağlanması

DİĞER GÜMRÜK İDARELERİ İLE İRTİBAT

SONRADAN KONTROLÜN YÜRÜTÜLMESİ

• Ön toplantılar yapılması
• Kayıtların incelenmesi
• Firma kayıtlarının teyit edilmesi
• Uygunluğun saptanması

SONRADAN KONTROLÜN BİTİRİLMESİ

• Rapor hazırlanması
• Sonuçların firmaya bildirilmesi
• Sonuçların ilgili gümrük idarelerine rapor edilmesi

SONUÇLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ VE SÜRECİN TAMAMLANMASI

6. Türk Gümrük Mevzuatında Sonradan Kontrol ve Uygulama

2913/92 sayılı AB Gümrük Kodu’nun 78’inci maddesi ile benzer hükümler içeren 4458 Sayılı Gümrük Kanunu’nun 73’üncü maddesi, gümrük idarelerinin, eşyanın tesliminden sonra ve beyannamedeki bilgilerin doğruluğunu saptamak amacıyla eşyanın ithal veya ihraç işlemlerini veya sonraki ticari işlemlere ilişkin ticari belge ve verileri kontrol edebileceklerini belirtmektedir. Bu kontrollerin beyan sahibine veya ilgili diğer kişilere ait yerlerde de gerçekleştirlebileceği ve mümkün olduğu takdirde eşyanın fiziki muayenesinin de yapılabileceği aynı madde ile hüküm altına alınmıştır.

Ancak, evrensel anlamda “sonradan kontrol” kavramına uygun olarak, bir firmanın belirli bir döneme ait tüm dış ticaret işlemlerinin düzenli olarak denetlenmesi yöntemi henüz ülkemizde tam olarak uygulamadaki yerini alamamıştır. Gümrük Kanunu’nun 73’üncü maddesi tüm beyanların sonradan kontrolünü mümkün kılarken, bu madde ile ilgili düzenlemeler içeren, Gümrük Yönetmeliği’nin 207’inci maddesi sadece “mavi hatta” sevkedilen, “basitleştirilmiş usule” tabi beyannamelerin kontrolünü düzenlemektedir. Bu noktada, Gümrük Yönetmeliği’nin, sonradan kontrole ilişkin düzenlemeler açısından yetersiz olduğunu söylememiz mümkündür.

Son yıllarda, Gümrükler Genel Müdürlüğü tarafından yapılan risk analizleri sonuçlarına dayanılarak, sektörel bazda, Gümrük Kontrolörleri tarafından gerçekleştirilen firma denetimlerini, ülkemizdeki sonradan kontrol faaliyetlerinin başlangıç noktası olarak değerlendirmemiz mümkündür. Gümrük Yönetmeliği’nin 207’inci maddesi kapsamında, Muayene Memurlarının işyeri ziyaretleri yapmak suretiyle gerçekleştirdikleri denetimler ise, sonradan kontrol/firma denetiminden ziyade, Gümrük Kanunu’nun 71’inci maddesinde düzenlenen basitleştirilmiş usul kapsamında, eşyanın firmada muayene edilmesi işlemleri olarak algılanmalıdır.

Bu noktada, Gümrük Kanunu’nun 73’üncü maddesinde düzenlenen sonradan kontrol işlemleri ile ilgili esas ve usullerden ziyade Kanun’un 71’inci maddesinde düzenlenen Basitleştirilmiş Usul işlemlerine açıklık getiren Gümrük Yönetmeliği’nin 207’inci maddesine göre yürütülen faaliyetleri açıklamakta yarar bulunmaktadır. Buna göre;

Gümrük mevzuatına göre ön incelemeleri yapıldıktan sonra “Onaylanmış Kişi Statü Belgesi” verilen firmalar vergi numarasına göre bilgisayar sistemine tanıtılmakta ve “mavi hatta” giren firmaya ait eşyaların muayenesi yapılmamaktadır. Bu hatta düşen eşyanın kontrolü daha sonraki aşamada belge üzerinden yapılmakta, gerek görülürse firma kayıtları da incelenebilmektedir. Gelişmiş ülkelerde en çok işlem görülen hat yeşil/beyaz hat olup (%90 üzerinde), risk analizleri sonucunda sevkiyatların büyük çoğunluğu gümrük kontrolüne tabi tutulmamaktadır. Ülkemizde ise yeşil hat uygulaması yok denecek kadar az olup, sonradan kontrole tabi mavi hat uygulaması %25 civarındadır.

Diğer taraftan, 01.01.2006-30.06.2006 tarihleri arasında tescil edilen ithalat gümrük beyannamelerinin (otomasyona geçmiş gümrük idarelerince), BİLGE sistemi tarafından yaklaşık % 27’si “kırmızı hat”, % 48’i “sarı hat” ve %25’i ise “mavi hat” a sevkedilmiştir.

Ayrıca, Risk kriterlerine göre basitleştirilmiş kontrol yöntemine tabi tutulan gümrük beyannamelerinin gümrük idaresi nüshaları, basitleştirilmiş kontrol servisinde toplanmakta, bu serviste görevli muayene memurları beyanname ve sistem üzerindeki bilgiler ile beyanı tevsik eden belgelerdeki bilgileri karşılaştırmaktadırlar. İlgili muayene memuru tarafından yapılan belge kontrolü sonucunda, uygun sonuç alınması durumunda BİLGE ekranına ve beyannamenin döküm nüshası üzerine “Kontrolü yapılmış ve uygun sonuç alınmıştır” meşruhatı düşülerek beyanname imzalanmaktadır.
Muayene memuru yaptığı inceleme sırasında beyanname ve ekli belgeler arasında ciddi bir farklılık görür ve fiziki muayenenin yapılmasına karar verir ise; durumu bir müzekkere ile idari amirine bildirmektedir. İdari amirinin fiziki muayeneyi uygun görmesi halinde, ilgili muayene memuru ile birlikte başka bir muayene memuru veya gümrük memuru görevlendirilmekte, bu memurlar eşyanın bulunduğu depo, fabrika veya işletmeye giderek eşyanın fiziki muayenesini yapmaktadırlar. Eşyanın bulunduğu duruma göre stok deposunda, üretim bandında, mamul stok ambarında veya firmanın muhasebe kayıtlarında gerekli inceleme yapılarak muayene sonuçları bir tutanağa bağlanmaktadır. Ayrıca, eşyanın gümrük işlemleri veya sonraki ticari işlemlere ilişkin ticari belge ve veriler de kontrol edilebilmektedir.

Öte yandan, 31 Seri Nolu Gümrük Genel Tebliği (Gümrük İşlemleri), “Onaylanmış Kişi Statü Belgesi” için yapılacak müracaatta aranacak belgeler, belgenin kullanımı, süresi, yenilenmesi, geçici olarak geri alınması ile iptaline ilişkin usul ve esaslar ile basitleştirilmiş usuller, basitleştirilmiş kontrol yöntemi, basitleştirilmiş işlem kapsamında A.TR düzenleme, onaylama ve vize işlemleri ile kısmi teminat işlemlerine ilişkin usul ve esasları belirlemektedir. Buna göre;

Gümrük Yönetmeliğinin 207’nci maddesi kapsamında basitleştirilmiş kontrol yöntemi uygulamasından; A ve B Sınıfı Onaylanmış Kişi Statü Belgesi sahibi kişiler yararlandırılmaktadır.

Söz konusu Tebliğin basitleştirilmiş kontrol yöntemine ilişkin hükümleri bilgisayar sistemi (BİLGE) bulunan gümrük idarelerinde geçerlidir.

Basitleştirilmiş kontrol yöntemi, risk kriterlerine göre, belge kontrolü ve fiziki muayene yapılmadan teslim edilen eşyanın teslimden sonra gümrük beyannamesi ile ticari belge ve verileri incelenerek gerektiğinde eşyanın fiziki muayenesinin imalathane, fabrika, özel depo, işyeri ve benzeri yerlerde yapılmasını ifade etmektedir.

Tebliğ’de belirtilen usul ve esaslar dahilinde yapılan, eşyanın fiziki muayenesini de içeren basitleştirilmiş kontrol sonucunda; 4458 sayılı Gümrük Kanunu, 4926 Sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu, 5237 Sayılı Türk Ceza Kanunu ile Dış Ticaret Mevzuatı gereği ceza gerektiren bir fiilin tespiti halinde derhal takibata başlanmakta ve durum derhal Başmüdürlükler kanalıyla Gümrük Müsteşarlığı’na (Gümrükler Genel Müdürlüğü) iletilmektedir.

Basitleştirilmiş Kontrol uygulamasından yararlanmak üzere, Onaylanmış Kişi Statüsü ve buna ilişkin belge verilen kişiler; yürürlükteki dış ticaret ve gümrük mevzuatına uymak, kontrolleri olanaklı hale getirecek her türlü kolaylığı göstermek, ilgili bütün belge ve verileri kontrolü yapan gümrük personeline ibraz etmek, zorundadırlar. Sözkonusu, yükümlülükleri yerine getirmeyenlerin Onaylanmış Kişi Statüsü iptal edilmektedir.

Öte yandan, Gümrükler Genel Müdürlüğü’nün tüm Gümrükler Başmüdürlükleri’ne yönelik 26.03.2003/07246 tarihli/sayılı tasarruflu yazısında, Gümrük Yönetmeliğinin 207’inci maddesi kapsamında sonradan kontrol işlemine tabi tutulan (mavi hatta işlem gören) beyannamelere ilişkin yapılacak inceleme ve kontrollerin yanında, işyerlerine yapılacak ziyaretler suretiyle gerçekleştirilecek inceleme ve kontroller hakkında düzenlemeler öngörülmektedir. Buna göre;

Mevzuat dahilinde, sonradan kontrol işlemine tabi tutulan beyannamelerden gümrük muayene memurunun yaptığı inceleme sırasında beyanname, ek belgeler ve ekran bilgileri arasında ciddi bir farklılık bulunmayanlar da dahil olmak üzere, Gümrük Müdürlükleri itibariyle (Ocak-Mart), (Nisan-Haziran), (Temmuz-Eylül) ve (Ekim-Aralık) şeklinde üçer aylık dönemleri kapsayacak şekilde; tescil edilmiş sonradan kontrole tabi beyannamesi sayısı;
5000 ve yukarısında olanlar için % 2 (en az 100, azami 120)
2000 ile 4999 arasında olanlar için % 3 (en az 60, azami 100)
1000 ile 1999 bin arasında olanlar için % 4 (en az 40, azami 60)
999 ve aşağısında olanlar için % 5 (en az 5, azami 40)
Oranlarında örnekleme yöntemiyle farklı firmalara ait olması da dikkate alınarak, özellikle gümrük vergi oranı, geldiği ülke ve menşe ülke gibi riskli sayılabilecek durumlar göz önünde bulundurularak belirlenen gümrük beyannameleri kapsamı eşyanın, işyeri ziyareti yapılmak suretiyle fiziki muayene, inceleme ve kontrole tabi tutulmasının sağlanması için yeterli sayıda gümrük muayene memuru görevlendirilmektedir.

Bu memurlar eşyanın bulunduğu depo, fabrika veya işletmeye giderek gümrük muayenesini yapmaktadırlar. Bu süre içerisinde eşya, malzeme stok deposundan çıkarılmış olması durumunda üretim bandında, üretim bandından çıkmış ise mamul stok ambarında, bu ambardan çıkarılarak satılmış ise firmanın muhasebe kayıtlarında gerekli inceleme yapılarak muayene sonuçlarını bir tutanağa bağlamaktadırlar.

7. Sonuç

Tanımından da anlaşılacağı gibi sonradan kontrol, belirli bir olay hakkında yapılan kaçakçılık soruşturması veya bir inceleme nedeniyle, sadece bu olaya ilişkin bilgi ve belgelere dayanılarak yapılabileceği gibi, bir firmanın belirli bir döneme ait ithalat ve ihracat işlemlerini kapsayacak şekilde tüm dış ticaret işlemlerinin firma bazında denetlenmesi şeklinde de yapılabilmektedir. Ülkemizde ise daha ziyade, Gümrük Müsteşarlığı Merkez Denetim Elemanları tarafından, eskiden beri süregelen ve olay bazında yapılan firma denetimlerinin, sonradan kontrol kavramının kapsamına girdiği söylenebilir. Mevzuatta herhangi bir engel bulunmamasına rağmen, bir firmanın belirli bir döneme ait tüm dış ticaret işlemlerinin düzenli olarak denetlenmesi yöntemi henüz ülkemizde uygulamada yerini alamamıştır. Gümrük Yönetmeliği’nin 207’inci maddesi kapsamında, Muayene Memurlarının işyeri ziyaretleri yapmak suretiyle gerçekleştirdikleri denetimlerin, sonradan kontrol/firma denetiminden ziyade, Gümrük Kanunu’nun 71’inci maddesinde düzenlenen basitleştirilmiş usul kapsamında, eşyanın firmada muayene edilmesi olarak algılanması gerekir.

Öte yandan, Gümrük Kanunu’nun 73’üncü maddesinde belirtilen, eşyanın tesliminden sonra beyanın kontrolü ile ilgili işlemler ile bu işlemlerin verimliliğini artıracak risk yönetimi faaliyetlerini sistemli ve düzenli bir şekilde yürütmek ve ilgili kurum ve kuruluşlar arasında koordinasyonu sağlamak, denetlenecek firmalarla ilişkileri düzenlemek üzere, Gümrük Müsteşarlığı bünyesinde, ayrı ve müstakil bir birim kurulması ihtiyacı ortadadır.

Son yıllarda, Maliye Bakanlığı ve TÜRMOB ile işbirliğine gitmek suretiyle gerek merkez ve gerekse taşrada görevli personeline sonradan kontrol ve muhasebe-vergi incelemesi eğitimi veren Gümrük Müsteşarlığı’nın bu faaliyetlerinin artarak devam etmesi son derece yararlı olacaktır. Zira, etkili bir sonradan kontrol sistemi, firmaların belge ve kayıt sistemlerini belirli bir standarda kavuşturmaları, tüm gümrük idarelerinin otomasyona dahil edilerek iyi organize edilmiş bir risk yönetimi kapsamına alınmalarının yanında, firma denetimi konusunda yetişmiş denetçilerin varlığını da gerekli kılmaktadır.

Kaynakça :

1- Ali NURAL, “Sonradan Kontrol – Firma Denetimi”, Gümrük Dünyası Dergisi, Sayı:47.
2-“Customs Procedures – Post Clearance Audit”, UNCTAD Technical Note No.05 http://www.gfptt.org/Entities/ReferenceReadingProfile.,
3- Council Regulation (EEC) No 2913/92 of 12 October 1992 establishing the Community Customs Code
4- Dietmar JOST, “Revised Kyoto Convention, Audit-based controls”, World Customs Organization.
5- “Guidelines for Customs Audits”, http://www.basis.ie/servlet/blobservlet/custaudt%5B1%5D.pdf?
6- İlteriş Kutluk BAHAR, “Sonradan Kontrol mü, Sıcağı Sıcağına Kontrol mü?”, Divan Dergisi, Temmuz-Eylül 2006, Sayı:3.
7- “Revised Kyoto Convention”, http://www.wcoomd.org/ie/En/en.html
8- “Risk management – Post-clearance control”,http://www.wcoomd.org/ie/WTO/Risk%20Management
9- Süleyman KARADURMUŞ, “İthalat İşlemleri, Gümrük Mevzuatı ve Dış Ticaret Mevzuatı”, Malatya, 2005.
10- “The General Agreement on Tariffs and Trade (GATT 1947)” http://www.wto.org/english/docs

http://www.gumrukkontrolor.org.tr/Yayinlar/Dergiler/53/8.html

Share This:

KONTROLLÜ TESLİMAT

 

1. Giriş

31.03.2007 tarihli 26479 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 5607 sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu, 4926 sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Kanununu yürürlükten kaldırarak, kaçakçılık suç ve kabahatleri ile bunlara verilecek cezalar başta olmak üzere birçok alanda yenilikleri de uygulamaya sokmuştur. Yeni Kanunun getirdiği bu yeniliklerin en dikkat çekici olanlarından bir tanesi ise kontrollü teslimat ile ilgili düzenlemedir. Buna göre, 5607 sayılı Kanun, diğer mücadeleci kurumların yanında Gümrük Müsteşarlığı’na da kontrollü teslimat işlemlerini yürütme yetkisi vermektedir. 5607 sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Kanununun ”kontrollü teslimat” başlıklı 21 inci maddesi şu hükümleri içermektedir;

“Bu Kanun çerçevesinde yapılacak kontrollü teslimat işlemleri, 13.11.1996 tarihli ve 4208 sayılı Kanunun 10 uncu, 11 inci ve 13 üncü maddeleri hükümleri çerçevesinde Gümrük Müsteşarlığı, Emniyet Genel Müdürlüğü, Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı tarafından yürütülür.”

Bilindiği gibi, kontrollü teslimat işlemleri Emniyet Genel Müdürlüğü, Jandarma Genel Komutanlığı tarafından 4208 sayılı Kanun ve bu Kanuna dayanılarak İçişleri Bakanlığı tarafından 15.09.1997 tarihli 23111 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan “Kontrollü Teslimat Uygulaması Esas ve Usulleri Hakkında Yönetmelik” hükümleri çerçevesinde yürütülmektedir.

Ancak, 5607 sayılı Kanun gereğince Gümrük Müsteşarlığının da artık bu mücadeleci kurumlar ile birlikte kontrollü teslimat işlemlerini yürütebilmesi mümkün bulunduğundan, ilgili mevzuatta bu yönde değişikliklerin yapılması ihtiyaç haline gelmiştir.

Bu yazımızda, kontrollü teslimatın ne olduğu, halen bu işlemlerin hangi şartlarda ve ne şekilde yürütüldüğü, Gümrük Müsteşarlığının bu uygulamadaki rolü ve yeni süreçte nasıl yer alabileceği, kontrollü teslimat işlemlerinin gerektiği gibi yapılabilmesini sağlamaya yönelik önerilemiz hakkında bilgi verilmeye çalışılacaktır.

2. Kontrollü Teslimat Nedir?

4208 Sayılı Karaparanın Aklanmasının Önlenmesine Dair Kanun’un 2 nci maddesinin (c) bendinde kontrollü teslimatın tanımı yapılmıştır. Buna göre;

Kontrollü Teslimat: Suç faillerinin belirlenmesi, her türlü delilin tespiti, toplanması, kaçak veya kaçak olmasından şüphe edilen mal veya fonların müsaderesi amacıyla, yurt içinde dağıtılacak veya yurt dışından Türkiye’ye getirilerek dağıtılacak veya Türkiye’de hazırlanarak yurtdışına götürülecek veya Türkiye’den transit geçecek, uyuşturucu ve psikotrop maddeler (herhangi doğal veya sentetik madde), 1988 tarihli Uyuşturucu ve Psikotrop Maddelerin Kaçakçılığına Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesinin Eki I ve II Numaralı Tablolar ile bu Tablo değişikliklerinde yer alan maddelerin ve bunlara bağlı fonlar veya karapara veya karaparaya kaynaklık edecek diğer her türlü kaçak veya kaçak olmasından şüphe edilen eşyanın yetkili makamların bilgisi ve denetimi altında nakillerini, ifade etmektedir.

Görüldüğü üzere, kontrollü teslimat, tüm suç faillerinin ve her türlü delilin tespiti, suç örgütlerinin tüm yönleriyle ortaya çıkarılması ve kaçak veya kaçak olmasından şüphe edilen mal veya fonların müsaderesi amacıyla, kaçak veya kaçak olmasından şüphe edilen eşyaların yetkili makamların bilgisi ve denetimi altında nakledilmelerini sağlayan operasyonel bir faaliyettir. Burada, özellikle uyuşturucu maddeler gibi toplumun sağlık, huzur ve güvenini tehdit eden malları üretmek, yurtiçinde ve yurtdışında dağıtmak ve bu maddelerin kaçakçılığını yapmak üzere oluşturulan ve genellikle de uluslar arası nitelik taşıyan suç örgütlerinin tüm yönleriyle ortaya çıkarılması hedeflenmektedir.

Türkiye’nin 1989 yılında imzaladığı,19 Aralık 1988 tarihli Uyuşturucu ve Psikotrop Maddelerin Kaçakçılığına Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesinin Eki I ve II Numaralı Tablolar ile bu Tablo değişikliklerinde yer alan maddelerin ve bunlara bağlı fonlar veya karapara veya karaparaya kaynaklık edecek diğer her türlü kaçak veya kaçak olmasından şüphe edilen eşya kontrollü teslimatın konusunu oluşturmaktadır. Ayrıca, konu ile ilgili diğer tanımlamaları da burada vermemiz uygun olacaktır.

Kontrollü Giriş: Yurt dışından Türkiye’ye getirilerek dağıtılacak kontrollü teslimata konu kaçak mal veya fonların yetkili makamların bilgisi ve denetimi altında girmesidir.

Kontrollü Geçiş: Türkiye’den transit geçecek kontrollü teslimata konu kaçak mal veya fonların yetkili makamların bilgisi ve denetimi altında geçişini, ifade etmektedir.

Kontrollü Çıkış: Türkiye’de hazırlanarak yurtdışına götürülecek kontrollü teslimata konu kaçak mal veya fonların yetkili makamların bilgisi ve denetimi altında çıkışı anlamına gelmektedir.

Yurtiçi Kontrollü Teslimat: Ülke içinde hazırlanarak ülke sınırlarını terketmeden ülke içinde bir yerden başka bir yere götürülecek kontrollü teslimata konu kaçak mal veya fonların yetkili makamların bilgisi ve denetimi altında nakledilmeleridir.

Öte yandan, 18.10.2006 tarihli Resmi Gazete2de yayınlanarak yürürlüğe giren 5549 sayılı Suç Gelirlerinin Aklanmasının Önlenmesi Hakkında Kanun ile “karapara” ve “karapara aklama suçu” ifadeleri yeniden tanımlanmıştır. Buna göre;

Suç geliri(Karapara): Suçtan kaynaklanan malvarlığı değerini, ifade etmektedir.

Aklama suçu(Karapara aklama suçu): Alt sınırı bir yıl veya daha fazla hapis cezasını gerektiren bir suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini, yurt dışına çıkaran veya bunların gayrimeşru kaynağını gizlemek ve meşru bir yolla elde edildiği konusunda kanaat uyandırmak maksadıyla, çeşitli işlemlere tabi tutmak, anlamına gelmektedir.(T.C.K. Mad.282)

3. Kontrollü Teslimatın Şartları

Kontrollü teslimat işlemlerine başlanabilmesi için 4208 sayılı Kanunda sayılan birtakım koşulların gerçekleşmesi gerekmektedir. Bu şartları aşağıdaki gibi sıralamamız mümkündür;

a) Kontrollü teslimat kapsamına giren kaçakçılık faaliyetinin çok ciddi organize edilmiş olması,

b) Organizatörlerin, sermayedarların ve şebeke elemanlarının ortaya çıkarılması ve bunlar hakkında bütün delillerin tespiti için başka bir imkân bulunmaması,

c) Mal veya fonların gideceği son yere kadar herhangi bir boşluğa meydan vermeyecek şekilde denetimin sağlanabilmesi,

d) Kontrollü teslimat uygulamaya yeterli zamanın bulunması,

e) Türkiye’de hazırlanarak yurtdışına götürülecek veya transit geçecek her türlü kaçak mal veya fonlar için ayrıca;

1. Kontrollü teslimat yönteminin boşluksuz işleyeceği ve failler hakkında kovuşturma ve soruşturma açılacağının talep eden Devlet tarafından garanti edilmesi,

2. Kontrollü teslimat uygulamasının sona erdiği, Türk vatandaşlarının yakalandığı ülke devleti tarafından Türk vatandaşları ile kontrollü teslimata konu mal veya fonlar ile bunların naklinde kullanılan araçlar ile karaparanın iadesi hususunun taahhüt edilmiş olması.

4. Kontrollü Teslimat İşlemlerinin Başlama Süreci

4208 sayılı Kanun’a göre kontrollü teslimat kararı vermeye Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı yetkilidir.

Emniyet Genel Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Daire Başkanlığı ve Jandarma Genel Komutanlığı Kaçakçılık Daire Başkanlığı (bundan sonra Başkanlık olarak bahsedilecektir), Kontrollü Teslimat Yönetmeliğinin 5 inci (4208 sayılı Kanunun 2/c maddesindeki şartlar) maddesinde belirtilen şartların gerçekleşmesi halinde, Kontrollü giriş, geçiş ve çıkış ile yurtiçi kontrollü teslimat kararının alınması için Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’na talepte bulunmaya ve bu konuda gerekli işlemleri yürütmeye yetkili kılınmıştır. Buna göre;

Başkanlıklardan;

a) Emniyet Genel Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Daire Başkanlığı Emniyet birimlerinin,

b) Jandarma Genel Komutanlığı Kaçakçılık Daire Başkanlığı Jandarma birimlerinin,

Kontrollü teslimat kararına ilişkin yazılı taleplerini ivedi olarak Cumhuriyet Başsavcılığına iletir.

c) Sahil Güvenlik Komutanlığı, Gümrük Müsteşarlığı ve Mali Suçlar Araştırma Kurulu Başkanlığı,

1) Kontrollü teslimata konu olan mal veya fonun bulunduğu yerin,

2) Bu yer belli değil ise kontrollü teslimat talep eden kuruluşun bulunduğu yerin polis veya jandarma görev bölgesinde bulunmasına göre,

Kontrollü teslimat kararına ilişkin yazılı taleplerini ilgili Başkanlığa yapmaktadırlar. Başkanlık da bu talebi ivedi olarak Cumhuriyet Başsavcılığına iletmektedir.

Gecikmesinde sakınca bulunan hallerde Sahil Güvenlik Komutanlığı ve Gümrük Müsteşarlığının merkez ve taşra teşkilatı birimleri ile Mali Suçlar Araştırma Kurulu birimleri (1) ve (2) alt bentlerindeki şartları dikkate almadan Başkanlıklardan birine kontrollü teslimat kararına ilişkin yazılı taleplerini ivedi olarak iletebilmeleri mümkün kılınmıştır.

Cumhuriyet Başsavcılığı, Kontrollü Teslimat Yönetmeliğinin 5 inci maddesinde belirtilen şartların varlığı halinde evrak üzerinde inceleme yaptıktan sonra ivedi olarak kontrollü teslimata karar verebilmektedir.

5. Kontrollü Teslimatın Uygulama Esasları

Kontrollü teslimat kararının Cumhuriyet Başsavcılığınca verilmesini müteakip kontrollü teslimat uygulaması ilgili birimlerce yürütülmekte ve kontrollü teslimat uygulaması sırasında kullanılacak yöntemler kontrollü teslimatı uygulayan birim tarafından belirlenmektedir.

İzleme ve gözleme işleminin tehlikeye düşmesi veya kontrollü teslimat uygulamasına devam edilmesi halinde, delillerin kaybolması veya sanıkların elden kaçırılma ihtimalinin ortaya çıkması durumunda, mahkeme kararı gerekmeksizin kontrollü teslimatı uygulayan birim amiri tarafından kontrollü teslimat uygulaması sona erdirilerek derhal Başkanlığa bilgi verilmektedir.

Kontrollü teslimat uygulamasında yetki, kontrollü teslimat uygulamasına son verilen yer mahkemesine aittir. Kontrollü teslimat uygulaması Türk mahkemelerinin yargı yetkisini ortadan kaldırmamaktadır.

Ayrıca, 4208 sayılı Kanunun 13 üncü maddesine göre, suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerinin kontrollü teslimatına ilişkin yabancı ülke talepleri hakkında karar vermeye Ankara Sulh Ceza Mahkemesi yetkili bulunmaktadır.

6. Kontrollü Teslimat işlemlerinde Koordinasyon

Gerek yurtiçi kontrollü teslimat, gerekse kontrollü giriş, geçiş ve çıkışlarda, ilgili kuruluşlar arasındaki işbirliği ve koordinasyon ilgili Başkanlık tarafından yürütülmektedir. Diğer taraftan, Polis ve jandarma birimleri arasında kontrollü teslimat uygulamasına ilişkin koordinasyon her iki Başkanlıkça bilgi alış verişi ve teknik işbirliği şeklinde sağlanmakta, görevlilere, bu uygulama sırasında kamu kurum ve kuruluşları ile gerçek ve tüzel kişilerce her türlü yardım ve kolaylığın gösterilmesi gerekmektedir.

Öte yandan, kontrollü giriş, geçiş ve çıkışlarda, ilgili ülkelerin talebi veya kontrollü teslimatın izlenmesine, gözlenmesine veya soruşturulmasına yardımcı olmak amacıyla kontrollü teslimatı uygulayan birimin veya yetkili mahkemenin gerekli görmesi halinde ilgili Bakanlıkça yurtdışında geçici görevlendirme yapılabilmektedir.

7. Gümrük Muhafaza Görev Yönetmeliği’ne Göre Kontrollü Teslimat

Gümrük Muhafaza Görev Yönetmeliği’nin 114 üncü maddesi kontrollü teslimat ile ilgili hükümler içermektedir. Buna göre, Kaçakçılık suçlarının haber alındığı anda ortaya çıkarılması yerine, haber alınan suçun son bulacağı yere kadar izlenmesi ve tespit edilecek her türlü delilin toplanarak yurtiçindeki veya yurtdışındaki suç organizasyonlarının çökertilmesi için, Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığından Kontrollü Teslimat kararı alınması amacı ile Jandarma Genel Komutanlığı Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Daire Başkanlığı veya Emniyet Genel Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Daire Başkanlığı vasıtası ile yazılı olarak talepte bulunulabilecektir.

Ayrıca, yetkili makamca Kontrollü Teslimat Kararı alınıp ilgili İdareye intikal ettirildikten sonra İdarenin, diğer mücadeleci birimlerle de irtibat ve eşgüdüm halinde Kontrollü Teslimat Kararının tüm unsurlarını gizlilik içinde yerine getirmekle yükümlü olduğu da hüküm altına alınmıştır. Ancak, her ne kadar, Gümrük Muhafaza Görev Yönetmeliği, Gümrük Muhafaza idaresinin gerekli izin alındıktan sonra doğrudan kontrollü teslimat işlemlerini yapabileceğini mümkün kılıyor ise de, 31.03.2007 tarihinde yayınlanan 5607 sayılı Kanun ile doğrudan kontrollü teslimat yapabilme yetkisi yasal anlamda alınmış bulunmaktadır.

8. 5607 Sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Kanununa Göre Kontrollü Teslimat

4208 Sayılı Kanun’un 15 inci maddesinde “Kontrollü teslimat uygulama esas ve usulleri, Adalet ve Maliye Bakanlıkları ile Hazine ve Gümrük Müsteşarlıklarının bağlı olduğu Bakanlıkların görüşleri alınarak İçişleri Bakanlığınca çıkarılacak bir yönetmelikte gösterilir. Bu yönetmelik çerçevesinde yapılacak kontrollü teslimat işlemleri İçişleri Bakanlığınca yürütülür.” hükmü yer almaktadır. Bu maddeye dayanılarak, “Kontrollü Teslimat Uygulaması Esas ve Usulleri Hakkında Yönetmelik” İçişleri Bakanlığı tarafından 15.09.1997 tarihli 23111 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiş olup, bu Yönetmeliğe göre, kontrollü teslimat işlemlerini Emniyet Genel Müdürlüğü ve Jandarma Genel Komutanlığı yürütebilmektedir.

Sahil Güvenlik Komutanlığı, Gümrük Müsteşarlığı ve Mali Suçlar Araştırma Kurulu Başkanlığı kontrollü teslimat işlemlerini yapamamakta, ancak kontrollü teslimat kararı alınmasına ilişkin yazılı taleplerini Emniyet Genel Müdürlüğü ve Jandarma Genel Komutanlığı’nın ilgili Daire Başkanlıklarına yapabilmektedirler. Başkanlıklar da bu talepleri ivedi olarak Cumhuriyet Başsavcılığına iletmektedirler.

Görüldüğü gibi, mevcut Yönetmeliğe göre, Gümrük Müsteşarlığı doğrudan kontrollü teslimat kararının alınması ve yürütülmesi işlemlerinden ziyade sadece kontrollü teslimat kararı alınmasını, ilgili diğer mücadeleci kuruluşlardan talep edebilmektedir.

Ancak, 31.03.2007 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe giren 5607 sayılı Kanunla diğer mücadeleci kurumlarla birlikte, kaçakçılık fiillerini önleme, izleme ve araştırmakla görevli Gümrük Müsteşarlığına da kontrollü teslimat işlemlerini yürütme yetkisi verilmiştir. Buna göre, gümrük Müsteşarlığı Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’ndan doğrudan kontrollü teslimat izni alabilecek ve diğer kontrollü teslimat işlemlerini de yürütebilecektir.

5607 sayılı Kanunun 21 inci maddesi, “Bu Kanun çerçevesinde yapılacak kontrollü teslimat işlemleri, 13.11.1996 tarihli ve 4208 sayılı Kanunun 10 uncu, 11 inci ve 13 üncü maddeleri hükümleri çerçevesinde Gümrük Müsteşarlığı, Emniyet Genel Müdürlüğü, Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı tarafından yürütülür.” Hükmünü içermektedir.

Buna göre, 5271 sayılı Ceza Muhakemeleri Kanununun 164 üncü maddesi ile adli kolluk görevi verilen ve operasyonel birimlere sahip bulunan Gümrük Müsteşarlığı Gümrükler Muhafaza Genel Müdürlüğünün, 5607 sayılı Kanun kapsamında yer alan suçlarla ilgili olarak kontrollü teslimat kararının alınması, yürütülmesi ve tamamlanması işlemlerini doğrudan gerçekleştirebilmesi yönünde mevzuat düzenlemelerinin yapılması ihtiyacı ortaya çıkmıştır.

9. Önerilerimiz

5607 sayılı Kanun’un Gümrük Müsteşarlığı’na verdiği kontrollü teslimat işlemlerini yürütme yetkisini fiilen kullanabilmesi ancak, aşağıdaki önerilerimizin yerine getirilmesi ile mümkün olabilecektir:

1. 4208 sayılı Kanun’un 15 inci maddesinin “Kontrollü teslimat uygulama esas ve usulleri, Adalet ve Maliye Bakanlıkları ile Hazine Müsteşarlığının bağlı olduğu Bakanlığın görüşleri alınarak ile İçişleri Bakanlığı ve Gümrük Müsteşarlığı’nın bağlı olduğu Bakanlığın birlikte çıkaracağı bir yönetmelikte gösterilir. Bu yönetmelik çerçevesinde yapılacak kontrollü teslimat işlemleri İçişleri Bakanlığı ve Gümrük Müsteşarlığı tarafından yürütülür.” şeklinde değiştirilmesi gerekmektedir.

2. Yapılacak Kanun değişikliğinin ardından, AB Müktesebatına Uyum Programı’nın, “24- Adalet, Özgürlük ve Güvenlik” bölümünde de belirtildiği üzere, Gümrük Müsteşarlığı’nın bağlı olduğu Devlet Bakanlığı ile İçişleri Bakanlığı tarafından, kontrollü teslimat uygulama esas ve usullerini belirleyen yeni bir ortak Yönetmelik çıkarılması gerekmektedir.

3. Yine, AB Müktesebatına Uyum Programı çerçevesinde, organize suç örgütleri ve kaçakçılıkla mücadele eden kolluk kuvvetleri arasındaki işbirliği seviyesini artırmak amacıyla, İçişleri Bakanlığı ile Gümrüklerden sorumlu Devlet Bakanlığı arasında Kaçakçılıkla Mücadele alanında Mutabakat ve İşbirliğine Dair Protokol imzalanması son derece yararlı olacaktır.

4. Gümrük Muhafaza Görev Yönetmeliği’nin “Kontrollü Teslimat” başlıklı 114 üncü maddesinde, yeni mevzuat doğrultusunda değişikliğe gidilmelidir.

5. Kontrollü teslimat işlemlerinin, 5271 sayılı Ceza Muhakemeleri Kanununun 164 üncü maddesi ile adli kolluk görev ve yetkisi verilen ve operasyonel birimlere sahip bulunan, Gümrük Müsteşarlığının kaçakçılığın önlenmesi, izlenmesi ve araştırılmasından sorumlu ana hizmet birimi olan ve silahlı-üniformalı personele sahip Gümrükler Muhafaza Genel Müdürlüğü tarafından yerine getirilmesi uygun olacaktır.

6. Bu kapsamda, Gümrükler Muhafaza Genel Müdürlüğü merkez ve taşra teşkilatının gerek teknik kapasitesinin (taşıt, elektronik, optik ve teknik cihazlar vb.) geliştirilmesi gerekse uzman personel ihtiyacının hızla karşılanması yönünde çalışmalar yapılarak, teşkilat yapılanmasının ve çalışma standartlarının genel kolluk birimleri ile paralel hale getirilmesi, böylece, adli kolluk birimi olarak Gümrük Muhafaza Teşkilatının (Merkezde kaçakçılık, narkotik ve risk analizinden sorumlu Daire Başkanlığı, taşrada Kaçakçılık, İstihbarat ve Narkotik Gümrük Muhafaza Müdürlükleri ve bağlantıları) operasyonel yeteneğinin artırılması önem arz etmektedir.

7. Gümrük Muhafaza Teşkilatının kaçakçılığı önleme, izleme, araştırma ve soruşturma ile görevli personeline nitelikli uzmanlık eğitimi verilerek, kaçakçılıkla mücadele faaliyetlerine uygun bütçe imkânlarının sunulması gerekmektedir. Bu kapsamda, personelin mevzuat bilgilerinin güncellenmesi, yeni soruşturma yöntemleri hakkında bilgi edinmeleri, emniyet, jandarma, sahil güvenlik gibi diğer kolluk birimlerinin tecrübelerinden yararlanmaları, teknolojik gelişmeler hakkında bilgi sahibi olmaları sağlanmış olacaktır.

8. Başta uyuşturucu olmak üzere kaçakçılıkla mücadelenin etkin bir şekilde yürütülmesi ancak, mücadeleci birimlerin; mevcut durum, kaçakçılık güzergâhları ve uygulanan yöntemler hakkında aynı bilgi düzeyine sahip olmalarına ve bu bilgileri koordineli bir şekilde paylaşmaları ve değerlendirmelerine bağlı olduğu gerçeğinden hareketle, mücadeleyi yürüten birimler arasında sürekli ve sağlıklı bir bilgi paylaşım sistemi kurulmalıdır.

9. Organize suçlar ve suç örgütleri hakkında veri toplama ve risk analiz faaliyetleri yoğunlaştırılarak Gümrükler Muhafaza Genel Müdürlük bünyesinde bir “Strateji Merkezi” kurulmalıdır.

10. Organize suçlarla mücadelede, özel soruşturma yöntemlerinin kullanımı desteklenmelidir.

Sonuç

31.03.2007 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe giren 5607 sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu, Emniyet Genel Müdürlüğü, Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı’nın yanı sıra Gümrük Müsteşarlığına da aynı Kanun çerçevesinde kontrollü teslimat işlemlerini yürütme yetkisini vermiştir. Gümrük Müsteşarlığı bu işlemleri 4208 sayılı Kanun’un 10, 11 ve 13 üncü maddeleri çerçevesinde yerine getirecektir.

Halen, kontrollü teslimat işlemleri, 4208 sayılı Kanun’un 15 inci maddesine dayanılarak, İçişleri Bakanlığı’nca 15.09.1997 tarihli 23111 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan “Kontrollü Teslimat Uygulaması Esas ve Usulleri Hakkında Yönetmelik” hükümlerine göre Emniyet Genel Müdürlüğü ve Jandarma Genel Komutanlığı tarafından yürütülmektedir.

Öte yandan, 5607 sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu’nun Gümrük Müsteşarlığı’na verdiği kontrollü teslimat işlemlerini yürütme yetkisinin fiilen kullanılabilmesi ancak, yukarıda tespit ettiğimiz stratejik hedeflerin gerçekleştirilmesi ile mümkün olabilecektir.

Netice olarak, 5607 sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu, kontrollü teslimat gibi önemli düzenlemeler sayesinde, başta uyuşturucu maddeler olmak üzere kaçakçılığın önlenmesi, güçlü uluslar arası bağlantılara sahip organize suç örgütlerinin tüm yönleriyle ortaya çıkarılarak çökertilmesi ve böylece yasalara aykırı biçimde, haksız menfaat veya yüksek kazanç elde etmek suretiyle ekonomik, siyasal ve sosyal alanlarda etkinlik kazanmayı amaçlayan organize suç örgütleri ve organize suçlarla en etkin mücadelenin verilebilmesi sürecine, önemli katkılarda bulunabilecektir.

http://www.gumrukkontrolor.org.tr/Yayinlar/Dergiler/54/8.html

Share This:

2000/2001 EKONOMİK KRİZLERİ VE GÜNÜMÜZE YANSIMALARI

Divan Dergisi, Sayı: 5

Nejat ÇOĞAL

Gümrük Muhafaza Başkontrolörü

(A.B.D.’de, University of Illinois’te , finans mastırı yapmıştır)  

2000/2001 EKONOMİK KRİZLERİ VE GÜNÜMÜZE YANSIMALARI

1. Giriş

 Enflasyon 1970 yılından bu yana Ülkemizin yaşadığı en önemli ekonomik problem olmuş, bu nedenle Türkiye, IMF ile birlikte birçok anti-enflasyonist programa imza atmıştır. Bu dönemde, Türkiye mali piyasalarını ve sermaye hareketlerini serbestleştirmiştir. Çoğu başarılı olamayan bu programların başarıya ulaşabilmesini sağlamak amacıyla, ekonominin serbestleştirilmesi ve istikrara kavuşturabilmesi yönünde, son 30 yılda büyük gayretler sarf edilmiş, döviz kuru, özellikle nominal döviz kuru politikaları, bu ekonomik istikrar programlarının çoğunda anahtar rol oynamıştır.

Bu kapsamda, Ülkede yaşanan büyük bir depremin sosyo-ekonomik hasarlarını tamir etmekle yüz yüze kalmış olan Türkiye, 1999’da yine IMF destekli yeni bir istikrar programını başlatmıştır. Döviz kurunu esas alan enflasyonla mücadele programı, enflasyonu (TÜFE) 2000 yılı sonuna kadar %25, 2001 yılı sonunda %10–12 ve 2002 yılı sonuna kadar ise  %5–7 seviyelerine çekmeyi amaçlamaktaydı. Ancak, programın başlamasından yaklaşık 11 ay sonra Türk Ekonomisi, Kasım 2000’de bir likidite krizi, Şubat 2001’de ise bir döviz kriziyle karşı karşıya kalmıştır.

Çalışmamızda ilk olarak; Türkiye Ekonomisinin son 30 yıllık geçmişi kısaca gözden geçirilecektir. Bunu, 2000 yılı enflasyonla mücadele programının ana karakteristiklerinin özetlenmesi ve söz konusu programın yol açtığı bazı ciddi ekonomik gelişmelerin tartışılması takip edecektir. Daha sonra, 2000/2001 ekonomik krizleri ve krizden günümüze kadar olan gelişmeler kısaca ele alınacak ve son olarak ulaştığımız sonuçlar ifade edilmeye çalışılacaktır.

2. Türk Ekonomisine Genel Bir Bakış

Yüksek enflasyon 1970’den beri Türkiye’nin ana ekonomik problemi olmuş ve ülkemiz bu dönemde birkaç başarısız enflasyonla mücadele programını tecrübe etmiştir. Bankacılık sistemi çok zayıf ve sermaye piyasası ve menkul kıymetler borsası yok denecek kadar küçüktü. 1979’da, Türkiye derin bir borç krizi ile karşı karşıya kalmış ve IMF ile ilk stand-by programını imzalamıştır. 1980’li yıllarda, Hükümet bir ekonomik paketi uygulamaya koymuş ve bu programla Türkiye, dış ekonomik işlemlerini serbestleştirmeyi başarabilmiştir.

Program, olağanüstü ölçüde bir devalüasyonla birlikte başlamış (TRL/USD paritesi  47.7’den 70’e yükseltilerek yaklaşık %50 oranında bir devalüasyon gerçekleştirilmiştir), faiz oranlarında artış, ihracat sübvansiyonları, kamu iktisadi kuruluşlarından gelen olağanüstü fiyat artışları ve hükümet sübvansiyonlarının çoğundan vazgeçme taahhüdü, söz konusu programın başlıca karakteristikleri olarak göze çarpmıştır. Yine aynı dönemde, kotaların çoğu ortadan kaldırılmış, ülke parasının değeri düşürülmüş ve sonuç olarak döviz sistemi tümüyle serbestleştirilmiştir.

 Böylece, 1980’lerde Türk Ekonomisi hem dahili ve hem de harici olarak tümüyle serbestleştirilerek, içe piyasaya dönük ithal ikamesi politikası terk edilmiş ve ihracata dayalı büyüme politikası benimsenmiştir. Aynı yıllarda, Hükümet bankalara döviz işlemleri yapma iznini vermiş;  bankaları ve onların kısa dönem likidite ihtiyaçlarını karşılamak üzere İnterbank Para Piyasası oluşturulmuş; Sermaye Piyasası Kurulu teşkil edilmiş; İstanbul Menkul Kıymetler Borsası yeniden açılmış; sonuç olarak Türk ekonomisinin finansal derinliği artırılmıştır.

 

  Grafik 1: Gayri Safi Milli Hasıla (GSMH) Artış Hızı

Kaynak: TÜİK, DPT, HM 

1990’lı yıllarda, Gayri Safi Milli Hâsılanın (GSMH) , değişken bir yapı gösteren yabancı sermaye girişinin etkilerine, 1980’li yıllara kıyasla daha fazla bağlı bir hale geldiği görülmektedir. 1994 yılında yaşanan finansal krizle birlikte, enflasyon oranı 3 rakamlı bir sayıya ulaşmış ve nominal kur bir günde %39 değer kaybetmiştir. Ülkeden büyük miktarlarda sermaye çıkışına yol açan bu krizin hemen ardından Türkiye- IMF arasında yeni bir ekonomik istikrar programı imzalanmıştır. Söz konusu Stand-by anlaşmasının desteği ile önemli ölçüde yabancı sermaye girişi başlamış ve Türk ekonomisi 1995–1997 döneminde yıllık %7’den daha yüksek bir kalkınma hızını gerçekleştirebilmiştir. Bu dönemde, Merkez Bankası reel döviz kuru politikasını etkili bir şekilde takip etmiş ve 1994’teki yüksek devalüasyonun etkisiyle ihracat rakamlarında hızlı bir iyileşme sağlanmıştır. Bununla birlikte, hızlı ekonomik büyümeye rağmen, dış ticaret dengesi istikrarlı bir seviyede tutulabilmiş ancak, Asya Krizi nedeniyle, büyüme hızı 1998’de %3,1’e gerilemiştir.

 

Tablo 1: Başlıca Ekonomik Göstergeler (1999–2004)

1999 2000 2001 2002 2003 2004
 GSMH Artış hızı (%)  -6.1  6.3  -9.5  7.9  5.9  9.9
 Toptan Eşya Fiyatları (%)  62.9  32.7  88.6  30.8  13.9  13.8
Ağırlıklı Mevduat Faiz Oranları (Vadeli)  46.7  45.6  62.5  48.2  28.6  22.1
Fiili Yabancı Sermaye Girişi (Milyon Dolar)  813  1,707  3,374  622  745  1,245
 TRL/USD Değişim Oranı  60.9  48.5  96.5  22.9  -0.8  -0.04
 Cari İşlemler Hesabı  -1,344  -9,819  -3,390  -1,522  -7,905  -15,604

Kaynak: TCMB, DTM, DİE, HM  

1997 yılında yaşanan Doğu Asya Krizi ve 1998 yılında yaşanan Rusya Krizinin olumsuz etkileriyle mücadele etmek zorunda kalan Türkiye, 1999’da meydana gelen ve ekonomik ve sosyal hayatı sarsan depremlerle daha da güç koşullar içerisine sürüklenmiştir. Yüksek enflasyon ve reel faiz oranları, artan kamu açıkları nedeniyle bozulan ekonomik istikrarı yeniden sağlayabilmek amacıyla, Kasım 1999’da, Hükümet yeni bir enflasyonla mücadele programını başlatmış ve IMF ile yeni bir stand-by anlaşması imzalanmıştır.

Program, enflasyon oranını 2002 yılı sonuna kadar tek rakamlı bir sayıya indirmeyi hedeflemiştir. Bu programdan, o zamana kadar Türkiye’de uygulanan döviz kuruna endeksli ilk ekonomik program olarak bahsedebiliriz. Söz konusu 2000 yılı enflasyonla mücadele programını etkili kılabilmek için, döviz kuru sabitlenerek ileriye dönük bir döviz kuru takvimi ilan edilmiştir. Ayrıca, bir çıkış stratejisi tespit edilmiş buna göre; Temmuz 2001’den sonra simetrik ve merkezi bir döviz kuru etrafında dalgalanabilen esnek bir kur rejiminin mümkün olabileceği öngörülmüştür.

Başlangıçta, program başarılı gibi görünmekteydi. Yani, hemen hemen tüm kur uygulamaları, mali ve yapısal reformlar programa uygun gidiyordu ve ekonomide herhangi bir sterilizasyon söz konusu değildi. Ancak, Kasım 2000’de, ekonomik istikrar programından tam 11 ay sonra Türkiye bir finansal kriz ile karşı karşıya kalmıştır.

3. 2000 Yılı Enflasyonla Mücadele Programının Ana Karakteristikleri

2000–2002 yıllarını kapsayan söz konusu Enflasyonla Mücadele Programı (1999’da Türk Hükümeti tarafından IMF’ye sunulan Niyet Mektubu) temel olarak dört ana enstrümana dayanıyordu:

a. Önceden ilan edilen, nominal döviz kuru hedefi

b. Sıkı maliye politikaları

c. Merkez Bankası’nın bir Currency Board gibi hareket etmesi öngörülmekteydi. Yani, para arzındaki genişleme sadece Merkez Bankası’nın bilânçosunda yer alan net yabancı varlıkların pozisyonuna dayandırılacaktı. Ayrıca, sterilizasyon yapmama kuralı gereği, Merkez Bankası ihtiyari para politikaları uygulamayacak, bunun yerine, para arzı sadece piyasa koşulları tarafından belirlenecekti.

d. Yapısal reformlar

2000–2002 döneminde, parasal taban, döviz kurundaki günlük değer kaybı ve mali dengeler üzerinde özel hedefler uygulamaya konulmuştur. Tüm bu hedefler belirli bir takvim çerçevesinde önceden ilan ediliyor ve bunlar IMF yetkililerinin uygulama döneminde yaptıkları başarılı ziyaretlerde takip aracı olarak kullanılan “performans kriterleri “ olarak tanımlanıyordu.

Programa göre, enflasyon 2002 yılı sonuna kadar aşağı çekilecekti. Buna göre, son on yılda ortalama %80 civarında seyreden Toptan Eşya Fiyat Endeksi (TEFE) 2000 yılı sonuna kadar %20 oranına düşürülecekti. (Tüketici fiyatlarında hedef ise %25 idi). Söz konusu hedefler 2001 yılı için TEFE’de %10, TÜFE’de %12; 2002 yılı sonuna kadar ise sırasıyla %5 ve %7 idi.

Söz konusu para ve döviz kuru programı, Merkez Bankası’nın uluslararası rezervlerinde bir taban değeri ve ayrıca, net yurtiçi varlıklarda bir tavan değerini performans kriteri olarak benimsemiştir. Her üç aylık dönemde, net yurtiçi varlıkların, bir önceki çeyrek dönemin mevcut para tabanının %5’i oranında bir band içerisinde dalgalanmasına izin verilmiş ancak çeyrek dönem sonu değerleri önceden kararlaştırılmıştır.

Bir yandan ekonomik aktiviteler artarken, dış ticaret açığının 2000 yılında Gayri Safi Yurt İçi Hasılanın %0.5’inden %1.5-2’sine kadar, 2001 ve 2002 yıllarında da benzer şekilde büyümesi hedeflenmiştir.

Ayrıca, Toplam Borç/GSYİH oranının bir miktar azaltılarak %58’den 2001 yılı sonunda %56.5’e, 2002 yılı sonuna kadar da %54.75 oranına çekilmesi hedeflenmiştir.

Öte yandan, döviz sepeti içerisinde yer alan döviz kurlarının ileriye dönük olarak takip edeceği yol, IMF İcra Kurulu toplantısı öncesinde ilan edilecekti. Önceden ilan edilecek Döviz kurunun takip edeceği yol 1 Ocak 2000–31 Aralık 2000 tarihleri arasını kapsayacaktı. Bu dönem içinde, TL’nin değer kaybı TEFE’deki artışa uygun olarak %20 olması hedeflenmişti.

Söz konusu döviz kuru rejiminin açıklanmasından itibaren 18 aylık bir süre içerisinde, önceden açıklanan döviz kuru takviminin etrafında herhangi bir band olmayacaktı. Temmuz 2001’den itibaren ise, daha esnek bir döviz kuru rejimine yavaş yavaş geçilecekti.

Diğer taraftan, her üç aylık dönem sonunda,  Merkez Bankası’nın net yurt içi varlıkları toplamı Aralık 1999 seviyesini aşamayacaktı (performans kriteri).

Ayrıca, program, enflasyonla mücadele ve döviz kuru politikalarını gerçekleştirebilmek için bazı enstrümanları da hedef almıştır: Gelir dağılımı ve yapısal reformlar (özellikle mali sektörde, tarım politikalarında, sosyal güvenlik reformu, mali yönetim ve şeffaflık, vergi politikası ve yönetimi, özelleştirme ve sermaye piyasası, bankacılık sisteminin güçlendirilmesi ) bu politika araçlarına örnek olarak verilebilir.

 

4.  2000 Yılı Enflasyonla Mücadele Programının Yol Açtığı Başlıca Makroekonomik Gelişmeler

 

Kasım 1999 başlarında, Moody’s Türkiye’nin görünüşünü positive çevirdi. Bu olumlu başlangıç için iki önemli sebep vardı: Birincisi, istikrar programından beklentiler, ikincisi ise Türkiye- Avrupa Birliği arasındaki ilişkilerin iyileşmesi beklentileri idi. Aralık 1999’un ilk yarısında bu beklentiler teyit edildi. 9 Aralık 1999’da Türkiye IMF ile yeni bir niyet mektubuna imza atmış; 10-11 Aralık’ta düzenlenen Helsinki Zirvesi’nde Türkiye, Avrupa Birliği’nin genişleme sürecinde resmen aday üye olarak ilan edilmiştir.

Diğer taraftan, program ana hatlarıyla enflasyonu düşürmeyi hedefliyordu. Son 30 yıldaki en düşük seviyesinde olmasına rağmen, 2000 yılı sonunda, enflasyon oranındaki değişme programın amacına ulaşamamıştır. Diğer bir ifadeyle, hem TEFE ve hem de TÜFE özellikle 2000 yılının ikinci yarısında önemli ölçüde aşağı çekilmiştir. Fiyat endekslerindeki aylık artışlar, uygulama döneminde esas alınan döviz sepetinin (1 USD + 0.77 EURO) uğradığı değer kaybından daha yüksek olarak gerçekleşmiştir. Bu da, Türkiye’nin başlıca ticaret yaptığı ülke paralarına karşı Türk Lirası’nın aşırı değerlenmesi anlamına gelmektedir. Yıllık enflasyon TEFE’de %33, TÜFE’de %39 olarak gerçekleşmiştir.

Bununla birlikte, değişik talep faktörleri de kararlı fiyat artışları üzerinde önemli bir rol oynamıştır. Döviz kuru riski, önceden belirlenen 18 aylık takvim ile ortadan kaldırılmıştı. Bu, ayrıca, ülke riskini de azaltarak, yabancı yatırımcılara piyasa faizleri üzerinden arbitraj yapma fırsatını vermiştir. Böylece, sermaye girişi hızlandırıldı. Ayrıca, reel faiz oranlarındaki ciddi düşüş, geleceğe dönük toplam tüketim harcamaları ve yatırım talebinin telafi edilmesine yol açmış, bu durum fiyatlar  üzerinde sert bir talep baskısını da beraberinde getirmiştir.

 Grafik 2: Reel Döviz Kurları

 

Kaynak: TCMB

Bir taraftan yabancı sermaye girişi devam ederken, enflasyonla mücadele programı herhangi bir sterilizasyon girişimi gerektirmediği için, para piyasasının likiditesi artmış, faiz oranları düşmüş, bu gelişmeler sonucunda, yatırımcıların kazanç eğrisinin yönü aşağıya çevrilmiş, borç stokları üzerindeki geleceğe dönük faiz yükü azaltılmış, sonuç olarak borç geri ödeme riski azalarak ilave sermaye girişi cesaretlendirilmiştir. Ancak, faiz oranı hedefine ulaşılamamıştır.

Grafik 3: Ağırlıklı Mevduat Faiz Oranları

 

Kaynak: HM

Faiz oranlarındaki düşüş ve kredi imkânlarındaki artış, yatırım ve tüketim harcamalarının artmasına yol açmış, böylece ciddi bir ekonomik büyüme mümkün olabilmiştir.

Diğer taraftan,  dış ticaret açığındaki büyük genişleme ihracatın azalmasından değil, ithalatta meydana gelen ciddi artışlardan kaynaklandığını söylememiz mümkündür.

Bu arada, yabancı sermaye girişinde meydana gelen artışlar sadece cari işlemler açığını değil bununla birlikte iç ekonominin likiditesini finanse etmek için de bir araç olarak kullanılmıştır. Sterilizasyon yapmama kuralı ve Merkez Bankası’nın net yurtiçi varlıklar pozisyonu üzerindeki kısıtlamalar neticesinde, yabancı sermaye girişleri net yurtiçi varlıklarla beraber parasal tabanın genişlemesine de yol açmıştır. Kur riskinin bertaraf edilmesi ile ikiye katlanan söz konusu ekonomik gelişmeler, özellikle programın ilk aşamalarında, reel faiz oranlarında sert bir düşüşe sebep olmuştur.

 

Hazinenin kullandığı borçlanma enstrümanları için öngörülen faiz oranlarındaki düşüş olağanüstü bir gelişme olarak değerlendirilebilir. Çünkü Devlet borçlanma araçlarının faiz getirisi, 1994 ekonomik krizi sonrası dönemde %100–120 civarında seyrederken, 2000 yılı enflasyonla mücadele programının daha ilk aşamalarında bu getiri oranı %30-40’a kadar düşürülebilmişti. Bunun, ekonomik programın piyasada oluşturduğu güven ortamı ile ortadan kaldırılan döviz kuru riskinin bir sonucu olduğunu söylememiz mümkündür. Sonuçta, hem mevduat faiz oranları ve hem de gecelik İnterbank faiz oranları bu gelişmeyi takip etmiş, böylece 2000 yılının ilk üç çeyreğinde mali piyasalar marjinal olarak reel faiz oranları ile faaliyet göstermiştir.

Grafik 4: Tüketici Fiyatları Endeksi

 

Kaynak: HM

 

Ayrıca, faiz maliyetlerinde beklenmeyen ani düşüşler, transfer harcamalarında önemli bir tasarrufu da beraberine getirmiştir. Hatta,  konsolide bütçe içerisindeki faiz harcamaları reel açıdan 1990 yılı seviyesinin %25 üzerinde gerçekleşse de, program hedeflerinin %3.5 gerisinde kalmıştır.

 

5. Ekonomik Krizlere Genel Bir Bakış a. Kasım 2000 Krizi

Uluslararası Para Fonu’nun (IMF) desteklediği üç yıllık ekonomik istikrar programının uygulamaya konulmasından yaklaşık 11 ay sonra Türkiye, söz konusu enflasyonla mücadele ve mali uyum programının uygulanabilirliğini tehdit edecek düzeyde ciddi bir likidite kriziyle karşı karşıya kalmıştır. Sadece 20 Kasım 1999–5 Aralık 2000 döneminde 6.4 milyar Dolar net sermaye çıkışı olmuş, 1 Aralık 2000 itibariyle İnterbank gecelik faiz oranları %1700 seviyesine yükselmiştir. Çok geçmeden IMF devreye girmiş, bir ödemeler dengesi krizini takip edebilecek spekülatif atakları önlemek amacıyla, Merkez Bankası’nın döviz rezervlerini artırmaya yönelik, 10 Milyar Dolarlık bir finansman paketini 6 Aralık’ta ilan etmiştir. Ancak bu şekilde kriz çözülememiş, sadece ileri bir tarihe ertelenebilmiştir. Bahse konu likidite krizinin bir sonucu olarak, 2000 yılı değerlerine kıyasla, daha yüksek faiz oranları, daha düşük büyüme oranı ve daha düşük mali fazla 2001 yılı için başlıca beklentiler haline gelir. Bununla birlikte, ekonomi kurmayları, bankacılık sektörünün acil problemlerini çözmek ve telekomünikasyon, ulaştırma ve enerji sektörlerinde özelleştirmeyi hızlandırmak için görüş birliğine varmışlardır.

Hükümet, 18 aylık dönem için önceden ilan edilmiş olan sabit döviz kuru politikası üzerinde kararlılığını tekrarlamış ancak, kriz söz konusu döviz kuru politikasının güvenilirliği ve sürekliliği hakkında süregelen şüpheleri daha da artırmıştır. Enflasyon karşısında TL’nin oldukça yavaş değer kaybetmesi cari işlemler açığının büyümesine katkıda bulunmuş, bu kötüye gidiş de ayrıca, uygulanan döviz kuru politikasına olan güveni sarsmıştır.

Grafik 5: Cari İşlemler Hesabı

 

Kaynak: DTM

b. Şubat 2001 Krizi

İkinci ekonomik kriz, 19 Şubat 2001 tarihinde yapılan MGK toplantısında, Cumhurbaşkanı ile Başbakan arasında yaşanan gerginlik neticesinde patlak vermiştir. Bu kriz, tam da Kasım 2000 krizinin etkisiyle güvenin sarsıldığı ve ekonomik reform programının üzerindeki şüphelerin arttığı bir dönemde meydana gelmiştir. Söz konusu tartışma, gecelik faiz oranlarının yukarıya doğru sıçramasında ve uluslar arası rezervlerin azalmasında ani ve sert bir etki yapmıştır( 21 Şubat itibariyle gecelik faiz oranları %7500 kadar çıkmıştır). 22 Şubat’ta, Hükümet uygulanan döviz kuru politikasına bağlı kalamayacağına karar vererek, TL’nin dalgalanmasına izin verir. TRL/USD Paritesi 1.000.000 TL’nin üzerine çıkar ve izleyen dönemde de olağanüstü değişken bir yapıya kavuşur. Örneğin, Nisan ayının son iki iş gününde değişim oranının %25’i geçmesi hiç de şaşırtıcı olmamıştır.

Nihayet, enflasyonla mücadele programı, önceleri yabancı sermaye girişi ve kontrol altında tutulamayan dış açık, sonuçta ise yabancı sermaye çıkışı ve bir finansal krizin sadece bir yıl içerisinde peş peşe gerçekleşmesine yol açmıştır. IMF bir önceki modeli derhal bir kenara atmış ve son derece sert bir ekonomik daralma paketini uygulama alanına sokarak, Türk ekonomisinin barış döneminde yaşanan en derin ekonomik durgunluk içerisine girmesine yol açmıştır. 1999 yılı rakamlarını 1999 yılı rakamları ile karşılaştırdığımızda, IMF’nin müdahalesi, daha yüksek enflasyon, çökme aşamasına gelen bir finansal sistem, ciddi bir borç geri ödeme darboğazı ve derin bir ekonomik durgunluk olarak Türk Ekonomisine yansımıştır.

Başlangıçta enflasyonun hızı yavaşlatılabilmiş ancak, döviz kuru hareketlerinin gerisinde kalınması suretiyle TL’nin aşırı değerlenmesine sebebiyet verilmiştir. Yükselen talep ve aşırı değerlenmiş ulusal para, istikrarsız bir dış ticaret ve yüksek cari işlemler açığı problemlerinin başlıca sebebi olmuştur. Bir yandan cari işlemler açığının kabul edilebilirliği sorgulanmaya başlanmışken, diğer taraftan ekonomi dış kaynaklardan gelebilecek spekülatif ataklara karşı korumasız bir konuma gelmiştir. Nihayet, Kasım 2000 ve Şubat 2001’de TL’ye karşı yapılan saldırılar sonucunda, enflasyonla mücadele ve istikrar programı çökmüş; rezervlerin önemli ölçüde tüketilmesi ve 4 rakamlı faiz oranları, önceden ilan edilmiş olan kur takviminin devam ettirilmesini mümkün kılamamıştır. 2001 yılında ekonomi %9.5 oranında daralmış, hızla yükselen reel faizler ve yüksek oranlı devalüasyon, finansal sistemi ciddi bir bankacılık krizinin içine doğru iterek bazı bankaların Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu’na (TMSF) devredilmesine yol açmıştır.

6. Krizden Günümüze Yansımalar

Krizin etkisiyle birlikte, enflasyon TEFE’de, 2000 yılında %32.7’den 2001 yılı sonunda %88.6’ya kadar yükselmiştir. Krizler sonrasında ekonomik programda revizyona gidilmiş, uygulanan döviz kuru politikası terk edilerek, döviz kurunun serbestçe dalgalanmasına izin verilmiştir.

Krizin ardından kurun önemli ölçüde değer kaybetmesi, dış ticarette rekabet gücünün artmasını sağlamış ve ekonomi 2002 yılından itibaren toparlanma eğilimine girmiştir.

IMF-Türkiye arasında, 2002–2004 yıllarını kapsayan yeni bir stand-by anlaşması imzalanarak hedefler revize edilmiş, uygulanan yeni ekonomik tedbirlerle, göstergeler hızla iyileşmeye başlamıştır.

2005 yılı itibariyle enflasyon, ÜFE’ de %2.66’ya, TÜFE’de ise %7.72’ye kadar düşürülebilmiş; ağırlıklı mevduat faiz oranları ise 2001 yılındaki %62.5 seviyesinden, 2005 yılının Kasım ayı itibariyle %19.9 seviyesine kadar gerilemiştir. Ekonomi, 2001 yılında %9.5 oranında daralırken, 2002, 2003 ve 2004 yıllarında sırasıyla %7.9, %5.9 ve %9.9 oranlarında büyüme kaydetmiştir.

Öte yandan, Cari İşlemler Hesabı 2005 yılında 22.8 milyar Dolar açık vermiştir. Aşırı değerlenmiş YTL ile yüksek reel faiz oranları, son yıllarda artış eğilimi gösteren cari açık üzerinde baskı oluşturarak ileride bir ödemeler dengesi probleminin yaşanmasını muhtemel kılmaktadır.

Diğer taraftan 2006’nın ikinci çeyreğinde ekonomide yaşanan dalgalanmalar kimi çevrelerce mini bir kriz olarak değerlendirilmiştir. Bu dönemde döviz fiyatlarında ciddi artışlar olmuş, Merkez Bankası bir oturumda faizleri 1.75 puan birden artırmış, İMKB endeksi ise önemli ölçüde değer kaybetmiştir. Ülkede bulunan sıcak paranın yön değiştirdiği endişelerini artıran bu hareketlenmelerde, dış piyasalardaki olumsuz gelişmelerin de (Dünya borsalarının değer kaybetmesi, petrol fiyatlarındaki artışlar, ABD’nin faizleri artırması, Kuzey Kore’nin nükleer füze denemesi gibi) etkisinin olduğunu söylememiz mümkündür. Merkez Bankası bu dönemde, faiz artırımını yeterli görmeyerek, ayrıca, piyasaya büyük miktarlarda döviz satarak da müdahalede bulunmuştur. Ancak, geldiğimiz noktada bu müdahalelerin kısmen başarılı olduğunu söyleyebilmekteyiz.Sonuçta, dalgalı kur sisteminin uygulandığı ekonomilerde, döviz fiyatlarının ani ve yüksek değişimler haricinde aşağı-yukarı dalgalanması normal kabul edilebilmektedir.

Her ne kadar, döviz piyasasında yaşanan dalgalanmaları, aşırı değerlenmiş YTL fiyatının dengelenmesi yönünde hareketler olarak değerlendirilse de, bu noktada, döviz kuru ve para politikalarının gözden geçirilerek, mali disiplinin daha da güçlendirilmesinin, hem ihracatın desteklenmesi ve hem de potansiyel bir ödemeler dengesi probleminin bertaraf edilmesi açısından gerekli olduğunu düşünmekteyiz.

 7. Sonuç

Türkiye, 1970’li yıllardan itibaren yüksek enflasyonla birlikte yaşamak zorunda kalmış, Hükümetler, fiyat istikrarının sağlanması için çoğu başarısız olan birçok ekonomik programı uygulamaya koymuştur. Aralık 1999’da, Hükümet IMF’in desteğiyle birlikte, döviz kuruna dayanan bir anti-enflasyon programı başlatmış; Programın başlamasından yaklaşık 11 ay sonra Türk Ekonomisi Kasım 2000’de bir likidite krizi ve çok geçmeden Şubat 2001’de de bir döviz krizi ile karşı karşıya kalmıştır. Böylece, Döviz kurunu esas alan ve 2000–2002 yıllarını kapsayan, IMF destekli üç yıllık ekonomik istikrar programı da başarıya ulaşamamıştır. 2001 ekonomik kriziyle birlikte, Türkiye, barış döneminde yaşanan en derin ekonomik durgunluk içine girmiş, finansal sistem ciddi bir bankacılık krizinin içine doğru itilmiştir.

Netice itibariyle, 1980’li yıllardan itibaren Türkiye’de uygulanan ekonomik istikrar programlarının, sadece IMF desteğiyle başarıya ulaşma şansını elde edemedikleri anlaşılmıştır. İyi hazırlanmış bir istikrar programının, aynı zamanda yapısal reformlar, mali disiplin, tutarlı para ve döviz kuru politikaları ve halkın uygulanan programa olan güveninin sürekli kılınmasıyla hedefine ulaşabilmesi mümkündür. Bu kapsamda, 2002 yılından itibaren, cari açık dışında, ekonomide sağlanan olumlu gelişmeler ancak, halkın istikrar ve güven duygusunun korunmasıyla daha da ileriye gidebilecektir.

Yararlanılan Kaynaklar

Alper,C. Emre. “The Turkish Liquidity Crisis of 2000: What Went Wrong?” Russian and East European Finance and Trade, forthcoming. http://www.econ.boun.edu.tr/papers/pdf/wp-01-11.pdf, 2001.

Boratav, Korkut, “Notes on Turkey and Europe: Contradictions of opening up.” http://www.bilkent.edu.tr/~yeldanbs/Yazilar_Uye/Boratav_apr02, April 2002.

Boratav, Korkut, “2000/2001 Krizinde Sermaye Hareketleri”, http://www.bilkent.edu.tr/~yeldanbs/Yazilar_Uye/Boratav_agu01

Coulthurst, Barry.”Country Update: Turkey”,A Report by Australia and New Zealand Banking Group Limited(ANZ), April 2001.

Dinçer, Nazire Nergiz, “Döviz Kuru Dalgalanmalarının Asimetrik Etkileri: Türkiye Örneği” DPT Uzmanlık Tezi, DPT:2682, Şubat 2005.http://ekutup.dpt.gov.tr/para/dincernn/dovizkur.pdf

Erdikler, Şaban, “Türkiye’de Yabancı sermaye Hareketleri-Ortaklık ve İşbirliklerinin Rolü”,http://bsy.marmara.edu.tr/TR/sempozyum_bildirileri/SABAN%20ERDIKLER_75-82_.pdf

Kalkan, Mahmut. “Capital Flows and Exchange Rates in Turkey: The Effects of Liberalization and Stabilization.” http://eagle3.american.edu/~mk4078a/paperdraft.pdf, November 2002.

Shapiro, Alan C. “Multinational Financial Management,” John Wiley & Sons, Inc. Seventh Edition, 2003, pp.206,225-226.

Yeldan, Erinc. “On the IMF-Directed Disinflation Program in Turkey: A program for Stabilization and Austerity or a Recipe for Impoverishment and Financial Chaos?”  http://www.bilkent.edu.tr/~yeldane/TurkCris2001.PDF, September 2001.

Internet Kaynakları 

www.tcmb.gov.tr

www.foreigntrade.gov.tr

www.imf.org

www.die.gov.tr

www.hazine.gov.tr

Share This:

GÜMRÜK MEVZUATINDA FİKRİ VE SINAİ MÜLKİYET HAKLARI

1. Giriş

Fikri, sınai ve ticari ürünler üzerindeki mülkiyet haklarının gerek ulusal ve gerekse uluslararası düzeyde korunmasına yönelik olarak son yıllarda önemli çalışmalar yapılmış ve birtakım hukuki düzenlemeler hayata geçirilebilmiştir. Bu kapsamda, 14 Haziran 1967’de Stockholm’de imzalanan ve BM bünyesinde faaliyet gösteren “Dünya Fikri Mülkiyet Örgütü”(WIPO) Kuruluş Sözleşmesi, Uruguay Konferansı Çok Taraflı Ticaret Görüşmeleri sonucunda imzalanan 3 Şubat 1995 tarihli “Fikri Mülkiyet Haklarının Ticaretle İlgili Yönleri Hakkında Anlaşma (TRIPS)” AB Komisyonu’nun 2004 Haziranında kabul ettiği “Fikri Mülkiyet Haklarının Uygulanmasına İlişkin Yönerge” uygulamaya konulmuştur.

Türkiye ise, gerek kendi iç mevzuatından ve gerekse uluslararası anlaşmalardan doğan yükümlülüklerini yerine getirmek amacıyla, hukuki korunma altında bulunan fikri ve sınai eserlerin ülkeye giriş-çıkışları ile ilgili olarak Gümrük Mevzuatında bazı özel düzenlemelere gitmiştir. Bu anlamda, AB Gümrük Kodu da dikkate alınarak hazırlanan 4458 Sayılı Gümrük Kanunu 4 Şubat 2000 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Gümrük Kanunu’nun 57’nci maddesi ise fikri ve sınai mülkiyet haklarının korunmasına yönelik gümrük işlemlerine ilişkin hükümler içermektedir. Ayrıca, Gümrük Kanunu’nun uygulanmasına yönelik Gümrük Yönetmeliği’nin 105-111’inci maddeleri de fikri ve sınai mülkiyet haklarının korunmasına yönelik hükümleri kapsamaktadır.

Bu çalışmamızda, öncelikle, fikri ve sınai mülkiyet haklarının korunmasına yönelik ulusal mevzuatımız başlıklar itibariyle belirtilecek, sonra gümrük birliğinden doğan yükümlülüklerden kısaca bahsedilecek, müteakiben fikri ve sınai mülkiyet haklarının evrensel anlamda tanımı yapılarak gümrük mevzuatının fikri ve sınai mülkiyet hakları ile ilgili hükümleri incelenecektir.

2. Fikri ve Sınai Mülkiyet Haklarının Korunması Hakkında Ulusal Mevzuat

Ülkemizde, 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu, 1 Ocak 1952 tarihinden bu yana yürürlükte bulunmakta ve bu alanda Çerçeve Kanun niteliği taşımaktadır.

Ayrıca, Türkiye-AB Gümrük Birliği sürecinin başlamasının hemen öncesinde, sınai mülkiyet haklarının, AB mevzuatına ve uluslararası normlara ve özellikle Dünya Ticaret Örgütü Anlaşması TRIPS Metnine uygun bir şekilde korunması amacıyla 551 sayılı Patent Haklarının Korunması Hakkında KHK, 554 sayılı Endüstriyel Tasarımların Korunması Hakkında KHK, 555 Sayılı Coğrafi işaretlerin Korunması Hakkında KHK ve 556 sayılı Markaların Korunması Hakkında KHK, 26 Haziran 1995 tarihli Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Ayrıca, 4110 sayılı Kanunla, 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanununun bazı maddelerinde değişikliklere de gidilmiştir.

3. Gümrük Birliği Açısından Fikri ve Sınai Mülkiyet Hakları

1/95 sayılı Gümrük Birliği Anlaşması’nın fikri, sınai ve ticari mülkiyet haklarına ilişkin 8 nolu ekinde yer alan hükümler çerçevesinde, gerek uluslararası ve gerekse iç mevzuat açısından bir çok hukuki düzenlemeler yapılmıştır. Bu kapsamda, Türkiye’nin çok sayıda uluslararası anlaşmaya katılımı sağlanmıştır.

Sınai mülkiyet haklarının tescili ve korunması gibi işlemleri yürütmek ve ilgili mevzuatın verdiği diğer görevleri yerine getirmek üzere 24 Haziran 1994 tarihli 544 sayılı KHK ile, Sanayi ve Ticaret Bakanlığına bağlı, idari ve mali özerkliğe sahip Türk Patent Enstitüsü’nün kurulmuş olması sınai mülkiyet haklarının korunması alanında çok önemli bir adım olmuştur.

Türkiye-AB Gümrük Birliği’nin esaslarını düzenleyen, 22.12.1995 tarihli 1/95 Sayılı Ortaklık Konseyi Kararı’nın 31’inci maddesine göre, “taraflar fikri, sınai ve ticari mülkiyet haklarının yeterli ve etkili biçimde korunması ve uygulanmasını sağlamaya verdikleri önemi teyit etmekte, ancak, fikri mülkiyet haklarına Gümrük Birliği’ni oluşturan iki tarafta da eş düzeyde etkili koruma sağlanması halinde Gümrük Birliği’nin gereğince işleyebileceğini kabul etmektedirler. Dolayısıyla Karar’ın 8. Ekinde öngörülen ve TRIPS’den doğan yükümlülükleri yerine getirmeyi taahhüt etmektedirler.” Buna göre Türkiye, Karar’ın yürürlüğe girmesinden itibaren en geç üç yıl içinde TRIPS Anlaşmasını uygulamaya koyacaktır.

Ayrıca, 22.07.2003 tarihli 1383/2003 sayılı AB Konsey Tüzüğü de, Türkiye’nin gümrük birliği açısından müktesebat uyumu sağlaması gereken başlıca AB mevzuatı düzenlemeleri arasında yer almaktadır.

4. Fikri ve Sınai Mülkiyet Haklarının Tanımı

Dünya Ticaret Örgütü’nün (DTÖ) “Fikri Mülkiyet Haklarının Ticaretle İlgili Yönleri Hakkında Anlaşma(TRIPS)”sına göre fikri mülkiyet hakları, insanlara, meydana getirdikleri düşünsel ürünler nedeniyle verilen haklardır. Bunlar genellikle, fikri eseri meydana getiren kişilere, bu eser üzerinde, belirli bir süre için, maddi ve manevi açıdan ayrıcalıklı bir hak kazandırmaktadır. Telif hakkı, patent, marka, tasarım gibi haklar başlıca fikri ve sınai mülkiyet hakları olarak gösterilebilir.

Öte yandan, 14 Haziran 1967’de Stockholm’de imzalanan “Dünya Fikri Mülkiyet Örgütü”(WIPO) Kuruluş Sözleşmesi’nin 2. Maddesinde, fikri mülkiyet aşağıdaki haklarla ilişkili olarak tanımlanmıştır:

• Edebi, sanatsal ve bilimsel çalışmalar;
• İcracı sanatçıların eserleri, fonogram ve radyo yayınları;
• İnsan emeğinin tüm alanlarındaki buluşlar;
• Bilimsel buluşlar;
• Endüstriyel tasarımlar;
• Ticari markalar, hizmet markaları (service marks), ticari unvan ve isimler;
• Haksız rekabete karşı koruma ve
• Sınai, bilimsel, edebi ya da sanatsal alanlarda fikri mülkiyet faaliyetlerinden kaynaklanan diğer tüm haklar.

5. Gümrük Mevzuatında Fikri ve Sınai Mülkiyet Hakları

A. Gümrük Kanunu

4458 sayılı Gümrük Kanunu’nun 57’nci maddesi, fikri ve sınai mülkiyet haklarının hudut korunmalarına ilişkin düzenlemeleri içermektedir. Fikri ve sınai hakların korunmasına ilişkin ulusal mevzuatın koruma altına aldığı hakları ihlal eder mahiyette bulunan ve ithalat veya ihracata konu olan eşyalara gümrük kapılarında tedbir mahiyetinde el konulmasına ilişkin hükümler bu maddede yer almıştır.

Kanun’un 57’nci maddesini, kapsam, teminat, gümrük idaresinin sorumluluğu, 10 günlük bekleme süresi, sahte eşyanın imhası ve istisnalar olmak üzere 6 ana bölüme ayırmamız mümkündür. Buna göre,

Kapsam; Fikri ve sınai mülkiyet haklarının korunması mevzuatına göre, marka, coğrafi işaret, endüstriyel tasarım hakları ile Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu kapsamına giren haklarla ilgili olarak, hak sahibinin yetkilerine tecavüz eder mahiyetteki eşyanın gümrük işlemleri;

– hak sahibinin veya temsilcisinin talebi üzerine,
– veya söz konusu eşyanın sahte markalı ya da telif hakkına tabi taklit mal tarifine uyduğuna ilişkin açık deliller olması halinde,

re’sen gümrük idareleri tarafından durdurulur. Durdurma kararı ithalatçıya veya hak sahibine veya temsilcisine bildirilir.

Teminat; Gümrük idareleri, olayın özelliğine göre ithalatçının veya kamunun hakkını güvenceye almak ve suistimalleri önlemek amacıyla, başvuru sahibinden eşyanın kıymeti oranında bir teminat isteyebilmektedirler.

Gümrük İdaresinin Sorumluluğu; Başvurunun kabul edildiği tarihte şikayet konusu eşya serbest dolaşıma girmiş ise, başvurunun gümrük idaresince kabul edilmesi; söz konusu eşyanın gereğince muayene edilmeden ithaline izin verildiği gerekçesiyle hak sahibine tazminat hakkı doğurmamaktadır. Sahte markalı veya taklit mallarla mücadele kapsamında, gümrük idaresince gümrük işlemleri re’sen durdurulan eşyadan dolayı, ilgili kişilerin yapılan işlemler sonucunda fayda veya zarara uğraması halinde, gümrük idaresi yetkilileri bu kişilere karşı sorumlu tutulamazlar.

Bekleme Süresi; Gümrük idaresince alınan durdurma kararının hak sahibine tebliğinden itibaren on gün içinde esas hakkında yetkili mahkemede dava açılmadığı veya mahkemeden tedbir niteliğinde karar alınmadığı takdirde, eşya hakkında beyan sahibinin talepte bulunduğu gümrük rejimi hükümlerine göre işlem yapılmaktadır.

Sahte Eşyanın Tasfiyesi; Gümrük işlemleri durdurulan eşya, yetkili mahkemece alınan karar doğrultusunda, tasfiye rejimi hükümlerine göre imha veya asli nitelikleri değiştirilerek satış suretiyle tasfiye edilebilmektedir.

İstisnalar; Yolcu beraberinde getirilen zati ve hediyelik eşya ile posta kolileri ile gönderilen ticari mahiyette olmayan eşya hakkında 57’nci madde hükümleri uygulanmamaktadır.

B. Gümrük Yönetmeliği

Gümrük Yönetmeliği’nin 105, 106, 107, 108, 109, 110 ve 111’inci maddeleri fikri ve sınai mülkiyet haklarının korunması ile ilgili gümrük işlemlerini kapsamaktadır.

Yönetmeliğin 105’inci maddesi konu ile ilgili tanımlamaları düzenlemektedir. Buna göre, Türkiye Gümrük Bölgesine giren, serbest dolaşıma giren, ihraç edilen, yeniden ihraç edilen, bir rejime tabi olan veya serbest bölgeye konulan eşyaların;

– Sahte eşya,
– Sahte eşyanın tamamlayıcıları,
– Telif hakkına tabi taklit eşya
– Sahte veya telif hakkına tabi taklit eşyanın kalıp ve matrisleri

olduklarının anlaşılması halinde, bunlarla ilgili gümrük işlemleri, Yönetmeliğin 109’uncu maddesine istinaden durdurulmaktadır.

Gümrük Yönetmeliği’nin 106’ncı maddesine göre, Gümrük Kanunu’nun 57’nci maddesi kapsamına giren eşyaların;

– Gümrük Kanununun 59’uncu maddesine göre eşyanın serbest dolaşıma girmesi, ihracatı veya yeniden ihracatı ile ilgili gümrük işlemleri gümrük idarelerince durdurulmakta,

– Gümrük Kanununun 36’ncı maddesi kapsamında gümrük gözetimi altında iken denetlenen eşya, Kanunun 79’uncu maddesinin 1’inci fıkrasının (a) bendi kapsamında bir rejim uygulanan eşya, yeniden ihraç edilen eşya veya Kanunun 152’nci maddesine istinaden serbest bölgeye konulan eşyanın fikri ve sınai mülkiyet haklarını ihlal etmesi halinde gümrük idarelerince söz konusu eşya ile ilgili gerekli tedbirler alınmaktadır.

Öte yandan, hak sahibinin izni ile ticari markaya sahip olmuş, patent veya faydalı model hakları, telif veya komşu hakları ve tasarım hakları ile korunmuş ve hak sahibinin izni ile üretilmiş eşyanın hak sahibinin rızası dışında bu maddenin birinci fıkrasının (a) ve (b) bentlerinde belirtilen durumlardan birine tabi olması veya hak sahibinin onayladığından farklı koşullarda üretilmesi veya başka koşullarda bir marka taşıması halinde söz konusu eşya bu madde hükümleri kapsamı dışında tutulmaktadır. Yani, söz konusu eşyalar hakkında gümrük işleminin durdurulması veya tedbir alınması gibi uygulama yapılamamaktadır.

Gümrük İdarelerine Başvuru: Fikri ve sınai mülkiyet haklarının korunmasına ilişkin mevzuat hükümlerini ihlal eder nitelikteki eşyaya ilişkin gümrük işlemlerinin durdurulması talebi Yönetmeliğin 19 no.lu ekinde yer alan ‘Fikri Sınai Mülkiyet Hakları’nı İhlal Eden Eşyanın Gümrük İşlemlerinin Durdurulmasına İlişkin Başvuru Formu’ ile yapılmaktadır. Söz konusu başvuru ekinde, eşyanın tanınmasına yardımcı olacak ayrıntının tarifini içeren bir belge ile kendisinin hak sahibi olduğunu kanıtlayan bir belgenin de yer alması gerekmektedir.
Ayrıca, henüz gümrüğe gelmemiş bir eşya ile ilgili olarak, gümrük idaresinin alacağı kararı yönlendirmeye yardımcı olmak üzere hak sahibi yukarıda belirtilen başvuru belgesine ilave olarak, aşağıdaki bilgileri de gümrük idaresine verebilmektedir:

– Eşyanın bulunduğu veya gönderilmesi planlandığı yeri,
– Taşımaya veya ambalajlara ilişkin ayrıntılar,
– Eşyanın önceden planlanmış varış veya yola çıkış tarihleri,
– Eşyayı taşıyan araca ilişkin bilgiler,
– İthalatçı, ihracatçı veya taşıyıcıya ilişkin bilgiler,

Önceden verilecek bu bilgiler, gümrük işlemlerinin hızlanmasına da yardımcı olabilecektir. Ayrıca söz konusu bilgilerin verilmemesi, başvuru hakkında işlem yapılmasına engel teşkil etmeyecektir.

Öte yandan, gümrüğe gelmemiş bir eşya ile ilgili olarak hak sahibinin başvuru dilekçesinde, gümrük idaresinin harekete geçmesini istediği sürenin uzunluğunu otuz günü geçmemek üzere tam olarak belirtmesi gerekmektedir. Sürenin başlangıcı olarak başvuru dilekçesinin gümrük idaresinin kaydına girdiği tarih esas alınmakta, muhtemel bir hak tecavüzünün önlenmesi amacıyla gümrük idarelerinin müteyakkız olmasını talep eden ve bir süre ile sınırlı olmayan genel mahiyetteki başvuru dilekçeleri değerlendirmeye tabi tutulmamaktadır.

Yine, başvurunun değerlendirilmesi sırasında söz konusu olan kırtasiye masrafları, tahlil ve ekspertiz ücretleri ile fazla mesai ücretleri hak sahibi veya temsilcisi tarafından gümrük veznesine yatırılmaktadır

Ayrıca, Gümrük idareleri olayın özelliğine göre gerekli görmeleri halinde ithalatçının veya kamunun hakkını güvenceye almak ve suistimalleri önlemek amacıyla başvuru sahibinden eşyanın CIF kıymeti kadar bir teminat isteyebilmektedirler.

Gümrük İdarelerince Yapılacak İşlemler : Gümrük idarelerince, fikri ve sınai mülkiyet haklarının ihlalinin tespiti halinde, muhtemel hak ihlali, eğer biliniyorsa, hak sahibine bildirilmekte, ayrıca, Gümrük idareleri hak sahibinin geçerli bir başvuruda bulunmasını teminen 3 iş günü boyunca bu şekilde tespit edilen eşyanın işlemlerini durdurabilmekte ve eşyaya el koyabilmektedirler.

Gümrük idareleri, hak sahibi tarafından yapılan başvuruyu değerlendirerek, söz konusu başvuruyu kabul edebilmekte veya eldeki belge ve bilgilerin yeterli görülmemesi hallerinde talebi reddedebilmektedirler. Başvuru talebi ile ilgili kararlar hak sahiplerine yazılı olarak bildirilmesi gerekmektedir.

Başvurunun kabul edilmesi halinde, gümrük idaresi söz konusu kararın ne kadar süre ile geçerli olduğunu Yönetmeliğin 107’nci maddesinde belirtilen süreler çerçevesinde açıkça belirtmek durumundadır.

Başvurunun kabul edilmediği yönünde bir karar alınması halinde, söz konusu karar, gerekçeleri belirtilmek ve itiraz yolu açık olmak suretiyle hak sahibine yazılı olarak bildirilmesi gerekmektedir.

Ayrıca, gümrük işlemlerine tabi eşyanın, gümrük idaresinin hak sahibinin başvurusu üzerine aldığı kararda yer alan sahte veya kopya eşya tanımına uyması halinde gümrük idaresi eşyanın gümrük işlemlerini durdurabilmekte veya eşyaya el koyabilmektedir.

Gümrük işlemlerinin durdurulması veya el konulması işlemi, eşya sahibine ve başvuru sahibine eşyanın gümrük işlemlerinin durdurulmasını veya eşyaya el konulmasını takip eden ilk iş günü içerisinde bildirilir. Gümrük İdaresi, gizli nitelikte ve mesleki sır kapsamında olan bilgiler ile ticari ve endüstriyel tasarımlara ilişkin hakların ihlalini oluşturan bilgiler hariç olmak üzere, eşya sahibinin ve alıcının adı, soyadı, firma adı ve adresi gibi bilgileri, yetkili yargı merciine müracaatta kullanılmak amacıyla talepte bulunan hak sahibine vermek zorundadır. Ayrıca, Yönetmeliğin 106’ncı maddesinin (a) ve (b) bentlerindeki işlemlerin herhangi birinde yer alan kişiler ve başvuru sahiplerinin talebi üzerine, gümrük işlemleri durdurulan veya el konulan eşyanın bu kişilerce kontrol edilmesi veya söz konusu eşyadan numune alınmasına gümrük idarelerince izin verilmektedir. Yine gümrük idaresi de eşyanın incelenmesi sırasında, işlemleri hızlandırmak amacıyla söz konusu eşyadan numune alabilmektedir.

Diğer taraftan, gümrük idaresince alınan durdurma kararının hak sahibine tebliğinden itibaren on gün içinde;

– esas hakkında yetkili mahkeme nezdinde dava açılmaması,
– veya yargı kararının eşyanın üzerine bir tedbir konulmasına gerek bulunmadığı yönünde olması,
– veya dava açılmış olsa dahi mahkemeden tedbir niteliğinde karar alınmaması,

hallerinde, eşya hakkında beyan sahibinin talepte bulunduğu gümrük rejimi hükümlerine göre işlem yapılmaktadır.

Yukarıda belirtilen 10 günlük süre içerisinde, gerek hak sahibi veya temsilcisi tarafından dava açıldığına ilişkin bir belgenin gümrük idaresine ibraz edilmemesi veya gümrük idaresine yetkili yargı merciinden tebliğ edilen bir karar bulunmaması gerekse yargı kararının eşyanın üzerine bir tedbir konulmasına gerek bulunmadığı yönünde olması hallerinde eşyanın üzerindeki tedbir kaldırılmaktadır.

Sahte veya kopya olduğu kesinleşen eşyaya ilişkin işlemler : Yetkili mahkemenin söz konusu eşyanın sahte veya kopya olduğuna karar verdiği hallerde, aşağıda belirtilen şekilde işlem yapılmaktadır:

a. Eşyanın imhasına karar verilmesi halinde, masrafları eşya sahibine ait olmak üzere ve tasfiye hükümlerine göre imha gerçekleştirilmektedir.

b. Eşyanın niteliklerinin değiştirilmesinden sonra eşya sahibine teslimine karar verilmesi halinde, hiçbir şekilde ilk haline gelemeyecek şekilde söz konusu eşyanın nitelikleri değiştirilmektedir. Marka ve etiketlerinin sökülmesi eşyanın niteliklerinin değişmesi için yeterli kabul edilmemektedir.. Bu işlemlere ilişkin masraflar eşya sahibi tarafından karşılanmaktadır. Nitelikleri değişen eşyanın bir gümrük rejimine tabi tutulması durumunda, Gümrük Kanununun 64 üncü maddesine göre işlem yapılmaktadır. Buna göre;

Beyannamenin tescilinden sonra, eşyanın niteliklerinde meydana gelen değişiklikler veya bozulmalar nedeniyle ithalat vergilerinden indirim yapılmaz. Ancak;

– Özellikle ilk madde olarak kullanılması mümkün hale gelen eşyanın ilk madde olarak beyan edilmesine gümrük idarelerince izin verilir. Gerekli görülmesi halinde, gümrük idareleri bu eşyanın ilk madde şeklinden başka bir şekilde kullanılmasını önleyici tedbirleri alır.

– Kısmen hasara uğrayan eşyanın ayrılması mümkün ise hasara uğramış kısmı için (a) bendi hükümlerine göre işlem yapılır. Eşyanın hasarlı ve hasarsız şekilde ayrılmasının mümkün olmadığı hallerde, beyan sahibinin talebi doğrultusunda (a) bendi hükmü uygulanabileceği gibi, bu eşyanın Gümrük Bölgesi dışına çıkarılmasına veya imhasına da izin verilir.

c. Eşyanın nitelikleri değiştirilmeksizin yeniden ihraç edilmesi şeklindeki taleplerin reddedilmesi gerekmektedir.

d. Sahte veya kopya eşyanın devlete terk edilmesine karar verilmesi halinde, tasfiye hükümlerine tabi tutulmadan önce söz konusu eşyanın (b) fıkrasında belirtildiği şekilde nitelikleri değiştirilmektedir

Öte yandan, Gümrük Kanunu’nun fikri ve sınai hakların korunması ile ilgili düzenlemeler içeren 57’nci madddesinin uygulamasına yol göstermek üzere, Gümrük Müsteşarlığının bugüne kadar 1 adet Genelgesi ve ve 11 adet tasarruflu yazısı bulunmaktadır.

C. Gümrük Muhafaza Görev Yönetmeliği

Gümrük Muhafaza Görev Yönetmeliği’nin 108’inci maddesi uyarınca, fikri ve sınai mülkiyet haklarının korunması mevzuatına göre, marka, coğrafi işaret, endüstriyel tasarım hakları ile 5/12/1951 tarihli ve 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu kapsamına giren haklarla ilgili olarak, hak sahibinin yetkilerine tecavüz eder mahiyette olup sahte markalı ya da telif hakkına tabi taklit mal tarifine uyduğuna ilişkin açık deliller bulunan eşyaya rastlanılması halinde Gümrük Muhafaza Amir ve Memurları tarafından gerekli tedbirler alınarak, konunun derhal ilgili gümrük idaresine intikal ettirilmesi gerekmektedir.

6. Sonuç

Fikri ve sınai mülkiyet haklarının korunması yönünde uluslararası düzeyde gerçekleştirilen çalışmalara, AB ile gümrük birliğine giden ve 3 Ekim 1995 tarihinden bu yana da tam üyelik yolundaki son dönemece giren Türkiye de kayıtsız kalmamış ve bu süreçte önemli ilerlemeler kaydetmiştir. Bu bağlamda, öncelikle, sınai mülkiyet haklarının, AB mevzuatına ve uluslararası normlara ve özellikle Dünya Ticaret Örgütü Anlaşması TRIPS Metnine uygun bir şekilde korunması amacıyla 551 sayılı Patent Haklarının Korunması Hakkında KHK, 554 sayılı Endüstriyel Tasarımların Korunması Hakkında KHK, 555 Sayılı Coğrafi işaretlerin Korunması Hakkında KHK ve 556 sayılı Markaların Korunması Hakkında KHK, 26 Haziran 1995 tarihli Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Ayrıca, 4110 sayılı Kanunla, 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanununun bazı maddelerinde değişiklikler yapılmıştır.

Ayrıca, 4 Şubat 2000 tarihinde yürürlüğe giren 4458 sayılı Gümrük Kanunu’nun 57’nci maddesi de fikri ve sınai mülkiyet haklarının korunmasına yönelik gümrük işlemleri hakkında hükümler içermektedir. Yine, Gümrük Yönetmeliği’nin 105-111’inci maddeleri de fikri ve sınai mülkiyet haklarının korunmasına yönelik ayrıntılı düzenlemelere sahiptir.

Sonuç olarak, Türkiye’nin, fikri ve sınai mülkiyet haklarının gerek ulusal ve gerekse uluslararası normlara uygun bir şekilde korunması ve özellikle gümrük birliğinden kaynaklanan yükümlülüklerin yerine getirilmesine yönelik olarak iç mevzuatında ve dolayısıyla gümrük mevzuatında önemli ölçüde uyum sağlamış olduğunu söylememiz mümkün bulunmaktadır.

Kaynakça :

1- “Avrupa Birliği ve Fikri Mülkiyet Hakları”, http://www.deltur.cec.eu.int/_webpub/documents/FactSheets/01-ABdeFikriMulkiyetHak.pdf
2- ÇOĞAL, Nejat, “Gümrük Birliği Çerçevesinde Türkiye-AT İlişkileri”, Ankara Üniversitesi ATAUM, 7. Dönem AB Uzmanlık Kursu Bitirme Tezi, Temmuz 2005, Ankara,
3- SOYAK, Alkan, “Küreselleşme Sürecinde Ulusal Teknoloji Politikası ve Türkiye: Sınai Mülkiyet Hakları ve Ar-Ge Teşvikleri Açısından Bir Çözümleme”, İstanbul: Bilim ve Teknik Yayınevi, 2000
4- TÜSİAD, Fikri Haklar Bülteni-1, Temmuz 1998, sayı:11, İstanbul. http://www.tusiad.org.tr/yayin/ bulten/f1/html/fbulten1.html
5- Gümrük Kanunu, Gümrük Yönetmeliği, Gümrük Muhafaza Görev Yönetmeliği
6- Fikri Mülkiyet Hakları ile ilgili Kanunlar
7- www.gumruk.gov.tr
8- www.wto.org
9- www.igeme.org.tr
10- www.dtm.gov.tr
11- www.turkpatent.gov.tr

http://www.gumrukkontrolor.org.tr/Yayinlar/Dergiler/55/7.html

Share This: